Rab ikinci bildirisinde, önceki peygamberlerin söylediklerini özetleyerek beni “dışsal şekiller değil, içsel doğruluk ilgilendiriyor” demek istiyor.
7:8-10 Tanrı onlardan ne beklediklerini açık bir şekilde ilan ediyor: Yaşamınızda somut ve gerçek kutsallık olsun! Önce şunları yapın diyor: Gerçek adaletle yargılayın; birbirinize sevgi ve sevecenlik gösterin. Ondan sonra şunları yapmayın diyor: Dul kadına, öksüze, yabancıya, yoksula baskı yapmayın. Yüreğinizde birbirinize karşı kötülük tasarlamayın. Başka bir deyişle, yaşantımızda gerçek eylemlerle ortaya konulan somut bir kutsallık isteniyor.
7:11-14 Rab, kendi Ruhu’yla gönderdiği, önceki peygamberler aracılığıyla, atalarına seslendi. Bu deyiş Kutsal Yazılar’ın vahiy yolunu açıklıyor. Elçi Petrus’un daha sonra dile getirdiği gibi, “hiçbir peygamberlik sözü insanın isteğinden kaynaklanmadı. Kutsal Ruh tarafından yöneltilen insanlar Tanrı’nın sözlerini ilettiler” (2Pe.1:21).
Ayrıca bu ayet, hem Musa’nın Yasası’nın hem de Peygamberlerin Sözleri’nin Tanrı’dan gelen vahiy olduğunu açıkça ortaya koyuyor (7:12).
Ne var ki, Rab’bin sözlerini duymak istemeyen halk, dört aşamada kendilerini mahkûm ettiler: (1) dinlemek istemediler; (2) boyunduruğu kabul etmeyen bir hayvan gibi inatla sırtlarını çevirdiler (omuzdan silkip attılar), (tıpkı Hoşea 4:16’daki “inatçı inek” gibi); (3) duymamak için kulaklarını tıkadılar (İbranice ağırlaştırdılar, bkz. Yşa.6:10); ve en sonunda, (4) dinlememek için yüreklerini taş (elmas) gibi sertleştirdiler. Halkın yüreği öyle sert olmuştu ki, Tanrı’nın sözlerine karşı tümüyle kayıtsız ve duyarsız bir hale gelmişlerdi.
Rab’bin tekrar tekrar ilettiği sözleri dinlememek, halkın başına kaçınılmaz ve korkunç yıkımlar getiriyordu: RAB onlara çok öfkelendi” (veya ordular RABBİ’nden büyük öfke oldu). Yüreğini sürekli nasırlaştıran bir ulusa ya da insana karşı Rab’bin öfkesi uyanır. Tanrı alaya alınmaz. Yahudiler’in kutsal yazılar düzenine göre, Eski Antlaşma’nın son bölümü olan 2.Tarihler, şu üzücü ayetlerle son bulur:
Atalarının Tanrısı RAB, halkına ve konutuna acıdığı için onları ulakları aracılığıyla defalarca uyardı. Ama onlar Tanrı’nın ulaklarıyla alay ederek sözlerini küçümsediler, peygamberlerini aşağıladılar. Sonunda RAB’bin halkına karşı öfkesi kurtuluş yolu bırakmayacak kadar alevlendi. (2Ta.36:15-16)
Rab onları çağırdı, onları iyileştirmek istedi (örneğin Yşa.1:18-20, “Gelin de davanızı görelim, suçlarınız kırmızı gibi olsa da, kar gibi beyaz olur”), ama onlar dinlemek istemediler. Sonunda, Tanrı da onları dinlemedi. Tanrı’nın nefret ettiği kötülüğü yapmaktan vazgeçmemek bizi mutlak bir yıkıma sürükler.
Bu durum Mesih’in zamanında sanki doruğa çıktı. Öyle ki, sadece peygamberler değil, ama Rab’bin kendisi aralarında olduğu halde O’nu tanımak istemediler, O’nu reddettiler. Efendimiz “Ey Yeruşalim! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşalim! Tavuğun, civcivlerini kanatları altına nasıl topladığı gibi ben de kaç kez senin çocuklarını toplamak istedim, ama siz istemediniz” diye onlar için “ağladı” (Luk.13:34; 19:41-42).
14. ayet, Tanrı’nın büyük öfkesinin getirdiği korkunç sonuçları ortaya koyuyor: “Onları tanımadıkları ulusların arasına fırtına gibi dağıttım.” Babil sürgünü bu durumun sadece başlangıcıydı; o zamandan bu yana Rab “bütün uluslar arasında, İsrail’i kalburla eler gibi” elemektedir (Amo.9:9). Rab İsa şöyle bildirdi: “Kılıçtan geçirilecek, tutsak olarak bütün uluslar arasına sürülecekler. Yeruşalim, öteki ulusların dönemleri tamamlanıncaya dek onların ayakları altında çiğnenecektir” (Luk.21:24). Gerçekten de bu sözler harfı harfine yerine gelmiştir.