RAB İsrailoğulları ile özel bir antlaşma ilişkisi kurmak suretiyle onları kendi halkı yaptı ve dünyadaki diğer bütün uluslardan ayırdı. Tanrı’nın İsrail’i seçmesi onların sahip oldukları herhangi bir özel nitelik, doğruluk ya da sayıca büyüklük ile ilişkili değildir. RAB’bin onlara Kenan topraklarını vaat etmesinin nedeni, orada yaşayan ulusların kötülüklerinin cezası olarak o topraklar üzerindeki haklarını yitirmiş olmalarıydı. Böylece İsrailloğulları Kenan’da yaşayan tüm ulusları tamamen yok etme buyruğunu almalarıma rağmen Tanrı’nın amacı onların diğer uluslara bir ışık olmaları ve Tanrı’nın herkesten beklediği doğruluğu yansıtmalarıydı. İsrail’in, Tanrı’nın kutsal halkı olması onlara büyük faydalar sağlamakla birlikte, bu çağrıları aynı zamanda omuzlarına önemli sorumluluklar da yüklemişti. Bunları yerine getirmekte başarısız olmak, Tanrı’nın onlardan hoşnutsuz olmasıyla sonuçlanacaktı.
Bir önceki bölümde zaten belirttiğimiz gibi Yasa’nın Tekrarı kitabı RAB ile İsrail arasında yenilenen antlaşma etrafında gelişir. İsrail bunun sonucunda RAB ile diğer ulusların tecrübe ettiğinden çok farklı bir ilişkiye sahip olur. Yasa’nın Tekrarı kitabındaki çeşitli metinler bu özel ilişkinin doğası ve amacı üzerine odaklanır ve birçok teolojik konuya dolaylı bir şekilde değinir. RAB İsrail’i neden seçti ve Mısır’dan çıkardı? RAB Kenan’daki tüm halkları o topraklardan silip topraklarını İsrailoğulları’na vererek ayrımcılık mı yaptı? İsrail Tanrı ile özel ilişkisi sonucunda yeryüzündeki diğer tüm uluslar üzerinde haksız bir avantaj mı kazandı? Yasa’nın Tekrarı kitabı, bu soruların yanıtlarını içerir.
Yasa’nın Tekrarı boyunca İsrail’in bir ulus olarak Tanrı ile özel bir ilişki içinde olduğu açık bir şekilde ifade edilir. Musa bunu şöyle özetledi: “Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. Tanrınız RAB, öz halkı olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti”(7:6; krş. 14:2)1.
Burada, Yasa’nın Tekrarı içerisinde başka yerlerde de görülen ve Tanrı’nın İsrail’i kendi özel ulusu olmak üzere ayırdığına işaret eden birkaç belirgin fikirle karşılaşırız. İlk olarak birkaç farklı yerde Tanrı’nın İsrail’i “dünyadaki tüm ulusların arasından” seçtiği ifade edilir (14:2; krş. 4:37; 7:6-7; 10:15). Burada vurgulanan gerçek İsrail’in RAB’bi seçtiği değil, İsrail’i seçenin RAB olduğudur. İkincisi, İsrailoğulları “O’nun halkı” olacaklardı (4:20; 7:6; 26:18; 27:9; 28:9-10; 29:13; krş. 9:26, 29; 21:8; 26:15). Sadece İsrail Tanrı’nın halkıdır, başka hiçbir ulus Tanrı’nın halkı olduğunu iddia edemez. Bu ilişkinin eşsizliği, İsrail’in Tanrı’nın “öz halkı” (ya da “değerli bir hazine”) olduğu ifadesiyle vurgulanır (7:6; 14:2; 26:18). İbranice’de “değerli bir hazine” anlamına gelen sĕgullâ terimi, Eski Antlaşma’nın başka yerlerinde bir kralın hazinesindeki değerli mücevherleri ve varlıkları anlatmak için kullanılır (1. Ta. 29:3; Vai. 2:8); İsrail RAB için değerlidir. Bu ilişkinin içerdiği yakın bağ, başka yerlerde ise anne-babaların çocuklarıyla ilişkilerine benzetilir (32:18-20). Üçüncü olarak, İsrail ile RAB arasındaki özel ilişki, İsrail’in “kutsal bir halk” olarak belirlenmesiyle ifade edilir (Çık 19:6; krş. Yas Tek 7:6; 14:2, 21; 26:19; 28:9). Dünyadaki tüm uluslar içinde sadece İsrail Tanrı’nın kutsal doğasını yansıtmak için özel bir zorunluluk altındaydı. Tanrı eşsiz bir biçimde onların arasında yaşamaya karar verdiği için bu gerekliydi.
RAB’bin İsrail’i seçmesiyle ilgili diğer kanıtlar, onlar için geçmişte Tanrı’nın onlara yaptıkları hakkındaki birçok referansta bulunur. Bunların bazıları özellikle Tanrı’nın Kenan’ın ele geçirilmesiyle ilgili atalara verdiği özel vaatlere odaklanır (Yas Tek 4:31; 6:18, 23; 7:8; 8:1; 9:5; 13:17; 19:8; 26:15; 31:20; 34:4). Diğerleri Tanrı tarafından Mısır’dan kurtarılmalarıyla (5:6; 6:12; 7:8; 8:14; 9:26; 13:5; 15:15; 21:8; 24:18) ve düşmanlarının yenilgiye uğraması (2:24-3:11) ile ilgilidir. Yasa’nın Tekrarı, RAB’bin benzersiz bir şekilde halkı için nasıl kararlı davranıp harekete geçtiğinin sık sık altını çizer. 32:8-15’teki şiirsel betimleme, bu konuda canlı bir örnek oluşturur:
Yüceler Yücesi uluslara paylarına düşeni verip
insanları böldüğünde,
ulusların sınırlarını İsrailoğulları'nın
sayısına göre belirledi.
Çünkü RAB'bin payı kendi halkıdır ve
Yakup soyu O'nun payına düşen mirastır.
Onu kurak bir ülkede, ıssız,
uluyan bir çölde buldu,
Onu kuşattı, kayırdı,
Gözbebeği gibi korudu.
Yuvasında yavrularını uçmaya kışkırtan,
onların üzerinde kanat çırpan bir kartal gibi,
Kanatlarını gerip onları aldı ve
kanatları üzerinde taşıdı.
Ona yalnız RAB yol gösterdi,
yanında yabancı ilah yoktu.
Onu yeryüzünün yüksekliklerinde gezdirdi,
tarlada yetişen ürünlerle doyurdu.
Onu kayadan akan balla,
çakmaktaşından çıkardığı yağla besledi.
İneklerin yağıyla, koyunların sütüyle, besili kuzularla,
başan cinsi en iyi koçlarla, tekelerle, en iyi buğdayla onu besledi.
Halk üzümün kırmızı kanını içti.
Yeşurun semirdi ve sahibini tepti;
doyunca yağ bağlayıp ağırlaştı
Bununla birlikte Yasa’nın Tekrarı İsrail’in RAB ile ilişkisini sadece geçmişe odaklanarak değil, aynı zamanda geleceğe bakarak vurgular. Musa’nın ikinci konuşmasının son sözleri, RAB’bin İsrail için hazırladığı geleceğin önemli bir yönünü çok özel bir biçimde vurgular:
Tanrınız RAB sizi övgüde, ünde, onurda yarattığı bütün uluslardan üstün kılacağını, verdiği söz uyarınca kendisi için kutsal bir halk olacağınızı açıkladı (26:19).
İsrail’in seçilmesinin gelecekteki faydaları, başka yerlerde de Kenan’ın işgal edileceğini önceden varsayan yasal metinlerde dolaylı bir şekilde anlatılır. İsrailliler daha Şeria Nehri’ni geçmemiş ve vaat edilen toprakları ele geçirmemişken, Musa’nın ana hatlarını çizdiği birçok düzenleme halkın Kenan’a yerleşeceğini öngörür. Bu şekilde, söz konusu düzenlemelerin sadece birkaçına değinmek gerekirse, hayvanların etinin Buluşma Çadırı’ndan uzakta yenmesi (12:15-25),2 hac bayramları (16:1-7) ve ondalık vermek (14.22-27) hakkındaki kuralları sayabiliriz. Bunların tümü İsrail’in büyük bir bölgeyi işgal edeceğini, ve halkın Buluşma Çadırı’ndan oldukça uzakta yaşayacağını varsayar. Aynı şekilde bazı “sığınma kentleri” ayrılması yönündeki talimatlar da İsrailliler’in tüm Kenan topraklarında dağılmış bir halde yaşayacaklarını ima eder.
Yasa’nın Tekrarı kitabı, İsrail’in diğer tüm uluslar arasından ayırt edilmiş olduğuna bir kanıt oluşturmanın yanı sıra İsrail’in Tanrı tarafından seçilmesinin nedenlerine de ışık tutar. RAB’bin başka bir ulusu değil de İsrail’i seçmesine neden olan şey neydi? Bu soru Yasa’nın Tekrarı kitabında ilginç bir şekilde belirli olasılıkları bir bir safdışı ederek yanıtlanır. İlk olarak İsrail’in seçimi doğruluğunun bir sonucu değildir. 9:4-6 bunu açık bir şekilde gözler önüne serer:
Tanrınız RAB bu ulusları önünüzden kovunca, 'RAB doğruluğumuzdan ötürü bu ülkeyi mülk edinelim diye bizi buraya getirdi diye düşünmeyin. Çünkü RAB, bu ulusları yaptıkları kötülükler yüzünden önünüzden kovuyor. Onların topraklarını mülk edinmeye gitmenizin nedeni doğruluğunuz, erdeminiz değildir. Tanrınız RAB bu ulusları kötülükleri yüzünden ve atalarınız İbrahim'e, İshak'a, Yakup'a ant içerek verdiği sözü yerine getirmek için önünüzden kovacak. Şunu anlayın ki, Tanrınız RAB'bin bu verimli toprakları mülk edinesiniz diye size vermesinin nedeni doğruluğunuz değildir. Çünkü siz dikbaşlı bir halksınız.
Bu metin, İsrail’in doğruluktan uzak oluşunu vurgulayan tek metin değildir, ulusun inatçılığından sık sık söz edilir. Musa insanlara Tanrı söz dinlerliğini çölde yaşadıkları deneyim (8:2-5) ile denediğinde isyan ettiklerini ve cezalandırıldıklarını hatırlatır (1:26-46; 9:7-24), ve eğer Musa aracılık etmeseydi, RAB onları tamamen reddedecekti (9:18-20; 25-29; 10:10). İsrail halkı arada sırada dikbaşlı bir halk olarak betimlenmekle kalmaz (9:4-6; 9:13; 10:16; 31:27), aynı zamanda Musa “onları tanıdığı günden bu yana RAB’be sürekli karşı geldiklerini” söyler (9:24; krş. 31:27). İsrail’in bu ve başka şekillerde RAB tarafından kendisinden beklenen yüksek doğruluk standardına ulaşmakta sürekli başarız kaldığı anlatılır. Yasa’nın Tekrarı, gelecek söz konusu olduğunda bile İsrail’in kendisinden beklenen sorumlulukları yerine getiremekte yetersiz kalacağının altını çizer (örn. 31:16-18; 32:15-35).3 Tanrı’nın İsrail’i seçmesinin onların ahlaki açıdan diğer uluslardan üstün olmalarının sonucu olmadığı oldukça açıktır.
İsrail’in neden seçildiği konusunda kısaca değinilen olasılıklardan biri ise halkın sayıca büyüklüğüdür. Musa der ki “RAB'bin sizi sevmesinin ve seçmesinin nedeni öbür halklardan daha kalabalık olduğunuzdan değil. Siz sayıca öbür halklardan azdınız” (7:7). Tanrı İsrail’i diğer uluslardan sayıca ya da güç açısından daha büyük olduğu için seçmedi; bunun aksine Tanrı İsrail ile antlaşmasının ilk adımını attığında bunu sadece tek bir bireyle, İbrahim ile yaptı.
Yasa’nın Tekrarı, İsrail’in doğruluğunun ya da sayıca büyüklüğünün Tanrı tarafından seçilmesinde bir etkisi olmadığını söylemesinin ardından başka bir açıklama yapar mı? Sözü edilen diğer tek etken, Tanrı’nın İsrail’in atalarına ettiği yemindir (7:8; 9:5; krş. 4:31; 6:18, 23; 8:1; 13:17; 19:8; 26:15; 31:20; 34:4). Ancak burada bile asıl vurgu Tanrı’nın sevgisi ve ettiği yemine sadakati üzerindedir (7:8-9). Seçilme sürecinde ataların oynadığı rol, RAB’bin rolü yanında ikinci planda kalır. Yasa’nın Tekrarı, RAB’bin İsrail’i seçme nedeninin halkın sahip olduğu herhangi bir özel niteliğe bağlı olmadığını tutarlı bir şekilde vurgular; asıl neden Tanrı’nın halka duyduğu hak edilmemiş sevgidir.
Yasa’nın Tekrarı’nın İsrail’in Tanrı tarafından seçilmesini vurguladığını gördük. Peki bunu yapmaktaki amacı nedir? RAB, İsrailoğullarını kendi halkı olarak seçmekle ne yapmayı umut ediyordu? Bu sorunun yanıtı 4:6-8’de verilir:
Onlara [Tanrı’nın buyruklarına ve yasalarına] sımsıkı bağlanın. Çünkü ne denli bilge ve anlayışlı olduğunuzu uluslara bunlar gösterecek. Bu kuralları duyunca, uluslar, 'Bu büyük ulus gerçekten bilge ve anlayışlı bir halk! diyecek. Tanrımız RAB her çağırdığımızda bize yakın olur. Tanrısı kendisine böylesine yakın olan başka bir büyük ulus var mı? Bugün size verdiğim bu yasa gibi adil kuralları, ilkeleri olan başka bir büyük ulus var mı?
Bu metin, İsrail’in seçilmesindeki amacın, diğer ulusların İsrail’i örnek almaları olduğunu anlatır. Bunun iki yönü vurgulanır. İlk olarak RAB’bin varlığının yakınlığının altı çizilir. İsrail Tanrı ile yakın bir ilişki içerisinde yaşayacak, bu da Tanrı’nın onların dualarını işitmeye istekli olmasından belli olacaktır. İkincisi, diğer halklar, içinde bulundurduğu buyrukların ve yasaların doğruluğundan ötürü, İsrail ulusun tüm yaşamını düzenleyen tôrâ’yı (“yasalar bütünü,” NIV) yücelteceklerdir.
Bu da doğal olarak İsrailliler’in tôrâ’nın tüm buyruklarını tutarlı bir şekilde yerine getirmelerini gerektirir. İsrail’in seçilmesi, kutsal bir ulus olma yükümlülüğü ile ilişkilidir (krş. 7:7-11). İsrail’i seçen RAB olduğu ve onu bolca kutsamayı söz verdiği için İsrail’in tanrısal çağrısına yakışır bir biçimde yaşama yükümlülüğü vardır. Seçilme, RAB’be itaat ve diğer uluslar arasındaki bir bağı Musa şöyle ifade eder:
"Tanrınız RAB'bin buyruklarına uyar, O'nun yollarında yürürseniz, RAB size içtiği ant uyarınca sizi kendisi için kutsal bir halk olarak koruyacaktır. Yeryüzündeki bütün uluslar RAB'be ait olduğunuzu görecek, sizden korkacaklar (28:9-10).
Uluslara ışık olmak konusunda İsrail’e yüklenen sorumluluğun önemini göz önünde bulunduracak olursak, Yasa’nın Tekrarı’nın İsrail’i diğer uluslardan daha doğru yapma amacı güden kuralları ve yasaları bir araya getirmesi pek şaşırtıcı olmayacaktır. Yasa Kitabı’nda ( tôrâ ) bulunan tüm malzemelerin detaylı bir dökümünü yapmak burada mümkün olmasa da, birkaç genel gözlemde bulunulabilir. Yasa’nın Tekrarı’nda bulunan düzenlemelerin, bir topluluk duygusu geliştirilmesini amaçladıklarını en başta söylemeliyiz (17:15). Bunun bir örneğini krallıkla ilgili (17:14-20) düzenlemelerde görürüz. Kral’ın “kendi kardeşlerinizden biri olması” zorunludur (17:15), daha sonra buna ek olarak “kendini kardeşlerinden üstün saymaması” gerektiği söylenir (17:20). Yasa (tôrâ), kralın özel konumunu kendi çıkarlarını başkalarının çıkarlarının üstünde görmek için kullanmamasını gerektirir. Topluluk kavramının özünde, toplumun daha zayıf üyelerini koruma güdüsü yatar. Yasa Kitabı (tôrâ) boyunca babasızlar, dullar, köleler, yoksullar ve yabancılardan özellikle söz edilir.4 Bu insanlar savunmasız oldukları için onlara kötü davranılmamalı ve onlardan faydalanılmamalıdır; hepsine saygı gösterilmelidir. Yasa (tôrâ) bunun da ötesinde cömert bir ruh oluşmasını teşvik etmeye çabalar (örn. 10:18-19; 15:12-14). İsrailliler başkalarıyla ilişkilerinde RAB’bin kendilerine gösterdiği cömertliği yansıtmalıdırlar.5
Yasa’nın Tekrarı kitabı boyunca İsrail’in doğru bir ulus olmasının önemi de vurgulanır. Bunun vurgulanmasını örneğin Yasa Kitabı’nda (tôrâ) sık sık tekrar edilen bir uyarıda görebiliriz: “Aranızdaki kötülüğü ortadan kaldırmalısınız” (13:5; 17:7; 19:19; 21:21; 22:21; 22:24; 24:7; krş. 17:12; 19:13; 21:9; 22:22). Bu durum, RAB’bin İsrail’i “dürüst” Yeşurun olarak adlandırılmasında da görülür (32:15; 33:5, 26).6 Ancak Yasa’nın Tekrarı İsrail’in doğruluğunun önemini vurgulamakla birlikte İsrail’in bu konuda başarısız olması halinde hâlâ Tanrı’nın doğruluğuna tanıklık edeceğini söyler (krş. 29:24-28).
İsrail, Tanrı’nın “öz halkı” olmasına rağmen bu İsrail halkına her zaman Tanrı’nın iyiliğini yaşayacakları konusunda sürekli bir garanti vermez. Bir önceki bölümde de değindiğimiz gibi RAB ile İsrail arasında bulunan antlaşma ancak insanlar kendilerine verilen sorumlulukları yerine getirdikleri sürece bereket vaat eder. Bu yükümlülükleri yerine getirmekte başarısız olmak, onlara Yasa Kitabı’nın (tôrâ) sonunda sıralanan lanetleri getirecektir. İsrailoğulları her ne kadar RAB ile ilişkilerinde eşsiz ve ayrıcalıklı bir konumda olsalar da, kendilerinden özellikle doğru olmaları beklenir.
Bu noktaya kadar RAB’bin İsrail’i kendi halkı yapmak üzere yeryüzündeki diğer tüm uluslar arasından seçmiş olduğuna odaklandık. Ancak bu Yasa’nın Tekrarı kitabı RAB’bin diğer uluslara nasıl yaklaştığı konusunda neler anlatır? Bu soruyu yanıtlamaya girişirken, Yasa’nın Tekrarı kitabında Kenan’da yaşayan uluslar ile diğer uluslar arasında önemli bir ayrım yapıldığını göz önünde bulundurmalıyız. Bunun ne anlama geldiğini tam olarak anlamak için öncelikle Yasa’nın Tekrarı kitabının Kenan’da yaşayan uluslar hakkında ne söylediğine bakmalıyız.
Yasa’nın Tekrarı kitabında İsrail’in tüm hareketinin Kenan’ı işgal etmeye yönelik olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, Kenan’da yaşayan ve yerlerinden edilecek uluslara ne olacağı üzerinde geniş bir şekilde durulması şaşırtıcı olmayacaktır. Peki topraklarda yaşayan yedi ulus - Hititler, Girgaşlılar, Amorlular, Kenanlılar'ı, Perizliler, Hivliler, Yevuslular – varken İsrail toprakları nasıl ele geçirecekti? Yasa’nın Tekrarı’nın bu soruya verdiği yanıt oldukça nettir. İsrailoğulları, Kenan topraklarında yaşayan herkesi tamamen kovacaklardı.
Bu uluslara yönelik böylesine bir siyasetin anlaşılabilmesi için üç şeyin hesaba katılması gerekir. Birincisi, bu ulusların kovulmaları tanrısal bir cezalandırmadır.7 Musa’nın 9:4-6’da vurguladığı gibi bu ülke İsrailliler’in doğrulukları karşılığında bir ödül değildir ama “Tanrınız RAB bu ulusları kötülükleri yüzünden ve atalarınız İbrahim'e, İshak'a, Yakup'a ant içerek verdiği sözü yerine getirmek için önünüzden kovacaktır” (9:5, krş. 4. ayet).8 Kenan’da yaşayan uluslar başka tanrılara tapınarak, yalnız RAB’bin layık olduğu tapınmayı ve onurlandırmayı reddetmiştir. İkincisi, vaat edilen topraklarda yaşayan tüm ulusların çıkarılmaları, İsrailliler’in onların tanrılarına tapınmalarını engellemek açısından gereklidir (20:16-18). Musa bu nedenle söz konusu tanrılara tapınmakla ilişkili olan her şeyin tamamen yok edilmesini buyurur (7:5, 25-26) ve halka onların dinsel uygulamalarını takip etmeyi yasaklar (16:21-22; 18:14). İsrailliler böylece Tanrı’ya karşı günah işlemelerine neden olabilecek her şeyi ortadan kaldıracaklardır. Bu tutum sadece Kenan’da yaşayan diğer uluslara karşı olmayıp, aynısı İsrailliler için de uygulanacaktır (Yas. 13:1-18; 18:9-22; krş. Çık. 22:20). Üçüncü olarak, bir ulusun kovulması ile tamamen yok edilmesi arasında önemli bir fark vardır. İsraillilerin diğer ulusları Kenan topraklarından çıkarması sürecini ifade eden çeşitli tabirler kullanılmıştır. Bu tabirlerden en önemlisi ḥāram (khāram), kelimesidir. Bu kelime “bir şeyi kutsal kullanıma adamak” anlamına gelir ve kökü “adanmış şey” anlamındaki ḥērem (khērem)’dir. Bu özel tabirler kullanılarak, savaşta ele geçirilen her şeyin Tanrı’ya ayrıldığı ifade edilir. Buna ölen herkesin, adamların, kadınların ve çocukların hayatları da dahildir (ör: Yas. 2:34; 3:6). Ḥērem ifadesi Yeşu’da sıkça geçer ve (2:10; 6:17, 18, 21; 7:1, 11-13, 15; 8:26; 10:1, 28, 35, 37, 39, 40; 11:11, 12, 20, 21; 22:20) Weinfeld’in gözlemlerine göre önceki bölümlerde İsrailliler Kenanlı halkları, onları yok etmeden “tahliye” etmiş ya da topraklardan “çıkarmış”tır.9 Bunun ışığında ḥērem ifadesinin uluslar için ilk kez İsrailliler Kenan kralı Arad tarafından saldırıya uğradıklarında kullanılır (Say. 21:1-3). Sonra Yasa’nın Tekrarı 2:34 ve 3:6 aynı ifadeyi İsraillilere kasten saldıran Heşbon Kralı Sihon ve Başan Kralı Og için de kullanır. Yeşu kitabının genelinde ‘ḥērem’in sadece İsraillilere karşı aktif bir düşmanlığı olanlar için kullanıldığı görülür. Söz konusu düşmanlık doğrudan RAB’be yöneltilmiş olduğu için, buna karışan herkes yaşama hakkını kaybetmiş oldu.
Tamamen yok edilenler sadece İsraillilere karşı zulüm uygulayanlar olmuştur. Bununla birlikte Yeşu’da Yahudi olmayan ve ḥērem hükmüne tabii olmayanlara da dikkat çekilir. İsrailli casusların Eriha’dan kaçmasına yardım eden Rahab ve ailesi, bu şehir içindekilerle birlikte yok edildiğinde kurtarılmışlardır (2:1-24; 6:25). Benzer şekilde, Givon halkı İsraillilerle antlaşma yapmak için onları kandırsa da ölüme mahkum edilmemişlerdir (9:1-27). Yeşu, Yahudi olmayan bu grupların kaderi ile RAB’be karşı itaat etmeyen Yahudi Akan ailesinin yok edilmesi arasındaki farkı ortaya koyar (7:1-26).
Kenan topraklarının İsrailliler tarafından bu halkların yok edilmesi, beraberinde etik olarak önemli sorular doğursa da, İsraillilerin kendilerinin de Asurlular ve Babilliler tarafından benzer bir kadere mahkum olduklarını unutmamalıyız. Bu olayların hiçbir aşamasında Tanrı çifte standart uygulamakla suçlanamaz. Tüm bu yaşananlar Tanrı’nın talimatlarına uymak, göksel kutsama ve vaat edilen toprakların sağlanışı arasındaki ilişkiyi göstermektedir.
Kenan’da yaşamakta olan ulusların çok güçlü olmalarına karşın – ‘sizden daha büyük ve daha güçlü yedi ulus’ (Yas Tek 7:1) – RAB İsrailliler’e zafer kazanacakları güvencesini verir (7:16-24; 9:1-3; 11:22-25; 31:3-8). Zafer kesin olmasına karşın aşama aşama gelecektir (7:22). Bunun da ötesinde zafer kazanmaları, Tanrı’nın buyruklarına ve yasalarına uymalarına bağlı olacaktır (11:22-23).
Yasa’nın Tekrarı kitabı Kenan’da yaşayanlara karşı olumsuz bir tutum sergilemekle birlikte, diğer uluslar söz konusu olduğunda aynı tutum görülmez. Bunu birkaç şekilde görürüz. İlk olarak Musa, vaat edilen topraklara yolculukları sırasında RAB’bin İsrailoğulları’na belirli uluslara saldırıp onların topraklarını ele geçirme izni vermediğine dikkat çeker (2:1-23). Edomlular, Moavlılar ve Ammonlular bu uluslar arasındadır. Musa, bu ulusların her birinin sahip oldukları toprakları onlara RAB’bin verdiğini söyler (2:5, 9, 19). Topraklarını onlara veren Tanrı olduğu için İsrailliler’in bu toprakları onların ellerinden almaya hakları yoktur. Musa ilginç bir şekilde Edomlular, Moavlılar ve Ammonlular hakkında paralel gözlemlerde bulunur; her birine RAB tarafından toprak verilmiştir,10 ve her biri topraklarını ele geçirmek için çok güçlü düşmanları yenmişlerdir (2:10-12; 20-23). Musa’nın bu uluslarla ilgili sözlerinin altında yatan düşünce şudur: Eğer RAB bu uluslar için bunları yaptıysa, İsrailliler RAB’bin aynısını kendileri için de yapacağına güvenmelidirler.
İkinci olarak, Yasa Kitabı (tôrâ) diğer uluslarla savaş konusunu gündeme getirdiğinde İsrailliler’in Kenan’daki uluslara nasıl davranacakları ile daha uzaktaki diğer uluslara nasıl davranacakları arasında belirgin bir ayrım yapılır. Yakında yaşayan ve İsrail’e saldırmış olan uluslardan hiç bir kişiyi sağ bırakmamaları gerekirken (20:16-17) – genç yaşlı tüm erkek ve kadınlar öldürülmelidir – diğer uluslara karşı farklı bir tutum takınılır. Herhangi bir anlaşmazlık çıkması halinde önce bir barış önerisi yapılmalıdır (20:10). Eğer bu öneri kabul edilirse, sonuçta kimse ölmeyecektir. Ancak eğer bu reddedilirse İsrailliler tüm erkekleri kılıçtan geçirmeli, ancak kadınları, çocukları, hayvanları ve kentteki başka her şeyi sağ bırakmalıdır (20:13-14).11
Üçüncü olarak Yasa’nın Tekrarı’ndaki bazı kısa açıklamalar İsrailliler’den Kenan dışındaki diğer ulusların refahını gözetmelerinin beklendiği izlenimini uyandırır. Bu nedenle “Edomlular’dan ya da Mısırlılar’dan iğrenmemeleri” istenir (23:7). Mısır’da olan biten her şeye rağmen İsrailliler Mısırlılar’ın üçüncü kuşak çocuklarının RAB’bin topluluğuna girmesine izin vermelidirler (23:8).Yasa Kitabı’nda (tôrâ) yabancılardan söz eden birkaç yerde İsrailoğulları’nın yabancılara karşı da olumlu bir tutum takınmaları istenir. Yukarıda da belirtildiği gibi dullar ve yetimler gibi yabancılara da özel bir ilgi gösterilmelidir.
Yabancı uluslara karşı bu farklı tutumlar, İsrail’in seçilmesi hakkında daha önce söylediklerimizle uyum içerisindedir. Kenan’daki uluslar kötülükleri sonucunda Kenan toprakları üzerindeki haklarını yitirdikleri için topraklar İsrailliler’e verilecekti. İsrail kendisini bu topraklar üzerinde kutsal bir ulus olarak kuracaktı. Buna ek olarak İsrail uluslara bir ışık olacağı için, ulusun yaşamında sadece RAB’be hizmet etme arzusuyla uyum içinde bir yaşam tarzının ve değerlerinin yansıtılması önemliydi. Bu da topraklarının İsrail’in seçilmesinin temelini oluşturan amaca karşı duran her şeyden tamamen arındırılmasını gerektiriyordu. Bu nedenle İsrailliler Kenan’da yaşamakta olan ulusları tamamen ortadan kaldırmalıydılar. Ancak Kenan dışındaki diğer uluslar söz konusu olduğunda farklı bir tutum geçerliydi. İsrail onlara karşı her zaman saldırmazlık politikası gütmeliydi. Ancak onlar İsrail’in ulusal güvenliğini tehlikeye atarlarsa kendileri de saldırı tehdidi altında olacaklardı.
RAB İsrailoğulları’nı kendi halkı olmak üzere seçmesine rağmen, İsrailliler hiçbir zaman kendi isteklerine aykırı O’nu kendi Tanrıları olarak kabul etmeye zorlanmadılar. Sina’da ve Moav ovalarında RAB ile bir antlaşma ilişkisine kendi özgür iradeleri ile girmeye davet edildiler. Ancak bu tür bir antlaşmaya bir kez girince bu antlaşmanın koşulları onların RAB’be sadık kalmalarını gerektiriyordu. Musa konuşmalarında İsrail’in Tanrı tarafından seçilmesinin faydalarını vurgulamakla birlikte Yasa’nın Tekrarı kitabı aynı zamanda bu çağrıyı yerine getirmekte başarısız olmanın ciddi sonuçlarından da söz eder. İsrailliler RAB’bin halkı olmanın faydalarını yaşayacaklarsa, aynı zamanda antlaşmanın kendilerine yüklediği sorumluluklara da bağlı kalmalıydılar.
Musa halkı antlaşma koşullarına bağlı kalmaları konusunda güçlü bir şekilde teşvik etmesine karşın Yasa’nın Tekrarı genel olarak İsrail’in bu koşulları tutmakta başarısız olacakları fikrini yansıtır. Başarısızlık olasılığından 4:25-31 kadar erken bir ayette söz edilir, ancak bu olasılık kitabın sonlarında iyice baskın bir hal alır. İlk olarak, İsrail’in antlaşma koşullarını çiğneyeceği olasılığı Yasa’nın Tekrarı 27 ve 28’de yer verilen lanetlerde görülür. İtaatin sonucunda gelecek bereketleri anlatan sadece on iki ayet bulunurken (28:3-14), lanetlere yer veren altmış beş ayet vardır (27:15-26; 28:16-68). Lanetlere bu kadar yer vererek, lanetlerin gerçekleşme olasılığının bereketlerin gerçekleşme olasılığından daha güçlü olduğu fikri iletilir.
İkinci olarak ilk lanet listesi İsrailoğulları’nın antlaşma koşullarını yerine getirmekte başarısız olacaklarını belirgin bir biçimde söylememekle birlikte, izleyen ayetlerdeki üç farklı konuşmada bu kesin olarak vurgulanır.
Musa, İsrailliler’e RAB’le antlaşmalarını tutmalarını son defa teşvik ettiği bölümde, açık bir biçimde toprakların tamamen harap olacağını (29:23) ve halkın sürgüne gönderileceğini (30:1-4) öngörür.
Yasa’nın Tekrarı’nda kaydedilen Tanrı’nın ender konuşmalarından birinde RAB Musa’ya şöyle der:
“Bu halk da gideceği ülkenin ilahlarına bağlanıp bana hainlik edecek. Beni bırakacak, kendileriyle yaptığım antlaşmayı bozacaklar. O gün onlara öfkeleneceğim, onları terk edeceğim. Yüzümü onlardan çevireceğim. Başkalarına yem olacaklar, başlarına sayısız kötülükler, sıkıntılar gelecek. O gün, 'Tanrımız bizimle olmadığı için bu kötülükler başımıza geldi diyecekler” (31:16-17).
RAB İsrail’in gelecek kuşaklarının da bu öngörüyü hatırlamaları için Musa’dan halka özel bir şarkı öğretmesini ister (32:1-43).
Musa Levililer’e Yasa Kitabı’nı (tôrâ) Antlaşma Sandığı’nın yanına koymalarını buyurduğu zaman RAB şunları söyler:
“Çünkü sizin başkaldıran, dikbaşlı kişiler olduğunuzu biliyorum. Bugün ben sağken, aranızdayken bile RAB'be karşı geliyorsunuz; ölümümden sonra daha ne kadar çok başkaldıracaksınız. Oymaklarınızın bütün ileri gelenlerini, görevlilerinizi bana getirin. Bu sözleri onlara duyuracağım. Yeri göğü onlara karşı tanık tutacağım. Ölümümden sonra büsbütün yozlaşacağınızı, size buyurduğum yoldan sapacağınızı biliyorum. Son günlerde kötülüklerle karşılaşacaksınız. Çünkü RAB'bin gözünde kötü olanı yapacak ve yaptıklarınızla O'nu öfkelendireceksiniz” (31:27-29).
Yasa Kitabı da (tôrâ) 32:1-43’deki ezgi gibi İsrailliler’e karşı tanıklık edecektir (31:26; krş. 19. ayet).
Yasa’nın Tekrarı’nın sonlarındaki bu gelişmeler ışığında İsrailliler’in itaatsizlikleri sonucunda Tanrı tarafından seçilmelerinin hem iyi hem de kötü sonuçları olacağını söyleyebiliriz. İlk başlarda vaat edilen topraklarda Tanrı’nın iyiliği tecrübe edecek olmalarına rağmen, bu iyilik zaman içerisinde tanrısal lanete dönüşecek, en sonunda topraklardan atılmalarıyla sonuçlanacaktır. Yasa’nın Tekrarı’nda böyle bir gelişmeye önceden verilmesi oldukça önemlidir. Ancak İsrailliler RAB tarafından cezalandırılma süreci içerisindeyken dahi uluslara RAB’bin doğruluğu konusunda tanıklık etmeye devam edeceklerdir. Gelecekte yabancılar İsrail’in başına neden korkunç felaketler geldiğini sorduklarında (29:22-24) verilecek yanıt şu olacaktır:
Atalarının Tanrısı RAB kendilerini Mısır'dan çıkardığında onlarla yaptığı antlaşmayı bıraktılar. Tanımadıkları, RAB'bin kendilerine pay olarak vermediği başka ilahlara yöneldiler; onlara tapıp önlerinde eğildiler. İşte bu yüzden RAB'bin öfkesi bu ülkeye karşı alevlendi; bu kitapta yazılı bütün lanetleri oraya yağdırdı. RAB büyük kızgınlıkla, şiddetli öfkeyle onları ülkelerinden söküp attı; bugün olduğu gibi başka ülkeye sürdü (29:25-28).
Böylece, İsrailliler Tanrı tarafından cezalandırıldıklarında bile uluslara bir ışık olacaklardır.
İsrail’in seçilmesi onlara başka uluslara yadsınan avantajlar sağlamasına karşın aslında isyankar doğalarından ötürü bunları kaybedeceklerdir. Yine de RAB sadakatsizliklerine rağmen onları tamamen terketmez. Eğer sürgünde bulundukları sırada davranışları nedeniyle pişmanlık gösterirlerse RAB onlara şefkat gösterecektir (30:1-10). Musa, sürgüne gönderilmiş olan İsrail’in gelecekte vaat edilen topraklara dönecekleri beklentisi hakkında konuşurken “Sizin ve çocuklarınızın yüreğini değiştirecek. Öyle ki, O'nu bütün yüreğinizle, bütün canınızla sevesiniz ve yaşayasınız” der (30:6). Musa burada İsrail’in antlaşmaya sadık kalmaktaki başarısızlıklarının üstesinden gelmek için uzak bir gelecekte RAB’bin tekrar duruma müdahale edeceği günü betimler.
Yasa’nın Tekrarı kitabı, RAB’bin İsrail’i kendi halkı olmak üzere neden seçtiğini ve bu seçimin sonuçlarını anlatır. Yasa Kitabı’nda (tôrâ) bulunan antlaşma koşullarını yerine getiren kutsal bir ulus olmalıydılar, böylece diğer uluslar da Tanrı’nın doğruluğunu görüp O’na hayran kalacaktı. Ancak Yasa’nın Tekrarı kitabı İsrailliler’in kendilerine verilen özel ayrıcalıklara rağmen RAB’be isyan edip yasayı çiğneyecekleri bir geleceğin resmini çizer. Bunun sonucunda, vaat edilmiş topraklara girmelerinin ardından kendileri de sürgüne gönderilecek ve başka ulusların arasında yaşamaya zorlanacaklardır.
Yeni Antlaşma’da İsrail’in seçilmesinin belki de en çok öne çıktığı yer, Pavlus’un Romalılar’a mektubudur. Pavlus burada müjdenin Yahudiler ve diğer uluslar arasındaki ilişkiyi nasıl etkilediğini ayrıntılı bir biçimde anlatır. Pavlus, tartışma sırasında Yahudi çağdaşlarının “yasanın, bilginin ve gerçeğin beden almış hali” olduğu inancının altını çizer (Rom. 2:20). Böyle bir inanç, açık bir şekilde Yasa’nın Tekrarı içerisinde yer verilen yasadan (tôrâ) gelir. Pavlus yasanın bu şekilde görülmesine karşı çıkmamakla birlikte çağdaşlarının yasayı tutabilme yeteneklerini sorgular. Yasayı tutabilme yetenekleri olmadığı için “uluslar arasında Tanrı’nın adına küfredilmesine” (Rom. 2:24; Yşa. 52:5 ve Hez. 36:22’den alıntı yapıyor ) neden olduklarını söyleyecek kadar ileri gider. Bu fikrin de kökleri Yasa’nın Tekrarı kitabında bulunabilir.
Pavlus bunun ardından sünnet konusuna odaklanır ve Tanrı’ya tam itaat anlamına gelen yüreğin sünneti olmaksızın dışsal sünnetin bir faydası olmadığını savunur. Pavlus’un Yahudi muhalifleri yasaya sahip olmanın ve sünnetin faydalarını vurgulamalarına karşın Pavlus onların sünnetin ya da yasanın kendilerini daha doğru yapacağını düşünmekle hata yaptıklarını savunur: “Bu nedenle yasanın gereklerini yapmakla hiç kimse Tanrı katında aklanmayacaktır. Çünkü yasa sayesinde günahın bilincine varılır” (Rom. 3:20). Pavlus bunun ardından Tanrı’dan gelen ve “Mesih’e iman eden herkes için” olan bir doğruluk bulunduğunu anlatır (Rom. 3:22). Bu doğruluk hem Yahudiler hem de diğer uluslar, İbrahim gibi iman sergileyen herkes içindir. Pavlus Tanrı’dan gelen bu doğruluğa odaklanarak Yasa’nın Tekrarı’nın bakışını yansıtır: Yüreklerinin tanrısal bir şekilde sünnet edilmesi dışında İsrailliler’in antlaşmayı tutabilmeleri olasılık dışıdır.
Pavlus daha sonra İsrailliler’in Tanrı’nın seçilmiş halkı olarak sahip oldukları faydalar hakkında konuşur:
Evlatlığa kabul edilenler, Tanrı'nın yüceliğini görenler onlardır. Antlaşmalar, buyrulan Kutsal Yasa, tapınma düzeni, vaatler onlarındır. Büyük atalar onların atalarıdır. Mesih de bedence onlardandır. O her şeyin üzerinde hüküm süren, sonsuza dek övülecek Tanrı'dır! Amin (Rom. 9:4-5).
Tüm bunlara rağmen Pavlus imanla gelen doğruluğu almakta başarısız olmuş İsrailliler’in bulunduğunu kabul eder. Bu kişiler yasayı tutmaya çalışarak aklanmayı umut etmiş, ama başarısız olmuşlardır. Öte yandan “aklanma peşinde olmayan uluslar aklanmaya kavuştular” (9:30). Pavlus bunun ışığında RAB’bin halkı İsrail’i reddedip reddetmediğini sorar. Birçok Yahudi’nin kurtuluşa erişmekte başarısız olduğunu kabul etmekle birlikte, “tüm İsrail’in kurtulacağı” umuduna tutunur (11:26). Uluslardan gelenlerin Tanrı’nın halkına dahil edilmesi Pavlus için çok önemli bir gelişme olmakla birlikte, bu durumun Yahudiler’in tamamen dışarı atıldıkları anlamına geldiğine inanmaz. Pavlus, Yasa’nın Tekrarı’nı yansıtan bir şekilde İsrail’in seçilmesinin tüm ulusların kurtuluşu için yolu açtığına inanır.
1 İsrail’in diğer uluslar arasındaki eşsiz konumunu anlatan benzer bir betimleme, Mısır’dan Çıkış 19:4-6’da bulunur.
2 Yasa’nın Tekrarı’nda, Buluşma Çadırı’nın vaat edilen topraklar üzerinde kurulacağı yer ya “RAB’bin seçeceği yer” (12:5, 11, 14, 18, 21, 26; 14:23-25; 15:20; 16:2, 6, 7, 11, 15, 16; 17:8; 10; 18:6; 26:2; 31:11) ya da “adını sonsuza dek yerleştireceği yer” (12:5, 11; 14:23; 16:2, 6, 11; 26:2; krş. 12:21; 14:24) şeklinde ifade edilir.
3 Bu konu aşağıda daha ayrıntılı bir biçimde tartışılacaktır.
4 Yabancılar, babasızlar ve dullara şu ayetlerde bir arada değinilir: 10:18; 14:29; 16:11, 14; 24:17, 19-21; 26:12-13; 27:19. Başka yerlerde de yabancılara karşı olumlu bir tavır takınılması istenir: 1:16; 5:14; 10:19; 14:21; 23:7; 24:14; 26:11. Günlük ihtiyaçlarının karşılanması için İsrail halkının cömertliğine güvenmek durumunda olan Levililer, bazı yerlerde yabancılar, babasızlar ve dullarla birlikte sayılırlar (14:29; 16:11, 14; 26:12-13; krş. 26:11).
5 Yasa’nın Tekrarı, yasaların Tanrı tarafından verildikleri için Tanrı’nın doğru doğasını yansıttıklarını varsayar. Bu nedenle Musa’nın Tanrı’nın doğasından söz ederken Yasa Kitabı’nın (tôrâ) düzenlemelerinin akla gelmesi şaşırtıcı değildir:
Çünkü Tanrınız RAB, tanrıların Tanrısı, RABlerin RABbi'dir. O kimseyi kayırmayan, rüşvet almayan, ulu, güçlü, heybetli Tanrı'dır. Öksüzlerin, dul kadınların hakkını gözetir. Yabancıları sever, onlara yiyecek, giyecek sağlar.(10:17-18)
6 Bu terim, Yasa’nın Tekrarı kitabındaki kullanımları dışında, Eski Antlaşma’da sadece bir kez kullanılır (Yşa. 44:2).
7 Yaratılış 15:16’da Tanrı’nın İbrahim’e onun soyundan gelenlerin Kenan topraklarınıele geçireceklerini söylemesinde benzer bir bakış açısı söz konusudur. Lev 18:25 de Kenan’da yaşayanların kovulmasının nedeni onların toprakları kirletmesinin olduğunu ifade eder.
8 Yasa’nın Tekrarı din ile ahlak arasında bir ilişki kurduğu için Kenan’da yaşayan ulusların ahlak standartlarının da tanrısal yargıyı hak ettiği düşünülmektedir.
9 M. Weinfeld, The Promise of the Land; The Inheritance of the Land of Canaan by the Israelites, TLJS 3 (Berkeley; University of California Press, 1993), 76-98.
10 Musa RAB’bin şu sözlerini aktarır: “Çünkü Seir dağlık bölgesini mülk olarak Esav’a verdim” (2:5). Moavlılar (2:9) ve Ammonlular (2:19) için de benzer ifadeler kullanılır.
11 Bir kent kuşatılırken etraftaki meyve ağaçlarının kesilmesinin yasaklanmasının altında, yaşamı koruma amacı yatar. Kuşatmanın ardından geride kalanların en kısa sürede normal yaşama dönmesi amaçlanır. İsrailliler savaş sırasında bile insancıl kaygılarla hareket etmeliydi.