Görenedir görene, köre nedir köre ne?
— Türk atasözü
Aziz Nesin’in bir gülmece öyküsünde[1] eşiyle birlikte, kendisi İstanbul’da deniz manzaralı bir ev tutmak ister. Ama oralarda denize girmek, denizi görmek zor mu zor bir iş olmuştur, çünkü o şehrin her köşesi satın alınmıştır. Nesin’e göre yakında havası da satılacaktır! Neyse ararlar, tararlar ama bulamazlar. Nihayet Cihangir’in dik bir yamacına dikilmiş bir binanın ikinci bodrum katındaki sözde deniz gören bir daireye bakmaya giderler. Denizi sorunca dairenin sahibi önce bir sandalye ister, sonra bir masa ve sonunda Nesin’in o masa üzerinde zıplamasını ister. Ancak öylece bir karış deniz görebilir kahramanımız. Hatta denizi görebilmek için daire sahibi oraya bir periskop tertibatı yapmasını tavsiye eder, moda olmuş diye. Anlaşılacağı üzere orayı tutmazlar...
Gayet tabii insan, denizi ya da herhangi bir şeyi net görmek ve anlamak istediğinde, deniz (veya görmek istediği başka bir şey) ve gözler mevcut olup gözler görür vaziyette olmalıdır! Çoğumuz için sorun fiziksel olarak görmek değil, bir olayı doğru bir şekilde irdelemek ve anlamak olur. Hepimiz biliyoruz ki insanın gözlerinin görebilmesi için ışığın da mevcut olması şarttır. Ayrıca gözler uzun bir sürece ışıktan mahrum kalırsa, o gözler görmez olur veya güç görür. Şükrolsun ki Tanrı’nın özel vahyi olarak bizim için ışık mevcuttur. Mezmur 119:15’te yazıldığı gibi, “Sözün adımlarım için çıra, Yolum için ışıktır.” Ancak Rab’bin Sözü’nün ışığında gerçekten gerçekliği görebiliriz. Ve daha önce yazdığım gibi, Tanrı’nın gördüğü gibi Tanrı’yı, kendimizi, başkalarını ve dünyayı görmeliyiz, çünkü Tanrı’nın görüşü gerçekliği teşkil eder.[2]
Kutsal Kitap’a göre olan dünya görüşü, iman gözüyle görür[3]; bu dünya görüşüne sahip olan kişi, Tanrı’nın karakteri ve vaatleri doğrultusunda düşünür ve yaşar. Kutsal Kitap’a göre, tam anlamıyla uygun bir dünya görüşüne sahip olan biri, Mesih’te kendisine ait olan kaynakları benimseyerek[4] sonsuzluğun ışığında yürür. Kısacası, Kutsal Kitap ile tutarlı olan dünya görüşüne sahip olan kişi, Tanrı’nın Sözü’nde kendisi ve insanlık için olan kurtuluş tasarısı hakkındaki açıklamaları doğrultusunda yaşar. Bunun yanı sıra öyle bir dünya görüşüne sahip olan kişi, kendi refahı, rahatı ve sağlığını düşünerek kendi tasarıları ve hayatı iyi gitsin diye hareket etmez, dua etmez.[5] Aksine Tanrı’nın amaçları yerine gelsin, Tanrı’nın adı yücelsin ve Tanrı’nın görkemi duyurulsun diye hareket ve dua eder. İşte, böyle yaşayan kişinin dünya görüşü Kutsal Kitap’a göredir.
Bu bağlamda anlayalım ki kültürümüzün bize ilettiği bilgiler, ahlaklar, değerler ve değerlendirmeler Tanrı’nın karakteri ve kurtuluş tasarısına göre değildir. Basit bir örnek vereyim… Kültürümüz, düşmanlarımız hakkında ne diyor? Örneğin, “Dostuna dost, düşmanına düşman.” “Düşmanına acıyan kendine yazık eder.” “Rakip ölsün de ne sebepten ölürse ölsün.” Ama İsa’nın dedikleri sezgilere ve insanın mantığına tamamen aykırı:
‘Göze göz, dişe diş’ dendiğini duydunuz. Ama ben diyorum ki, kötüye karşı direnmeyin. Sağ yanağınıza bir tokat atana öbür yanağınızı da çevirin. karşı davacı olup mintanınızı almak isteyene abanızı da verin. Sizi bin adım yol yürümeye zorlayanla iki bin adım yürüyün. Sizden bir şey dileyene verin, sizden ödünç isteyeni geri çevirmeyin. ‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ dendiğini duydunuz. Ama ben diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerdeki Babanız’ın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem eğrilerin üzerine yağdırır. Eğer yalnız sizi sevenleri severseniz, ne ödülünüz olur? Vergi görevlileri de öyle yapmıyor mu? Yalnız kardeşlerinize selam verirseniz, fazladan ne yapmış olursunuz? Putperestler de öyle yapmıyor mu? Bu nedenle, göksel Babanız yetkin olduğu gibi, siz de yetkin olun. (Mat. 5:38-48)[6]
Evet, İsa’nın ortaya koyduğu standartlar (bu konuşmasında sevgi, cömertlik, yetkinlik vs.), insanın koyduğu standartlardan hem çok farklı hem de yüksektir. Sevgili okuyucular, muhakkak bu sizler için yeni bir kavram değildir. Fakat bilmek yeterli değil... Bilip de uygulamak lazım.[7] Kötü anlarda neye göre hareket ediyoruz; Kutsal Kitap’ın bu ayetlerde ortaya koyduğuna göre mi, yoksa kültürümüzün ilettiğine göre mi? Sevgiyi hak etme açısından, Tanrı’nın gözünde, düşmanlarımız dostlarımızdan farklı değildir.
Tanrı’nın Sözü’nde dünya görüşüne ilişkin birçok iyi ve kötü örnek var. Birkaç tanesini ele alıp üzerinde düşünelim:
Tanrı’nın Bakış Açısına Sahip Olmayanlar (kötü örnek) |
Bölüm:Ayet |
Tanrı’nın Bakış Açısına Sahip Olanlar (iyi örnek) |
Bölüm:Ayet |
Eyüp’ün karısı |
Eyüp 2:9 |
Eyüp’ün kendisi |
Eyüp 2:10 |
Davut |
2. Samuel 11:1-28 |
Davut |
2. Samuel 12:1-23 (Mezmur 51) |
İlyas |
1. Krallar 19:1-18 |
İlyas |
1. Krallar 18:16-40 |
Petrus |
Markos 8:31-33 |
Petrus |
Markos 8:27-29 (Matta 16, Luka 9); Elcilerin İşleri 2-4 |
Büyücü Simun |
Elçilerin İşleri 8:9-24 (özellikle 18-19) |
12 yıldır kanaması olan kadın; Fenikeli kadın |
Markos 5:25-34; Markos 7:24-30 |
Bu kısımları okuyup düşündükten sonra, kötü ile iyi olan örnekler arasındaki farkı görebildiniz mi? Evet, iman! Böylece imanla hareket eden kişiler kararlarını vererek, Tanrı’nın karakterine ve vaatlerine dayanarak yaşadılar. Ama gördüğünüz gibi bu kişilerin bazıları bizim için hem iyi hem de kötü örnek oldular. Bunun nedeni nedir? Acaba kendi hayatlarımızda buna benzer durumlar yaşıyor muyuz?
Belki “Her durumda her şeyin doğrusunu seçemem” diye iddia ediyorsunuzdur. “Bu gerçekten mümkün ise bunun sırrını keşfedemedim daha.” Sevinelim kardeşler, çünkü iman yolunda yürüyenler için bu işin sırrı kalmadı artık. Pavlus’un Kolose’deki kutsallara yazdığı gibi:
Tanrı’nın sizin yararınıza bana verdiği görevle kilisenin hizmetkârı oldum. Görevim, Tanrı’nın sözünü, yani geçmiş çağlardan ve kuşaklardan gizlenmiş, ama şimdi O’nun kutsallarına açıklanmış olan sırrı eksiksiz duyurmaktır. Tanrı kutsallarına bu sırrın uluslar arasında ne denli yüce ve zengin olduğunu bildirmek istedi. Bu sırrın özü şudur: Mesih içinizdedir. Bu da yüceliğe kavuşma umudunu veriyor. (Kol. 1:25-27 – vurgu eklenmiştir)
Nasıl tümüyle Kutsal Kitap’a göre yaşayabiliriz? Kendi çabamızla kesinlikle yaşayamayız (!), ama içimizde olan Mesih yaşayabilir.[8] İman ettiğimiz anda “günaha kölelik etmeyelim diye, günahlı varlığımızın ortadan kaldırılması için eski yaradılışımızın Mesih’le birlikte çarmıha gerildiğini biliriz.”[9] Pavlus, bu sözlerine şöyle devam eder:
Çünkü ölmüş kişi günahtan özgür kılınmıştır. Mesih’le birlikte ölmüşsek, O’nunla birlikte yaşayacağımıza da inanıyoruz. Çünkü Mesih’in ölümden dirilmiş olduğunu ve bir daha ölmeyeceğini, ölümün artık O’nun üzerinde egemenlik sürmeyeceğini biliyoruz. O’nun ölümü günaha karşılık ilk ve son ölüm olmuştur. Sürmekte olduğu yaşamı ise Tanrı için sürmektedir. Siz de böylece kendinizi günah karşısında ölü, Mesih İsa’da Tanrı karşısında diri sayın. (Rom. 6:7-11 – vurgu eklenmiştir)
Ve sonraki bölümde şunu da ekler:
Aynı şekilde kardeşlerim, siz de bir başkasına -ölümden dirilmiş olan Mesih’e- varmak üzere Mesih’in bedeni aracılığıyla Kutsal Yasa karşısında öldünüz. Bu da Tanrı’nın hizmetinde verimli olmamız içindir. (Rom. 7:4 – vurgu eklenmiştir)
Yanlış anlamayalım. Yasa (buyruk) “kutsal, doğru ve iyidir”[10], ama günahımızı açığa vurur. Vurunca da ölüm getirir. Ve bu nedenle Müjde ve yeni yaşama ihtiyacımız vardır! Sadece ve sadece Mesih’in yaşamıyla aklanıp gerçekten muzaffer bir şekilde kutsal ve yetkin olmaya doğru yol katedebiliriz. Çünkü zafer O’nundur, kutsallık ve yetkinlik de O’nundur.[11] Şimdiden klasikleşmiş Total Truth (Tam Gerçek) adlı kitabında, araştırmacı ve yazar Nancy Pearcey’in şu isabetli ifadesi bu konuya açıklık getirir:
Yalnızca Mesih’in ölümünü paylaştıktan sonra, O’nun yeniden diriltme gücünü paylaşma vaadi vardır. Ve tekrar söylüyorum ki bu sıralama hayatidir. Pavlus, “Baba’nın yüceliği sayesinde Mesih nasıl ölümden dirildiyse, biz de yeni bir yaşam sürmek üzere vaftiz yoluyla O’nunla birlikte ölüme gömüldük.” (Rom.6:4) diye yazmıştır. Eski yaşamımızdan gerçekten vazgeçene kadar, yeni bir yaşam almamız bizim açımızdan imkânsızdır. Bunu, elbetteki Yargıç olarak Tanrı’nın bizim günahlarımızı bağışladığı ve kendi ailesine evlat edindiği, tamamı tek işlem olan süreç içerisindeki dönüşümümüzde gerçekleştiriyoruz. Ancak Tanrı’nın adaleti açısından “doğru” ilan edilmek, yalnızca başlangıçtır. Sonrasında, günahtan kurtulabilmemiz ve ruhani olarak yeni bir bireye dönüşmemiz için gün be gün ruhani olarak, derine kazınmış ruhani yapılara doğru öldüğümüz bir sürece başlama çağrısı alırız.[12]
Yirmi yıl imanı uğruna hapiste kalan ve orada ölen Çinli yazar ve kilise lideri Watchman Nee[13] (Nee Shu-Tsu,1903-1972), ele aldığımız konuda şu netleştirici yorumları getirir:
Tanrı’nın kutsallığının gerektirdiklerini yerine getirmek üzere dirilmiş olan Rab’bin yaşamı, bizi güçlendirir.
Tanrı’ya şükrolsun ki, O tahttaki Yasa Koyucu’dur ve yüreğimde Yasa’yı Yerine Getiren’dir. Yasa’yı verenin kendisi, Yasa’ya uygun yaşayandır. O taleplerde bulunur, yine O bu talepleri karşılar.
Hepimiz şu noktaya gelmeliyiz: ‘Rab, senin için hiçbir şey yapamam, ama senin bende her şeyi yapabileceğine güveniyorum.’[14]
Bu makalenin önceki bölümlerinde Tanrı’nın, kurtulmamış insanın, kurtulmuş insanın, Şeytan’ın ve dünyanın karakterlerine bakıp bunları düşünerek Kutsal Kitap’ın ortaya koyduğu dünya görüşünün sütunlarını araştırmış olduk. Bu bölümde amacım sütunlara “betonarme demiri” takviye ederek, beraber inşa ettiğimiz dünya görüşü binasını sağlamlaştırmaktır. Son bölümümüzde binamızı tamamlamak üzere yukarıda söz edilen dönüşüm konusuna yoğunlaşacağız.