4. BÖLÜM



Fosil Kaydı Mikroorganizmalardan Balıklara




Yaşam, oldukça farklı formlarda birdenbire ortaya çıktı


Evrim kuramına göre, yaşam, bu gezegende, mikroskobik, tek hücreli bir organizma biçiminde ortaya çıktı. Bu olayın nasıl gerçekleşebileceği konusunda spekülasyonlar içeren yüzlerce makale ve kitap yazıldı; bu fikirler üzerine, yaratılışçı bilim adamları tarafından yapılan eleştiriler de bulunmaktadır.1 Sonunda, evrimciler tarafından şuna inanılır: Bu ilk yaşam formu, yalnızca, bugün var olan bakteri, alg, mantar, amip gibi tek hücreli organizmalara farklılaşmakla kalmadı, aynı zamanda da bu tek hücreli organizmalardan bir veya birkaçı, Metazoa’yı evrimleştirdi. Bunun nasıl gerçekleştiği ve ne gibi ara kademeler içerdiği, evrimin henüz çözümlenmemiş ve en büyük sırlarından biri olarak görülmektedir. Metazoalar, özelleşmiş organlara sahip, oldukça karmaşık, çok hücreli canlılardır ve fosil kaydında, tamamen gelişmiş biçimde birdenbire ortaya çıkmaktadırlar. Fosil kaydında, tek hücreli organizmalar ile onlardan ortaya çıktığı düşünülen karmaşık omurgasızları birbirine bağlayan hiçbir ara seviye bulunmamaktadır.

Karmaşık omurgasızların ilk zengin fosil kaydı, Kambriyen Dönemi olarak isimlendirilen kayalar arasında ortaya çıkmıştır. Evrimciler tarafından varsayıldığına göre, Kambriyen kayalarını oluşturan tortular, 530 milyon yıl önce çökelmeye başlamış ve tortuların çökelimleriyle ilgili olan bu zaman, yaklaşık 5 ile 10 milyon yıl sürmüştür. Kambriyen kayaları arasında, istiridye, salyangoz, trilobit, sünger, brakiopod, solucan, denizanası, denizkestanesi, denizhıyarı, yüzen kabuklu, deniz zambağı ve diğer karmaşık omurgasız fosilleri bulunmaktadır. Karmaşık canlıların bu büyük çeşitlilik ile ortaya çıkışı, öyle şaşırtıcı bir biçimde aniden olmuştur ki, jeolojik literatürde bu, çoğunlukla, “Kambriyen patlaması” şeklinde nitelendirilmiştir.

Kambriyen Dönemi’nden önce oluştuklarına inanılan tortul kayalar, Prekambriyen ya da Kambriyen Öncesi adı verilen, daha belirsiz bir devir şeklinde ayrılmıştır. Kambriyen Öncesi kayaları, (daima olmasa da) genellikle Kambriyen kayalarının altında yer alırlar ve bu kayaların, Kambriyen’den önce gelen yüz milyonlarca yıl süresince çökeldiğine inanılmaktadır. Günümüzde, Kambriyen Öncesi kayalarındaki mikroskobik, tek hücreli, bakteri ve alg gibi yumuşak vücutlu hayvan fosillerinin keşiflerinin, bilimsel literatürde pek çok raporu bulunmaktadır. Bu iddialara dayanarak evrimciler, yaşamın, yeryüzünde 3 ve belki de 3,5 milyar yıl önce ortaya çıktığını ileri sürmektedirler.

Bu noktada, bu raporların yapısıyla ilgili, uyarıcı bir not düşmek yararlı olabilir. Tabi ki raporların pek çoğu sorgulanabilir ve tartışmaya açıktır. Bazı makaleler, bu tür tanımlamalardaki belirsizliklere dikkat çekmişlerdir.2 Örneğin, onlar, Kambriyen Öncesi’ne kanıt olarak gösterilen belirli mikro fosillerin yaşlarının biyolojik kökenle ilgili olduğunu kabul etmelerine rağmen, Engel ve diğerler şöyle uyarmıştır:


Erken Kambriyen Öncesi dönemde biyolojik aktivite varlığının tespiti, açıkçası, zor problemler ortaya koymaktadır..... erken Kambriyen Öncesi yaşama ait bu çeşit kanıtlar hakkında şüphe duymak gayet yerindedir.3


Eğer birdenbire gözle görülür hale gelen bu büyük karmaşık omurgasızlar ordusu, tek hücreli canlılardan gelmişse ve yaşamın başlangıcı ile, karmaşık omurgasızların “Kambriyen patlaması” arasına neredeyse üç milyar yıl girmişse, mutlaka, bizlerin, Kambriyen Öncesi kayalar arasında bir yerlerde bu evrimin kayıtlarını bulmamız gerekir. Darwin’den bu yana kayalar, bu kayıtların bulunabilmesi için, hararetle aranmakta, fakat sonuçlar, evrimciler için acı verici biçimde hayal kırıklığı yaratmaktadır. Bu dünyanın hiçbir yerinde, ne herhangi bir kıtada, ne de herhangi bir okyanusun dibinde, tek hücreli organizmalar ile karmaşık omurgasızlar arasında geçiş formlarını bulabilmek mümkün olmuştur. Her ne zamanda ve her nerede onları bulmuşsak, en başından itibaren, denizanası, denizanası, trilobit, trilobit, denizkestanesi de denizkestanesi olarak var olagelmiştir.

Bununla ilgili, Axelrod şöyle demiştir:


Jeoloji ve evrim açısından, çok hücreli deniz organizmalarının tüm kıtalardaki Alt Kambriyen kayaları içerisinde büyük bir çeşitlilikle var oluşları ve daha yaşlı kayalar içerisinde de bulunmayışları çözümlenmeyen sorunların en önemlilerinden biri olmuştur.


Axelrod, Kambriyen’de bulunan değişik biçimlerden bahsettikten sonra, konuşmasını şöyle sürdürür:


Ancak, biz, Erken Kambriyen fosillerinin atalarını araştırmak için, Kambriyen Öncesi kayalara döndüğümüzde, bunların hiçbir yerde bulunmadığını görüyoruz. Tortul kayaların 1.600 metre üzerinde kalınlığa sahip büyük bir kısmının, Erken Kambriyen fosillerini içeren tabakalar altında devamlı bir sıra halinde uzandıkları bugün bilinmektedir. Bu tortular, görünüşte, fosillerin korunması için uygundur; çünkü bunlar, üzerlerini kaplayan ve fosil içeren tabakalarla özdeş olmalarına rağmen içlerinde hiç fosil bulunamamıştır.4


George Gaylord Simpson bu problem konusunda kahramanca çabalamış fakat bir verim alamamış ve Prekambriyen fosillerinin yokluğunun (mikroorganizmalar dışında), “yaşam tarihinin en büyük sırrı”5 olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır.

Yukarıda sözünü ettiğimiz Axelrod ve Simpson gibi önemli sayıda evrimci, uzun yıllardan beri, Kambriyen’den kesinlikle daha yaşlı olan kayalar içerisinde hiçbirçok hücreli fosilin bulunmadığını iddia etmektedirler. Örneğin, 1973’te, evrimci bir jeolog olan Preston Cloud, fikirlerini, Prekambriyen’e ait olduğu bilinen kayalarda, kesinlikle Metazoa’ya ait kayıtların henüz bulunmadığı şeklinde ifade etmiştir.6

Ancak, günümüze daha yakın zamanlarda, ilk defa Avustralya’da keşfedilen7 ve Ediacaran Faunası olarak bilinmeye başlanan, çoğunlukla yumuşak vücutlu metazoa fosillerini içeren topluluğun, Geç Prekambriyen’e ait olduğuna inanılmıştır. Fosil kaydından alınan numunelerin bugün, yalnızca Avustralya’da değil, Newfoundland, İngiltere, Sibirya ve Güney Afrika’da da bulunduğu bilinmektedir. Çok yakın zamana kadar, bu canlıların, günümüz denizanası, deniz kalemi (Pennatulacea), solucan ile diğer selentere ve derisi dikenlilere çok benzediklerine inanılmaktaydı. Önceden tanınmayan başkaca ve oldukça şüpheli fosil canlılara da ayrıca işaret edilmekteydi.

Bu keşifler, evrim kuramındaki problemleri hafifletmez. Bu canlılar, hiçbir açıdan, önceden Kambriyen kayaları arasında bulunan karmaşık omurgasızlar ile tek hücreli organizmalar arası formlar değillerdir. Bu canlılar, karmaşık omurgasızlardı. Üstelik, Ediacaran Faunası canlılarının, Kambriyen’e ait solucanlar, selentereler ve derisi dikenliler ile aynı olmadıkları belirlenmiştir. Gerçekte, bu canlılar temelde öylesine farklıydılar ki, bunların herhangi birisinin Kambriyen hayvanın atası olamayacakları kesin olarak söylenebilmiştir.8 Bu canlıların, Kambriyen’den milyonlarca yıl önce, önceden bilinmeyen bir neslin tükenmesi ile yok olduğu iddia edilmektedir.

Şimdi, omurgasızlar arasında geçiş formlarla ilgili hiçbir izin olmayışı ile tam bir atasal yoksunluk içinde olan fosil kaydında büyük karmaşık omurgasızlar ordusunun birdenbire ortaya çıkışı konularında evrim kuramında var olan kapsamlı, şaşırtıcı ve kalıcı sorunların tartışıldığı yayınları ele alacağız. İngiliz biyolog ve evrimcisi Richard Dawkins şöyle der:


Yaklaşık 600 milyon yıl yaşındaki Kambriyen kaya oluşumları (evrimciler Kambriyen başlangıcını, günümüzden yaklaşık 530 milyon yıl öncesine götürmektedirler) bizim, başlıca omurgasız gruplarının çoğunu bulduğumuz en eski oluşumlardır. Ve biz onların çoğunu, zaten, ilk ortaya çıktıklarında, evrimin ilerlemiş biçiminde bulmuştuk. Onlar, sanki hiçbir evrimsel tarih olmaksızın oraya yerleştirilmiş gibiydiler. Tabi bu önceden yerleştirilmiş gibi aniden ortaya çıkışın, yaratılışçıları memnun ettiğini söylemeye gerek yoktur.9


Evet, gerçekten de öyledir! Bu canlıların tamamen gelişmiş biçimde, aniden ortaya çıkışı, yaratılışçıları çok memnun etmiştir. Bu durum, kesinlikle, yaratılışın tahmin ettiği durumdur. Ateşli bir yaratılış karşıtı olan Douglas Futuyma, evrimsel biyoloji hakkındaki kitabında şöyle der:

Tüm hayvan filumları tamamen gelişmiş biçimde ortaya çıktıkları için, bu canlıların, bir formu diğerine bağlayan ara formlar olmaksızın, Kambriyen’den önce veya Kambriyen sırasında farklılaştıkları düşünülmektedir.10


Böylece Futuyma, tüm hayvan filumlarının en azından, tüm omurgasız filumlarının, kendilerinden önceki formlardan geldiklerini gösteren hiçbir kanıt olmaksızın fosil kaydında var olduklarını itiraf etmek zorunda kalmıştır. Filum, en geniş hayvan ya da bitki taksonu ya da kategorisidir; örneğin, tüm omurgalılar (balıklar, amfibyumlar, sürüngenler, kuşlar ve insanın da içinde bulunduğu memeliler) Kordalılar (Chordata) filumu içinde yer alırlar.

Santa Barbara’daki California Üniversitesi’nde jeolog ve paleontolog olan James W. Valentine, problemi şu şekilde açıklar:


Pek çok yetkili, yassı solucanlardan daha karmaşık olan metazoa filumlarının, tamamının (ya da tamamına yakın kısmının), hepsi ortak özellikler taşıdıkları için, en azından dolaylı yoldan, yassı solucan benzeri bir neslin soyundan geldiği fikrine katılmaktadırlar. Ancak, soyların gerçek olarak hangi yolu izledikleri üzerinde bir anlaşma yoktur; bazılarınca çok düşük olası atasal torun soy ilişkileri bile ortaya konulmuştur. Yine de, bilinen gruplar arasındaki ara formların niteliği, bir atasal torun çifti için, bir diğerinden açıkça farklı olmuştur.


Fosil kaydının, soyların, filumların ya da omurgasız sınıfların hangi soydan geldiklerinin doğrudan kanıtlarını sağlamaktaki kullanımı oldukça sınırlıdır. Fosil kaydına bakıldığında, bu kalıntılardan söyleyebileceğimiz kadarıyla, her filum ilk ortaya çıkışında kendi vücut şekli karakteristiklerini evrimleştirmiştir ve hiçbir filum, başka bir omurgasız fosil çeşidi ile bağlantı içermemektedir. Gerçekte, hiçbir omurgasız sınıf, geçiş formundan oluşan başka sınıflarla bağlantılı değildir. Filumlar ve sınıflar arası ilişki, benzeyiş temelinde ifade edilmelidir. Ancak, filojeni analizlerinde kullanılan birçok ileri teknik bile, filumlar arası (aynı zamanda pek çok sınıflar arası) ilişki hakkındaki görüşlerdeki büyük farklılığı çözmede başarısız olmuştur.11


İstiridye, salyangoz, kolsu ayaklı (brachiopod), denizkestanesi, sünger, denizanası, trilobit vb.. gibi pek çok omurgasız filumu bir birinden kesinlikle farklı olmalarına rağmen, Valentine’nin de açıkladığı gibi, evrimciler, bunların hepsinin ortak bir atadan (yassı solucan benzeri bir yaratıktan) evrimleştiğine inanmaktadırlar! Tabi ki bu, tamamıyla inançla ilgili bir olaydır. Valentine’nin de aynı makalede daha sonra açıkladığı gibi, iskelet (istiridye, salyangoz, trilobit, mercan vb.. gibi canlıların sert kısımları) geliştiren bu canlılar bağımsız olarak, atalarından ve geçiş formlarından hiçbir iz bırakmadan yapmışlardır. Valentine şöyle der:


Her filumun dayanıklı bir şekilde iskeletleşmiş nesiller geliştirmesi bağımsız olarak yapılmıştır; bu durum, deniz dibinde var olan hayvansal yaşam fırsatlarının, şartlara uyum sağlayan büyük bir canlı ordusu oluşturmaya elverişli olduğunu düşündürmektedir. Üstelik, Kambriyen kayalarında ortaya çıkan dayanıklı bir şekilde iskeletleşmiş filumlar, ara seviyeler bilinmeksizin aniden ortaya çıkan çok sayıda ayırt edici altgrup, sınıf ve takım tarafından da temsil edilmektedir.12


Valentine, Kambriyen kayalarında ortaya çıkan çok sayıdaki filumu ve her bir filumun içindeki çok sayıda sınıfı da hesaba katarsak, bu kayalar içerisinde farklı vücut biçimlerine sahip yaklaşık 300 canlının bulunduğunu tahmin etmektedir. Yerküre yüzeyine dağılmış Kambriyen kayalarının arasında bu canlıların milyarlarca fosili gömülü halde bulunmaktadır. Eğer evrim gerçekse, bu kayaların ve Kambriyen öncesi kayaların, var olmuş olması gereken çok sayıda ara seviye formunun milyarlarca fosilini içinde barındırıyor olmaları gerekir; fakat henüz bir tanesi bile bulunamamıştır.

1984’te Çin’in güneyindeki Yunnan eyaletinde bulunan Zhengjiang’da Kambriyen kayaları arasında bulunan karmaşık omurgasız canlı ordusu hakkında muhteşem bir keşif gerçekleştirildi. Fosillerin bulunduğu tabaka, paleontologlara göre, çok erken Kambriyen döneme aitti. Keşif, Dr. Hou Xianguang tarafından gerçekleştirildi ve bu fosiller hakkında yapılan bir çalışma İsveçli bilim adamı Dr. Jan Bergstrom tarafından yazıldı.13 Bergstrom’a göre,14 “Kambriyen geçişi, bir evrimden çok, bir devrimdi.” Bergstrom, “ileri yaşam formlarının adeta ayaklanarak çoğalması” şeklinde adlandırılan şeyi işaret ederek şöyle der: “Görünüşe göre, bu canlıların evrimi ani ve yaygın bir fenomendir.” Bu fosiller, evrimcilere göre, şimdiye kadar bulunmuş en eski fosiller olmakla birlikte onların vücutlarının yumuşak kısımları en alışılmadık biçimde korunmuştur. Varsayılan büyük yaşlarına rağmen, bu fosil türlerinin çoğu hâlâ hayatta olan hayvan gruplarına aittir. Zaten bu canlılar, evrimcilerin tahminlerinin gerektirdiği gibi daha sonrakilerin minik, ilkel ataları değildi. Okyanus tabanında 60 cm yüksekliğinde bir canlı bulunduğu, bir diğer canlının, çok sayıda bölmelere ayrılmış ortak merkezli hava hücreleri içeren büyük bir diske sahip olduğu ve bulunan 60 cm uzunluğundaki en büyük hayvanın da kalın, segmentli kollara sahip olduğu söylendi. Üç trilobit türü bulundu. Günümüzde yaşayan herhangi bir omurgasız kadar karmaşık olan trilobitlerin, bugün, soylarının tükendiğine inanılmaktadır.

Daha fazla keşfin yapılmasıyla, evrimciler giderek daha da sıkışmışlardır. Önceleri, evrimciler, Kambriyen Dönemi’nin başlangıcını, 600 milyon yıl önce olarak belirliyor ve bu dönemin 80 milyon yıl sürdüğünü tahmin ediyorlardı. Şu anda, bunun başlangıcını, yaklaşık 530 hatta 520 milyon yıl önce olarak belirliyor ve bu büyük karmaşık omurgasız ordusunun kökenini, beş, belki de on milyon yıldan daha fazla olmayan bir zaman aralığına hapsetmek zorunda kalıyorlar.15 Beş milyon yıl, onların evrimsel zaman ölçeğinde sadece bir göz kırpması kadar kısa bir zamandır. Nitekim, evrimciler, tek hücreli organizmaların, nereden geldikleri bilinmeyen Kambriyen dönemi hayvanlarının ortaya çıkmasından önce, üç milyar yıldır yeryüzünde var olduğuna inanıyorlar.

İsveçli bir paleontolog olan Stefan Bengtson, durumu, aşağıdaki biçimde açıklamaktadır:


Eğer yaşam tarihinde insanın yaratılış efsanelerine benzeyen bir olay varsa, o da, çok hücreli organizmaların, evrim ve ekolojide baskın oyuncular gibi idareyi ellerinde tuttukları sırada deniz yaşamında meydana gelen ani çeşitliliktir. Bu olay, Darwin’i şaşırtarak ve utandırarak, bizlerin gözlerini kamaştırmakta ve ökaryotik hücrelerin kökenleri ya da kendi kendini kopyalamanın icadı ile eşit değerde bir önemli biyolojik devrim olarak karşımızda durmaktadır. Hayvan filumları, bugünkü torunlarının niteliklerinin pek çoğunu taşır halde, Kambriyen öncesi sisler arasından ortaya çıkmışlardır.16


Evet, gerçekten de karmaşık omurgasızların “Kambriyen öncesi sisler arasından” hiçbir atasal ya da geçiş iz bırakmaksızın aniden ortaya çıkışı, Darwin’i olduğu kadar, günümüz evrimcilerini de şaşırtmakta ve utandırmaktadır. Çünkü, Darwin’den 135 yıl sonra bile evrimciler bu “sırrın” çözümüne Darwin’den daha yakın değildirler. Bengtson, bize şöyle diyor: “Eğer yaşam tarihinde insanın yaratılış efsanelerine benzeyen bir olay varsa, o da, deniz yaşamında meydana gelen ani çeşitliliktir...” Tekrar söylüyoruz; evet gerçekten de öyledir! Fosil kaydında yer alan karmaşık canlı organizma patlaması, kesinlikle yaratılışın temelinde olan ve olması gereken şeydir. Yaratılış bir efsane değildir. Efsane olan, bizim kökenimizi Tanrı olmaksızın açıklayabilmek için icat edilmiş evrim kuramıdır.

Cambridge Üniversitesi’nde paleontolog ve Kambriyen fosilleri konusunda kapsamlı çalışmalar yapmış bir kişi olan S. Conway Morris, bu canlıların kökenleri hakkında şöyle der:


Bir kaç prensip yaygındır fakat her zaman ve her yerde kabul edilmezler; yaklaşık 35 metazoa filumu için uygun bir filojenez yoktur.... Ayrı filumlar olarak tanımlanan morfolojik boşluklar, bozulmadan kalırlar. Bizler, bugün nesli tükenmiş olan ara seviye formlarından ve her biri kendi beden şekline sahip, bizlerin de bugün farklı filumlar olarak gördüğü çok hücreli hayvanların çeşitliliğinden sorumlu olan evrimsel süreçten habersiz kaldık.... “Kambriyen patlaması”, gerçek bir evrim olayıdır fakat bu olayın kökeni belirsizdir. En azından 20 hipotez ortaya atılmıştır; çeşitliliği, oksijen seviyesine, avlamaya, hayvansal ortama ve okyanus kimyasına bağlama tartışmalarının hepsi büyük destek toplasa da durum şudur: “Metazoa’nın ortaya çıkışı, yaşam tarihinde göze çarpan bir sır olarak kaldı.”17


Morris, bizim “bugün nesli tükenmiş olduğu varsayılan ara seviye formlarının” kayıtlarına sahip olmadığımız ve çok çeşitli, büyük, karmaşık hayvan ordusunu üreten evrimsel süreç hakkında bilgisiz kaldığımız gerçeğini açığa çıkarmıştır.

Philip Signor ve Jere Lipps adlı paleontologlar tarafından kaleme alınmış ve yine aynı yazarlarca redaksiyonu yapılmış kitabın “Çok Hücrelilerin Kökeni Ve İlk Yayılışı” adlı 1. bölümünde “Kambriyen patlaması” hakkındaki tüm görüşler ve bu konunun beraberindeki “sırlarla” ilgili en etraflı tartışmalardan biri yer almaktadır.18 Yazarlar açıklamalarına şu ifadelerle başlarlar:


Çok hücrelilerin kökeni ve erken evrimleşmesini kapsayan tarihsel olaylardaki karmaşıklık, hemen göze çarpan bir özelliktir ve bu olaylar yaşam tarihindeki en çözümlenmemiş yaşam-tarihsel fenomenlerdir. On sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda paleontoloji bir bilimsel disiplin olarak ortaya çıktığından beri, bu, en çok kafa karıştıran tek konu olmuştur. Pek çok ünlü paleontolog (W. Buckland, C. Lyell, C. R. Darwin, C. D. Walcott) ve pek çok çağdaş lider (P. E. Cloud, B. Runnegar, S. M. Stanley, J. W. Valentine) yaşam tarihinin bu önemli aralığındaki olayların açıklanması konusunda hipotez ve senaryolar ortaya koymuşlardır. Bugüne kadar bu fikirlerin hiçbiri yaygın olarak kabul edilmemiştir (s. 3,4).


Şöyle anlatmaktadırlar:


Farklı metazoan iskelet fosillerinin aniden ortaya çıkışı, Fanerozoik’in de (Fanerozoik Devri, Kambriyen’den günümüze kadar olan fosil kaydının hepsini içerir) başlangıcını haber vermiştir... iskelet oluşturma yeteneğinin kademeli olarak ya da uzun bir zaman periyodu sonucu kazanıldığı konusunda elimizde pek kanıt yoktur... Fosil kaydında, aniden büyük bir iskelet biçimi çeşitliliği ve başlıca deniz omurgasızlarının büyük çoğunluğu ortaya çıkmıştır... Hayvanların ekolojik çeşitliliği de aynı derecede etkileyicidir. Sığdan, derin deniz diplerine ve açık denizlere kadar olan bölgesel canlılarca işgal edilmiş büyük bir habitat çeşitliliği vardır (s.7,8).


Bir açıklama gerektiren bu sırrın taslağını çizerek, evrim kuramındaki bu büyük çelişkinin açıklanabilmesi için önerilen çeşitli senaryoları ayrıntılı bir biçimde listelediler. Bu senaryolar iki genel sınıfa ayrılır. İlk sınıf, gelişmiş formların aniden ortaya çıkışıyla izlenen gizli hayvan tarihinin kuramsal bir uzunluğa sahip olduğunu önerir. Tabi ki, bu hiçbir şey açıklamaz. İddia edilen tek şey, her ne kadar kanıt yoksunluğu olursa olsun, ataların ve geçiş formların var olmuş olması gerektiğiydi. İkinci senaryo sınıfı, böylesine büyük, karmaşık bir hayvan ordusunun birdenbire ortaya çıkışının açıklaması olabilecek bazı çözümsel biyolojik ve fiziksel olaylar önermektedir. Yaklaşık, yirmi farklı açıklama çeşidi, bu iki genel sınıf içinde ortaya konmuş ve Signor ile Lipps de bunları şu on ana kategoride listelemişlerdir: Gizli evrim; iskeletler ve hayvanlar; oksijen ve hayvanlar; avcı ve av; büyük boyutta evrim; karbonat, fosfat ve okyanus kimyası; buzullaşma, deniz seviyesi ve çeşitlilik; tektonik; genetik mekanizmalar; ve mekanik verimlilik. Sadece ders kitaplarında ve bilimsel literatürde çokça sözü edilen kategoriler aşağıda tartışılacaktır.


Gizli Evrim: Signor ve Lipps, karmaşık omurgasızların ortaya çıkmasından önce fosillerin bile varlığının belgelenemediğini işaret etmişlerdir. Kambriyen’den önceki uzun, gizli evrim periyodu hakkında sıkça ileri sürülen iddia, aniden ortaya çıkan bu yaratıkların çok karmaşık ve çok çeşitli olma gerçeğidir. Örneğin, dünyanın her tarafında ortaya çıkan tamamıyla gelişmiş trilobitlere işaret edilmektedir: Hiçbir zaman, hiçbir ilkel geçiş formu keşfedilmedi ve “ilkel” eklembacaklılar ile bunların yakın akrabaları arası geçiş form sayılabilecek hiçbir canlı bulunmadı. Pek çok evrimci, tabi ki, bu canlıları üretebilecek uzun bir evrim periyodu olmuş olması gerektiğini düşünürler. Sonuç olarak bu tarihin herhangi bir izini bulsak da, bulmasak da, bu canlıların uzun bir evrim periyodu geçirmiş olmaları gerektiğini varsayarlar. Bu senaryo, evrim varsayımından başka bir şeye dayandırılamamıştır.


İskeletler ve Evrim: Birçok evrimci, Kambriyen hayvanları için hiçbir atasal ve geçiş formu bulunamamasının nedeninin, bu varsayımsal ataların hepsinin yumuşak vücutlu olmaları ve böyle yumuşak vücutlu hayvanların genellikle az sayıda fosil üretmeleri olduğunu söylemişlerdir. İlk önce, ilkel olarak nitelendirilen Ediacaran Faunası’ nın hemen hepsi (Signor ve Lipps bunu, Ediacaran ile eşanlamlı bir terim olan Vendian terimiyle nitelendirmişlerdir) yumuşak vücutlu çok hücrelilerdir ve dünya üzerinde, bu yaratıklar hakkında birçok keşif yapılmıştır. Yumuşak vücutlu, tek hücreli, mikroskobik bakteri ve alg fosilleri konusunda sözü edilen keşifler, birçok yıldan beri bilimsel literatürde sıkça yer almaktadır. Eğer mikroskobik bakterilerin bulunması mümkünse, her ne kadar yumuşak vücutlu olsalar da, Kambriyen’in karmaşık omurgasızları ile bu mikroskobik canlılar arası her türlü fosilin bulunmasında hiçbir problem olmamalıdır. Üstelik, denizanası, solucan gibi yumuşak vücutlu canlıların kayda değer biçimde korunmuş çok sayıda fosili bulunmaktadır.

İskelet yapısı kazanmış hayvanların, doğrudan doğruya yumuşak vücutlu canlılardan evrimleştiği fikri, bulunan kanıtlarla çelişmektedir. Signor ve Lipps şu açıklamayı yapmışlardır: Kolsu ayaklıların ve çift kabuklu yumuşakçaların yumuşak anatomilerinin fonksiyonları, bu canlıların kabuk yapılarıyla öyle yakın bir bütünlük içermektedir ki, bu hayvanlar, kabukları olmasaydı yaşayamazlardı. Bu açıklamalara destek olarak, Cloud’un,19 Stanley’in,20 Valentine ve Erwin’in21 yayınlarından bahsettiler. Ayrıca, biyomineralizasyon gerektirmeyen yapışık iskeletlerin (bunlar, aşınmış partiküllerle yapılanmışlardır) ilk olarak Kambriyen’in başlangıcında ortaya çıktıklarına işaret etmişlerdir. Eğer Kambriyen öncesi organizmalar, mineralize olmamış kabuklara sahip oldukları için fosil kaydında bulunamıyorlarsa, en azından Kambriyen öncesi kayalarda yapışık iskeletler bulunabilmelidir. Ancak, hiçbiri bulunamamıştır.


Oksijen ve Hayvanlar: Birçok evrimci, karmaşık omurgasızların doğuşunun, Kambriyen’in başlangıcından çok kısa bir süre önce var olan ve atmosferde yeterli miktarda biriken oksijen ile mümkün olabildiğini öne sürmüşlerdir. Bu önerme, hâlâ günümüz yayınlarından birkaçında da yer almaktadır. Bu fikir, jeolojik kanıtların eksik olduğu ve önyargılı fikirlerin, evrimcilerin inanmak istedikleri şeylerle uyum sağladığı bir zamanda geliştirilmiştir. Son zamanlarda yapılan birkaç jeolojik araştırma, kesin olarak yerkürenin tortul kayalar ilk oluşmaya başladığı zamandan itibaren daima oksijenli bir atmosfere sahip olduğunu şüphe götürmez bir şekilde göstermiştir. İki Kanadalı jeolog, Dimroth ve Kimberley, sülfür, karbon, demir ve uranyum minerallerinin tortul kayalar içerisindeki dağılımlarının, atmosferdeki oksijen miktarı tarafından belirlendiğini düşündüler.. Onlar, bu minerallerin var olan en yaşlı (iki ile üç milyar yıl yaşında oldukları varsayılan) tortul kayalar içindeki dağılımlarını, çok daha genç oldukları varsayılan kayaların içindeki dağılımlarla karşılaştırdıklarında, hiçbir fark bulamadılar.22 Bu kanıtın, tortul kayaların oluşumlarının başlangıcından bu yana, dünyanın, oldukça büyük miktarda oksijen içeren bir atmosfere sahip olduğunu gösterdiği açıklamasını yaptılar. Holland, Feakes ve Zbinden,23 Holland ve Buekes,24 ile Clemmey ve Badham25 tarafından yapılan diğer araştırmalar da, yerküre atmosferindeki nispeten yüksek orandaki serbest oksijenin yaklaşık iki milyar yıl ile dört milyar yıldan beri var olduğunu düşünmüşlerdir. Belirlenen şey şudur: Bu olay için belirlenen kesin zaman ne olursa olsun, Metazoa’nın başlangıcı için evrimcilerin çoğunlukla kabul ettikleri yaştan çok daha uzun süre önce bile, yerküre atmosferi bol miktarda oksijen içeriyordu. Signor ve Lipps’in de dedikleri gibi, “....oksijenin, geç Proterozoik zamanda sınırlı olduğunu gösteren hiçbir kanıt yoktur.”26


Karbonat, Fosfat ve Okyanus Kimyası: Birkaç biyolog ve jeolog, karmaşık omurgasızların doğuşundan önceki okyanus kimyasının iskelet oluşumuna engel olduğu, fakat daha sonra karmaşık omurgasızların fosil kaydında birdenbire ortaya çıktıkları zamanın başlangıcında ya da bu zamandan çok kısa bir süre önce okyanus kimyasında meydana gelen değişimlerin iskelet oluşumlarına yardımcı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Fakat, Signor ve Lipps’in de belirttikleri gibi, iskeletlerdeki kalsiyum karbonat, kalsiyum fosfat, biyojenik silika ve yapışık iskeletlerin tümü, büyük bir omurgasız çeşitliliği ile aynı zamanda ortaya çıkmışlardır. Açık olan şudur: ne atmosfer şartlarındaki, ne de okyanus kimyasındaki değişimler çokhücrelilerin ortaya çıkışından sorumlu olamaz.


Sonuçlar


Signor ve Lipps şöyle der:


Proterozoik–Fanerozoik zaman sınırına yakın bir zamanda var olan deniz yaşamı, aynı soydan gelen neredeyse tüm gruplarda, farklı gelişmişlik düzeylerinde, farklı ekolojilerde, farklı iskelet biçimlerinde ve farklı besinsel seviyelerde hızlı çeşitlenme göstermektedir.


Onların çıkardıkları sonuç şudur (s.17): “Metazoa’nın ortaya çıkışı, yaşam tarihinde önde gelen bir gizem olarak kaldı.”


Yani, Kambriyen patlamasındaki sır, olduğu gibi kalmıştır. Evrimcilerin, evrim kuramındaki bu çelişkiyle nasıl uğraştıklarını gözlemlemek ilginçtir. Örneğin, Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nde paleontolog olan Eldredge, Ediacaran Faunasından bahsettikten sonra sözlerine şöyle devam eder:


Sonra patlamayı andıran bir şey oldu. Yaklaşık altı yüz milyon yıl önce başlayan ve on ile on beş milyon yıl boyunca devam eden ve hâlâ bugünkü denizlerde barınan başlıca hayvan türlerinin bilinen ilk temsilcileri aniden ortaya çıkmışlardır. Bu oldukça uzun süreli “olay”, kaya kayıtlarında çok açık olarak gösterilmektedir: Tüm dünyada, yaklaşık olarak aynı zamanda, kolayca keşfedilen fosiller barındırmayan kalın kaya dizileri, trilobitler (yengeç ve böceklerin soyu tükenmiş akrabaları), kolsu bacaklılar, yumuşakçalar gibi çok sayıda kabuklu omurgasızlar içeren tortularla örtülmüştür. Bugünkü okyanuslarda gözlemleyebildiğimiz sert kabuklu hayvanların tüm tipik formları, her ne kadar ilkel ve orijinal olsa da, bundan altı yüz milyon yıl önceki denizlerde ortaya çıkmışlardır.

Yaratılışçılar, öncesinde hiç olmayan zengin ve çeşitli bir fosil kaydının aniden gelişmesinden çokça bahsetmişlerdir.

Gerçekte, jeologların Paleozoik Zamanı’nın en eski bölümü olan Kambriyen Dönemi’nin başlangıcı olarak gösterdikleri çeşitli, iyi korunmuş çok sayıda fosilin aniden ortaya çıkışı, büyüleyici, entelektüel bir uğraş olarak ortada durmaktadır.27


Eldredge, bu problem için birkaç olası çözüm önerir. Bu önermelerden birisi, atmosferdeki oksijen seviyesinin kritik bir noktaya kadar yükselmesi ve bu nedenle de okyanuslardaki oksijen seviyesinin, bu büyük çeşitlilikteki hayvan yaşamını destekleyecek yeterliliğe ulaşmış olması önermesidir.28 Yukarıda belgelendiği gibi, böyle iddiaların açıkça yanlış olduğunu görmekteyiz. Eğer evrimsel zaman ölçeğinde, yaklaşık iki milyar yıl öncesinde oksijen bolsa ve 600 milyon yıl öncesine kadar (1.4 milyar yıllık bir fark) Kambriyen patlaması gerçekleşmemişse, atmosferdeki oksijen içeriğinin tüm bu karmaşık omurgasızların aniden ortaya çıkışında hiçbir etkisi olmadığı çok açıktır.

Eldredge’in esas tartışma konusu, evrimin mutlaka yavaş ve kademeli ilerlemesinin gerekli olmadığıdır; çünkü bazı evrim olayları jeolojik olarak çok hızlı gelişmiştir. Bir veya birkaç nedenden dolayı, Kambriyen’den hemen önce evrimsel bir patlama oldu; bunun sonunda, karmaşık çok hücreli organizmalar büyük bir çeşitlilikle ve vücutlarında sert kısımlar içererek aniden evrimleştiler. Bu evrim öylesine hızlı gerçekleşti ki, (belki on beş, yirmi milyon yıl içinde), ara seviye canlılarının fosil kaydı bırakmaları için yeterli zamanı olmamıştır.

Bu patlayıcı evrim fikri zaten yeni bir fikir değildir; geçmişte, ara seviye formlarının yokluğunun açıklanabilmesi için kullanılıyordu.29 Zaten bu fikir inceleme altına alınsa, ayakta duramaz. İlk olarak, evrimde hızlı varsayılan patlamalar için tek kanıt nedir? Geçiş formların yokluğu! Öyleyse, Eldredge, Simpson ve diğerleri gibi evrimciler, yaratılışçı bilim adamlarının yaratılış için kullandıkları en iyi kanıtlardan biri olan geçiş formların yokluğu konusunu kaparak, bir evrim senaryosuna destek olarak kullanmaktadırlar!

Evrimin dayandırıldığı tahmin –yani, geçiş formların varlığı– kanıtlanamamıştır. Bu yüzden de onlar, bu kanıtın, kendi kuramlarını yalanladığını kabul etmektense, bunun tam tersini, yani geçiş formların yokluğunu söyleyen yeni bir senaryo ortaya atmışlardır. Üstelik, genetik bilimi de evrimin hızlı patlayışı fikrine tamamıyla karşıdır. Zaten, evrimciler, tüm insan gözlemlerinde, gerçekten anlamlı evrimsel değişimleri asla gözlemleyemememizin nedeninin, evrimin çok yavaş hareket etmesi olduğu konusunda tartışmaktadırlar. Aslında, örnek olarak bir kertenkelenin genetik sistemi, tamamıyla bir başka kertenkelenin üretilmesine bağlıdır ve bazı süreçlerin, değişimlere karşı bir şekilde bu genetik siperi yenerek bir kertenkeleyi, geride hiçbir fosilleşmiş ara seviye formu bırakmaksızın bambaşka bir yaratığa dönüştürebileceği fikri hüsnükuruntulu bir düşünce olup, bilime terstir. Daha da inanılmaz olanı, bu fikrin, bütün karmaşık canlılarda gerçekleşmiş olmasıdır. Sonuç olarak, on beş, yirmi milyon yıl evrimciler için kısa görünse de, zengin fosil kaydı bırakmak için bu zaman çok çok uzun ve yeterli bir zamandır.

Eldredge’in yukarıda aktarılan kitabının ilerleyen bölümlerinde Eldredge, büyük Kambriyen patlamasını açıklamaktan tamamıyla uzak, çok daha inanılmaz bir fikir ileri sürer:


Erken Kambriyen’de ara seviye formlarının çok fazla kanıtını görmedik çünkü ara seviye formları yumuşak vücutlu ve bu nedenle de fosilleşmesi önemli derecede mümkün olmayan canlılar olmalıdır.30


Eldredge ya da başka herhangi bir bilim adamının böyle bir açıklama yapmış olabileceğine inanmak zordur. Kambriyen hayvanlarının ataları ne olurlarsa olsunlar, karmaşık canlılar olmalıdırlar. Tek hücreli bir organizma, uzun ve giderek artan karmaşıklıkta bir dizi ara seviyeden geçmeksizin aniden büyük çeşitlilikte karmaşık omurgasızlara evrimleşemez. Elbette ki, eğer Eldredge’in de hiç kuşku duymadığı gibi, fosil bilimciler, çeşitli yumuşak vücutlu, tek hücreli, mikroskobik alg ve bakterileri bulabiliyorlarsa, Kambriyen’in karmaşık omurgasızlar ve mikroskobik organizmalar arası bu canlıların tüm çeşitlerini de kolayca bulabilmeleri gerekir. Üstelik, belirtilen bakteri ve alg fosil bulgularına ek olarak, bilimsel literatürde, solucan ve denizanası gibi çok hücreli ve yumuşak vücutlu yüzlerce hayvan bulgusu da olmalıdır. Beş kıtada bulundukları belirtilen Ediacaran Faunası canlıları da yumuşak vücutluydular.

Eldredge’in daha inanılmaz bir önermesi de, Kambriyen kayaları içinde birdenbire tamamıyla gelişmiş biçimde ortaya çıkan canlıların atalarının yumuşak vücutlu olduğudur. Yukarıda Eldredge’in de açıkladığı gibi, Kambriyen hayvanları, sert kısımlara sahip olan göz kamaştırıcı bir kabuklu omurgasızlar ordusudur. Eğer Eldredge’in dediği gibi, tüm ara seviyeler yumuşak vücutlu olsaydı, sert kısımlar içeren büyük çeşitlilikteki canlının, doğrudan doğruya yumuşak vücutlu canlılardan ve aniden ortaya çıkması gerekirdi. Bu, tamamıyla imkansızdır. Zaten açıklandığı gibi, sert kısımlara sahip bir omurgasızın anatomisi, fizyolojisi ve yaşam biçimi bu sert kısımlarla yakından ilişkilidir. Zaten yumuşak vücutlu hayvanların anatomileri, sert kısımlara sahip hayvanların yumuşak anatomilerinden çok farklıdır. Eğer sert kısımlara sahip omurgasızlar, yumuşak vücutlu canlılardan evrimleşmişlerse, bu değişim kademeli olmalı ve bu canlıların yaşam biçimlerindeki değişim ile sert kısımların yavaş yavaş oluşumuna imkan veren pek çok geçiş seviye bulunmalıdır. Bu sert kısımların, bu canlılarca yavaş yavaş kazanılması, fosil kaydında çok sayıda belgeyle ispatlanmalıdır. Bu geçiş seviye fosillerinin binlercesi müzelerde yer almaları gerekirdi. Fakat hiçbiri bulunamamıştır.

Evrimciler, Kambriyen kayaları ile temsil edilen bu büyük omurgasız ordusunun ortak atalardan evrimleştiğine inanmaktadırlar. Fakat, tabi ki, bu görüşü ispatlayacak tek bir ara seviye fosili bile yoktur. Bu canlıların milyarlarcası yaşamış ve ölmüş olmasına rağmen, paleontolojik koleksiyonlarda tek bir ara seviye bile bulunmamaktadır. Denizanası, sünger, solucan, denizkestanesi, denizhıyarı, trilobit, kolsu ayaklılar, su zambağı vb.. gibi yaratıklar arasında büyük boşluklar vardır.

Bu, evrimcileri, Simpson’un, yaşam tarihinin başlıca gizemi şeklinde isimlendirdiği şeyle baş başa bırakmaktadır. Başlıca omurgasız gruplarının kökeni konusundaki,31 bir kitabın eleştirisinde Runnegar şöyle der:


Bekleneceği gibi, paleontologlar, fosil kaydı konusuna yoğunlaştılar ve bu yüzden de omurgasız gruplarının büyük çeşitliliğinin tarihi hakkında çok bilgi sağladılar. Fakat, onların kökenlerinin iç yüzü hakkında çok az şeyi kavrayabildiler.32


Eldredge, “Kambriyen’in evrimsel patlamasının hâlâ sırlarla örtülü olduğu”na33 katılmaktadır. Fakat, yaratılışçı bilim adamları şöyle demektedirler: Yaratılışın kanıtı olarak, kayaların ortaya koyduğu karmaşık canlıların büyük bir çeşitlilikle, hiçbir atasal iz olmaksızın aniden ortaya çıkışından daha büyüğünü ne verebilir? Başlangıçta evrim senaryosunun dayandırıldığı kanıtların, evrimin dayandırıldığı tahminlerle doğrudan çelişkili olduğunu görüyoruz; fakat bu durum yaratılışın dayandırıldığı tahminlerle tam bir uyum içindedir. Bu kanıt, evrimin yeryüzünde gerçekleşmediğini saptamak için tek başına yeterlidir.

Yaşam tarihinin kalıntıları, evrim kuramının gerektirdiği pek çok geçiş formun yokluğunu açığa çıkarmaktadır. Gerçekte, yaratılış modelinde öngörüldüğü gibi, yüksek kategoriler arası geçiş formlarda sistematik bir yetersizlik vardır.


BÖCEKLERİN FOSİL KAYITLARI

YARATILIŞA BÜYÜK DESTEK VERİYOR


Geçiş formların yokluğu, böceklerin (Insecta’nın üyeleri, Arthropoda filumunun bir alt filumu) kökenleri konusundaki herhangi bir evrimsel kökeni sırlarla örtülü hale getirmektedir. Orta Devoniyen kayaları arasında bazı fosiller bulunmuştur. Pennsilvaniyen (Karbonifer Dönemine ait) kayaları arasında bulunan bu fosiller öylesine şaşırtıcı sayıda ve çeşitliliktedirler ki, Pennsilvaniyen Dönemi, “Böcek Devri” olarak isimlendirilmiştir. Kanatları arasında 60-90cm açıklık bulunan yusufçuk (kız böceği) fosilleri Pennsilvaniyen kayaları arasında az değildir. Büyük ya da küçük de olsa, bu böcekler, ilk gördüğümüzde de yine yusufçuklardır.

Ya hamam böcekleri? Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nde böcek bilimci olan Dr. Betty Faber, yayınlanan bir röportajında şöyle dedi:


Yerküre tarihinin Karbonifer Dönemi’ne ait birkaç fosil, tek bir şeyi ışığa kavuşturmaktadır. Yaklaşık 350 milyon yıl önce bile hamam böcekleri iğrenç görünüyorlardı. O zamandan beri çok fazla değişmediler.34


Bazı hamam böcekleri geçmişte daha büyüklerdi. Pennsilvaniyen kayalarında, uzunlukları 10 cm’e ulaşan hamam böcekleri bulundu. Belki, hamam böcekleri, günümüzde, geçmişteki kadar iğrenç değiller.

Örümcekler, keneler ve kırkayaklar böcek olmamalarına rağmen, halk arasında böcek olarak isimlendirilmektedirler. Amerika Bilim Geliştirme Derneği’nin 1983’teki yıllık toplantısında, kırkayak, kene ve örümcek benzeri canlıların çok iyi korunmuş fosillerinin keşfi konusunda çok ilginç bir rapor verildi. Fosillerin 380 milyon yaşında oldukları, yani tüm bulunan fosillerin en yaşlı olanlarından oldukları ve New York’un Binghamton kentindeki State Üniversitesi’nden Dr. J. D. Grierson ve Dr. Patricia Bonamo tarafından keşfedildikleri söylendi.

Bu bilim adamları şöyle dediler: “Bu canlılar tamamıyla evrimleşmiş ve yaşayan canlılara çok yakın bir benzerlik taşıyorlar.” Bu açıklamaların anlamı şudur: Fosil kaydında ortaya çıkan bu canlılar, ilk ortaya çıktıklarında zaten tamamıyla gelişmişlerdi ve bu güne kadar, varsayılan 380 milyon yıl içinde, çok fazla değişmediler. Kırılmış bir parçası, gerçek bir böcek olan machilidae’ya benziyordu. Bildiğimiz uzun bacaklı örümceklere benzeyen bazı yaratıkların fosilleri öylesine zarif bir şekilde korunmuştu ki, duyu organları bile fark edilebiliyordu. Fosilleri analiz eden bilim adamlarından biri “sanki dün ölmüş gibi görünüyorlar”35 dedi. Tüm bu gerçekler, yaratılış modelinin dayandırıldığı tahminlere çok güzel uymakta fakat evrim kuramının beklentileriyle büyük çelişki oluşturmaktadır.

Evrimciler, uçan böceklerin, uçamayan böceklerden evrimleştiğine inanırlar. Böcekler, fosil kaydında ilk ortaya çıktıklarında ise, hem uçabilen, hem de uçamayan böceklerin her ikisi de büyük bir çeşitlilik içeriyordu. Örneğin, Wootton ve Ellington şöyle dediler:


İlk olarak, Orta ve Üst Karbonifer’de ortaya çıkan böcek fosilleri çok çeşitli ve bunların büyük bir bölümü de tamamıyla kanatlıdır. Birkaç kanatsız ilkel form olsa da hiçbir inandırıcı ara seviye bilinmemektedir. Kanatlı böceklerin atalarının bir araya getirilmesinde tek çare, her zaman olduğu gibi, Paleozoik fosillerinden ve ilkel formlardan çıkarılan dolaylı kanıtları kullanmaktır.

Dikkat edilmesi gereken, on dokuzuncu yüzyıldaki iki hipotezin hâlâ rekabet halinde olmasıdır.36


“İlkel” ve “ileri” formların tanımlanmasının çok öznel bir karar olduğunu anlamalıyız. Evrimciler, “ileri” formların kökenlerinin, “ilkel” formlar olduğuna inanmalarına rağmen, bu canlıların varsayılan durumlarında bir yer değiştirme yapılsaydı, evrimciler, “ilkel” formları kolaylıkla “ileri” formlar olarak etiketleyecek ve “ileri” formları da “ilkel” düzeye indirgeyeceklerdi. Zaten, evrimciler arasında, uçamayan böceklerde kanat oluşturan şeyin ne olduğu konusunda süregelen bir tartışma vardır. Eğer, uçamayan böcekler ile uçan böcekler arası tek bir ara form bulunursa, tartışma sona erecektir; fakat henüz hiçbir ara form fosili bulunamamıştır.



img

Şekil 2a: Uçan böcekler için bir filojenez önermesi. Kesintisiz çizgiler, gerçek fosillerin bulundukları yerleri, kesikli çizgiler ise sadece kuramsal bağlantıları işaret etmektedir.

img

Şekil 2b

Müze raflarında, binlerce uçan böcek fosili durmaktadır. Peki, var olması gereken binlerce ara seviye nerede? En mantıklı karar şudur: Geçiş formlar bulunamadı, çünkü, asla var olmadılar.

Üstelik, uçan böceklerde iki farklı kanat çeşidi vardır. Paleoptera’nın kanatları, hareketsizken mayıs sineklerinde yukarıda, kız böceklerinde ise yanlarda durur. Neoptera böcekleri, kanatlarını, geriye doğru büküp katlayarak karınlarının çaprazında dinlenme yerlerine yerleştirmelerini sağlayan esnek bir mekanizmaya sahiptirler. Bilinen bu iki uçan böcek cinsi arasında hiçbir geçiş formu bulunamamıştır.

Şekil 2’de, uçan böcekler için önerilen bir evrim ağacı bulunmaktadır. Kesiksiz çizgiler, bilinen gerçek fosillerin bulunduğu yerleri gösterirken, kesikli çizgiler de, evrim projesine göre var olmuş olması gereken ara seviye formlarının bulundukları yerleri temsil etmektedir, fakat, bunların hiç birisi bulunamamıştır. Bu evrim ağacında gerçek olan, dalların uçlarıdır. Gövde ve dallar tamamıyla hayal ürünüdür.


Omurgalılar ve Omurgasızlar Arasındaki Büyük Uçurum


Omurgalıların, omurgasızlardan türediği fikri, yalnızca, fosil kaydıyla ispatlanamayan bir varsayımdır. Canlı formlarının karşılaştırmalı anatomi ve embriyolojilerinin temelinde, bir zamanlar, neredeyse tüm omurgasız gruplarının, omurgalıların ataları oldukları ileri sürülmüştü.37 Omurgasızlardan omurgalılara geçiş formlarının, çubuk benzeri sırt iplerine (notokordlara) sahip olan canlıların temsil ettiği basit bir kordalı aşamadan geçtikleri söylenmektedir. Peki, fosil kaydı böyle bir geçiş için kanıt sağlıyor mu? Kesinlikle hayır.

Ommanney şöyle der:


Bu erken kordalı nesil nasıl evrimleşti? Gerçekten balık benzeri yaratıkların doğuşunu sağlayabilmek için ne gibi aşamalardan geçtiğini bilmiyoruz. Kambriyen’de ortaya çıktıkları zaman ile, Ordovisyen’de gerçekten balık benzeri karakteristikler içeren hayvan fosilleri olarak ilk defa ortaya çıktıkları zaman arasında bizim, doldurmaya asla gücümüzün yetmeyeceği 100 milyon yıllık bir boşluk oluştu.38


Hayret! Yüz milyon yıllık bir evrim ve hiçbir geçiş fosili yok! Tüm hipotezler her ne kadar ustalıkla birleştirilmişlerse de, bu büyüklükte bir boşluğun evrim kuramına dayanarak açıklanması, asla mümkün olmamıştır. Diğer yandan, bu tür gerçekler, yaratılış modelinin öngörüleriyle mükemmel bir uyum içindedir.

Evrimcilerin ilk omurgalılar olduklarına inandıkları balıklara evrimleşen bazı omurgasızlar gibi yaşamış ve ölmüş olan omurgalılar ile omurgasızlar arasında milyarlarca geçiş formun olması gerekmesine ve kayalar arasında gömülmüş milyarlarca balık fosilinin bulunmasına rağmen, evrimciler, geçiş bir form olarak sadece kordalı fosil Pikaia’yı sunmaktadırlar. Oysa bugün, kordalılar hâlâ yaşamaktadır. Bir kordalı olan Amphioxus, günümüzde yaşamaktadır. Tanımlayıcı karakteristiklerinden biri, yukarıdan bir sinir telini, aşağıdan da basit bir sindirim borusunu destekleyen sert, çubuk benzeri bir sırt ipine (notokorda) sahip olmasıdır. Bu canlıda, ne gerçek bir baş, ne de bir beyin vardır. Canlı, vücudun ön tarafına doğru uzanan bir dizi solungaca sahiptir. Kordalıların özelliklerinden biri olan mayotomlar, vücutlarında boydan boya uzanan zikzak şeklindeki kas bantlarıdır. Amphioxus, küçük bir kuyruk yüzgecine sahip iyi bir yüzücüdür. Evrimci biyologlar, Amphioxus’un çok ilkel bir kordalı olduğunu ve bu nedenle, Kambriyen öncesi veya Kambriyen “zamanlarında” ortaya çıktıklarına inanılan kordalılarda gerçekleşen çok küçük değişim olduğunu söylediler. Böylece evrimcilerin, bizleri inandırmaya çalıştıkları şey, bazı kordalılar balığa, balıklar amfibyumlara, amfibyumlar sürüngenlere, sürüngenler kuşlar ve memelilere, alt memeliler insana kadar evrimleşmelerine, yani, ortamın gerektirdiği tüm değişimlere rağmen, kordalıların en az 600 milyon yıldır değişmeyip aynı kaldıklarıdır! Evrim, gerçekte garip bir fenomendir!

Bazı evrimciler, kordalı bir fosil olan Pikaia’yı, övünerek, bir ara form kanıtı olarak göstermişlerdir. Onlar için bu fosil, omurgasızların omurgalılara evrimleşmesinin “kanıtı”dır. Fakat, eğer evrim gerçekse, balıkların, omurgasız atalardan aşamalı olarak nasıl evrimleştiklerini gösteren milyonlarca kesin ara formları müzeleri doldurmalı ve inanmayanlara gösterilmelidir. Evrimciler, omurgalılarla omurgasızlar arasındaki bu muazzam boşluğu doldurabilecek küçük bir kanıt bulmaya çalışırlarken nasıl da çaresiz oluyorlar!

Pikaia fosili, Kanada’nın Burgess Şeyli arasında bulunmuştur. İçerisinde, birçoğu şaşırtıcı derecede iyi korunmuş ve her biri tamamıyla gelişmiş yumuşak vücutlu ve iskelet yapısına sahip büyük bir omurgasız çeşitliliğinin bulunduğu Burgess Şeyli, evrimciler tarafından Orta Kambriyen olarak belirlenmiştir. Eğer şu anda da iddia edildiği gibi, bütün Kambriyen sadece beş milyon yıla sığdırılabilirse, o zaman, “erken”, “orta” ve “geç” Kambriyen, unutulmaya yüz tutacaktır. Evrimsel zaman ölçeğinde, bu bölümler arasında zaman olarak önemli bir fark olmayacaktır. Pikaia’nın, Amphioxus’tan daha ilkel olduğu iddia edilemez. Pikaia’nın, kordalı özeliklerinden olan, sırt ipi, sinir teli ve mayotomları vardı. Gerçek bir başa sahip olmayan Amphioxus’tan farklı olarak, Pikaia, belli bir başa sahipti. Kuyruğun arka ucunda, sarılmış halde bir kuyruk yüzgeci vardı. Ancak, bazıları, bu canlının solunum ve beslenme organlarının Amphioxus’tan daha ilkel göründüğünü ileri sürmüşlerdir.

Pikaia: Omurgalılar ile omurgasızlar arasında olası bir geçiş formu, gerçek bir kordalı fosil.. İşte, bir evrimciyi rahatlatmaya ve gururlandırmaya yeten bir kanıt! Artık, elinde omurgasızlarla balıklar arasında yaklaşık 100 milyon yıllık boşluğu doldurabilecek bir kanıtı vardır. Şimdi de bu somut kanıtı, ahmak yaratılışçıların suratına bir tokat gibi vurabilir. Yaratılış karşıtı çok büyük bir kitap yazmış olan Strahler, Pikaia’yı, “kazandıran As”39 olarak nitelendirmiştir. Hayret! Oysa, fosil kaydı, evrimcilerin öngörülerine göre, sadece omurgasızlar ile omurgalılar arasında milyarlarca geçiş formu fosilini değil, aynı zamanda, atasal balıklardan farklılaşan başlıca balık sınıfları arasındaki çok sayıda geçiş formu fosilini de göstermelidir. Bundan sonraki bölümde belgelendiği gibi, böyle bir geçiş formu asla bulunamamıştır.


Başlıca Balık Sınıflarının Belirgin Ayrılışı


Romer’in, Omurgalı Fosilbilimi (Vertebrate Paleontology) kitabını dikkatlice okuduğunuzda, başlıca balık sınıflarının hepsinin, kendi aralarında birbirine bağlı hiçbir geçiş formu olmadan, belirgin şekilde ve açıkça ayrı oldukları sonucuna varırısınız. Fosil kaydında ilk ortaya çıkan, Agnatha sınıfıdır. Osteostraci ve Heterostraci takımlarının temsilcileri olan en yaşlı omurgalılar, neredeyse daima kemik ya da başka sert maddelerle örtülüydüler ve kemiksi zırhlarla donatılmışlardı. Romer, onların kökenleri hakkında şöyle yazmıştır:


Erken Devoniyen ve Geç Silüriyen tortuları arasında sayısız balık benzeri omurgalının farklı türleri bulunmaktadır ve bu zamandan önce, uzun bir evrim tarihinin gerçekleştiği açıktır. Fakat bu tarihçe hakkında pek bilgimiz yoktur (s. 15).


Kabuk derililer (Osteostraci) ile ilgili olarak şöyle yazar: “Biz bu kabuk derilileri (ostracoderm) ilk gördüğümüzde, onlar, çok uzun bir tarihi arkalarında bırakmışlar ve pek çok farklı gruba ayrılmışlardı” (s. 16). Heterostraci hakkında Romer, onların, Agnatha sınıfındaki diğer formlarla yakın akraba olmadıklarının açık olduğunu yazar. Eğer evrimleşmişlerse, ayrıca uzun bir evrim tarihi geçirmiş olmalıdırlar. Fakat, kabuk derililer gibi onlar da, hiçbir evrimsel ata kanıtı olmaksızın, fosil kaydında aniden ortaya çıkmışlardır.

Plaka derililer (Placoderms), özellikle karmaşık yapıdadırlar. Plaka derililerin içinde altı adet farklı tuhaf balık çeşidi vardı. Onlar hakkında Romer şöyle der: “Grupları birbirine bağlayan onların istisnasız, tuhaf olmaları dışında pek ortak özellikleri yoktur. (s. 24). Daha sonra şöyle der:

Onlar, bizim, köpekbalıklarına ve daha ileri kemikli balık gruplarına uygun ataların ortaya çıkmasını beklediğimiz bir zamanda (yaklaşık Silüriyen–Devoniyen sınırında) ortaya çıktılar. Biz, önceden düşünülüp hazırlanmış evrim tablomuza tamamıyla uyan “genel” formlar bekliyorduk. Onları plakaderililer sınıfında bulabilir miyiz? Hiç de değil! Bunun yerine, hiçbir modele uymayan, bir dizi kural dışı form bulduk; ve ilk bakışta bu türler, ne daha sonraki ne de daha gelişmiş türlerin uygun bir atası gibi ya da kendileri herhangi bir kaynaktan gelmiş gibi görünüyordu. Gerçekte, bir kişi, bu plaka derililerin varlığının, Devoniyen balık hikayesinin çok önemli bir parçasını, ancak uyuşmayan bir bölümünü oluşturduğunu düşünebilir; onlar hiç var olmasaydı, durum daha da basitleşirdi! (s. 33).


Fakat gerçekten var oldular ve kayıtları evrim modelini desteklemedi, aksine güçlü bir şekilde ters düştü.

Bir çift yüzgeç ve iyi gelişmiş çenelere sahip olan ve iyi bilinen bir taslağa göre tasarlanan gelişmiş “standart” balık türleri, kıkırdaklı balıklardan oluşan Chondrichthye ve gelişmiş kemikli balıklardan oluşan Osteichthye olmak üzere iki sınıfa ayrılırlar.

Bazıları, geçmişte, kıkırdaklı balıklarda kemik bulunmamasının, ilkel bir durumu temsi ettiği ve Chondrichthyelerin kemikli balıklara öncülük eden evrimsel bir evre olduğu konusunda tartıştılar. Romer, köpekbalıklarının, fosil kaydında ortaya çıkan başlıca balık gruplarının en sonuncularından biri olduğunu işaret ederek, bu fikre karşı gelmektedir. Romer yazısına şöyle devam eder:


Gerçekte, kayıtlar, karşıt varsayımlarla daha iyi örtüşmektedir: Köpekbalıkları, iskelet özellikleri bakımından daha ziyade ilkel olanlardan bozunmuşlardır. Onların evrimi, kemik azalması yönünden, diğer balık türlerininkine benzemektedir; ve onların ataları, genel plaka derili türlerinin kemikli, çene taşıyan ilkel balıkları arasında aranmalıdır. İyi tanınan hiçbir plaka derilinin, Chondrichthyelerin gerçek atası olduğu ispat edilemez, fakat biz burada, bazı tuhaf petalichthyid’lerin görünüşlerinin, iskelet azalmasında morfolojik olarak ara seviyeler gösterdiklerine işaret ettik. Erken Devoniyen plaka derilileri hakkındaki bilgilerimiz arttıkça, belki bir gün bu boşluk doldurulabilecektir (s. 38).


Daha önce Romer, plaka derililerle ilgili olarak şöyle demiştir: “En azından köpekbalıklarının ve chimaeraların bu tür imkansız atalardan gelmiş olabilecekleri konusunda ciddiyetle düşünmeliyiz.” (s. 34). Romer, özel yaratılışın, kökenler konusunda bilimsel bir açıklama olarak, kabul edilemez olduğunda ısrar etmekte, fakat kendi bilgece kuramını desteklemek için “imkansız atalar”a başvurmaya gönüllü olmaktadır! Yaratılış modeline saygı duymak, tabi ki, “imkansız atalar”a başvurmaktan çok daha mantıklı görünmektedir.

Tipik kemikli balıklar konusunda Romer, onların, fosil kaydında “birdenbire” ortaya çıktıklarını yazmaktadır (s. 52). Daha sonra (s. 53), şöyle devam eder:


Kemikli balık gruplarının ortak atası bilinmemektedir. İki tipik kemikli balık altsınıfında, yukarıda da belirtildiği gibi, onları ilk bulduğumuzda zaten çok ayrık özellikler vardır....


Bir balık uzmanı ve evrimci olan Errol White, London Linnean Society’de, akciğerli balıklar konusunda başkan olarak yaptığı konuşmasında şöyle demiştir:


Bu konuda, yetkililerin fikirleri ne olursa olsun, bildiğim tüm diğer balık grupları gibi, akciğerli balıkların da kökenleri bir hiç üzerine kurulmuştur....40


Sonra sözlerine devam etti: “Bir mahkemede, organik evrimi ispatlamak zorunda kalmanın, ne kadar az hoşuma gideceğini sık sık düşünmüşümdür.” Ve konuşmasını şu sözlerle sona erdirdi:


Bazı yönlerden kendine fazla güvenen iddialara rağmen, bizler hâlâ evrim mekanizmasını biliyor değiliz, bu yüzden de bu konuda, klasik paleontoloji ve biyoloji yöntemleriyle ilerleyebilmemiz olası değil; durumu tepinerek, “Darwin Tanrı’dır ve ben de, onun peygamberiyim” diye bağırarak geliştiremeyiz. Dean ve Henshelwood (1964) tarafından yapılan araştırmalar, Yeni Darvinci görüşlerin tıpkı Eriha’nın sağlam duvarlarındaki çatlaklar gibi yıkılmaya yüz tuttuğunu öne sürmüştür.


Todd, kemikli balıkların kökenleri hakkındaki konuşmasında aşağıdaki sözleri söylemiştir:


Fosil kaydında ortaya çıkan kemikli balıkların her üç altbölümü de yaklaşık olarak aynı zamanlıdır. Morfolojik anlamda onlar zaten çok çeşitlidir ve ağır zırhları vardır. Bunlar nasıl oluşmuşlardır? Böylesine çeşitli olmalarını sağlayan şey nedir? Nasıl oldu da hepsinin ağır zırhları oldu? Ve niçin daha erken ara seviye formlarından hiçbir iz yok?41


Evet, niçin daha erken ara seviye formlarından hiçbir iz yok? Evrimciler, sonsuza kadar spekülasyon yapabilirler fakat gerçekler değişmez. Sözü edilen evrimsel geçiş formları hiçbir yerde bulunamadı.

Strahler bile, balıkların geçiş formlarını ve atalarını bulma çabalarındaki yenilgiyi kabul etmek zorunda kalmıştır. Strahler kabul etmiştir ki, “Omurgalıların kökeni karanlıktır; balıkların, geç Ordovisyen’de var oldukları önceki zamana dair hiçbir fosil kaydı yoktur.”42 Onun kitabı, fosil kaydı hakkında benim önceden yazdığım bir kitabın eski ve yeni baskılarının (1985) kapsamlı bir eleştirisini içerir.43 Onun, balıkların ataları ve geçiş formları hakkında söylediği şudur:


Duane Gish, Alfred S. Romer’in 1966 yılında yazmış olduğu Omurgalı Fosilbilim (Vertebrate Paleontology) adlı eserini okuduktan sonra şu tespitleri yapar: Fosilbilimciler, ilk balık sınıfı olan Agnatha’yı ortaya çıkartan geçiş kordalıların fosil kaydını, ya da çenesiz ilkel Agnatha’larla, çeneli Placodermi (plaka derili) sınıfı arası geçiş formları, ya da placodermlerden (bunlar, kötü yüzecek şekilde yapılanmışlardır) Chondrichthye sınıfına kadar olan geçiş formları, ya da kıkırdak iskeletli köpekbalığı benzeri balıklardan, kemikli balıklar olan Osteicthyes sınıfına kadar olan geçiş formları bulamamışlardır (1978a, s. 66-70; 1985, s. 65-69). Bu sınıfların evrimi, Şekil 43.1’de gösterilmiştir. Gish, yuvarlak solungaçlı, kemikli balıklardan, akciğerli balıklar ve loplu / saçak yüzgeçli (crossopterygian) balıklar ortaya çıkartan hiçbir geçiş formun kaydının olmadığını söylüyor. Bu geçiş amfibyumların oluşunu ve sonuç olarak da nefes alan omurgalılarla kazanılan karaya geçişi gerçekleştiren evrimsel bir adımdır.


Romer’den (1966) aktarılan bir dizi sözde, Gish, evrimcilerden, duymak istediği, bu sınıfların her birinin aniden ve hiçbir atasal iz olmaksızın ortaya çıkmasına ilişkin itirafları bulur. Balık grupları ile onların ataları arasındaki boşluklarda geçiş fosillerin yokluğu, omurgalı evrimi konusunda kabul gören eserlerde tekrarlanmıştır. Chris McGowan, “yaratılışçıların nasıl yanıldıklarını” göstermek için, 1984’te yazdığı yaratılış karşıtı yazıda Gish’in balık sınıflarının kökenleri konusundaki dört sayfalık yazısından bahsetmez. McGowan’ın, bir omurgalı fosilbilimci yazarı ve her fırsatta yaratılışçıları suçlamaya meraklı biri olduğunu bildiğim için, bu alanda önemli hiçbir şeyi kaçırmadığımı kabul etmeliyim. Bu, yaratılışçıların yaptıkları suçlamaya karşı fosilbilimcilerin hep birlikte verdikleri yanıt nolo contendere dir.44


Tabi ki, nolo contendere, hiçbir savunması olmadığı için suçunu kabul eden bir davalının ifadesidir.

Fosil kaydı, başlıca balık sınıflarının geçiş formları ve atalarını ortaya çıkaramadı. Bilinen kayıtlara dayanarak, böylesine kuramsal atalar ve geçiş formların ancak spekülasyon ürünleri olduklarını söyleyebiliriz. Durum böyleyken, verileri açıklamak için evrim modelinin önerdiği yorumların, yaratılış modelininkilerden daha bilimsel olduğu nasıl savunabilir? Gerçekte, evrim kuramının gerektirdiği kanıtlar bulunamamıştır. Diğer yandan, eğer yaratılış modeli doğruysa, bulunan kanıtlar ondan tam olarak beklenen şeylerdir.


Özet


Bilimsel anlamda yaratılış ve evrim arasındaki tartışma, esasen bu noktada sonuçlanmıştır. Daha fazla fosil kaydı tartışmasına gerek yoktur. Gerçekte, hiçbir tartışmaya gerek yoktur. Bu bölümde tartışılan fosil kaydı kanıtları, herhangi bir şüphenin de ötesinde, evrimin yeryüzünde gerçekleşmediğini ortaya çıkarmıştır. Kanıtlar kesinlikle açıktır. Tüm karmaşık omurgasızlar, birini diğerine bağlayan geçiş formlar ve atasal izler olmaksızın, tamamen gelişmiş biçimde ortaya çıkmışlardır. Bu canlıların evrimsel bir süreç yoluyla var olabilmeleri için, pek çok milyon yıl gerekecekti. Dünyanın her tarafında, kayalar arasında, yumuşak vücutlu canlılar dahil, omurgasızların tüm çeşitlerini içeren milyarlarca fosil gömülü bulunmaktadır. Bilim dergilerinde, yumuşak vücutlu, tek hücreli, mikroskobik organizma fosillerinin keşfedildiklerine ilişkin birçok bildiri yayınlanmıştır. Eğer evrim gerçekse, kayalar arasında milyarlarca karmaşık omurgasız atası fosili bulunmalıdır. Oysabir tane bile bulunamamıştır. Milyonlarca yıllık evrimin çok çeşitli karmaşık omurgasızlar ortaya çıkarıp geride tek bir iz bile bırakmaması fiziksel olarak mümkün değildir.

Bundan daha inandırıcı kanıt, tabi daha inandırıcı denebilirse, balıkla omurgasızlar arası geçiş formların yokluğu ve başlıca balık sınıflarının geçiş formları ve atalarının yokluğundan ibarettir. Yeryüzündeki kayalarda, pek çok türün çok çeşitli formlarını içeren milyarlarca balık fosili vardır. Eğer evrim gerçekse, kayalar, omurgasızların balığa dönüşümünü belgeleyen fosiller ve çeşitli balık türlerini birbirine bağlayan değişik geçiş formların zengin fosil kaydıyla dolu olmalıdır. Atasal ve geçiş formların çok sayıda fosilini bulma konusunda hiçbir şekilde, hiçbir zorluk olmamalıdır. Milyonlarca yıllık evrimin çok çeşitli balık türlerini ortaya çıkarıp geride tek bir iz bile bırakmaması fiziksel olarak mümkün değildir.

Bir düşünün. Balıklar, amfibyumlar, sürüngenler, kuşlar ve memelilerin hepsi omurgalıdırlar. Eğer evrim kuramı gerçek olsaydı, omurgalıların doğuşu, tarihte en büyük olay olur, ciltlerce kitap bu önemli olayı anlatırdı. Bu ciltler, bir omurgasızın, bir balığa dönüşümünü adım adım belgeleyen çeşitli ara seviye resimleriyle ve bir balık türünü diğerine bağlayan geçiş formlarla dolu olurdu. Orada evrim gerçeğinin şüphesiz kanıtları olacaktı fakat bunun yerine, elimizde olan büyük bir boşluk, kocaman bir hiçliktir. Evrimcilerin yapabilecekleri tek şey, bu boşlukları, amaçsız spekülasyonlar ve tümüyle yapay kanıtlarla doldurmaya çalışmaktır. Burada, fosil kaydındaki kanıtlarla ilgili düşüncenin en başında, evrim kuramı, daha sudan çıkmadan işe yaramaz haldedir.


EVRİM MİFOSİLLER HAYIR DİYOR!