tase kayaları arasında bulunmuştur. Dünyanın hemen her bölgesinde yaşıyorlardı. Bu dinozorlar, ördek gagalarla donatılmış olmalarına rağmen, gagalarının arka tarafına doğru çok sayıda dişleri vardı. Örneğin, Trachodon, iki bin kadar dişe sahipti. Bu ördek gagalı dinozorların bir çoğunun, tuhaf görünüşlü, kemikli ibikleri vardı. Bunlar, Parasaurolophus, Saurolophus, Lambeosaurus ve Corythosaurus idi. Görünüşe göre bu dinozorlar zamanlarının büyük bir bölümünü suda geçiriyorlardı; çünkü pençe olmayan toynaklı, perdeli ayaklara sahiptiler. Vücut uzunlukları, ortalama dokuz metreydi.
Eğer bu dinozorlar, bir tekodont sürüngenden ya da sıradan bir dinozordan evrimleşmiş olsalardı, sıradan çene ve dişlerden kademeli olarak evrimleşen ördek gagalarını gösteren çok sayıda geçiş formunu bulabilecektik. Böyle tek bir geçiş form, asla bulunamadı. Tüm ördek gagalı dinozorlar, yaratılışa olumlu kanıtlar sunarak, tümüyle gelişmiş biçimde ortaya çıktılar.
Ankylosauria alttakımına ait dinozorlar, dinozorlar içinde, çok kalın zırhlara sahip “sürüngen tankları”ydılar. Bu bodur, geniş, dört ayaklıların başları, sırtları ve kuyrukları kemikli yumrularla kaplanmıştı ve omuz bölgelerinden dışa doğru, uzun çivi yapıları uzamıştı. Bazılarının kuyruklarında uzun, kemikli çivi yapıları vardı. Ayrıca, Ankylosaurus’un, güçlü kuyruğunun uç kısmına yakın bir yerde, etkili bir savaş sopası görevi gören, büyük bir kemikli yumru vardı. Etçil bir dinozor, akşam yemeği için bir Ankylosaurus yemeye karar verdiğinde, bu serüven kırık dişler ve kırık bir bacakla sona erebilirdi! Bu zırhlı dinozorlara ait hiçbir geçiş formu bulunamamıştır.
Iguanodon’lar, ördek gagalı dinozorlar, çatılı sürüngenler (stegosaur), boynuzlu dinozorlar ve zırhlı dinozorların (ankylosaur) hepsi kuş kalçalı dinozorlardı. Sürüngen kalçalı dinozorlar arasında hem en küçük, hem de en büyük ve en vahşi olan dinozorları buluyoruz. Alt takımın altında (infra-takım) olan Coelurosauria’lar arasında, kuyrukları dahil, uzunlukları bir metreden iki metreye kadar değişen küçük dinozorlar bulunmaktadır. Coelurosauria’lar, ince yapılı, iki bacaklılardı. Coelophysis, yaklaşık iki metre uzunluğunda, Podokesaurus, yaklaşık bir metre, Compsognathus ise, yaklaşık olarak bir tavuk büyüklüğündeydi. Küçük bir baş, uzun bir boyun ile uzun ve ince bir vücuda sahip olan Struthiomimus (“devekuşu benzeri”) kendi ebatlarında bir devekuşuna benziyordu. Belki, bazıları, Struthiomimus’un, kuşların atası olduğunu ileri sürebilir. Fakat unutmamalıyız ki, Struthiomimus’un, tek bir tüyü bile yoktu, kuş kalçası yerine, sürüngen kalçası taşıyordu ve hiç dişi yoktu (Arkeopteriks’in dişleri vardı). Struthiomimus’ta bulunan tüm özellikler, bu canlıda, bir anda tamamlanmış biçimde ortaya çıkmaktadır. Diğer tüm coelurosaurian’ larda olduğu gibi bunda da hiçbir geçiş formu yoktur.
Küçük coelurosaurian’ların aksine, Carnosauria infra-takımına ait dinozorlar çok büyük, iki bacaklı etçillerdi. Büyük ve keskin dişlerle donatılmış, güçlü bir çeneye sahip olan Allosaurus, yaklaşık, dokuz on metre uzunluğundaydı. Tyrannosaurus, neredeyse altı metre yükseğe kalkan, yaklaşık on beş metre uzunluğundaydı ve bilinen en büyük etçil dinozordu. Yaklaşık on beş santim uzunluğunda dişleri ve iki metre uzunluğunda çeneleri vardı. Yine, fosil kaydı, evrim kuramının ihtiyacı olan geçiş formlarını bulmakta başarısız olmuştur.
Bütün dinozorların en büyükleri ve en görülmeye değer olanları, Sauropodamorpha alttakımına ait kocaman, dört bacaklı, otçul dinozorlardı. Tüm uzunluğu 30 metreye ulaşan uzun bir kuyruk ve uzun bir boyuna sahip olan ve çift kirişli anlamına gelen Diplodocus bu gruptandır. Gök gürültüsü kertenkelesi anlamına gelen ve artık Apatosaurus olarak isimlendirilen Brontosaurus, yaklaşık yirmi dört metre uzunluğunda ve kırk ton ağırlığındadır. Bir Brachiosaurus fosili, yaklaşık seksen ton ağırlığında ve beş katlı bir bina yüksekliğindeydi. Brachiosaurus’un burun delikleri burnunun uç kısmında değil, kafasının üzerindeki kemikli bir kubbe üzerinde yer almıştı! Brachiosaurus’un bu alışılmadık yapıya niçin sahip olduğunu hiç kimse bilmiyor; ama, burun deliklerinin, burun ucundan kafanın üstündeki kemikli kubbeye yer değiştirmesini gösteren tek bir geçiş formunun bile bulunmadığını biliyoruz.
Erken dönemde yaşamış bazı iki bacaklı canlıların, dört bacakla hareket biçimine geri döndükleri ve sonra da otçul dinozorlara evrimleştikleri ileri sürülmektedir. Ancak, bazı küçük dinozorlardan gelen bu korkunç canlıların kökenlerini belgeleyebilecek hiçbir geçiş formu bulunamamıştır. Başlangıçtan bu yana, Diplodocus, Diplocodus’tur, Brontosaurus, Brontosaurus’tur, Brachiosaurus da Brachiosaurus’tur.
Bir beklenmedik gelişme ve evrim senaryosuna meydan okuma da, dinozor fosillerinin, Kuzey ve Güney Kutuplarına çok uzak olmayan yerlerde keşfedilmiş olmasıdır. Antarktika’nın İngiliz Topraklarındaki James Ross Adası’nın kuzey ve doğusunu içine alan altı haftalık bir jeolojik inceleme gezisine başkanlık eden Michael Thomson, bir ornithischian (kuş kalçalı) dinozoruna ait fosil kalıntılarını bulduklarını haber verdi. Bu fosil, Avustralya’da, Kuzey Amerika’da, Avrupa’da ve Kuzey Afrika’da bulunan fosillerdendi. Bu canlı yaklaşık üç metre uzunluğunda ve iki bacaklıydı. Ayrıca, aynı yerde fosilleşmiş kabuklar, kozalaklı ve geniş yapraklı ağaçların yaprakları, ağaç gövdeleri ve eğreltiotları bulundu. Thomson, bir kaç yıl önce, bir deniz sürüngeni olan plesiosaur fosillerini bulduklarını bildirdi.53 Kuşsu dinozorun yaklaşık yetmiş milyon yaşında, yani Geç Kretase döneme ait olduğu bildirildi.
Hammer ve Hickerson, Antarktika’da dört değişik türdeki dinozor fosillerinin keşfedildiğini bildirdiler. Bunların arasında kocaman ibikli etçil bir theropod olan Cryolophosaurus ellioti vardı. Bu dinozorun alışılmadık kafatası özellikleri, diğer dinozorlardan çok daha farklı olduğunu gösterdi. Ayrıca, Kuzey Kutbu’na yaklaşık 600 km uzaklıkta olan Kirkpatrick Dağında, 4000 metre yükseklikte uçan bir sürüngen olan bir pterosaur’un kol kemiği fosilleri ile memeli benzeri bir sürüngen olan tritylodont’un bir azı dişi ve bu canlıların yaşadığı dönemde, bölgenin ağaçlarla kaplı olduğunu gösteren fosilleşmiş kozalaklı ağaç gövdeleri bulundu.54 Yani, bugün, yılın büyük bölümünde sıcaklığın aşırı derecede düşük olduğu, karanlığın aylar boyu sürdüğü Kuzey Kutbu’na çok yakın bir yerde, memeli benzeri sürüngenlerin, uçan sürüngenlerin, deniz sürüngenlerinin ve dinozorların fosilleri bulunmuştur.
Gelen haberler, Kuzey Kutup Dairesi’nin üzerinde yer alan, 70kuzey paraleline yakın olan Kuzey Alaska Bayırı’ndaki Umiat’ın kuzeyinde yer alan Colville Nehri boyunca, dinozor ve başka hayvan fosilleri bulunduğunu anlatıyordu. Evrimci jeologlar, dinozorların yaşadığı dönemlerde, Alaska’nın, daha çok kuzeyde, belki de 85 kuzey paraleline kadar bulunduğuna inanmaktadırlar (Kuzey Kutbu, 90 konumundadır). Bu fosillerin içinde bulunduğu oluşumun Geç Kretase dönemine ait olduğu söyleniyor. Davies, ördek gagalı dinozor fosillerinin keşfini anlatır.55 Davies, az permineralizasyonla (petrifikasyon) korunma niteliklerini anlatır. Kemiklerin çoğu küçük vücutlu bireylere ait olmakla birlikte bazı kemikler dokuz metre uzunluğunda bireylerin varlığını gösteriyordu. Davies, hem küçük hem de büyük, ördek gagalı dinozorların bu kadar kuzeyde bulunmalarının, kutuplara kadar yayılan değişmez ve de ılıman bir iklimin kanıtı olduğunu ileri sürdü. Brouwers ve diğerleri ördek gagalı dinozorlardan olan “balta kafalı” dinozorların (lambeosaurine) fosillerinin keşfinden söz etti. Bunlar Tyrannosaurus rex veTroodon (Corythosaurus benzeyen, kemikli kubbeye sahip bir dinozor)56 dinozorlarına benzerler. Fosil kemiklerinde çok az miktarda permineralizasyon vardı. Gerçekten, aynı yerde bulunan fosilleri anlatan bir gazete makalesinde, bilim adamlarından biri, Berkeley’deki California Üniversitesi’nde paleontoloji profesörü olan Bill Clemens, fosillerdeki permineralizasyon eksikliği konusunda şöyle dedi: “Bunlar, 60-70 milyon yaşındaki bir şeyden çok, Buzul Çağı çökelimlerine benziyor.”57 Belki de bu canlıların yaşları için 60-70 milyon yıldan ziyade binlerce yıl demek, gerçeğe çok daha yakın olacaktır. Brouwers ve diğerleri ayrıca, ot cinsi bitkiler, kozalaklı ağaçlar ve geniş yapraklı ağaçların fosil bulgularını bildirdiler. Bu bilim adamları kanıtların, bu hayvanların kıştan önce göç etmediklerini, tersine yıl boyunca orada kaldıklarını gösterdiğini savunmaktadırlar.
Parrish ve diğerleri Colville Nehri bölgesindeki kaplumbağaların ve boynuzlu dinozorların bulunan fosillerinden bahsetmişlerdir.58 Bu, Kuzey Alaska Bayırı’ndaki ilk kaplumbağa fosili raporuydu. Alaska bölgesindeki bu tek alan, ördek gagalı dinozorların, tyrannosaur dinozorlarının, bir troodont dinozorunun, boynuzlu dinozorların, bir kaplumbağanın, ot cinsi bitkilerin, kozalaklı ağaçların ve geniş yapraklı ağaçların fosillerinin bulunduğu yerdi. Güney Kutbu’ndan sadece bir kaç yüz kilometre uzaktaki yüksek bir dağda, dört farklı dinozor çeşidinin, bir uçan sürüngenin ve bir memeli benzeri sürüngenin fosilleri çıkarılmıştır. Antarktika’daki James Ross Adası yakınlarında, bir kuş kalçalı dinozor fosili ve eğreltiotu, kozalaklı ağaç ve geniş yapraklı ağaç fosilleri bulunmuştur. Antarktika’da, deniz sürüngeni olan bir plesiosaur’un fosili de bulunmuştur. Antarktika’da pek çok hayvan çeşidinin önemli sayıda fosili bulunmaktadır.
Peki, nasıl oldu da, dinozorlar, denizel sürüngenler, uçan sürüngenler, memeli benzeri sürüngenler ve kaplumbağalar gibi canlılar, bugün aylarca süren bir karanlığın ve uzun süren çok şiddetli soğukların olduğu bu bölgelerde hayatta kalabildiler? Eğreltiotları, kozalaklı ağaçlar ve geniş yapraklı ağaçlar aylarca süren karanlığın olduğu ve sıcaklığın çok düşük olduğu bu bölgelerde nasıl yaşamlarını devam ettirebildiler? Bu, evrim senaryosuna ciddi bir meydan okumadır. Yerküre tarihine yaratılışçı açıdan bakıldığında, yerküre atmosferi bugünkünden daha fazla su buharı içerdiği zamanda, dünyanın her tarafını kaplayan bir su afeti gerçekleşmeden önce bir zaman vardı. Günümüz atmosferinde, ısının güneşten atmosferin içine çekilip, tutulmasını sağlayan üç gaz vardır: Karbondioksit, ozon ve en önemlisi de su buharı. Bununla beraber, eğer tufan öncesi atmosferde günümüz atmosferinden daha fazla su buharı bulunmuş ise, bu su buharı, güneş ısısını çok fazla miktarlarda içine çekip tutacak ve bir “sera” etkisi yaratacaktır. Bu, yerküreye ılıman bir iklim kazandıracak ve yukarıda açıklanan bitki ve hayvanların Kuzey ve Güney Kutup bölgelerinde nasıl sayıca artıp, kuvvetlendiklerini açıklayacaktır. Bu şartlar, tufan sonrası, inanılmaz derecede etkilenecek ve tufan sonrası atmosferde, su buharı miktarı büyük oranda azalmış olacaktır. Tüm dünyayı kaplayan ılıman iklim ile birlikte bol bitki ve ağaçla kaplı bölgeler, yerlerini, bugünkü Arktik ve Antarktik, ılıman ve tropikal iklim kuşaklarına bıraktı. Grönland Adası, bir zamanlar, Antiller’e benzeyen astropikal bir iklime sahipti; bugün hep kar ve buzlarla kaplı. Dinozorların, başka birçok canlının, bitkilerin, kozalaklı ağaçların ve geniş yapraklı ağaçların, Kuzey ve Güney Kutupları’na yakın yerlerde hayatlarını devam ettirebilmelerinin nedeni, tufan öncesi şartlarda, atmosferin içerdiği büyük miktardaki su buharının bir “sera” etkisi yaratmasının ılıman bir iklimle sonuçlanmasıydı.
Dinozorların yok oluşu konusunda pek çok kuram ortaya atılmıştır. Bugün en çok ilgi gören kuram, yerküreye bir göktaşının çarptığı, yükselen gaz ve toz bulutlarının, dünyanın her tarafını kuşattığı ve güçlü bir sıcaklık düşüşünün, dinozorları yok edecek kadar güçlü bir afet etkisi yarattığı fikridir. Başka bilim adamlarının ileri sürdükleri bir diğer kuram, bu “derin donma” yorumundan farklıdır. Onlara göre, göktaşı çarpmasının etkisi, dünyanın korla kaplanmasını, çok fazla çimen yanmasını ve orman yangınlarının çıkmasıyla, dinozorların yok olmasını sağlayacak derecede büyüktü. Bu kuram, “kızgın ocak” olarak da isimlendirilebilir. Ancak bu kuramların, ölümcül bir yanı vardır. Dinozorların yok olmasına sebep olan şey, mutlaka, yerküre üzerindeki tüm dinozorları öldürmeye yetecek kadar geniş kapsamlı bir afet olmalıdır; yani, büyük olanlar, küçük olanlar, ot yiyenler, et yiyenler, iki bacaklılar, dört bacaklılar, zırhlılar, boynuzlular ve ördek gagalıların bir tekini bile hayatta bırakmayacak bir afet olmalıdır. Böylesine korkunç bir afet yerküreyi mahvetmişse, o zaman aynı afet niçin kanat çırpan zayıf kuşları öldürmedi? Böylesine büyük bir afette kuşlar nasıl hayatta kalabildi? İnce derili memeliler nasıl hayatta kalabildiler? Bütün dinozorların, uçan sürüngenlerin ve deniz sürüngenlerinin yok olduğu bu büyük afette yılan, kertenkele, kaplumbağa ve timsah gibi sürüngenler nasıl hayatta kaldı? Tüm dinozorlar, uçan sürüngenler ve deniz sürüngenleri ile daha birçok canlı bir afet sonucu yok olurken, kuşlar, memeliler, timsahlar, kaplumbağalar, yılanlar ve kertenkelelere hiçbir şey olmaması, tümüyle gerçek dışı bir fikirdir. Diğer yandan, küresel tufan sonucu ortaya çıkan tümüyle farklı iklim ve coğrafya şartlarında nesillerini çoğaltma çabalarının bir kısmı başarılı olurken, pek çok hayvan için büyük bir başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Görünüşe göre, dinozorlar, kaybedenler arasındaydı.
Evrimciler, dinozorların, günümüzden 230 milyon yıl öncesinden, günümüzden 65 milyon yıl öncesine kadar yeryüzünde olduklarına inanmaktadırlar. Buna göre, dinozorlar 165 milyon yıl boyunca, çeşitli eşsiz türlere evrimleşip geliştiler. Bu sözü edilen 165 milyon yıl süresince, milyarlarca dinozor yaşamış ve ölmüş olmalıdır. Eğer evrim gerçekse, doğa tarihi müzelerimiz, boynuzların, ördek gagaların, sivri uçlu çubukların, plakaların, ibiklerin, kemikli kubbelerin ve dinozorların daha birçok eşsiz özelliğinin kademeli evrimsel kökenini ortaya çıkartan, çok sayıda geçiş formu fosili ile dolu olmalıdır. Buna benzer tek bir geçiş formu bile bulunamamıştır. Dinozor fosil kaydı, özel yaratılış için çok büyük ve olumlu bir kanıttır.
Moleküler Veriler
Bazıları, moleküler verilerin, olası bir soy oluş ağacındaki çeşitli dört ayaklıları birbirlerine bağlayabilmek için gerekli olan geçiş formuna ait fosillerin sağlanmasında başarısız olan fosil kaydına büyük yardımlarda bulunduğunu ileri sürebilir. Ancak, moleküler veriler, suyu, fosillerin yaptığı kadar kötü biçimde bulandırır. Örneğin, Weishampel, Dodson ve Osmolska şöyle der:
Kuşlar ve timsahlar hakkındaki dört ayaklı filojenezinin moleküler verileri belirsizdir. Bazı analizler bu iki grubu eşleştirir... fakat bazıları, kuşlar ve memelileri daha yakın anlamda bir birbirine bağlamaya eğilimlidirler.... Ancak, başka protein dizilim analizleri, dört ayaklı grupların düşünülebilen eşleşmelerini verir ve anlamları şüphelidir....59
Eğer, protein dizilim analizleri dört ayaklı grupların düşünülebilen tüm eşleşmelerini veriyorsa, bu grupların ilişkilerinin belirlenmesinde böyle bir verinin kullanışsız olduğu gayet açıktır. Yaratılışçılar bunun doğru olduğunu iddia ederler çünkü, bu dört ayaklı gruplar genetik anlamda akraba değildirler ve bütünüyle ayrı kökenlere sahiptirler.
Kuşların Kökeni
Evrimciler, uzun bir süre, kuşların, sürüngenlerden evrimleştiğini iddia etmişlerdir. Önceden de belirtildiği gibi, Romer, kuşların (ayrıca, timsahların, uçan sürüngenlerin ve dinozorların), Saltoposuchus’a benzeyen bir pseudosuchian tekodont (zırhsız, oyuklu dişli) sürüngeninden evrimleştiğine inanmıştır.60 Bugün, kuşların dinozorlardan evrimleştiği gibi daha güncel fikirler varken, mutlaka Romer’le aynı fikirde olanlar da olacaktır. Başkaları, kuşların timsahlarla yakın akraba olduklarına inanırlar. 1984 yılının 11-15 Kasım günleri arasında Bavaria’daki Eichstatt kentinde düzenlenen bir Uluslararası Arkeopteriks Konferansında, yukarıda sözü edilen fikirlerin taraftarları kendi tezlerini ileri sürmüşlerdir.61 Özellikle ilginç olan, konferansa katılanların, aşağıdaki bildiriyi benimsemelerinin gerekliliğini hissetmeleridir: “Bilim adamları arasında gözle görülebilen fikir ayrılıklarının, yaratılışçılar tarafından kötüye kullanılmasının önlenebilmesi için, tüm katılımcıların, Archaeopteryx’in evrimsel kökeni ve önemi konusundaki uzlaşmış fikirleri benimsedikleri duyurulur.”62 Diğer bir deyişle, bu evrimciler, her ne kadar kuşların atası ve özellikle de Arkeopteriks’in kökeni konusunda aynı fikirde değillerse de, evrimin bir gerçek olduğu üzerinde hemfikirdirler. Kafalar evrimin bir gerçek olduğunu bir kere kabul ettikten sonra, rahatsız edici gerçeklere can sıkmak niye? Ve, her durumda, yaratılışçıları susturmak için hiçbir fırsatı kaçırmayın!
Evrimciler arasında var olan, kuşların kökeni konusundaki karışıklık ve anlaşmazlıkların nedeni, tabi ki, kuşları bir sürüngen ataya bağlayan geçiş formlarının yokluğudur. Bir sürüngenin bir kuşa evrimini ispatlayan, farklı zamanlara ait bir kaç geçiş formu ele geçirilmiş olsaydı, evrimcilerin, sürüngenden kuşa uzanan evrim yolları ve sürüngen ata konusundaki görüşleri üzerinde birlik olacaktı.
A. D. Walker, kuşların, bir erken timsahtan evrimleştiğini ileri sürdü.63 Whetstone ve Martin kuşların, timsahların, sürüngen fosillerinin ve dinozor fosillerinin kulak bölgesi konusu ile ilgili çalışmalarında, kuşların kökeninin dinozorlardan geldiğini reddetmektedirler. Şöyle derler:
Kulak bölgesinde gelişmiş olan bu özellikler, kuşlar ve timsahlar için, sürüngenimsi ve kuşsu dinozorların her ikisinden de bağımsız olan ortak bir atayı desteklemektedir.64
John H. Ostrom, kuşların, Compsognathus’a benzeyen küçük bir coelurosauria (içi boş kuyruklu) dinozorundan evrimleştiği kuramının gelişiminde öncülük etmiştir.65 Bugün, kuşların dinozorlardan evrimleştiği, öyle geniş ölçüde kabul görmektedir ki, bazıları, Aves Sınıfı’nda yer alan kuşların, konumlarının, Dinosauria içinde yer alır bir hale getirilmesini önermişlerdir. Gerçekten, dinozorların, bugün, kuş biçiminde, tüylerle sarılmış döllerde hâlâ yaşamını devam ettirdiği, gittikçe artan bir sıklıkta iddia edilmektedir. Şüpheci insanlar için, bir sinekkuşu ya da ardıçkuşu gördüklerinde, bu tüylü canlıyı bir timsah torunu gibi görmeyi bırakıp, gözlerinde bir dinozorun evrimsel döllerini canlandırmak zor olacaktır. Ostrom, coelurosauria dinozorları ile kuş ve sürüngen özelliklerinin her ikisini de sergileyen, kuşsürüngen arası bir ara seviye teşkil eden Arkeopteriks arasında önemli benzerlikler olduğuna inandığını işaret etmiştir.
Arkeopteriks fosilleri, Bavaria, Franconia’daki Solnhofen Plattenkalk’ta bulundu. İlk fosil, Solnhofen kireçtaşları arasında bulundu. Kasım 1987’de, Solnhofen’de, özel koleksiyonda, altıncı örnek bulundu ya da farkedildi.66 Sol kanadının tüy çubuklarının izleriyle, iskeleti hemen hemen tamamdı ve iyi korunmuştu. Solnhofen’den çıkarılan yedinci örnek, Nisan 1993’te bildirildi.67 Yedinci örnek, sahip olduğu kemikli göğüs kemeriyle dikkate değerdir. Bundan önceki hiçbir örnekte, bir göğüs kemiğine işaret eden kanıt bulunmuyordu. Bu paleontologları, Arkeopteriks’in, günümüz uçan kuşlarındaki bir yapı olan ve ona bağlı güçlü uçuş kasları bulunan bir göğüs kemiğine sahip olmadığı yönünde açıklama yapmaya götürdü. Bu, birçok kişinin, Arkeopteriks’in uçamayan yada çok az uçabilen bir canlı olduğuna inanmasına sebep oldu. Arkeopteriks’te daha erken bir göğüs kemiği bulma çabaları başarısız olmasına rağmen, Arkeopteriks’in, günümüz uçan kuşlarınınkiyle özdeş tüylere sahip olduğu işaret edilmişti.68 Rayner şöyle der:
Şekil 9: Archaeopteryx (Heilmann’ın yenilemesiyle).
Arkeopteriks’in en göze çarpan özelliği, onun, iyi gelişmiş, tüylü kanatlarıdır. Bu kanatlar, saksağan ve guguk gibi günümüz kuşlarınınkinden şekil ve büyüklük yönünden çok farklı değildir. Ve bu kanatlar, Arkeopteriks’in uçan bir kuş olduğunun işaretlerini vermektedirler. Ayrıca tüyler, uçma yeteneğine güçlü bir kanıt gibi görünmektedir.... Arkeopteriks’in tüyleri, günümüz kuşlarınınkiyle dikkate değer derecede aynıdır. Tüy bayraklarının (yüzeylerinin) üzerinde oluşan hava akımındaki gücün vücuda iletilmesini sağlayan sert, merkezi bir eksene sahiptirler; eğer tüylerin hiçbir mekanik işlevi olmasaydı, böyle bir durum beklenmezdi. Daha da önemlisi, tüy ekseni, tüy bayraklarının karşısında asimetrik biçimde yer almıştır. Bu, kanat çırparak uçma ve süzülmenin her ikisinde de önemlidir ve uçuş sırasında, hava direnci dolayısıyla oluşan bükülmelerde, tüylerin denge sağlamasına imkan verir.... Tüylerin yapısındaki bu bayrak asimetrisi günümüz uçan kuşları için bir karakteristiktir fakat, günümüz uçamayan kuşlarının pek çoğunda, tüyler, simetriktir.69
Olson ve Feduccia, göğüs kemerinin yokluğunda bile, Archaeopteryx anatomisinde, onun güçlü bir uçucu olmasını engelleyebilecek hiçbir şey bulunmadığını tartışmışlardı.70 Bu son örnekteki göğüs kemiğinin keşfi, konuya ikna edici bir biçimde çözüm getirmelidir. Arkeopteriks’in, günümüz uçan kuşları kadar güçlü uçabildiğine hiç şüphe yoktur.
Kuşların, içi boş kuyruklu (coelurosaurian) ya da buna çok benzer dinozorlardan evrimleştiğini gösteren Arkeopteriks’in, bu dinozorlarla yirmi bir tane özelleşmiş karakteristiği paylaştığı ileri sürülmüştür.71 Bu benzerliklere rağmen, Compsognathus’u, bir kuş atası olmaktan dışlayan iki gerçek vardır. Compsognathus ve Arkeopteriks’in her ikisi de 150 milyon yıl yaşındaki Üst Kretase dönemine ait olduğu söylenen Solnhofen kireçtaşları arasında ortaya çıkmış aynı yaşlı canlılardır. Bir ebeveyn, nasıl olur da kendi döllerinin yaşında olur? Üstelik, Compsognathus, ve içi boş kuyruklu (coelurosaurian) dinozorlar, sürüngen kalçalı (saurischian) dinozorlardı. Kuşlar için uygun bir sürüngen ya da dinozor ata, kuş kalçalarına sahip olmalıdır. Coelurosauria dinozorları kuşların atası olamazlar.
Son on yılda Arkeopteriks’in çeşitli anatomik özelliklerinin incelenmesinde sorgulanan her şeyin, sürüngen benzeri bir karakteristik değil, kuş benzeri bir karakteristik olduğu ortaya çıktı. Londra örneğindeki kafatasın, kireçtaşlarından çıkarılıp incelendiğinde, sürüngen benzeri değil, kuş benzeri olduğu görüldü.72 Benton şöyle dedi: “beyin kabuğunun ayrıntıları ve kafatasının arka tarafındaki ilgili kemikler, Arkeopteriks’in bir atasal kuş olmadığını, yalnız, önceki kuş ağacının bir dalı olduğu belirtilmiştir.”73 Ayrıca Benton, Arkeopteriks’teki dördül kemiğin (kafatasının squamosal kemiğiyle birleşen bir çene kemiği), sürüngenlerdeki gibi tek başlı olduğunu söyledi. Haubitz ve diğerleri, daha önce var olmayan bilgisayarlı tomografi teknolojilerini kullanarak, Arkeopteriks’in Eichstatt örneğindeki dördül kemiğinin Benton’un söylediği gibi tek başlı değil, günümüz kuşlarına74 benzer çift başlı bir kemik olduğunu ortaya çıkardı.
L. D. Martin ve meslektaşları, Arkeopteriks’in ne dişlerinin ne de ayak bileğinin theropod (coelurosaurian) dinozorlarından türediğini ortaya çıkardılar.75 Dişleri, daha sonraki dönemlerde yaşadığı varsayılan diğer dişli kuşlarınkiyle aynı olup ayak bileğinin kemikleri dinozorlarınkiyle hiçbir benzerlik göstermemektedir.
Kuşların atalarının dinozorlar olduğunu savunan John Ostrom, Arkeopteriks’in çatı kemiğinin (pubis) aşağıya doğru konumlandığını ve ileri doğru konumlanan coelurosaurian dinozorlarınki ile geriye doğru konumlanan kuşlarınkinin arasındaki bir ara konumunda olduğunu iddia etti. A. D. Walker, günümüze daha yakın çalışmalarında, Ostrom’un yorumunun yanlış olduğunu ve Arkeopteriks pubisinin kuşlarınkiyle aynı konuma yöneldiğini ifade etmiştir.76 Dahası, Tarsitano ve Hecht, Ostrom’un, theropod dinozorların ve Arkeopteriks’in ön ve arka üyelerindeki benzerlikleri yanlış yorumladığını söyleyerek, Ostrum’un, kuşların kökeninin, bir dinozor olduğu ile ilgili hipotezini farklı yönlerden eleştirirler.77
A. D. Walker, Arkeopteriks’in kulak bölgesi konusunda, önceki çalışmalara zıt olarak, bu bölgenin, günümüz kuşlarındaki kulak bölgesine çok benzediğini gösteren bir analiz yaptı.78 J. R. Hinchliffe, yavru embriyolar konusunda modern izotopik tekniklerden faydalanarak, theropod dinozorlarının “ellerinin”, 1., 2., ve 3. parmaklardan, kuşların “ellerinin” ise, 2., 3., ve 4. parmaklardan oluştuğunu kanıtladığını iddia etti.79
Ostrom ve diğerleri, kuşların, içi boş kuyruklu (coelurosaurian) dinozorlardan gelen, yerde yaşayan ve koşabilen tüylü yırtıcılardan evrimleştiğini iddia etmişlerdir. Arkeopteriks’in, ağaçlarda tüneyip yaşayan kuşlarınkinden çok, yerde yaşayan kuşlarınkine benzer pençeleri olduğu iddia edildi. Ancak, D. W. Yalden, Arkeopteriks’in el pençelerinin ağaçlara tırmananlarınkiyle özdeş olduğunu açıkladı.80 Alan Feduccia, Arkeopteriks’in pençe geometrisini, yerde yaşayan kuşlar, ağaçlarda yaşayan kuşlar ve ağaçlara tırmanan kuşlarınkilerle karşılaştırdı. Ağaçlarda yaşayan ve ağaçlara tırmanan kuşların pençe kavisleri, yerde yaşayan kuşlarınkinden çok üstündü. Feduccia, Arkeopteriks’in pençe kavsinin, ağaçlarda yaşayan (tüneyen) kuşlarınkiyle karşılaştırılabilir olduğunu söyledi. Onun araştırmaları, Arkeopteriks’in koşmaya uygun yapıda bir yırtıcı olmadığını, fakat, tüneyen bir kuş olduğunu ortaya çıkardı. Feduccia’nın çıkardığı sonuç şuydu:
Arkeopteriks, büyük ihtimalle bize, gerçek ilk kuş örneklerindeki uçma ve tüylerin kökeni konusunda çok şey anlatamaz. Çünkü, Arkeopteriks, günümüz kuşları gibi bir kuştu.81
Kansas Üniversitesi’nde profesör ve kuş bilimci olan ve üniversitenin Doğa Tarihi Müzesi’ndeki omurgalı paleontolojisi bölümünün başkanı Larry D. Martin, kuşları, timsahlarla kardeş grup haline getiren, iki ayaklı, zırhsız (pseudosuchian) kuş atasının değişmiş bir biçimini kabul etmektedir. Newsday’da yayınlanan bir gazete makalesinde Martin şöyle demiştir:
Dinozorlarla kuşları birbirine bağlayan kuram, bazı bilim adamlarının da hoşlandıkları hoş bir fantezidir. Çünkü, bu kuram yalnızca tahminlerde bulunabileceğimiz geçmişe doğrudan bir giriş yapar. Daha inandırıcı kanıtlar bulunmadığı sürece, bizler, bunu reddetmeli ve bir sonraki daha iyi bir fikre doğru harekete geçmeliyiz.82
Pullar, yassı boynuzsu zırhlardır; tüyler ise çok karmaşık yapılardır. Tüy, küçük dallar ve lifler (barbüller) yayan merkezi bir eksenden oluşur. Lifler, diğer liflere kenetlenen kancalarla donatılmıştır ve tüyleri, düz, güçlü, esnek tüy yüzeyine bağlarlar. Tüyler ve pullar, farklı deri tabakalarından ortaya çıkarlar. Üstelik, tüy gelişimi aşırı derecede karmaşık olup pulunkinden tümüyle farklıdır. Tüyler, pullardan farklı olarak, fakat saçlardaki gibi, foliküllerden gelişirler. Ancak saç, tüyden çok daha basit bir yapıya sahiptir. Gelişen tüy, boynuzsu bir kılıf yoluyla korunmakta ve kanlı, konik, özü deri olan bir yapı etrafında gelişmektedir. Gelişen tüy, deri özüyle kılıf arasında kalmasının yanı sıra, çok karmaşık bir yapıya da sahiptir. Olgun tüyü oluşturacak olan hücre gelişimi, karmaşık süreçler içine girer. Hücreler, küçük çubuk ve liflerin karmaşık düzenlemesini yapabilmek için yayılarak ileri derecede özel biçimlere ayrılırlar.83
Philip Regal, tüylerin pullardan nasıl gelişebildiklerini hayal etmeye çalışır.84 Regal, aşırı güneş ısısına bir tepki olarak, sürüngenlerde vücut pullarının uzaması ve sonuçta, tüylerin üretilmesi gibi bir seri kuramsal olay sunar. İnanmamız istenilen şey, basit, boynuzsu bir zırhın, sadece karmaşık ve hayret verici bir biçimde tasarlanmış bir tüye dönüşümünün değil, aynı zamanda bir pulun basit gelişme yönteminden, bir tüyü oluşturmak için gerekli olan son derece karmaşık bir sürece dönüşümünün tamamıyla yeniden düzenlendiği bir dizi inanılmaz olayın bir şekilde meydana gelen mutasyonlar ya da genetik hatalar yoluyla olduğudur. Evrimin amaçsız güçlerine ne inanılmaz bir inanç! Regal’in yazısı, sadece evrim senaryolarına, deneysel destekten yoksun “böyledir” türünden bir başka hikaye ekledi.
P. F. A. Maderson, sürüngen pullarından tüylerin kökeni konusunda bir başka senaryo ileri sürse de, samimi olarak şunu itiraf eder:
Bu modelin, bir archosaur pulunun, bir tüyün ilk örneğine nasıl dönüşmüş olabileceğini sadece açıklamaya kalkıştığını vurgulamak isterim. Şekil 1d’de gösterilen son ürünün tüye benzeyişi, kelimenin genel anlamıyla, ancak ileri derecede özelleşmiş, deri veya kabuktan oluşan, keratinli bir uzantı şeklinde geçerlidir. Yokluğunda ne aerodinamik ne de yalıtım işlevinin olduğu eşsiz eksen, çubuklar ve barbüllerin kökeni konusunda mantıklı bir açıklama henüz sunamayız.85
Bununla beraber, hiçbir evrimci, tüylerin pullardan nasıl evrimleştiği konusuna gerçekçi bir açıklama getirememektedir. Bir pulun, bir tüyün ilk örneğine, basit de olsa, nasıl evrimleştiği senaryosu, denenebilir olmaktan uzak, içi boş bir söylemden başka bir şey değildir.
Son yıllarda olan olaylar, Arkeopteriks’in bir geçiş formu olabileceği fikrine karşı şüpheleri arttırdı. Eğer, Sankar Chatterjee’nin iddialarının geçerli olduğu kanıtlanırsa, kesinlikle, Arkeopteriks kuşların atası ve dinozorlar da kuşların ataları olmayacaktır. Chatterjee ve Teksas Teknik Üniversitesi’ndeki çalışma arkadaşları, Texas eyaletindeki Post kasabası yakınlarında, sözde 225 milyon yaşındaki kayalar arasında, yani, ilk dinozorlarla aynı yaşta ve Arkeopteriks’ten 75 milyon yıl daha önce yaşamış, karga büyüklüğünde iki tane kuş fosili bulduklarını iddia ettiler.86
Eğer Chatterjee haklıysa, onun kuş fosili, en eski dinozor fosili kadar yaşlıdır. Öyleyse, dinozorlar kuşların atası nasıl olabilirler? Chatterjee, kafatası, kalça kemeri, omuz ve ön üyelerin kesinlikle kuşlara benzediğini iddia ediyor. Onun, parçalarını bir araya getirdiği yapı, günümüz kuş özellikleri olan ve hiçbir dinozorda görülmeyen kafatasının arka tarafından göz çukuruna kadar uzayan damarların yanında esnek bir boyun, iki gözünü birden kullanarak görme, büyük bir beyine sahip olma gibi özellikler göstermektedir. Gerçekten, Chatterjee, Protoavis olarak isimlendirdiği kuş fosilinin, dayanıklı, gemi omurgasına benzer göğüs kemiği ve içi boş kemiklere sahip olduğu için, Arkeopteriks’ten daha çok kuş benzeri bir canlı olduğunu iddia etmektedir. Eğer, Chatterjee’nin incelemeleri doğru ise, o zaman kesinlikle ne dinozorlar ne de Arkeopteriks kuşların atası olabilir. Üstelik, eğer kuşlar gerçekten de bazı sürüngen türlerinden evrimleşmişlerse, Arkeopteriks’ten 75 milyon yıl daha yaşlı bir kuş, yani 225 milyon yaşındaki bir kuş sürüngene çok benzer olacaktır. Chatterjee’nin Protoavis’i, Chatterjee’ye göre, tam tersine, Arkeopteriks’ten daha fazla kuşlara benziyor. Sonunda Chatterjee, Protoavis hakkında, sadece kafatasının tanımını içeren bilimsel bir makale yayınladı.87 Onun, Protoavis’in tamamıyla bir kuş olduğuna dair cesur iddialarını içeren bu makale yoğun tartışmaları başlattı. Bu tartışmalar, ayrıntılı olarak açıklandı.88
Bazı evrimciler, Arkeopteriks’in, hem sürüngen hem kuş karakteristiklerine sahip olduğundan dolayı, kuşlarla sürüngenler arası bir ara seviyeyi temsil ettiği konusunda ısrar etmektedirler. Fakat, onun sahip olduğu özellikler gelişmemiş ya da geçiş değil, tamdır. Üstelik, familya, takım ve sınıflar içerisinde yer alan canlılar, oldukça çok çeşitlilik gösterdikleri gibi, yaratılış modeline göre, farklı takım ve sınıflardaki hayvanlardan bazı ortak özellikler de beklenebilir. İnsanlar bile sürüngenlerle ortak bazı karakteristiklere sahiptir. Örneğin, omurgalılardaki gibi gözlerimiz var. Evrimciler, başka karakteristiklerin yanı sıra, Arkeopteriks’in, dişlerinin, uzun bir kuyruğunun ve kanatları üzerindeki pençelerinin, sürüngen karakteristikleri olduğu ve bir sürüngen atadan kalıtıldığını iddia etmektedirler. Daha önce de açıklandığı gibi, Arkeopteriks’in dişleri sürüngen benzeri dişler değillerdi. Fakat, eşi görülmez derecede kuş dişlerine benzeyen bu dişler, çok sayıda başka kuş fosillerinde bulunan dişlere de benziyorlardı. Arkeopteriks’in ataları olduğu iddia edilen theropod dinozorları, kökleri düz olan testere biçimli dişlere sahiplerken, Martin, Stewart ve Whetstone tarafından da belirtildiği gibi Arkeopteriks ve diğer dişli kuşlar, testere biçiminde olmayan, dar tabanlı ve geniş köklü dişlere sahiptiler.89 Üstelik, diğer tüm omurgalılarda böyle bir özellik bulunduğu için, bazı kuşların dişlere sahip olmaları, çok da şaşırtıcı olmamalıdır. Bazı balıklar dişlidir, bazıları dişsiz; bazı amfibyumlar dişlere sahipken bazıları değildir; bazı sürüngenlerin dişleri vardır, bazılarının yoktur; bazı memelilerde diş vardır, bazılarında yoktur.
Günümüz kuşları, içinde yaklaşık altı omurun sona erdiği ve pygostyle olarak isimlendirilen sert bir kemikten oluşan kısa bir kuyruğa sahipken, Arkeopteriks, uzun bir kuyruğa sahipti. Uzun kuyruğun, sürüngenlere ait bir belirleyici nitelik olduğu varsayılmıştır fakat sürüngenlerin pek çoğu uzun kuyruklara sahipken, bazıları da kısa kuyruklara sahiplerdir. Arkeopteriks, üç kanat pençesine sahipti ve evrimciler, bu özelliğin, kesinlikle bir sürüngen karakteristiği olduğuna işaret ettiler. Ancak günümüzde, kanatlarının üzerinde pençelere sahip birkaç kuş vardır. Örneğin buna, kanatlarının üzerinde pençelere sahip bir Afrika kuşu olan touraco yavruları (Touraco corythaix) da dahildir. Bir Güney Amerika kuşu olan hoatzin (Opisthocomus hoazin), gençlik evresinde, kanatlarının üzerinde yer alan iki pençeye sahiptir. Bu kuş, küçük bir omurgaya sahiptir ve zayıf bir uçucudur. Son yıllarda, hoatzinin, geviş getiren bir hayvan olduğunun keşfedilmesi çok şaşırtıcıdır. Besininin %95’ini yaprakların oluşturduğu bu kuş, lifli bitki maddelerini, karnının üzerindeki bir özel ön mide odasında sindirirken bakterilerden yararlanan koyunlar, inekler ve diğer geviş getiren hayvanlarla aynı biçimde sindirdiği bilinen tek kuştur. Evrimciler, bu sürecin, diğer geviş getiren hayvanlardan tümüyle bağımsız olarak hoatzin’lerde evrimleştiğini varsaymak zorundalar.90 Bu durum o kadar olağandışıdır ki, bazı kuş bilimcileri buna inanmakta zorluk çekmektedir. Bu küçük hoatzin daha birçok bakımdan da olağandışıdır. Arkeopteriks’inkilerden çok daha fazla sürüngen benzeri şeklinde nitelendirilebilecek bir özellik olarak, devekuşunun kanatları üzerinde üç pençe bulundurmaktadır. Kuğular ve ibislerin de kanatları üzerinde pençe bulundurmaktadır. Hiç kimse bu kuşlardan herhangi birisinin sürüngenler ile kuşlar arası bir geçiş formu olduğunu iddia etmez. Çünkü bu kuşlar günümüzde var olan kuşlardır.
Ördek gagalı ornitorenk, gerçek bir memeli olup da hem sürüngen hem de kuş benzeri karakteristiklere sahip olan garip bir karışımdır. Başka herhangi bir canlının atası ya da torunu olması mümkün değildir. Ördek gagalı ornitorenk, evrimcilerin, var olmasını asla istemedikleri bir canlıdır.
Her ikisi de ateşli birer yaratılış karşıtı olan Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nden Niles Eldredge ve Harvard Üniversitesi’nden Stephen Jay Gould’un yaptıkları yorumları kaydetmek ilginçtir. Bunlar, Arkeopteriks’le ilgili olarak şu yorumu yapmışlardır:
Kademeli değişim, pek çok batılı evrimcinin “resmi” duruşu olarak kalsa bile, morfolojik taslaklar arasındaki evrimsel dönüşümün daha yüksek seviyeleri söz konusu olduğunda, daima başı belaya girmektedir. Baupläne arasında birbirileriyle bağlantılı olan geçiş formlarının bir araya getirilmesini düşünmek bile hemen hemen imkansızdır. Fosil kaydında bunlar için kesinlikle bir kanıt yoktur (Archaeopteryx gibi tuhaf karışımlar hesaba katılamaz).91
Bu ifadelerin farklı anlamları vardır ve bu anlamların her biri evrim kuramının inanılırlığına ciddi anlamda zarar verir. Öncelikle Almanca bir sözcük olan Baupläne sözcüğünün, temel morfolojik taslaklar ya da temel olarak farklı canlı biçimleri anlamına geldiğini açıklamalıyız. Gould ve Eldredge’in, bunun, takımlar, sınıflar ve filumlar gibi (ki bunlar farklı temel yapısal taslaklara sahiptirler) kademeli değişim kanıtlarının asla bulunamadığı yüksek kategori seviyelerinde olduğunu söylediklerine dikkat ediniz. Fosil kaydında bu seviyede birbirine bağlantılı ara seviyenin bulunmasının imkansızlığının yanı sıra, bunun ne gibi ara seviyelere benzediğini hayal etmek de imkansızdır. Örneğin, gelişmekte olan bir Pteranodon’un, yarım bir kanata ve yarım bir çeneye sahip olduğunu düşünün! Son olarak Gould ve Eldredge’in, hesaba katılamayacak garip bir karışım olarak isimlendirdikleri Arkeopteriks’i, bir geçiş formu olarak kesinlikle kabul etmediklerine dikkat ediniz. İşte, Arkeopteriks’in hayali ara seviyesi durumu! Ördek gagalı ornitorenk de böyle tuhaf bir karışımdır.
Bazı evrimcilerin, Arkeopteriks’in durumuyla ilgili olarak geçmişte söylediklerini burada dile getirmek oldukça ilginçtir. Lecomte du Nouy şöyle der:
Ne yazık ki, hayvanlar alemindeki temel türlerin büyük bir bölümü, paleontolojik anlamda birbirlerinden ayrıdırlar. Arkeopteriks’in sürüngen ve kuşların iki sınıfıyla kesin ilişkisine rağmen, (bu ilişki, yaşayan örneklerin anatomik ve fizyolojik anlamda gösterdikleri bir ilişkidir); Arkeopteriks’in istisnai durumunu göz önünde tutarak onu, gerçek bir halka olarak düşünemeye hakkımız yoktur. Halka demekle, sürüngen ve kuş sınıfları ya da daha küçük gruplar arasında gerçekleşmesi gereken bir dönüşüm düzeyini kastediyoruz. İki farklı gruba ait karakteristikler gösteren bir hayvan, ara seviyede düzeylerin bulunmadığı ve dönüşüm mekanizmaların bilinmez kaldığı sürece gerçek bir halka olarak düşünülemez.92
Kuşlar konusunda uzman olan evrimci Swinton şöyle der:
Kuşların kökeni, daha çok bir tümdengelim meselesidir. Sürüngenden kuşa doğru kazanılmış dikkate değer değişimin aşamalarını gösteren herhangi bir fosil kaydı bulunmamaktadır.93
Romer şöyle der:
Bu Jura dönemi kuşu (Archaeopteryx), şaşırtıcı bir kopukluk içinde durmaktadır; onun ne varsayılan tekodont atalarla ne de bugünkü “gerçek” kuşlarla ilişkisi konusunda önceden bildiklerimizden daha fazlasını bilmiyoruz.94
Archaeopteryx, Ichthyornis ve Hesperornis ile ilgili olarak Beddard şöyle der: “Bu yaratıkların kuş nitelikleri o kadar açıktır ki, onların dikkate değer kalıntı yapıları bize kuşların (Aves) gerçek kökeni hakkında pek bilgi vermemektedir.”95 Beddard’ın kitabının basımından bu yana, yaklaşık 100 yıldır, sürüngenler ve kuşlar arasında bir ara seviye oluşturabilecek, Arkeopteriks’ten daha iyi bir aday görülmedi. Yarı kanatlar yarı tüylere sahip tek bir ara seviye bile keşfedilmedi. Belki de bu yüzden Arkeopteriks’in zamanla, bazı evrimcilerin gözünde giderek daha çok “sürüngen benzeri” bir canlıya dönüşmüştür! Beddard’ın Arkeopteriks görüşüne zıt olarak bazı evrimciler bugün, bu kuşun, şüphe götürmez bir şekilde sürüngenlerle bağlantılı olduğunu iddia etmektedirler. Dahası, eğer açık tüy izlenimleri bulunmasaydı, Arkeopteriks bir sürüngen olarak sınıflandırılacağı üzerinde ısrar etmektedirler. Hiçbir sürüngen kuş tüyleri taşımadığı ve Arkeopteriks de pek çok kuş benzeri özelliğe sahip olduğu için bu büyük bir yanlışlıktır.
Evrimcilerin Arkeopteriks hakkında böylesine yüksek sesle konuşmaları, geçiş formlarının ciddi anlamda yokluğundan kaynaklanmaktadır. Arkeopteriks, günümüz kuşlarının temel modeldeki kanatlarıyla, günümüz kuşlarının kanat kısımlarıyla ve günümüz kuşlarına eşit tüy yapılarıyla, geçiş formu niteliğinde tek bir yapı göstermeksizin güçlü bir uçucu, şüphesiz gerçek bir kuş olarak fosil kaydında birdenbire ortaya çıkmıştır. Du Nouy’un, “Arkeopteriks’in istisnai durumunu göz önünde tutarak onu, gerçek bir halka olarak düşünemeye hakkımız yoktur” sözü bugün, yaklaşık elli yıl önce yayınlandığı günden çok daha geçerlidir. Arkeopteriks, “hesaba katılmayan tuhaf bir karışım”dı. Sürüngenler ve kuşlar, yaratılış modelinin dayandırıldığı tahminlerde de olduğu gibi büyük bir boşlukla birbirinden ayrılmaktadırlar.
Kuşların fosil kaydının çok önemli bir yönü de, özelleşmiş kuş türlerinin her birine öncülük eden geçiş formlarının yokluğudur. Eğer evrim gerçekse, geçiş formları, burada da olduğu gibi, bulunması gereken yerlerde kolayca fark edilebilir olacaktır. Genelleşmiş bir sürüngen türünden gelen genelleşmiş bir kuş türünün kökenini ortaya çıkarmak, ileri derecede özelleşmiş kuşların kökenini ortaya çıkarmaktan çok daha zor olacaktır. Bu özelleşmiş kuşların kökenleri hakkında fosilbilimcilerinin söylediklerini dikkatlice araştırmak öğretici olacaktır. Örneğin, Carroll’un, bu kuşların kökenleri konusunda söylediklerine bir göz atalım. Tüm sözler onun Omurgalı Paleontoloji ve Evrim adlı kitabından alınmıştır(Vertebrate Paleontology and Evolution, New York: W. H. Freeman and Co., 1988). Penguenlerle ilgili olarak Carroll şöyle der:
Penguenler, havada uçuş yeteneğini tümüyle kaybetmiş ve sualtı hareketi için yüksek derecede özelleşmiş kuşların en özelleşmişleri arasında yer alırlar... Bu canlılar, uçan kuşların temel yapı ve işlevlerini devam ettirmişlerdir, fakat, uçuşları havadan çok sualtında meydana gelmektedir... Antarktika’daki Seymour Adası’nın Üst Eosen katmanlarında bulunan ve en yaşlı bilinen fosiller, sualtı uçuşu için hayli özelleşmiş canlıların fosilleri olup kökenlerinin ilkel uçan atalardan geldiği konusunda hiçbir kanıt sağlamamaktadır (s. 356-357).
Carroll, Ogygoptynx’ten bilinen en eski baykuş fosili olarak söz eder ve şöyle der: “Bu canlı, yaşayan her iki baykuş familyasının da atalarını içeren bir gruba aitmiş gibi görünüyor.” Fakat Carroll Ogygoptynx’in atası ya da genel anlamda baykuşların atası konusunda hiçbir şey söylememektedir (s. 351). Carroll, bugün yalnızca Yeni Zelanda’da bulunan ve uçamayan kuşlar olan kiviler hakkında konuşurken şöyle der: “Pleistosen’le kısıtlı olan fosil kaydı, bu kuşların kökenleri konusunda hiçbir ışık vermemektedir” (s. 349). Devekuşları hakkında Carroll şöyle der: “Devekuşları, fosil kaydında, önceki tarihlerinin kanıtlanmasına önemli katkılarda bulunan tek uçamayan kuş grubudur.
Bir diğer deyişle, fosil kaydı, üç parmaklı devekuşları (rhea), filkuşları, moalar, kasoveriler (cassowaries), emular, kiviler ve devekuşları gibi uçamayan kuşların herhangi birinin kökeni hakkında hiçbir şey söylememekle kalmaz, aynı zamanda, devekuşları hariç tüm bu kuşların herhangi birinin tarihi hakkında da hiçbir şey söylemez. Şu an hayatta olan devekuşu cinsi Struthio’dur. Ayrıca, Avrupa, Asya ve Afrika’da Üst Miyosen, Pliyosen ve Pleistosen kayaları arasında bulunan bazı devekuşu fosili türü de Struthio cinsi içinde temsil edilmektedir. Devekuşları, günümüz kuşlarına göre yalnızca iki ayak parmağı bulundurmaları ile de benzersizdirler. Devekuşları ile diğer kuşlar arasında olası bir yakın ilişki konusunda, büyük turna benzeri kuşlardaki yanal parmakların giderek azaldığı gibi sadece belirsiz önermeler ortaya atılabilmektedir. İleri derecede özelleşmiş uçamayan kuşların ataları konusunda evrimciler en fazla bu kadarını önerebilmektedirler.
Günümüz kuşlarının en çeşitli türlerinden olan küçük ya da orta boydaki tüneyen ötücü kuşlar (passerine) ile ilgili olarak Carroll şöyle der:
Passerine kuşları, 5000’den fazla tür içerirler ve Antarktika dışındaki tüm kıtalarda kuş faunasının en baskın öğelerini oluştururlar. Ancak fosil kaydı halen çok kabataslaktır (s. 352).
Carroll şöyle der: “en erken olarak bilinen passerine’ler, Geç Oligosen yaşındaki Fransa çökelimlerinden gelmişlerdir” (s. 352). Fakat, passerine’lerin kökeni hakkında söyleyebilecek hiçbir şey yoktur. Çok sayıda uçamayan türden oluşan su yelveleri ve su tavuklarıyla ilgili olarak Carroll şöyle der:
Bazı türler hem uçabilen, hem de uçma kaybının çok hızlı gerçekleştiğini düşündüren uçamayan soylar içerir. Ne yazık ki fosil kaydı bize bu familyanın tarihi konusunda çok az bilgi verebilmektedir (s. 353).
Pelecaniformes hakkında Carroll şöyle der:
Yaşayan familyalar arasındaki frigate kuşları (Frigatidae) Alt Eosen’e kadar uzanan en yaşlı fosillere sahiptirler. Boobiler, gannetler (Sulidae) ve karabataklar (Phalacrocoracidae) ilk olarak erken Oligosen’de ortaya çıkmışlardır. Pelikanlar (Pelecanidae) ve anhingalar (Anhingidae) Alt Miyosen’de ortaya çıkmışlardır. Bazı açılardan ilkel olsalar bile bu grubun en eski üyeleri bile kendi gruplarının karakteristikleri olarak kolayca fark edilmişlerdir (s. 355).
Carroll’ın papağanların kökeni konusunda hiçbir şey söyleyemediği aşağıdaki açıklamalardan anlaşılmaktadır:
Papağanlar (Psittaciformes takımı) Alt Miyosen’den bilinmektedirler. Evrim sürecinde, zygodactylous (çift çift) ayak yapısına özelleşmişlerdir fakat bazı açılardan güvercinlere çok benzerler. Belki onlarla aynı atayı paylaşırlar (s. 350).
Daha önce, makro mutasyon ya da “umut veren canavar” evrim mekanizması yanlısı olan ve standart Darwin evrim kuramının kabul edilmiş yavaş değişimini reddeden Richard Goldschmidt adından söz edilmişti. Goldschmidt’in bugünkü Darvincilik (“yeni Darvincilik”) grup çizgisini takip eden evrimci arkadaşlarına karşı çıktığı konu, sinekkuşlarıydı. Goldschmidt, arkadaşlarından, sinekkuşunun, örneğin, tahıl yiyen bir kuştan nasıl aşamalı olarak evrimleştiğini açıklamalarını istedi. Goldschmidt sinekkuşunun, yüksek metabolizmanın yanı sıra kış uykusuna yatma, balözü emme, havada belli bir noktada durma yeteneği gibi belirleyici karakteristiklerin tamamlanmadığı ve tam olarak işlev görmediği sürece hayatta kalamayacağına işaret etti. Sinekkuşlarının kökeni konusunda Carroll ne anlatmaktadır? Bütün söylediği şuydu: “... Sırasıyla kılıç kırlangıçları (Apodidae) ve sinekkuşları Caprimulgiformes’ten ortaya çıkmış olabilirler” (s. 351). Peki Caprimulgiformes nedir? Carroll şöyle der:
Caprimulgiformes, ekolokasyon yapabilen petrol kuşları, kurbağa ağızlılar (frogmouth), çobanaldatanlar ve keçi emiciler gibi çok çeşitli familya gruplarını kapsamaktadır. Bu canlıların tümü çoğunlukla gece gezen ve ağızları, böcek yakalayabilmek için sürekli açık olan canlılardır (s. 351).
Carroll’un niçin bu küçük sinekkuşlarının, geceleri dolaşan ve sürekli açık büyük ağızları bulunan bu kuşlardan evrimleştiğini düşündüğü konusunda hiçbir açıklama yapılmamaktadır. Sinekkuşları ne gece dolaşırlar ne de sürekli açık duran büyük ağızları vardır. Carroll, karasal omurgalıların en küçüklerinden olan sinekkuşlarının caprimulgiformes’ten evrimleştiği varsayımını destekleyebilecek en ufak bir kanıt dahi ortaya koymamaktadır.
Ağaçkakanlar, ağaç gövdesine sıkıca tutunabilmek için özel pençeler, destek sağlamak için sert kuyruk özellikleri, keskin ve güçlü bir gaga, gelebilecek zararlardan korunmak için beyni kuşatan amortisörler, sağ burun deliğine sıkıca tutturulmuş çok uzun bir dil ve böcekleri dille yakalayabilmek için yapışkan bir madde salgılayan bezler gibi özelliklere sahip ileri derecede özel amaçlı kuşlardır. Eğer böyle bir canlı evrimleşmişse, evrimcilerin, bu canlıların kökenlerindeki ara seviyelerin her birinin kökeni konusunda mantıklı bir açıklamaları bulunduğunu ve bu dönüşümü belgeleyen çok sayıda geçiş formuna sahip olmaları beklenir. Ağaçkakanlar, tukanlar ve daha birçok tropikal bölge kuşu, Piciformes Takımı içinde yer alır. Carroll’un, ağaçkakanların kökeni konusunda söylediği tek şey şudur: “Ağaç gövdelerinde yiyecek arama konusunda kendilerine özgü bir adaptasyon geçiren ağaçkakanlar (Picidae), Orta Miyosen’de ortaya çıkmışlardır” (s. 352). Diğer bir deyişle, Carroll’un, bu canlıların kökenleri konusunda söyleyebilecek hiçbir şeyi yoktu. Romer’in ağaçkakanlar konusunda söylediği şey ise şuydu:
Piciformes Takımı - Bu takım, ağaçkakanları, tukanlar ve daha birçok tropikal kuşu kapsamaktadır. Piciformes’lerin tümü kalın gagalıdırlar ve yukarıda papağanlar ile guguk kuşları için söylenen olağandışı zygodactylous (çift çift) biçimi ayaklara sahiptirler.96
Diğer bir deyişle Romer, ağaçkakanların evrimsel kökeni konusunda hiçbir şey söylememektedir. Colbert ve Morales ağaçkakanlar konusunda hiçbir şey söylememekte, kitaplarında, kuşlara ayırdıkları birkaç sayfada bu konudan çok az söz etmektedirler.97 Schultze ve Trueb’in yayına hazırladıkları kitapta da ağaçkakanlar hakkında hiçbir şey söylenmemektedir.98
Geçiş formlarının nispeten çok sayıda olması ve çok kolay fark edilebilmesi gereken, eşsiz kuş türlerinin kökenleri konusunda evrim literatüründe neredeyse tam bir sessizlikle karşılaşmaktayız. Eğer böyle geçiş formları olsaydı, emin olabiliriz ki, bu formlar evrimciler tarafından yazılan bilimsel kitap ve makalelerde kapsamlı bir biçimde belgelenmiş ve örneklerle açıklanmış olurdu. Evrimcilerin suskunluğu daha çok şey anlatmaktadır. Gerekli olan geçiş formları asla bulunamamıştır; sistematik halde bulunan büyük boşluklar vardır. Evrim kuramından talep edilen kanıtlar, asla var olmamıştır.
Geçiş formları bulunamadılar; çünkü asla var olmadılar. Bu gerçekler, özel yaratılış modeli için güçlü ve olumlu kanıtlar ortaya koymaktadır.