İ.S. 1054 tarihi, Doğu ile Batı Hıristiyanlık’ı arasındaki son bağın koptuğu tarihi işaret eder. Bu tarihten önceki yüz yıllar boyunca Batı ile Doğu arasındaki ilişkiler sürekli inişteydi. Tartışmalı iki tanrıbilimsel konu, ilişkilerin nihayet kopmasına neden oldu. Birincisi “filioque tartışması”ydı. Tartışmanın konusu, Kutsal Ruh’un yalnız Tanrı’dan mı, yoksa hem Tanrı’dan hem de Oğul’dan mı çıkıp geldiği sorusuydu. (Filioque, Latince’de, “ve Oğul” anlamına geliyor.) İkinci konuysa Mesih’in tek iradeye mi yoksa çift iradeye mi sahip olduğu sorusuydu.
Bu öğretisel sorunlar aynı zamanda iki kilise’nin yetki konusundaki farklılıklarını da ön plana çıkardı. Batı Kilisesi, hiyerarşik bir düzene sahipti: Kararlar tepeden aşağı doğruydu. Doğu Kilisesi ise kilise görevlilerinin kararlara katılmasına müsaade ediyordu. Filioque çekişmesinin başını Konstantinopolis Patriği Photius ile Roma Piskoposu Nicholas çekiyordu. Bunun sonucunda Roma piskoposları, Doğulu kiliselerin önderleri tarafından yayınlanan “sahih” piskoposlar listesine dahil edilmediler.
En sonunda Haçlılar, Doğu ile Batı arasındaki bölünmeyi kesinleştirdiler. Haçlılar’ın başlangıçtaki amacı Kudüs’ü Müslümanlar’dan ve özellikle de Türkler’den kurtarmaktı. Haçlılar, Müslümanlar açısından bakıldığında Hıristiyanlık adına sürülmüş bir kara lekedir. Batı Kilisesi’nin Doğu’yu istismarı da büyük aşırılıklar gösterir. Dördüncü Haçlı Seferi (1202-1204), en kötüsüydü. “Daha çok yağmalama ve iktidar hırsıyla hareket eden Venedikli tüccarların etkisiyle, Haçlılar amaçlarından (İslam’la savaşmak) sapıp Konstantinopolis’i yağmalamaya gittiler” (s. 140). Tarihçi Steven Runciman, Doğu ile Batı arasındaki ilişkilerin bu denli tahrip edilmesinin sonuçlarını şöyle tasvir eder: “Doğu ile Batı Hıristiyanlığı arasında nefretin tohumları ekildi. Belki de Roma Kilisesi ile Doğu’nun büyük kiliselerinin ayrılması kaçınılmazdı; ama Haçlı hareketinin tamamı, ilişkileri, bir daha asla tamir edilemeyecek şekilde tahrip etti ve ayrılığı Doğu’nun yüreğine kazıdı.”
Ortodokslar’ın tüm dünyadaki sayısı 140 milyonun üzerindedir. Bunların yarısı, Rus ve Ukraynalı Ortodokslar’dır. Rus Ortodoksları, ülkenin yöneticilerinden büyük zulüm gördüler. Bununla birlikte son yıllarda Kutsal Kitap’a sadık dindarlıkta önemli bir canlanma ve manastır üyelerinin sayısında önemli bir artış gözleniyor. Ortodoks inancının temeli, öğreti (doktrin) değil, ayin düzeni, dua ve manastır hayatıydı ve bugün de öyledir. Manastır hayatının verdiği tevazu ve yoksullarla özdeşleşen tutum, yüzyıllarca Ortodoks inananlarının yaşam rehberi oldu. Günümüzde bile onları yirminci yüzyılın yazarı Alexander Solzhenitsyn’in yazılarında fark edebiliriz.