Protestanlar genelde manastır düzeniyle ilgili olumsuz düşüncelere sahipler. Ama Protestanlık’ın Martin Luther’in manastır deneyimi sonucunda başladığını da unutmamak gerekir. Luther, John Calvin, Thomas Cranmer, Menno Simons ve Reform’un diğer önderleri, Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılmanın gerekli olduğuna karar verdikten sonra tanrıbilimleri için önce Kutsal Yazılar’dan, sonra çok geçmeden de manastır keşişlerinin yazılarından yararlanmışlardır.
Manastır hayatının etkileri, en geniş ve en derin şekilde, manastır düzeninden kaynaklanan ve kiliselerde hemen her yerde Hıristiyanlar tarafından saygı gören davranış ve hareketlerde görülmüştür. Kutsal Kitap’ı ana dilimizde her okuduğumuzda, keşiş Jerome tarafından başlatılmış olan çeviri geleneğinden yararlandığımızı hatırlayalım (ca. 342-420). “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” ilahisini terennüm ettiğimizde ilahi yazan keşişlerden Gregory (ca. 390-460) ve Clairvaux’lu Bernard’ı anarız. Tanrıbilim okuyorsak, Augustinus ve Aqinolu Thomas (ca. 1225-1274) gibi keşişlere ne çok şey borçlu olduğumuzu görürüz. Değişik Hıristiyan hizmetlerinin başarısı için dua ediyorsak, Patrick (ca. 390-ca. 460), Bonifacius (680-754), Cyrillus (826-869) ve kardeşi Methodius (ca. 815-885) ve Raymond Lull (ca. 1233-ca. 1315) gibi öncülerin bu alandaki cesur girişimlerinden büyük destek alırız. Kilise tarihinin incelenmesinde, büyük katkıları olan ve saygın bir kişiliğe sahip olan Bede (ca. 673-735) ve Assisili Francesco’nun (1181/82-1226) izlerine rastlarız.
Bilgi ve bilim de manastır düzeninin bir ürünüdür. Manastırlarda hem laik hem de dinsel metinlerin kopyalanması ve saklanması için özel odalar ayrılmıştı. Aqinulu Thomas’ın çalışmaları, Hıristiyan bilim adamlarının laik düşüncelere cevap vermesine yardımcı olmuştur. Thomasçı düşünce sistemi, Kutsal yazıları anlamaya yarayan felsefi yaklaşımların uygun olanlarını kullanmaya, tanrıbilime aykırı olanlarını ise ayıklamaya yardım etmiştir. Keşişlerin edindiği bilgiler sosyal yaşama da yansıdı: buğday üretimi, bataklıkların kurutulması, büyük baş hayvanların çiftleştirilip üremesini sağlamak ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi gibi.
Manastır düzeni hiçbir zaman mükemmel Hıristiyan yaşamının nasıl sürdürülmesi gerektiğine ilişkin ideal bir yanıt olmamıştır. Bununla birlikte etkileri de asla küçümsenmemelidir. Olumlu etkileri daha çoktur.
Keşişlerin kilise üzerindeki kapsamlı etkisi çok öncesine, üçüncü yüz yıla kadar uzanır. Tarihin kaydettiği ilk keşiş olan Antony, Tanrı’yı bulmak için ailesinin çiftliğini yaklaşık 270 yıllarında terk edip çöle gitti. Kapadokya’daki Kilise babalarından biri olan Kayserili Basil, Kutsal Ruh’un Üçlük’ün bir üyesi olduğunu güçlü ifadelerle tanımlamakta büyük emekleri oldu. Basil, 370’lerde kendi koruması altındaki manastırların düzeni için yeni kurallar geliştirdi. Onun kaleme aldığı kurallar bugüne dek Ortodoks kilisesinin manastır düzeninde kullanıla gelmiştir.
4. ve 5. yüzyıl civarlarında inananlar arasında baş gösteren dinsel yozlaşma ve düşüş, ardından laikliğin doğuşu, manastır hareketinin yayılması için itici bir güç yaratmıştır. Buna ek olarak, biraz da şaşırtıcı biçimde, manastır hareketi kilisenin mülk edinme başarısına (!) bir tepkiydi sanki –gücün ve servetin vaizler ve kilise önderleri üzerindeki etkisini düzelten tepkisel bir etkiydi. Manastırlar, kişilerin alçakgönüllülük, feragat, dua ve hizmet üzerinde yoğunlaşmalarına yardım ediyordu.
Bununla birlikte çoğu kişinin üzerinde anlaştığı bir nokta var: Manastır düzenini kararlılık, yararlılık açıdan biçimlendiren kişi, Nursia’lı (İtalya) Benedictus’tur. Benedictus (ca. 480-ca. 550) Roma’da eğitim gördü; orada hakim olan yaşam öylesine yozlaşmıştı ki, kenti terk edip Subiaco’da inzivaya çekildi. Ruhsal sezgi alanında giderek artan ünü sayesinde ona başkaları da katıldı. Sonunda her birinde 12’şer keşiş bulunan 12 manastır kurduğu söylenir. Manastır düzenine yenilikler getirmek düşüncesiyle Benedictus ünlü regula’sını kaleme aldı. Çok geçmeden bu kurallar dizisi Batı’daki manastırları düzenleyen kurallar olarak evrensel bir kabul gördü. Benedictus’un kitabı Doğu’da da büyük takdirle okunmaya başladı. Avrupa’daki binlerce manastır cemaati için temel ölçü haline geldi.
Manastıra başkan seçimiyle ilgili aşağıdaki kısa alıntı, Benedictus düzeninin özelliklerini yansıtmaya yeterlidir:
Manastıra başkan seçiminde izlenecek ilke, her durumda Tanrı korkusuyla yaşayan tüm cemaatin oy birliğiyle ya da cemaatin en güvenilen kişilerinden oluşacak bir topluluğun seçeceği kişiyi görevlendirmek olmalıdır. Hayatın iyi taraflarını görmek ve öğretişte bilgeliğe sahip olmak, manastıra başkan olacak kişinin en önemli özellikleri olmalıdır; bu kişi, rütbe bakımından topluluğun en alt düzeyinde olsa bile.
Bir kez manastırın başına geçtikten sonra, başkan, üzerine aldığı yükün niteliğini devamlı aklında tutmalıdır; işin kahyası olarak kime hesap vermek zorunda olduğunu unutmamalıdır (Luk. 16:2). Amacının, kendine ün sağlamak değil, keşişlerin yararına çalışmak olduğunu kabul etsin. Bu nedenle ilahi yasayı iyi bilmelidir; öyle ki, hem eski hem yeni şeyler sunabileceği bir bilgi hazinesine sahip olabilsin (Mat. 13:52). Cinsel arzulardan uzak, iyi huylu ve merhametli olmalıdır. Merhametin her zaman önyargıya galip gelmesine müsaade etmelidir (Yak. 2:13), öyle ki, kendisine de merhamet edilebilsin. Hatalardan nefret etmeli, ama kardeşleri sevmelidir. Onları cezalandırırken makul olmalı, aşırılığa kaçmamalıdır; aksi halde pası sökeyim derken kabı tahrip edebilir. Güçsüzlüğünü kabul etmeli ve ezilmiş kamışı kırmamaya özen göstermelidir (Yşa. 42:3). Korkulan biri değil, sevilen biri olmayı özlemelidir.
Çabuk heyecanlanan, sabırsız, aşırı, inatçı, kıskanç ya da aşırı ihtiyatlı olmamalıdır. Bunun yerine kararlarını iyi düşünmeli, verdiği görevin dünyayla mı Tanrı’yla mı ilgili olduğuna bakmalıdır. Takdir eden ve yumuşak davranan biri olmalı. Her şeyi öyle düzenlemeli ki, güçlüler her zaman yeni bir şeyler elde etmeyi, zayıflarsa kaçacak bir şey olmadığını düşünsünler.
Bu kuralları her durumda yerine getirmelidir.
Protestanların, merkezinde “imanla aklanmanın” bulunduğu inanç sistemi, kaçınılmaz olarak manastır düzeninin iyiliklerle kurtuluşu teşvik ettiği yolunda bazı soruları gündeme getirir. Açıkça görülüyor ki, manastır düzeninde yenilikler, ilahi kayraya, Tanrı’nın eşsiz kutsallığına ve O’na adanmışlığa duyulan güvenin esini olmuştur; tıpkı daha sonraki yüzyıllarda Protestanlık’a esin olan ilahi değerler gibi. Ama sıradan manastır düzeninde keşişlerin yapmaya ant içtikleri şeylerin, Tanrı lütfunun temel gerçeğine ulaşmayı engelleyip engellemediğini sorgulamak her Hıristiyan’ın hakkıdır. Ama unutmamalıyız ki, Protestanlık tarihi de, kuralcılığa bir nevi dönüşü gözler önüne seriyor; öyle ki, Protestanlar arasında yapılması doğru veya yanlış olan şeyler, inatçı manastır keşişlerinin yaptığı gibi, neredeyse ‘lütuf müjdesi’nin yerini almıştı.
Manastır düzeniyle ilgili en ciddi tanrıbilimsel sorular tüm Hıristiyanlar’ı ilgilendirir: Birincisi, bedeni dünyasal nimetlerden yoksun bırakmak, gerçek günahlılığı etkiler mi? Beden almanın, bedenle ruh arasındaki bağı vurguladığını unutmayalım. Takvalığın özü, sadece bedeni nasıl terbiye ettiğimiz değildir; yüreğin eğilimleridir.
Eğer bu doğruysa, manastır düzeniyle ilgili olarak cevaplanması gereken ikinci bir soru var. Kadıköy Konseyi’nde ifadesini bulan, Mesih’in tam bir insan olarak beden alması, keşişlerin yaptığı gibi dünyadan el etek kesmeyi haklı kılıyor mu? Vaftizci Yahya’nın öğrencilerinin tersine İsa’nın öğrencileri günahkarlarla oturup kalktılar, onlarla yiyip içtiler. Yeni Antlaşma’nın ilk dört kısmından biri olan Yuhanna 2:11’de çok çarpıcı bir olayla karşılaşıyoruz. Ayette İsa’nın “yüceliğini göstererek” suyu şaraba çevirdiği ve düğünün kesintiye uğramadan sürdüğü anlatılır. Eğer Tanrı’nın Oğlu bedensel zevk ve düğün eğlencesi için böyle bir şey yaptıysa (elbette ki, makul ölçüler içinde kalmak koşuluyla), bekarlığın, cinsel ilişkiden uzak kalmanın evlenmekten daha takvacı bir durum sağlamadığına dair açık bir imaya sahip olduğumuzu söyleyebiliriz.
Protestanlık açısından bu tür gözlemler yapsak bile, geriye dönüp manastır hayatına bir bütün olarak bakan tarihçi, keşişlerin başlı başına, bin yılı aşkın bir süreyle, Kilise içinde Mesih merkezli, onurlu bir hayat sürdüklerini görür.