7. BÖLÜM
TANRI’NIN SESİNİ
AYIRT ETMEK
Tanrı’yı işitme konusunda duyduğum en yaygın soru, “İşittiğim, düşündüğüm ya da gördüğüm şeyin kendimden değil, Tanrı’dan ileri geldiğini nasıl bileceğim?” Bu soru sağlam cevapları olan güzel bir sorudur. Ne var ki, pek çok güzel soruda olduğu gibi, bu yaygın soruyu anlayabileceğimiz bütünsel bir bakış açısı kurmak için öncelikle cevaplanması gereken hazırlık soruları vardır. Bu kitapta birçok kez Tanrı’nın herkese konuştuğunu söyledim, ama bu Tanrı’nın konuştuğu özel anları her zaman ayırt ettiğimiz anlamına gelmez. Bu yüzden, bir sözün Tanrı’dan olup olmadığını belirlediğimiz süreci anlamalıyız.
Her zaman kulaklarımızı tırmalayan gürültülü bir dünyada yaşıyoruz. Hatta sürekli olarak dikkatimizi çekmek için lobi faaliyeti yürüten “seslerle” dolu bir dünyada yaşadığımızı söyleyebilirim. Bu bakımdan, bir “ses” sizden bir tepki bekleyen bir irade, arzu ya da fikirdir. Bir ses bir kimsenin ya da bir şeyin etkisini temsil eder ve bizi ikna etmeye çalışır. Çoğu insan sesler duyanların deli ya da bir şekilde anormal olduğunu düşünmeye eğilimlidir ki, bu doğru olabilir. Ne var ki, burada yaptığımız “ses” tanımı altında her gün birçok ses duyduğumuzu söylememiz bence güvenlidir. Tanrı’nın sesini işitmekte, anlamakta ve ayırt etmekte bu kadar güçlük çekmemize şaşmamalı!
On dokuz yaşına bastığımda, bir arkadaşım yerel bir bankada iş bulmama yardımcı oldu. Birkaç yıl çalıştığım o bankanın veznesinde her gün hesaplara para yatırma, çek bozdurma ve paraları sayma gibi işler yapıyordum. Yüksek kaliteli baskı makinelerinin çıkışıyla birlikte sahte paralar piyasada çok sık görülüyordu. Bu nedenle, banka yönetimi sahte paraları teşhis edebilmeleri için bütün veznedarları temel bir eğitimden geçirdi. Eğitimde bir banknotun sahte mi gerçek mi olduğunu belirlememize yardımcı olacak üç yol gösterildi. Banknotlarla ilgili ilk test kağıtla ilgiliydi. Gerçek paralar belli bir kağıt türünde basılıyordu ve birçok sahte para aynı dokuya sahip değildi. İkinci test için, sahte para markeri denilen bir kalemle banknotun üzerine kısa bir çizgi çekiyorduk. Eğer çizginin rengi sarıysa, o halde banknot muhtemelen gerçekti. Ama çizgi siyahsa, sahte olma ihtimali yüksekti. Son test olarak, banknot üzerindeki güvenlik özelliklerini öğrendik. Başlıca güvenlik özelliği banknotun bir kenarından diğer kenarına uzanan gümüş renkli hattı. Eğer banknotun üzerinde bu hat yoksa, o zaman kesinlikle sahteydi.
Gerçek ve sahte paraları ayırt etme işlemi Tanrı’nın sesini ayırt etme işlemine benzer. Banka yönetimi bize sahte banknotların ayrıntılarını öğretmek için çok zaman harcamadı. Zamanın çoğunu gerçek bir banknotun nasıl göründüğünü öğrenerek geçirdik. Böylece sahte bir para ile karşılaştığımızda, onu çabucak fark edebilmemiz ve gerçek muamelesi yapmamamız kolaylaştı. Rab’bi işitmeyi amaçlarken, O’nunla ilişkimiz aracılığıyla sesini tanımaya ve öğrenmeye halihazırda dikkat vermiş olmalıyız. Daha sonra, başka bir ses bizi engellemeye çalıştığında, onu hemen teşhis edebilir ve onun etkisinden güvenle uzaklaşabiliriz. Gerçek ve sahte banknotları belirlemek için kriterler olduğu gibi, Tanrı’nın sesini ayırt etmek ve sahtelerini reddetmek için de testler vardır.
Bir kimse, “Tanrı’nın bana ne söylediğini ayırt etmeye çalışıyorum” diyorsa, anlatmak istediği şey Tanrı’nın söylediğine inandığı şeyi yapmak için bütün düşüncelerini, duygularını, korkularını ve diğer sesleri elekten geçirdiğidir. Ayırt etmek bir şey ile diğeri arasındaki farkı gözetmektir. Tanrı’nın bize söylediklerini keşfetme sürecinde, hedefimizin etrafımızda dolanan diğer tüm sesler hakkında uzmanlaşmak değil, Tanrı’nın sesini tanımak olduğunu hatırlayalım. Benzer şekilde, kararlarımızı ve genel bakış açımızı etkilemesinler diye, Tanrı’dan olmayan yaygın seslere aşina olmalı ve onları bir dereceye kadar teşhis edebilmeliyiz.
Tanrı’ya ve Tanrı’nın halkına hizmet tecrübelerimde genelde karşılaştığım birçok sesi tanımayı başardım. Kullandığım terimler sizinkinden farklı olabilir, ama karakter ve kavramlar aynıdır. Bunları tanımak ve öğrenmek, hayatınızda Tanrı’nın sesini ayırt etmenize yardımcı olacaktır.
Düşmanın sesi söz konusu olduğunda, anlamamız gereken bir dizi şey vardır. İlk olarak, Şeytan hiçbir şekilde Tanrı’ya eşit değildir. Bir miktar güce sahip olsa da, bir yaratık olarak sınırlıdır ve asla Tanrı’ya özgü sıfatları sergileyemez. Örneğin, Şeytan Tanrı’nın aksine her yerde değildir. Tanrı’nın varlığı aynı zamanda her yerdedir, ama Şeytan belli bir zamanda sadece bir yerde olabilir. Bu tespit aşikar görülebilir, ancak bazılarının Şeytan’ın etkinliklerine işaret etme biçimlerinden onun her yerde olabileceği fikrine kapılırsınız.
Düşmanın sesi hakkında konuşurken, sadece Şeytan’dan söz etmiyoruz. Şeytan, Tanrı’nın insanlıkla ilgili amaçlarına karşı çıkan bir cinler topluluğuyla birlikte çalışır (Ef. 6:12). Bununla birlikte, Şeytan zaman zaman temas edeceğimiz cin kaynaklı seslerin ardındaki yönetici, planlayıcı ve ele başıdır (Ef. 6:11). Şeytan’a ve cin ruhlarına çok fazla değinmek istemiyoruz, ancak bizi Tanrı’nın sesinden uzaklaştırmayı planladıkları hakkında bilgisiz olmamalıyız.
Elçi Pavlus, Tanrı için yaptığı işlere karşı Şeytan’ın bir planı olduğunu iyi biliyordu (2Ko. 2:11). Aynı durum bizim için de geçerlidir. Gerçek şu ki, Tanrı’nın hayatınız içinbir planı var, ancak düşmanın hayatınıza karşı bir planı var. İnsanların bana şöyle dediği zamanlar oldu, “Asla ruhsal savaş tecrübem olmadı ya da düşmanın sesini hiç duymadım.” Eğer bu doğruysa, bunun nedeni muhtemelen düşmanın sizi bir tehdit olarak görmemesi ya da size nasıl yaklaştığını tam olarak fark etmemenizdir. Kutsal Yazılar’da düşmanın Tanrı halkına saldırmasının başlıca yollarından birisi Tanrı’nın sözlerini çarpıtmaktır (örn., Yar. 3:1-5; Mat. 4:1-11).
Düşmanın sesiyle karşılaşacağımız başlıca iki yol vardır. Birinci yol düşüncelerimizdir. Düşman dikkatimizi dağıtmak, inandırmak ve aldatmak için zihnimize düşünceler nakledecektir. Bu dördüncü bölümde ele aldıklarımızla bağlantılıdır; yani bütün düşüncelerimiz içimizden kaynaklanmaz. Bu düşünceler “Sadece ufak bir ödün ver, kimse bilmeyecek, hatta “Kendini öldür” gibi ifadeler taşıyabilir. Örneğin, düşman bunların kendi düşüncelerimiz olduğuna bizi ikna etmek için zihinlerimize düşünce ekmeye girişebilir. Düşmanın yalanlarına inandığımız zaman, Tanrı’nın düşmanı bizi etkilemeyi başarır. Yalanları ifşa etmek ve düşmana direnmek için sezgiye ve Tanrı’nın gerçeğine ihtiyacımız var!
Düşmanın sesini işiteceğimiz ikinci yol diğer insanların fiziki sesleridir. Bazen bir kimse bize cinlerden esinlenmiş bir şey söyleyebilir ya da yapabilir. Elçi Pavlus, Efesliler’e yazdığı mektupta ona zulmedenlerin eylemlerinin ardında düşmanın etkisi olduğundan söz eder.
Çünkü savaşımız insanlara karşı değil, yönetimlere, hükümranlıklara, bu karanlık dünyanın güçlerine, kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal ordularınakarşıdır. (Ef. 6:12)
Bir kimsenin cin kaynaklı bir düşünce söylemesi için mutlaka cine tutsak olması gerektiğini söylemiyorum, zira bu düşüncelere aracılık edenler söyledikleri sözlerin kaynağından tamamen habersiz olabilir ve bilmeden düşmana çanak tutabilirler. Çoğu kez, düşmanın sesi iki taraftan birden gelir. Zihinlerimize düşünce ekimi doğrudan bir saldırı, anlayışsız birinin sözleri ise dolaylı bir saldırıdır. Doğrudan saldırı zihinlerimize tohum ekilmesine, dolaylı saldırı ise o tohumların sulanmasına benzer.
Gençliğimde sürekli “Senin neyin var?” sorusuna maruz kalırdım. Tip bakımından donuk yüzlü biriydim ve birçok insan bu ifademi kızgın ya da üzgün olduğum şeklinde yorumlardı. Genelde ne kızgın ne de üzgündüm, ama çoğunlukla gördüğümüze göre yargıladığımız için, birçok kişinin benimle ilgili varsayımları böyleydi ve bu durum son derece yanlış anlaşılmış hissetmeme neden oluyordu. Yaşım ilerledikçe, bana kötü bir şöhret kazandıran duygusuz surat ifadem hakkındaki yorumlar kulağıma gelmeye devam etti. Genç bir imanlı olduğum yıllarda bu türden sözleri zihnimin içinde işitmeye başladım, “Sen duygusuz birisin,” “İnsanları umursamıyorsun,”ya da “Sevgisizsin.”
İnsanların sorduğu sorular zamanla düşmandan ileri gelen düzenli bir düşünce bombardımanı halini aldı. Kilise önderi olduğum zaman, gerçekten sevecen görünen diğer Tanrı adamlarıyla kendimi kıyaslamaya başladım. Düşmanın düşünceleriyle kendi güvensizliklerimin birleşimi yeterli gelmediğinde, insanların benimle ilgili söylediği benzer şeyler kulağıma gelmeye başladı. “Sevgi dolu değilim ve pastör olamam,” diye düşündüm. Diğer insanların düşmanın suçlamalarını dile getirmesiyle birlikte, bu düşünceye tümüyle inandım.
Bir gün bir arkadaşın evinde banyosunu dekore etmesine yardım ediyordum ve tam diz çökmüş zemine bir bağlantı kurarken olağanüstü bir şey hissettim. O anda, aynı eski düşünceler güçlü biçimde üzerime geldi, “Sen şu ve şu gibi sevecen bir pastör değilsin....” Bu düşünceler zihnimde yankılanırken, Rab’bin bana bir soru sorduğunu işittim: “Sevgi nedir, Ben?” Bunu bir anlığına düşündüm ve sonra birden dank etti! Sevgi, kuru laflardan ya da yüz ifadelerinden ibaret değildi. Sevgi söylediğin ve yaptığın her şeyde başkalarını kendinden üstün saymakla ilgiliydi. “Ben sevecen biriyim, bu yüzden buradayım ve arkadaşımın banyosunu dekore etmesine yardım ediyorum,” diye sesli olarak kendi kendime konuştum! Ben konuşurken, sanki Rab bana gülümsedi ve göz kırptı.
Düşmanın yalanlarıyla diğerlerinin sesinin bileşimi, kimliğim hakkında hatalı bir bakış açısı edinmeme neden oldu. İşin korkunç tarafı hepsinin bir yalandan ibaret olduğuydu. Rab bana sevgi hakkında sorduğunda, düşmanın yalanının gücünü kırdı ve o günden beri bu tür aldanmalardan beni koruyan yeni bir sezgi sağladı. Eğer düşmanın yalanlarını satın aldığınızda, umarım faturasını sakladınız, çünkü emin olun, onları geri götüreceksiniz!
Bir kişinin sesi her zaman onun karakterini temsil eder. Aynı şekilde, Tanrı’nın sesi de her zaman O’nun karakteriyle uyumludur ve düşmanın sesi ise onun karakterinden ileri gelecektir. Kutsal Kitap düşmanımızın doğasını ortaya koyar, bu yüzden onun sesini daha iyi ayırt etmek ve etkisinden uzak durmak için onun hakkında Kutsal Kitap’ın ne dediğini bilmeliyiz.
Vahiy 12:9-10’da Şeytan’ın bir suçlayıcı olduğunu okuyoruz. Yaratılış 3. bölümde Adem ve Havva’yı Tanrı’ya itaatsizlik etmeye ayartır ve aynı şeyi Matta 4. bölümde İsa’ya yapmaya kalkışır. Her iki pasajı da okuduğunuzda, Şeytan’ın sadece bir ayartıcı olmadığını, aynı zamanda ayarttığı kişinin Tanrı’nın sözünden ödün vermesini ve imansızlık etmesini sağlamak için Tanrı’nın sözünü çarpıtmaya çalıştığını görürsünüz. Şeytan yalancıdır ve yalanın babasıdır (Yuhanna 8:44). Şeytan bir günahkârdır ve sesini dinleyenlerin tümünü günaha kışkırtır (1. Yuhanna 3:8). İşte Şeytan karakteri budur ve onun sesi bunu yansıtır: suçlama, ayıplama, yalan, sahtekârlık, ayartı, nefret, itaatsizlik, şehvet, kibir ve benzeri. Unutmayın, düşman bizi hiçbir şey yapmaya zorlayamaz, bu yüzden bizi kandırmak için aldatmaya ve hileye başvurur. Bu taktik, bize söylediği yalanları her zaman kolayca tespit edemeyeceğimiz anlamına gelir. Bir sebepten ötürü, çoğu insan Şeytan’ın boynuzlu, kötü bir yaratık olduğu için onun işlerini ve sözlerini kolayca ayırt etmemiz gerektiği düşüncesine sahiptir. Ancak, Kutsal Kitap düşmanın kendisini filmlerdekinden farklı bir biçimde ifşa ettiğini açıklar: “Buna şaşmamalı. Şeytan da kendisine ışık meleği süsü verir” (2Ko. 11:14).
İsa Mesih ölümü, gömülmesi ve dirilişi aracılığıyla Şeytan’ı ve onun cin ordularını mağlup etti. Biz Hıristiyanlar İsa Mesih’in zaferini paylaşırız ve asla Şeytan’dan ya da cinlerden korkmamalıyız. Ancak, yenilmiş olsa da, biz izin verdiğimiz takdirde düşmanımızın hâlâ bizi yok etmek için fırsat aradığını bilmeliyiz. Elçi Petrus düşmana direnmemiz için bizi teşvik eder. Rab’bin sesini işitmeyi amaçlarken düşmanın etkisinden tamamen kurtulmak için onun etkinliklerini ayırt edebilelim.
Ayık ve uyanık olun. Düşmanınız İblis kükreyen aslan gibi yutacak birini arayarak dolaşıyor. Dünyanın her yerindeki kardeşlerinizin de aynı acıları çektiğini bilerek imanda sarsılmadan İblis’e karşı direnin. (1. Pe. 5:8-9)
Tüm yaşamınızı Tanrı’ya vermiş olsanız dahi, hâlâ isyan etmek ve bencilce davranmak isteyen bir parçanız olduğunun muhtemelen farkındasınız. İman etmeden önce, sonu gelmez bir kişisel tatmin arayışında olan ben-merkezci yaratılışımız sınır tanımazdı. Biz Hıristiyanlar artık yeniden doğmuş ve Ruh’la dolmuş kişiler olarak bir zamanlar bizi denetimi altında tutan eski bencil yollarımızı öldürebiliriz. Benliğimiz, bir zamanlar hayatlarımıza egemen olan günahlı tutkularla hâlâ kirlenmiş durumdadır. Her ne kadar artık bize egemen olmasa da, bu tutkular her gün yüksek sesle bize konuşmaktadır.
Elçi Pavlus benliğin tutkuları üzerine uzun uzadıya yazmıştır. Mektuplarının çoğunda kiliseleri benliğin değil, “Ruh’un yönetiminde yaşamaya” teşvik ettiğini görebilirsiniz (Gal. 5:16). Diğer bir deyişle, düşündüğümüz, söylediğimiz ve yaptığımız her şeyde benlik yerine Kutsal Ruh’un etkisine ya da sesine göre hareket etmemiz gerekir. Tanrı bizleri kendi seslerimizi dinlediğimiz eski hayattan çıkarıp O’nun sesini dinlediğimiz yeni yaşama çağırdı. Benliğin sesikendi çıkarlarımızı Tanrı’nın ve başkalarının çıkarları önüne koymamız için sürekli bizi etkilemeye çalışır.
Düşünceme göre, çok sayıda imanlı benliğin sesini ayırt etmiyor ve sonuç olarak hiç farkında olmadan onun etkisi altında yaşıyorlar. Halbuki Hıristiyanlar olarak düşüncemizin yenilenmesiyle değişme çağrısı aldık (Rom. 12:1-2). Bu değişim ancak Rab’bin sözünü çalışmak ve her gün dua etmek yoluyla O’nunla kuracağımız istikrarlı bir ilişki aracılığıyla gerçekleşebilir. Her gün bilinçli olarak Tanrı’nın sesini dinlemeyi seçmedikçe, ister istemez benliğimizin seslerini dinlemek durumuna geliriz. Eğer Tanrı’yla zaman geçirmeyi ihmal etme alışkanlığınız varsa, o zaman şunu söyleyerek sizi tahrik etmeme izin verin; Tanrı’nın sesini hayatınızda ayırt etmek için bu alışkanlıktan vazgeçmeniz gerekir.
Şunu lütfen anlayın ki, hepimiz benliğimize karşı ve Tanrı’nın Ruhu’nun egemenliği için savaştayız (Gal. 5:17). Ancak, savaşı kazanmamızın ve benliğe galip gelmemizin tek yolu Kutsal Ruh’un gücüne tümüyle teslim olmamızdır. Bu teslimiyet Tanrı’yla ilişkimize yatırım yapmadıkça, O’na her durumda güvenmedikçe gerçekleşmez.
Benliğin sesinin İsa’nın Luka 8. bölümde verdiği benzetmeyle en iyi biçimde temsil edildiğini düşünüyorum. İsa, bu benzetmede tohum ekmeye çıkan ve ektiği tohumlar dört farklı zemine düşen bir ekinciden söz eder. Dört farklı zemin dört farklı yüreği temsil eder. Tohumlardan kimi dikenlerin arasına düştü, dikenler filizleri boğdu ve olgun ürün vermedi. İsa bu toprakla ilgili şöyle bir açıklama yaptı.
Dikenler arasına düşenler, sözü işiten ama zamanla yaşamın kaygıları, zenginlikleri ve zevkleri içinde boğulan, dolayısıyla olgun ürün vermeyenlerdir. (Luka 8:14)
Bu yaşamın kaygıları, zenginlikleri ve zevkleri benliğin sesinin merkezinde yer alır. İsa bize bu pasajda bu sesin çok güçlü olduğunu ve eğer izin verirsek O’nun sesini (tohumunu) boğacağını söyler. Benliğin sesini ayırt etmeyi ve hayatlarımızda bencilliği yere çalmayı öğrenmeliyiz; aksi halde, Tanrı’yı hoşnut edemeyiz (Rom. 8:5-8).
Geçmişte bir beyzbol maçı sırasında başıma darbe aldığımı ve sağ kulağımda kalıcı zarar oluştuğunu anlattığımı hatırlarsınız. Geçmişte yaşadığım bu olay, şimdiki zamanda iyi işitme yeteneğime engel olmakta. Bence aynı şey ruhsal olarak da doğru olabilir. Geçmişte başımıza gelen zorlu ve trajik olaylar bizi o kadar dramatik biçimde etkilemiş olabilir ki, bugün Tanrı’nın sesini işitmekte güçlük çekebiliriz. Belki geçmişiniz yaptığınız ya da size yapılan her türlü korkunç olayla delik deşik durumdadır. Bu tür tecrübelerin Tanrı’yı işitmenize ve O’nunla birlikte hareket etmenize engel olabileceğini bilmelisiniz.
İsa ardından gelenlere şöyle dedi, “Sabanı tutup da geriye bakan, Tanrı’nın Egemenliği’ne layık değildir” (Luka 9:62). İsa’nın burada ve şimdi yaptığı davete dikkat kesilmek yerine, geriye bakmak yönünde her zaman bir ayartı olacaktır. Düşman, etkisiz hayatlar sürmemiz için geçmişimizin seslerini kullanmaya çalışabilir.
Yaptığımız ya da yapmadığımız işlerden ötürü değil, İsa’nın yaptığı işten ötürü önemli şeyler yapmaya çağrıldık. Rab’be yaşamımızı verip eski hayatımızdan tövbe ettiğimizde, her bakımdan yeni oluruz. “Bir kimse Mesih’teyse, yeni yaratıktır; eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur” (2Ko. 5:17). Günahlarımızdan bağışlandık ve eski şeylerden temizlendik. Kutsal Kitap Tanrı’nın artık günahlarımızı anmadığını söyler (İbr. 10:16-18).
Musa adam öldürdü, İbrahim yalan söyledi, Petrus inkâr etti, Pavlus zulmetti ve Matta haksız kazanç elde etti. Geçmişleri Tanrı’nın sözüne aykırı işler yapmakla lekelenmiş kişileri kullanmak Tanrı’yı hoşnut etti. Geçmişin sesi ne olduğumuzu ve ne yaptığımızı bize hatırlatmaya çalışacaktır. Tanrı size konuşurken, düşman aniden yaptıklarınızı hatırlatarak sizi yetersizleştirmeye çalıştığında, ona ve kendinize İsa’nın yaptığını hatırlatın ve Tanrı’nın Egemenliği’nde yürümeyi sürdürün.
Tıpkı İsa gibi dünyadaki insanları sevmemiz için açık bir çağrı almakla birlikte (Yuhanna 3:16), dünyaya ait şeyleri sevmememiz için de bir çağrı aldık.
Dünyayı da dünyaya ait şeyleri de sevmeyin. Dünyayı sevenin Baba’ya sevgisi yoktur. Çünkü dünyaya ait olan her şey -benliğin tutkuları, gözün tutkuları, maddi yaşamın verdiği gurur- Baba’dan değil, dünyadandır. Dünya da dünyasal tutkular da geçer, ama Tanrı’nın isteğini yerine getiren sonsuza dek yaşar. (1. Yuhanna 2:15-17)
Dünyanın sesi müzik, sinema, internet, radyo, edebiyat, siyaset vs. gibi her türlü yaygın kültürel araçlarla yüceltilen Hıristiyanlık karşıtı bakış açısıdır. İsa’yı ve amaçlarını yüzde yüz onurlandıran tek egemenlik Tanrı’nın Egemenliği’dir. Diğer egemenliklerin tümü yetersiz kalır ve Kral İsa’nın yüce iradesinden, amaçlarından ve bakış açısından ödün verir.
Kutsal Kitap bizi dünyanın lekelemesinden korunmaya (Yak. 1:27) ve dünyaya ait olmamaya (Yuhanna 17:13-19) çağırır. Ayrıca Şeytan’ın budünyanın ilahı olduğunu biliriz (2Ko. 4:4). Bunun anlamı nedir? Anlamı, çevremizdeki dünyanın başlıca etkisinin benliği ve kutsal Tanrı’ya isyanı teşvik ettiğidir. Bu ses her zaman aşikar olmaz, bu yüzden onun etkisini tespit etmek için sezgi gerekir.
Bir gün arabamla Los Angeles’ten Hollywood’a doğru yol alıyordum. Kaliforniyalı olmadığım için yol kenarındaki reklam panolarına özellikle dikkat ettim. Saydığım kadarıyla iki reklam panosu tamamen striptiz kulüplerine ve en azından üç tanesi alkollü içeceklere ayrılmıştı. Her gün bu reklam panolarının yanından geçen çoğu insanın bunlar hakkında düşünmediğine emin olsam da bu reklamları görmek beni kederlendirdi.
Bu striptiz kulübü reklamlarında cinsel imgeler ya da belirgin bir cinsel dil kullanılmamıştı. Bunun yerine ağırbaşlı bir “centilmenler kulübü” izlenimi verilmek isteniyordu, öyle ki, reklamı gördüğünüzde burasının erkeklerin gidip iyi bir zaman geçirebileceği makbul ve zarif bir yer olduğunu düşünürdünüz. Harika bir yer, öyle mi? Gerçek centilmenler için harikulade bir yer, öyle mi? Kocaların gidip eşlerini aldattığı ya da kadınların bedenlerini sattığı ve bedenlerine göre kendilerine değer biçilen bir yer değil, öyle mi? Genç erkeklerin evlilik yataklarına taşıyıp eşlerini karmaşaya götüren sahte cinselliği öğrendikleri bir yer değil, öyle mi?
Dünyanın sesi gerçeğin üstünü örtmeye çalışır. Striptiz kulüpleri centilmenlerin meskenidir. Bir şişe viski bir Lamborghini™ ve şehirde gezintiye çıkmış alımlı bir çifttir. Gerçekte, striptiz kulüplerinin tüm aile için iyi bir yer olduğuna ya da bir şişe viski ve sigara içtikleri zaman reklam panolarındaki insanlara benzeyeceklerine hiç kimse inanmaz. Bu resimlerde eksik olan şey gerçektir!
Dünyanın sesi bize ne düşüneceğimizi söyler ve yalanlarla üstünü örtmek suretiyle gerçeği yeniden tanımlamaya çalışır. Pek çok Hıristiyan’ın hiç ayırt etmeden İsa’nın hayatlarımızdan silip atmak için canını verdiği günahları yücelten müzikleri dinlemesi beni şaşkına döndürür. Müzik bir sestir. Medya bir sestir. İzlediğimiz, dinlediğimiz ve okuduğumuz şeyler bizleri ya gerçekle ya da yalanla etkileyecektir. Bu gibi şeylerden etkilenmediğini iddia eden biri halihazırda dünyanın sesini Tanrı’nın sesinden ayırt etmemektedir.
Eğer Rab’bin sesini dünyanın sesinden ayırt edeceksek, dünyaya ait şeylere yaklaşımımızda radikal olmalıyız. Son okuduğuma göre, ortalama bir Amerikalı günde iki ila üç saat televizyon seyrediyor. Bu oranı çoğu Amerikalı müjdeci Hıristiyan’ın haftada ortalama bir kere Kutsal Kitap okuduğunu ortaya koyan en son istatistikle karşılaştırın. Bu durum hepimizi mahkum etmelidir. Zamanımızı Rab’den başka her şeye vermişken, Rab’bin sesini dünyanın sesinden nasıl ayırt edebiliriz? Cevap çok basit: edemeyiz. Eğer hayatınızda medyaya aşırı yer veriyorsanız, bir süreliğine bunu azaltmanızı ve bazı hallerde, içeriğe göre tamamen bırakmanızı şiddetle tavsiye ederim. Tanrı’nın sesine hayatlarında daha çok yer açmaları için teşvik ettiğim birçok kişi, önceden hiç olmadığı kadar O’nu işitmeye başladıklarını bildiriyor.
Kültürümüzde, dünyanın sesi son derece gürdür ve bu sesin kısılmasının tek yolu bu konuda ciddi olarak adım atmaktır. Televizyonlarımızı, araba radyolarımızı kapatmayı ve akıllı telefonlarımızı elimizden bırakmayı alışkanlık haline getirmeliyiz. Dünyanın sesini bilinçli olarak kıstığımızda, baştan beri var olan Tanrı’nın sesi daha gür ve net olarak işitilecektir.
Hepsinin aynı şeyi yapmak istediği, ama içlerinde o şeyi yapmak istemeyen tek kişinin siz olduğunuz bir grup insanla daha önce hiç bir araya geldiniz mi? Hapishane hizmeti yaparken, yanlış zamanda, yanlış kişilerle aynı arabaya binip devamında hayatları berbat olmuş kaç tane adamın öyküsünü dinlediğimi anlatamam. Belirli şeyleri yapmaya ve söylemeye kışkırtan bir grup baskısı vardır. Güçlü bir iradeye sahip olmadıkça ya da alay edilmeye, hatta daha kötüsüne razı gelmedikçe, muhtemelen yapmak istemediğiniz şeyleri yapmaya itileceksiniz. İşte ben buna kalabalıkların sesini dinlemek dinliyorum.
Kalabalığın sesi, gruba dahil olan diğerlerini, beğensinler ya da beğenmesinler, ikna etme gücüne sahip “çoğunluğun dediği olur” modelidir. İsa’nın cezalandırılması sırasında toplanan kalabalık İsa’yı çarmıha germesi için Pilatus’a baskı yaptı ve onu bu kararı almaya mecbur bıraktı.
Pilatus onlara, "O ne kötülük yaptı ki?" dedi. Onlar ise daha yüksek sesle, "O’nu çarmıha ger!" diye bağrıştılar. Halkı memnun etmek isteyen Pilatus, onlar için Barabba’yı salıverdi. İsa’yı ise kamçılattıktan sonra çarmıha gerilmek üzere askerlere teslim etti (Mar. 15:14-15)
İncil kayıtlarına göre Pilatus, Yahudiler’in neden İsa’yı öldürtmek istediğini anlamıyordu, ancak kalabalığın sesi o kadar güçlüydü ki, baskıya boyun eğdi ve İsa’yı çarmıha gerilmek üzere askerlere teslim etti.
Elçilerin İşleri Kitabı’nda birçok kez kalabalıkların Müjde’yi vaaz edenlere karşı ayaklandığını görürüz. Çeşitli kentlerde kalabalığı Pavlus ve arkadaşlarına karşı her zaman kışkırtan gruplar vardı (Elç. 14:19; 16:22; 17:13; 21:27). Eminim ki, bu kalabalıkların içinde söylenenlere karşı çıkmayan ya da konuyla ilgili fikri olmayan birçok kişi vardı, ama bu kişiler kalabalığa karşı durmaktan korktukları için baskı onların da kalabalık içinde birer ses haline gelmesine neden oldu. Rab bize çoğunlukla diğer herkesin düşündüklerinin ya da söylediklerinin doğasına zıt şeyler hakkında konuşur. Eğer Tanrı’nın sesini kısar ve çevremizdeki çoklu sesin yarattığı baskıların Tanrı’yı hükümsüz kılmasına izin verirsek, O’nun sesine duyarsızlaşır ve söylediklerini ayırt etmekte güçlük çekeriz. Kalabalığın sesinin bizi baskı altına almasına ve herkesin isteğine “evet” diyen biri yapmasına izin veremeyiz. Eğer bir şeyin doğru olmadığını biliyorsak, sesimizi yükseltmemiz gerekir. Bunun sonucunda Rab’bin sesini ayırt etmekte gelişiriz.
Önceden dediğim gibi, hedefimiz çevremizdeki işittiğimiz diğer tüm sesler konusunda uzmanlaşmak değil, bunun yerine gündelik hayatımızda Rab’bin sesine son derece aşina olmaktır. Tanrı’nın sesi her zaman O’nun karakteriyle uyumludur ve bunu Kutsal Yazılar boyunca açıkça görebiliriz. Tanrı’nın sesi İyi bir Baba’nın sesi gibi (Mat. 7:11) son derece sevecen (1Yu. 4:16) olacaktır ve ne söylerse söylesin, sözlerinin tümü bizim iyiliğimiz içindir (Rom. 8:28-29).
Belki bunu söylemek gereksiz, ancak kimin kimi izlediğini akılda tutmalıyız. Rab’bin sesini hatasız biçimde ayırt etmek için, bizi iyi hissettiren ya da isteğimize en yakın görünen şeyi aramıyoruz. İsa dedi, “Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler.” (Yuhanna 10:27). İsa’nın izleyicileri olarak, O’nu hem işitmeye hem de izlemeye çağrıldık. Birçok insanın bir kişi yerine bir şey aradıkları için tökezlediğini düşünüyorum. Rab’den bana yön göstermesini istediğimde çoğu kez şöyle derim, “Ya Rab, lütfen benimle konuş ve sen ne söylersen söyle, seni izleyeceğim.” Belki de Rab’be benden daha iyi bildiği bir şeyi söylememe gerek yoktur, ama kişisel bir hatırlatma kendi isteğimi değil, O’nun isteğini aradığımı anımsamama yardımcı olur.
Rab’bin sesini tanımak Rab’bi tanımaktır ve böylece sahteleri ayıklamak için diğer tüm sesleri yeterince iyi teşhis edebiliriz. Eğer Tanrı’nın size konuştuğuna inanıyor, ama konuşanın O olduğundan emin olamıyorsanız, “Tanrı’nın sesini ayırt etme süreci” ile ilgili bir sonraki konuyu gözden geçirmenizi ve uygulamanızı teşvik ederim. Ben bu süreci kendi hayatımda uyguluyorum ve iman yolculuğunuzda size de yardımcı olacağına inanıyorum.
Tanrı’nın bize her söylediği söz bir Kutsal Kitap ayeti biçiminde olmasa da, asla Tanrı’nın yazılı sözüyle çelişmeyeceğini bilmeliyiz. Kutsal Kitap tüm kuşaklar için Tanrı’nın genel iradesidir ve değişmez. Tanrı’nın bize söylediğine inandığımız sözü öncelikle Kutsal Yazılar Testi’ne sokmalıyız. İşittiğimiz söz (görüm, düş, düşünce vs.) Kutsal Yazılar’ın ilkelerine bağlı mı? Aldığınız söz bir şekilde Tanrı’nın Kutsal Kitap’ta açıkladıklarıyla çelişir nitelikte mi? Sağlam Kutsal Kitap öğretisine göre incelediğinizde aldığınız sözün kuşkulu görülen bir tarafı var mı?
Eğer Tanrı’nın söylediğini inandığınız söz bu testi geçemezse, onu kesin olarak reddedebilirsiniz. Eğer Tanrı’nın size söylediğine inandığınız söz Kutsal Kitap’la çelişmiyorsa, o zaman ayırt etme sürecine devam edebilirsiniz.
İyi sorular sorarak, Tanrı’nın söylediğini düşündüğümüz sözün gerçekten Tanrı’dan mı geldiğini yoksa sadece istediğimiz bir şey mi olduğunu görmek için yüreğimizi ve zihnimizi etkin biçimde araştırırız. Örneğin, bazı iyi sorular şunlardır, “Bu söz hakkında esenliğim var mı—neden var ya da neden yok?” Ayrıca, “Bu söz Tanrı’nın söylediği diğer şeylerle uyumlu mu?” Eğer bir söz, Tanrı’nın size söylemiş olduğu diğer sözlerle bağlantısız ise, daha dikkatli olmanız gerekir, özellikle de yön gösterici türden bir söz aldıysanız.
Hatta kendime şöyle basit sorular sorarım, “Neden bunun Tanrı’dan olduğunu düşünüyorum?” Bu gibi şeyleri açık seçik belirtmek bir sözün Tanrı’dan olup olmadığını daha da ayırt etmemize yardım eder. İnsanlar bana geldiğinde, onlara sorular sormaya başlarım, bazen rahatsız olurlar ve bu, sözün Tanrı’dan olmadığının belirtisi olabilir. Tek istediğimiz Tanrı’nın sesini izlemekse, yüreklerimizi çeşitli sorularla araştırmaya razı olmalıyız.
Tanrı bana konuştuğunda ve ben aldığım sözün tümüyle mi ya da kısmen mi O’ndan olduğunu ya da O’ndan olmadığını ayırt etmeye çalışırken, hemen dua etmeye başlarım. Duada Rab’bin bana konuşup konuşmadığını açıklamasını isterim. O’nun onaylayan yumuşak sesini sabırla beklerim. Tanrı’nın sözlerinin gerçekte on yıl sonrası için söylenmişken onları gelecek ayla ilgili olduğunu düşünmekle yanlış yaptım. Tanrı bir sözü onayladığında, size zamanıyla ilgili doğrudan konuşmadıkça bildiğinizi varsaymayın. Bunu bilerek, sabırla dua ederim ve Tanrı’ya uygun biçimde itaat edebilmek için söylediği sözün aciliyet derecesini bildirmesini isterim.
Özdeyişler 15:22’de şunu okuyoruz, “Karşılıklı danışılmazsa tasarılar boşa çıkar, Danışmanların çokluğuyla başarıya ulaşılır.” Bu ayetin ardında yatan fikir, düşündüklerimizin doğru olduğunu belirlemek için çoğu zaman yardıma ihtiyacımız olduğudur. Tanrı’nın sesini ayırt etme konusunda, sürecimize güvenilir sesleri dahil etmenin önemini asla yeterince vurgulayamam. Diğerlerini de ayırt etme sürecine dahil ettiğimizde, onlara bizimle birlikte ayırt etmelerini, ama Tanrı’dan olup olmadığını söylememelerini istiyoruz. İşittiğim sözü güvendiğim kişilere paylaştıktan sonra, genellikle onlara bunun hakkında dua etmelerini ve makul bir zaman sonra geri dönüş yapmalarını isterim. Tanrı, konuştuğu ve konuşmadığı zamanları görmeme yardım etmeleri için insanları kullanmıştır.
Tanrı’nın sesini işitmeyi yeni öğreniyorsak, bu adım özellikle önemlidir. Samuel’in öyküsünü okuduğunuzda, Samuel’e konuşmakta olduğunu anlamasına yardım etmesi için Tanrı’nın Kâhin Eli’yi nasıl kullandığını çok net görebiliriz (1 Sa. 3:1-14). Samuel Tanrı’nın sesini hiç tanımıyordu, bu nedenle yardıma ihtiyacı vardı. Tanrı’nın sesini işitmekte gelişirken bizim de yardıma ihtiyacımız vardır.
Tanrı’nın bize önemli bir şey hakkında konuştuğunu düşündüğümüzde, bir tür onay istememizin makbul olduğuna inanıyorum. Bazen Rab, kişisel dua zamanımızda, bir peygamberlik sözü aracılığıyla ya da bir arkadaşla yaptığımız bir sohbette onay verecektir. Onay alma yolları çeşitlilik gösterir, ama Göksel Babamız, bizi sevdiği için O’nu gerçekten işittiğimizi anlamamızı sağlayacaktır.
Tanrı’yı işitmemizi bizden daha çok Tanrı’nın kendisinin istediğini hatırlamamız önemlidir. Eğer bu doğruysa, o halde onaylaması büyük bir mesele değildir, özellikle de Tanrı’dan gelen söz ya da his bir dereceye kadar belirsizlik içeriyorsa. Eğer oğlumla bir konuşma yaparken, bir nedenden ötürü, sözlerimin bir kısmını kaçırırsa ve benden içtenlikle tekrar etmemi isterse, o zaman tüm konuşmamı yeni baştan tekrarlamaktan mutluluk duyarım.
Ayırt etme sürecinizde sadece Rab’be bakın ve şöyle deyin, “Baba, lütfen bana söylediklerine açıklık getir ki, tüm yüreğimle seni izleyebileyim.” Sizi temin ederim ki, içten talebiniz her zaman için bir noktada Göksel Babanız’ın onayını alacaktır!
Hayatınızda size konuşan sahte sesleri teşhis edebildiniz mi? Bunlarla nasıl mücadele edeceksiniz?
“Tanrı’nın Sesini Ayırt Etme Süreci”nin hangi kısımlarını halihazırda kullanıyorsunuz? Hangi kısımlarını kullanmıyordunuz ve şimdi kullanmak istiyorsunuz?
Bu bölümde sizi en çok ne teşvik etti ve bunu hayatınızda nasıl uygulayacaksınız?
Tanrı’yı işitmek gerçek bir ayrıcalık olmakla birlikte, aynı zamanda büyük bir sorumluluk getirir. Gerçek şu ki, eğer Tanrı’nın sözlerine yanıt vermek istemiyorsak, o zaman ne söylediğini de işitmek istememeliyiz! Tanrı’nın söylediği sözlere nasıl tepki verdiğimiz son derece önem arz eder. Bu noktayı vurgulamak isterim, çünkü Tanrı’nın bize söylediği herhangi bir söze asla gelişigüzel davranmayacağımızı umarım. Tanrı’dan işittiklerimizin çoğu bir tepki gerektirir, bu yüzden eyleme geçmeye hazır olmalıyız.
İsa’nın en bilinen vaazı Matta kitapçığının beşinci ile yedinci bölümleri arasındadır. Bu vaaz genellikle “Dağdaki Vaaz” adıyla bilinir. İsa bir dağın yamacına çıkarak kalabalıklara Tanrı’nın Egemenliği’ndeki yaşam hakkında öğretmeye başladı. İsa’nın öğretisi Tanrı’nın Egemenliği’nde sürdürülen yaşamı, sadece ruhsal bir elit tabaka için değil, herkes için erişilebilir kılmıştır. Bu türden bir öğreti başlı başına devrim niteliği taşıyordu, ama ayrıca öğretiye göre İsa’yı işiten ve O’na yanıt veren herkes eşit düzeydeydi ve bu daha önce duyulmamış bir şeydi. Bizim amaçlarımız açısından, bu vaazın en önemli kısmı en sonunda yer alır ve özellikle İsa’yı işiten herkesin ne yapması gerektiğini ele alır.
İşte bu sözlerimi duyup uygulayan herkes, evini kaya üzerine kuran akıllı adama benzer. Yağmur yağar, seller basar, yeller eser, eve saldırır; ama ev yıkılmaz. Çünkü kaya üzerine kurulmuştur. Bu sözlerimi duyup da uygulamayan herkes, evini kum üzerine kuran budala adama benzer. Yağmur yağar, seller basar, yeller eser, evi sarsar. Ev yıkılır; yıkılışı da korkunç olur (Mat. 7:24-27)
İsa kendisini işiten, ama işittiklerini uygulamayan insanın budala olduğunu ve böyle birinin hayatında kesin bir yıkım bekleneceğini son derece açık biçimde öğretir. Bu nedenle, ister Kutsal Kitap’ı okuyarak isterse Kutsal Ruh’un sesini ayırt ederek olsun, Tanrı’yı işitmek O’na yanıt verme taahhüdü gerektirmelidir. Tanrı’nın sözleri üzerine ne yapacağımız kim olduğumuzu tanımlar ve geleceğimizi derinden etkiler.
Bir Pazar akşamı küçük bir kilisede yabancı bir müjdeciyle ilk kez tanıştım. Bu müjdeci Hindistan’dan geliyordu ve destek toplamak ve dünyanın uzak yerlerine müjdeciler göndermek için yılda bir ABD’ye geliyordu. Anlattığı öyküler heyecan vericiydi ve İbrahim, İlyas ve Daniel’le ilgili Kutsal Kitap’ta okuduklarımı andırıyordu. Bana öykülerini anlattıkça, hem kendimi meydan okunmuş hissediyordum hem de cesaretim kırılıyordu.
Cesaretim kırılıyordu, çünkü sürdürdüğüm hayat Tanrı’nın bu adamın aracılığıyla yaptığı işlerin çok uzağında gibi görünüyordu ve Hindistan’a taşınmadıkça ya da benzeri bir şey yapmadıkça, bunun değişeceğini düşünmüyordum. Bazı bakımlardan, birçok genç Hıristiyan’ın benzer düşüncelere kapıldığını düşünüyorum, ama Tanrı en nihayetinde nerede olduğunuza değil, her nerede olursanız olun, nasıl yaşamayı seçtiğinize bakar. Hintli müjdeci Tanrı’nın ona söylediklerini işitmiş ve buna yanıt vermiş bir insandı. Bunun sonucunda çok sayıda insanla Tanrı’nın yüce sevgisini ve büyük kudretini paylaşabilmişti.
Tanrı’nın bu dünyayla ilgili tasarısı sadece karara bağlanmış değil, ayrıca kesinlikle gerçekleşecektir. Her nasılsa, bu gerçek birçoklarının sorumluluğumuzun o kadar önemli olmadığını düşünmesine ve öğretmesine neden olmuştur, zira her şeyi yapanın Tanrı olduğunu düşünürler. Gerçekten mi? Her şeyi Tanrı mı yapar? İsteğinin gerçekleşmesinde yer almamız için bizi davet etmedi mi? Bir şeyler yapmamız için omuzlarımıza sorumluluk yüklemez mi? Elbette, bu görüş sayısız Kutsal Kitap ayetiyle meydan okumaya başladığınız zaman şaşırtıcı gelir. Ama bunu bir dereceye kadar tartışmazsak, Tanrı’nın sesine yanıt verme konusu çok anlamlı olmaz.
İlk olarak, şunda anlaşalım. Tanrı biz olmadan her şeyi yapabilir ve birçok şeyi herhangi birimiz olmadan yapmıştır. Ancak, Kutsal Kitap’ın başından sonuna dek kendi iradesini yerine getirmek için Tanrı’nın insanları kullanmak istediğini açıkça görebiliriz. Tanrı’nın her şeye egemen olduğuna inanmakla birlikte, bu egemenlikte bizim seçimler yapmamıza izin verir. İtaat edip etmemeyi seçebiliriz. Tanrı amaçlarına ulaşmak için O’nunla birlikte çalışmamızı ister; bence bu O’nun adına daha güç bir yaklaşımdır. Bazen çocuklarım yatak odasını boyamamda ya da garajı temizlememde bana yardımcı olmak isterler ve ben onlara izin verdiğimde, sonuçta yine anne ve babanın temizleyeceği daha büyük bir dağınıklığa yol açarlar.
Ne var ki, bu zamanlarda paylaştığımız tecrübeler genelde öğretmek ve ilişki kurmak için faydalı olur ve asıl önemli olan da budur. Bizler yalnızca Tanrı’nın tasarısının muhatapları değiliz, ayrıca bu tasarı dahilinde Tanrı’nın emektaşlarıyız (1Ko. 3:9). Bu pozisyon Tanrı’nın sesine yanıt vermemizi daha da önemli yapar.
Tanrı’nın tasarısında düşündüğümüzden fazlası vardır, zira O’nun tasarısı özellikle bizimle çok ilgilidir. Bizler Tanrı’nın araçlarıyız ve Tanrı, İsa Mesih’in mesajını ve hizmetini bizim aracılığımızla sürdürür. Tanrı’nın sesini işitmek sadece önemli değildir; tüm dünyanın Tanrı’nın gerçeğine uyanabilmesi için Tanrı’nın İyi Haberi’ni müjdelemek için gereklidir.
Bazı sebeplerden dolayı, Tanrı’nın yaptığı işlerde rollerinin o kadar da önemli olmadığını düşünen birçok Hıristiyan’la karşılaşmaya devam ediyorum. Nasıl da büyük bir yalan. Siz önemlisiniz. Yaptıklarınızönemlidir. Neyi yapmamayı seçtiğiniz önemli. Tanrı’nın sesine verdiğimiz yanıtın diğer yanında kaç kişi beklemekte? Kendimizi değil, ama Tanrı’nın önderliğini izlemeyi seçtiğimiz zaman kaç tane yanlış şey doğru olacak? Yanıtlarımızın ya da seçimlerimizin çok fark yaratmayacağı yönündeki sahte kanıyı üstümüzden atıp O’nun sesine yanıt verdikçe Tanrı’ya hizmet etmenin müthiş ayrıcalığını ve O’nun gücü aracılığıyla hayatların değiştiğini görmenin zamanı geldi.
Bir yaz mevsiminde yaşadığım yerden birkaç saat uzaklıktaki bir parkta düzenlenen bir açıkhava festivalinde konuşma yapmaya davet edildim. Oraya gidip Tanrı sözünü vaaz ettim. Daha sonra arkadaşlarımla birlikte arabalarımıza doğru yürümeye başladık ve tam karşıya geçerken parkta çalışan iki genç yanımızdan geçip gitti. O anda Kutsal Ruh bana konuştu ve “Dön ve onlarla konuş!” dedi. Birkaç adım daha attım, geri dönüp onlara doğru yürüdüm. Ayaküstü konuşmaya başladığımızda, Kutsal Ruh yüreğime onlardan birinin kızkardeşinin yüksek doz uyuşturucu nedeniyle ölümden döndüğünü söyledi. Aldığım bu sözü o genç adamla paylaştım. Gözü yaşlı bir halde bunun doğru olduğunu söyleyip kızkardeşinin nasıl ölümden döndüğünü ayrıntılarıyla anlattı. O ve diğer adam Hıristiyan değillerdi, ancak onları cesaretle Rab yoluna teşvik ettim ve onlar için dua edebilir miyim diye sordum. Başlarını “evet” anlamında salladılar ve onlar ve aileleri için dua ettim. Dua bittikten sonra Tanrı’nın İsa Mesih’teki sevgisinden ve bu sevgiyi on dokuz yaşındayken nasıl tanıdığımdan söz ettim.
Gençlerden hiçbiri o gün hayatını İsa’ya vermedi, ancak hiç şüphe yok ki, bu muhtemelen onların şimdiye dek tanık oldukları en müthiş olaydı. Eğer ikisi de bugün İsa’ya iman etmişse, şaşırmazdım; işte Tanrı böyle çalışır, her seferinde bir adım. Bu tanıklık Tanrı’nın sesini işitmenin veyanıt vermenin sonucudur. Ya Tanrı’nın sesini işittikten sonra yürümeye devam etseydim ne olurdu? Hiç bir şey. İnsanlar Tanrı’nın sesini işittiğinde ve pasif bir şekilde oturup kalmak yerine, işittiklerine yanıt verdiklerinde her gün olacak türden bir olaydır. Tanrı’yı dinlemediğimiz ya da dinleyip de yanıt vermediğimiz için Tanrı’nın insanlara olan iyiliği hakkında kaç tane muhtemel tanıklığın önünü kesiyoruz? Ayağa kalkmanın zamanıdır, dostlar—zamanıdır.
Bir gün İsa’nın Matta adındaki vergi görevlisine “Ardımdan gel” dediği ayeti okuyordum (Mat. 9:9) Matta Kefarnahum Kenti’nde yaşayan bir vergi toplayıcıydı ve İsa onu çağırdığı sırada vergi toplamakla meşguldü. Bu olayın şaşırtıcı kısmı Matta’nın İsa’nın çağrısına verdiği yanıttır: “Kalkıp İsa’nın ardından gitti” (Mat. 9:9). Ciddi misin? Bu olayı gözünüzde bir anlığına canlandırabilir misiniz? Matta ayağa kalktı, işini bıraktı ve İsa’nın ağzından çıkan sadece iki sözcük yüzünden sonraki birkaç yıl boyunca O’nunla dolaştı. Eğer bu radikal bir yanıt değilse, nedir bilmiyorum.
Rab’be sordum, “Öğrencilerin olarak neden o adamları seçtin?” Saniyeler içinde Rab yüreğime konuştu, “Onları seçtim, çünkü alçakgönüllüydüler.” Hemen o anda, İsa Mesih’in kendisini nasıl “alçakgönüllü” olarak tanıttığını düşündüm (Mat. 11:29). Tanrı’ya yanıt vermek İsa’nın sergilediği gibi alçakgönüllü bir tutuma sahip olmakla ilgilidir.
Alçakgönüllülük Tanrı’ya uygun bir yanıt vermenin anahtarıdır. Örneğin, Musa ile Firavun arasındaki farka bakalım. Musa Tanrı tarafından çağrıldı ve yanıtı kusursuz olmamasına rağmen, Tanrı’nın yönlendirişine boyun eğdi. Kutsal Kitap ayrıca Musa’nın yeryüzünde yaşayan herkesten daha alçakgönüllü olduğunu söyler (Say. 12:3). Tanrı’nın isteği firavuna açıklandığı halde o dinlemeyi reddetti, çünkü yüreği katılaşmıştı (Çık. 7:14). Bu farklı yanıtlar her iki adamın yürek tutumunu ortaya koyar. Bence aynı şey bizim için de geçerlidir; Tanrı’ya yanıt verme (ya da vermeme) yollarımız her birimizin sahip olduğu alçakgönüllülüğün derecesini gösterir.
İsa’nın kendisini izleyenleri alçakgönüllü olmaları ve içgüdüsel olarak çobanlarını izlemeleri ile bilinen koyunlara benzetmesi ilginç değil midir? O’nun koyunları O’nun sesini işitir ve O’nu izler (Yuhanna 10:27). Hıristiyanlar olarak biz de, Tanrı’dan işitmeye ve O’nun sözlerine yanıt vermeye aynı alçakgönüllülükle yaklaşmalıyız. Eğer Tanrı’ya iman ya da itaat etmekte bocalıyorsak o halde yüreklerimizin durumunu incelemeliyiz.
Sizi Kral Davut’un oğlu Süleyman için ettiği duayla teşvik etmek istiyorum, ben bu duayı ailem ve kendim için düzenli olarak ederim: “Oğlum Süleyman’a bütün buyruklarına, uyarılarına, kurallarına uymak, hazırlığını yaptığım tapınağı kurmak için istekli bir yürek ver” (1Ta. 29:19). Tanrı, bizi güçlendirmeden önce hizmet işlerinde başarılı olmamızı beklemez. İşte bu yüzden istekli ve itaatli yürekler için dua etmeliyiz ki, O’ndan işittiklerimizi yapmak için hazır olalım.
Tanrı’nın sesine ilk ve en önemli yanıtımız imandır. Ne demek istediğimi zaten bildiğinizi varsaymadan önce, bu konuyu biraz araştıralım. İlk olarak, iman nedir? İman emniyet, güven, inanç ve iknâdır. İman, bir şeyin bildiğimizin ve gördüğümüzün ötesinde doğru olduğuna inanma ve güvenme yeteneğimizdir. İmanı nereden alırsınız? İmanın Tanrı’dan geldiğini biliyoruz, zira Kutsal Kitap Tanrı’nın herkese bir ölçü iman verdiğini açıklar (Rom. 12:3). Herkesin imana sahip olmasına rağmen, esas soru imanımızı neye bağlamamız gerektiğidir? Bazı insanlar imanlarını kendilerine, bir sisteme, başkalarının sözlerine ya da belki hiçbir şeye bağlayabilirler. Halbuki Tanrı’nın bize iman vermesinin nedeni, O’nun sesini işittiğimizde söylediklerine iman etmemizdir. Tanrı’nın sözlerine inanıyor ve güveniyor muyuz yoksa başka bir şeye mi inanıyoruz?
Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın bir kişiye konuştuğu zaman o kişinin şartlar ne olursa olsun Tanrı’ya güvenmesini beklediğini tekrar ve tekrar okuyoruz. Bir şeye iman etmenin iyimserlikle, olmasını istediğimiz ya da düşündüğümüz şeyle, hatta neyi görebildiğimizle ilgisi yoktur. İman bütünüyle Tanrı’nın söylediğine inanmak, güvenmek ve dayanmakla ilgilidir. Bu nedenle, Tanrı’nın bize söylediği şeyi bilmemiz sadece başlangıçtır! Tanrı’nın bize söylediği sözü bilmemizin ardından, iş neye inandığımıza, imanımızı neye bağladığımıza gelir.
İbraniler Yazarı, Tanrı’yla ilişkimizde imanla yanıt vermenin gücünü anlamamıza yardım etmek için yazar, “İman, umut edilenlere güvenmek, görünmeyen şeylerin varlığından emin olmaktır. Atalarımız bununla Tanrı’nın beğenisini kazandılar” (İbr. 11:1-2). İbraniler 11. bölümü okuduğumuzda, kendi zamanlarında Tanrı’yı işiten ve hayatları pahasına O’na iman eden birçok kişiyi selamlarız. Nuh, İbrahim, Yusuf ve Musa gibi adamlar Tanrı’nın sesini işittiler ve imanla yanıt verdiler. Kutsal Kitap’ta birçok durumda, bu adamların ve diğer iman kahramanlarının sahip olduğu tek şey Tanrı’dan aldıkları bir sözdü.
İmanla verilen yanıtı betimlememe izin verin. 2013 yılının başında, bir miktar kilo vermeye karar verdim, çünkü ihtiyaç duydum diyelim. Her biri kendi önerdiği yöntemin gayet basit olduğunu düşünen birçok insanla yaptığım konuşmaların ardından, bir arkadaşım beni aldığım kalorileri saymam gerektiği konusunda ikna etti. Söylediğine göre eğer programa sadık kalırsam, kesinlikle kilo verecektim. Ben de öyle yaptım. Arkadaşımın sözüne inandım, ama bu inancın sonuç getirmesi için eylem gerekiyordu. Bu nedenle, programı tam olarak bana açıkladığı şekilde uyguladım ve birkaç ay içinde sekiz kilo verdim ve o zamandan beri kilomu korudum.
Bana söylenene inandım ve sonuçta diyetimi arkadaşımın sözüne göre ayarladım. İmanım (burada serbestçe bu sözcüğü kullanarak) eylemin ardından sonuç alacağıma inanmama neden oldu. Tanrı’nın sözüne iman etmek de sadece zihinsel bir kabul etme olmaması açısından buna benzer; gerçek iman Tanrı’nın sözüne eyleme geçerek güvenir. Diğer bir deyişle, iman beraberinde itaati gerektirir; aksi halde gerçek iman değildir (Yak. 2:17). Eskiler iman yoluyla Tanrı’nın beğenisini kazandılar, çünkü imanları, eylemleri aracılığıyla tüm dünyada tanındı. Tanrı’nın sözlerine iman etmek belli bir tutum gerektirir ve her zaman belirli eylemlerle kendini gösterir.
Bu noktada sizi uyarmam gerekiyor; eğer Tanrı’yı gerçekten işitirseniz ve O’na imanla yanıt verirseniz, bazı insanlar sizin çılgın olduğunuzu düşünebilir. İbraniler 11. bölümde adı geçenleri düşünün, örneğin Nuh’u (İbr. 11:7). Tanrı Nuh’a büyük bir gemi yapmasını buyurdu, çünkü tüm dünyayı devasa bir tufanla yargılayacaktı. Nuh Tanrı’ya iman etti ve yetmiş ila yüz yıl sürecek gemi projesi üzerinde çalışmaya başladı. Sizce komşuları Nuh’un bu gemiyi yapması hakkında ne düşündü? Nuh’un bu gemiyi yapma amacını onlara nasıl açıkladığını hayal edebiliyor musunuz? Yüzlerini görebiliyor musunuz? Eminim, kent halkının tümü Tufan kopana kadar Nuh’un tam bir çılgın olduğunu düşünmüştür.
Tanrı’yı işitmek dünyayı değiştirmekle ilgilidir, ama Tanrı’yı işiten insanlar O’nun söylediklerine iman etmedikçe dünya değişmeyecektir. İbraniler 11. bölümde Tanrı’ya iman edenlere olağanüstü bir cesaret verilir “Evrenin Tanrı’nın buyruğuyla yaratıldığını, böylece görülenlerin görünmeyenlerden oluştuğunu iman sayesinde anlıyoruz” (İbr. 11:3). Bir zamanlar bu ayeti Tanrı’nın evreni yarattığını anlamak için iman gerektiği şeklinde yorumlardım, ancak ayetin bütün anlamı bu değildir. Unutmayın ki, bu ayetin ve bölümün bağlamında Tanrı’yı işiten, imanlarını O’nun sözüne bağlayan ve sonuç olarak dünyayı değiştiren uzun bir imanlılar listesi vardır.
Kral James çevirisinde üçüncü ayette evren yerine “dünyalar” sözcüğü kullanılır. “Dünyalar” sözcüğünün özgün dildeki karşılığı çoğu kez çağlar, dönemler ve kuşaklar olarak çevrilir.14 Bu sözcük her zaman fiziki bir dünya ya da evreni değil, zamansal bir dönemi ifade eder. Tekrar ifade edersek, bu ayet gerçekte Tanrı’nın, O’nun sözlerine inanan ve uygulayanlarla ortaklık ederek geçmiş kuşakları biçimlendirdiği anlamına gelir. Yazar iman konusunun gerçekte ne kadar ciddi olduğunu anlamamızı ister. Dünyayı değiştirmekteki rolümüz Tanrı’yı işitmekle başlar ve imanımızı O’nun sözlerine bağlamak için sarsılmaz bir adanmışlıkla devam eder.
Bir kimse “Tanrı’ya itaat etmek” hakkında konuştuğunda akla gelen nedir? “Tanrı’ya itaat etmeyi hedeflemeliyiz” yerine “Tanrı’ya itaat etsen iyi olur” cümlesini duymaya yatkın bazı insanlarla karşılaşırım. Tanrı’yla ilgili her şey, hatta itaat konusu dahi bir zorunluluk değil, bir davettir. Tanrı’ya itaat etmeyi seçmeliyiz, çünkü O’na iman ediyor, O’na güveniyor ve O’nu seviyoruz. O’nun Tanrı olduğu, geçmişimizi, şimdimizi ve geleceğimizi bildiği gerçeğinde söz etmeye bile gerek yok.
Tanrı O’na itaat etmemizi ister, çünkü bizim için en iyisini bilir. Bereketli yaşam her zaman itaatli yaşamdır. Sağlıklı bir ailede, bir çocuk itaatsizlik ettiği zaman, genelde bencillikten ve kibirden kaynaklanır. İtaatsiz çocuk ya yapması gereken şeyi yapmak istemez (yapmanın onun için iyi olduğunu bilmesine rağmen) ya da bir şey yapmak istemez, çünkü daha iyisini bildiğine inanır. Her iki sebep de tamamen akılsızlıktır.
Yaygın bir örnek bir babanın oğluna dişlerini fırçalamasını söylediği zamandır. “Tamam baba, yatağa girmeden önce dişlerimi mutlaka fırçalayacağım.” Peki oğul bunu yapar mı? Genelde hayır. “Diş ipiyle temizlik yapmayı da unutma, diş ipiyle dişlerinin arasını temizlemezsen dişlerin çürür!” “Merak etme baba, diş ipini unutmam, listede birinci sırada.” Çocuk bir süre boyunca hiçbir sonuç vermeden devam edebilir ve muhtemelen böylece itaatsizliği daha da güçlenir. “Diş ipi kullanmama gerek yok, dişlerim iyi durumda. Babam ne söylediğini bilmiyor. Bir yıl sonra dişçi koltuğuna oturan çocuk kötü haberi alır: “Dört tane çürüğün var ve bugün dolguları yapacağız.” Birden bire, bu oğul anestezi iğnesinin diş etlerini battığı anda babasının sözlerini yeni bir ışık altında işitir. Umut edilen odur ki, o anda yaşadığı acının, rahatsızlığın ve sıkıntının sebebinin itaatsizlik etmesi olduğunu anlar.
İyi anne babalar sırf çocuklarını kontrol etmekten hoşlandıkları için ya da onlara önemi olmayan gereksiz işler yaptırmak için onlara ne yapmaları gerektiğini söylemezler. Anne babaların çocuklarına ne yapacaklarını söylemesinin ve onlardan itaatkâr bir yanıt beklemesinin nedeni onlar için en iyisinin bu olmasıdır. Çocukların anne babalarına inanması ve kendilerine söyleneni yapması için onlara güvenmesi gerekir. Bellidir ki, anne babaların karakterine güvenmek anahtardır.
Biz Tanrı’nın çocuklarıyız ve Rab itaatimizin O’nunla ilişkimizin doğal akışı haline gelecek kadar O’na güvenmemizi istiyor. İsa, ele verildiği gece öğrencileriyle çok önemli ve içten bazı sözler paylaştı ve bu sözlerin çoğu O aralarından alındıktan sonra öğrencilerini bir yanıt vermesini gerektirecekti. İsa bunu bilerek şöyle dedi, “Beni seviyorsanız, buyruklarımı yerine getirirsiniz” (Yuhanna 14:15). İsa, onlara yüreğini açarak, kendisi gittikten sonra yapacakları en önemli şeyin onlara söylediği bütün sözleri yerine getirmeleri olduğunu bildirdi. İsa’nın neredeyse şöyle söylediğini duyabilirsiniz, “Hey arkadaşlar, eğer beni gerçekten seviyorsanız ve sizin için istediğim şeyi biliyorsanız, size söylediğim her şeyi hatırlayın ve onları yapın, çünkü bunlar sadece benim isteğim değil, ayrıca sizin için en iyisidir.”
İtaatle yanıt verme konusuna baktığımızda, İbrahim’in öyküsünü göz ardı edemeyiz. Yaratılış 11. bölümün sonunda Avram’la (i.e. İbrahim) kısaca tanışıyoruz ve 12. bölümün başında Tanrı’ya olan imanına gerçek bir bakış atıyoruz.
RAB Avram’a, "Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak, sana göstereceğim ülkeye git" dedi, "Seni büyük bir ulus yapacağım, Seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım, Bereket kaynağı olacaksın. Seni kutsayanları kutsayacak, Seni lanetleyeni lanetleyeceğim.Yeryüzündeki bütün halklar Senin aracılığınla kutsanacak." Avram RAB’bin buyurduğu gibi yola çıktı. Lut da onunla birlikte gitti. Avram Harran’dan ayrıldığı zaman yetmiş beş yaşındaydı. (Yaratılış 12:1-4)
Tanrı İbrahim’e baba evini terk edip yeni ve bilmediği bir ülkeye gitmesini söyledi. Birçok kişi bu pasajı okur ve vaatlerin gerçekleşmesi için verilen yanıt yerine sadece vaatlere odaklanır. Eğer İbrahim gitmeseydi, Tanrı yine de onu bereketleyip ona verdiği vaatleri yerine getirecek miydi? Sanmıyorum. İbrahim’in itaati önemli miydi? Kesinlikle! Kutsal Kitap itaat yanıtı gerektiren vaatlerle doludur. Bu pasajdan birebir olarak itaatli bir yaşamın bereketli bir yaşam olduğunu görebiliriz. Bizi, ailelerimizi, kiliselerimizi ve kentlerimizi itaatimizi ardında ne müthiş şeyler bekliyor!
Tanrı’nın sesini işittiğimiz zaman iki tür itaat vardır. Benim derhal itaat adını verdiğim birinci türde Tanrı bize konuştuğu o anda derhal itaat etmemiz gerekir. Eğer Tanrı’ya derhal itaat etmeyi seçmezsek, fırsat kaçar ve ortaya çıkabilecek herhangi bir ürün kaybedilir.
Kısa süre önce, bir toplantıya katılmak üzere yoldaydım ve genelde olduğu gibi acelem vardı. Bu nedenle, otoyol üzerinde bulabildiğim en yakın arabalı fast food restoranına girdim. Yiyecek siparişimi verdim ve yiyeceği almak üzere pencereye doğru ilerlerken Rab bana oradaki çalışan hakkında konuştu (içsel ses). Rab’bin şöyle dediğini işittim, “Üniversiteye geri dönüp edebiyat alanında bir kariyer edilmesi gerekiyor. Onu bana dua etmesi ve ihtiyacı olan para için bana güvenmesi için teşvik et.” Yemeğimi almak için pencereye geldiğimde, adam paramı aldı ve hemen ardından Rab’bin bana söylediğine inandığım şeyi onunla paylaştım. Bana hayretle bakıp, “Şaka mı yapıyorsun? Daha demin gazetecilik eğitimi almak için okula dönmem konusunda kardeşimle konuşuyordum—bu inanılmaz!” Onunla İsa Mesih’in sevgisi hakkında kısaca konuştum ve dua etmesi için teşvik ettim. Adam hem korktu hem de teşvik aldı. Bu genç adam içi ne müthiş bir andı. Rab’bi söylediğini işittiğim şeyi yerine getirmek için saniyelerim gerçek anlamda saniyelerim vardı. Böyle bir fırsat Rab’be derhal itaat etmemizi gerektirir, aksi halde fırsat kaçar. Bu genç adamın Rab’be itaat ettiğim için mutlu olduğuna eminim.
Uzun dönemli itaat adını verdiğim ikinci türde ise Tanrı size yerine gelmesi sürekli çaba gerektirecek bir şey hakkında konuşur. Tanrı Nuh’a bir gemi yapmasını buyurdu ve bu işin tamamlanması 70 ila 100 sürdü. Tanrı İbrahim’e yabancı bir ülkeye gitmesini söyledi ve bu iş muhtemelen aylar ya da yıllar sürmüş olabilir. Kutsal Kitap, insanların Tanrı’nın sözüne süregelen uzun dönemli itaat içinde yaşamalarının gerektiği örneklerle doludur. Tanrı, uzun dönemli itaat gerektiren bir şey hakkında konuştuğu zaman, her zaman süregelen bir iman ve gerçek bir sebat eşlik edecektir.
Kişisel olarak Rab’den derhal itaat etmemi gerektiren birçok söz alırken, uzun dönemli itaat gerektiren çok az söz alırım. Bu hepimiz için geçerlidir. Uzun dönemli itaat gerektiren sözler çoğunlukla yönlendiricidir ve aylar ve yıllar sürebilir. İşte bu yüzden onları daha az alırız. Tanrı Müjde’yi paylaşma ya da teşvik etme amacıyla derhal itaat gerektiren günlük sözler verebilir. Tanrı’nın yapmamızı istediği şey ister uzun ister kısa dönemli olsun, her durumda O’nun sesine itaat etmemiz için bizi güçlendireceğine güvenebiliriz. Bunun sonucunda, dünyamız değişecektir.
Tanrı’nın sözleriyle yanıt vereceksek, zorluklara göğüs germeye ve risk almaya razı olan, korkuların ya da başkalarının dediklerinin Tanrı’nın isteğinden bizi uzaklaştırmasına izin vermeyen cesur insanlar olmamız gerekir. Tanrı insanları büyük işler yapmaya çağırır; bu yüzden riskler her zaman vardır ve cesaret gereklidir. Musa ölmeden önce, İsrail halkını Vaat Edilmiş Ülke’ye götürecek halefi olarak Yeşu’yu atadı. Musa 120 yaşındaydı ve halkı ülkeye götürecek olanın kendisi olmadığını biliyordu, bu yüzden önderlik değişimi zamanıydı. Musa Yeşu’nun üzerine ellerini koyarak onu yeni önderlik görevine atadı ve ona şu sözleri söyledi:
RAB Nun oğlu Yeşu’ya şu buyruğu verdi: "Güçlü ve yürekli ol! Çünkü İsrailliler’i, ant içerek söz verdiğim ülkeye sen götüreceksin ve ben seninle birlikte olacağım.” (Yas. 31:23)
Tanrı’nın Musa üzerindeki çağrısı şimdi Yeşu’ya aktarılıyordu ve eğer Tanrı’nın isteğini izlemenin ve İsrail halkına önderlik yapmanın bedelini bilen varsa, bu Musa’ydı. Musa Yeşu’ya ne söyler? “Güçlü ve yürekli ol!” Bu atama duasından kısa süre sonra, Musa ölür ve Rab, Musa’nın bildirdiği sözlerin aynısıyla Yeşu’ya konuşmaya başlar.
Sana güçlü ve yürekli ol demedim mi? Korkma, yılma. Çünkü Tanrın RAB gideceğin her yerde seninle birlikte olacak. (Yeşu 1:9)
Tanrı Yeşu’ya yürekli olmasını söyledi, çünkü yeni görevinde muazzam engellerle karşılaşmak üzereydi. Yeşu birkaç yıl içinde İsrailliler’den çok daha kalabalık ve güçlü bir halka karşı otuzdan fazla askeri sefere önderlik edecekti. Yeşu bütün olasılıkların kendisinin aleyhinde olduğunu bilerek bu zorluklarla nasıl yüzleşecekti? Bunu ancak Tanrı’nın ona verdiği cesaretle yapabilirdi. Cesaret her zaman Tanrı’dan gelir. Tanrı’nın bizi yapmaya çağırdığı her şeyde bizimle birlikte olacağını bilmekten ileri gelir.
Tanrı bizi bir iş yapmaya çağırdığında, O’ndan uzaklaşmamızı ve işi başardığımızda geri dönmemizi beklemez. Tanrı’nın işi böyle yürümez.
Tanrı bizi bir işe çağırır ve ellerimizi o işe koyduğumuzda “Bizimle birlikte olduğunu” bilmemizi sağlar. Tanrı’nın bizimle olduğunu bilirsek nasıl korkabiliriz?
Bir gün arkadaşımla birlikte arabayla otobanda yol alıyorduk, çünkü Tanrı’dan Seattle’e gitmekle ilgili bir söz almıştık. Böylece Seattle’e ilk çıkışa geldiğimizde, ikimiz de nereye sapmamız gerektiğini biliyorduk. Capitol Hill denen bir alanda park ettik ve etrafta yürüyüş yapıp insanlara İsa’yı müjdelemeye karar verdik. Bizi burada istemediklerini açıkça belli eden uyuşturucu bağımlılarıyla, fahişelerle, kızgın sarhoşlarla ve başka ilginç durumlarla karşılaştık. O gün çok güçlü bir iş olmadı. Esasında, günün sona ermesinden mutlu olmuştum. Aynı hafta dua etmeye zaman ayırdım ve Rab’bin her hafta aynı bölgeye gitmek konusunda yüreğime konuştuğunu hissettim. Cumartesi günlerimi bu şekilde geçirmek istemiyordum, bunun nedeni kısmen korkmamdı. Dua ettim ve benden yapmamı istediği şey yapmak için cesaret istedim. İleriki haftalarda insanların yaşamına bizim aracılığımızla dokunduğunu izledikçe cesarete ilaveten güç de buldum. Sonraki bir ya da iki yıl boyunca, Cumartesi günlerini Seattle’de evsizlere, çaresizlere, uyuşturucu bağımlılarına, fahişelere, hatta hayatları kararmış dindar insanlara hizmet ederek geçirdik.
Birçok Hıristiyan, eğer Tanrı’ya gerçekten teslim olursa, Tanrı’nın onlara yabancı bir misyon bölgesine gitmelerini ve her şeylerini O’nun uğruna feda etmelerini söyleyebileceğini düşünerek korkar. Bu varsayım yerindedir. Tanrı, tıpkı İbrahim’i çağırdığı gibi sizi de gitmeye çağırabilir. Ancak korkmak için bir neden yok. Tanrı’ya itaat etmek cesaret gerektirir, ama cesaretin Tanrı’dan geldiğini ve O’nun her zaman bizimle olduğunu unutmamalıyız.
Tanrı’nın sizi bir şey yapmaya çağırdığını anladıktan sonra O’na hiç itaatsizlik ettiğiniz oldu mu? Evetse, durumu açıklayın. Tecrübenizden ders aldınız mı? Bir sonraki sefer neyi farklı yapacaksınız?
Tanrı size konuştuğunda şüphelerle mücadele ediyor musunuz? Neden? Tanrı’nın size söylediği şeyde daha büyük bir iman ve güvenle ileriye gitmek için neye ihtiyacınız var?
Tanrı’ya tümüyle teslim olduğunuza inanıyor musunuz? Hayatınızın bu noktasında Tanrı’nın size söylediği her şeyi yapmaya istekli olur muydunuz? Neden? Cesaretle nasıl ileri gidebilirsiniz?
Bu bölümde sizi en çok ne teşvik etti ve bunu hayatınızda nasıl uygulayacaksınız?
On sekiz yaşındaydım, liseden henüz mezun olmuştum ve özgürce geçireceğim yaz mevsimi için heyecanlıydım! Okul yok, ev ödevi yok—sadece özgürlük, değil mi? Aslına bakarsanız, pek sayılmaz. Yaz başlar başlamaz, hayatımdaki herkesin ağzından o büyük soru dökülmeye başladı: “Şimdi hayatını nasıl sürdüreceksin?” İlk başta nasıl cevap vereceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Tanıdığım birçok insan üniversiteye, meslek okullarına, stajlara gidiyordu, ancak ben boştaydım, çünkü hayatımda ne yapmak istediğime dair bir düşüncem yoktur.
Bu süre boyunca gelecekle ilgili kaygımı ve bir plan yapma motivasyonumu geciktiren çok kötü kararlar aldım. Çok geçmeden, büyük sorunun ağırlığını hissetmeye başladım ve bir şeyler yapmam gerektiğini anladım. Böylece üniversiteleri ve çeşitli diğer fırsatları araştırmaya başladım. Bir gün kendimi başarılı bir web tasarımcısıyla sohbet ederken buldum. Bu adam konuşmamız boyunca işine duyduğu tutkudan ve kazandığı büyük paralardan söz etti. Ona, özellikle de söylediklerini işittikten sonra web tasarımının benim için iyi bir kariyer yolu olabileceğini söyledim. Beni mahalli kolejdeki ilgili programları araştırmam için teşvik etti.
Birkaç ay içinde iki yıllık bir web tasarımı programına kayıt oldum.
Okula gitmeye karar verdikten yaklaşık altı ay sonra, inanılmaz bir dizi olay aracılığıyla hayatımı İsa Mesih’e verdim ve sonsuza dek kökten değiştim. Birden, tüm düşüncelerim, bana anlatılan ve yapmak istediğim her şey yeni bir istikametin, yani Tanrı’nın yolunun gözetimi altına girdi. Sınıfa girdiğimi, en arka sıraya oturduğumu ve bütün o istekli öğrencileri seyrederken kendime “Bunu neden yapıyorum?” diye sorduğumu hatırlıyorum. “Cidden. Neden yapıyorum” Neden web tasarımı konusunda bir kariyer planlaması yaptığımı uzun uzadıya düşünüp taşındım. Çabucak fark ettim ki, bunu yapmamın nedeni adamın birinin bu işin benim için iyi olacağını söylemesi ve benim ona inanmamdı. Bunu yapmamın bir diğer nedeni de bu kariyerin en az süre çalışarak en çok parayı kazanma fırsatı vereceğini düşünmemdi; tam bir tembel düşüncesi. Aniden bu düşünce pek iyi gözükmesi ve Tanrı’nın ne söyleyeceğini gerçekten bilmek istedim. Web tasarımcısı arkadaşımı ve çok para kazanmak isteyen kendi sesimi dinlemiştim. Ancak hayatımla ilgili olarak daha önce hiç Tanrı’nın sesini aramamıştım, bu nedenle taze bir başlangıç yapmanın zamanıydı. Tanrı’nın sesini aramaya başladığımda, sürekli sorduğum soru şuydu: “Tanrım, ne yapmamı istiyorsun?”
Hayatta başkalarının bize söylediklerini temel alarak birçok şeyin peşinden koşarız, ama İsa’nın izleyicileri olarak diğer her şeyden önce O’nun sesini aramamızla tanınmalıyız. Tanrı’nın sesini aramak, hayatımızla ilgili sürekli olarak O’nun öğüdünü, yönlendirişini ve planını istemektir. İsa’yı Rab olarak çağıranlar için koşulların, zorlukların ve fırsatların ortasında O’nun sesini aramak tek yoldur. Hayatlarımızda karar verme sürecini Tanrı’ya vermeyi öğrenmek her zaman kolay değildir, ancak tamamen zorunludur. Tanrı’nın sesini işitmenin sadece O’nu işitmekten ibaret olmadığını keşfettim; aynı zamanda her şeyde O’nu izlemek ve O’na dayanma yolculuğudur. Tanrı çoğu kez hayatlarımızın kararlarına O’nu davet etmemizi bekliyor. Öyle ki, O’nun isteğini izleyelim ve O’nun planlarının bizim için en iyisi olduğuna güvenelim.
Eski Antlaşma döneminde İsrail halkını yöneten birçok kral geldi ve geçti vardı, ancak bunlardan en öne çıkanı Kral Davut’tur. Tanrı Davut’u “kendi gönlüne uygun biri” olarak tanıttı ve Davut İsrail tarihinde diğer kralların hepsinden daha çok onurlandırıldı (1 Sa. 13:14). Tanrı Davut için “kendi gönlüne uygun biri” dediğinde, Davut’un Tanrı’nın yüreğini herkesten çok aradığını kastettiğini düşüyorum. Kutsal Kitap’ta en az sekiz yerde Davut’un “RAB’be danıştığından” söz edilir ve bu Kutsal Yazılar’da adı geçen diğer tüm krallardan hayli fazladır. Davut birçok hatalar yaptı, korkunç günahlar işledi ve benim görüşüme göre acımasız biriydi. Ancak doğru yaptığı bir şey hiç şüphesiz kendisi, ailesi ve İsrail halkı için Tanrı’nın sesini aramasıydı. İşte bu yüzden Tanrı onu diğerlerinden daha çok onurlandırdı.
Tanrı yeryüzünde birlikte çalışabileceği kusursuz birini asla bulamadı, ancak şu açıktır ki, sözlerini arayanları ve onlara öncelik verenleri kendisine yaklaştırmıştır. Eğer gerçekten Tanrı’nın isteğine göre yürümek istiyorsak, o zaman O’nun bir şeyler demesi ya da söylemesi için pasifçe arkamızı yaslayıp oturamayız. Tanrı’nın söylediklerini sürekli arayışımızda yılmaz olmamız gerekir.
Tanrı’nın sesini aramanın O’na bağımlılığımızla ilişkili olduğunu görmeliyiz. Günahta yaşarken, Tanrı’nın sesinden uzaklaşarak yolumuzu ve cevaplarımızı bulmak için kendimize güvenmeye başladık. Mesih’te yaşarken, otonom, kendi çıkarını arayan bir hayat tarzını reddederek gerçek bağımlılık içinde Tanrı’yla yeniden ilişki kurarız. Bu ilişkide sadece kendi sesimizle yetinmeyiz, ama O’nun sesine ihtiyacımız olduğunu biliriz.
Bağımlılık bize yardım etmesi, destek olması ve bizi taşıması için bir kimseye ihtiyaç duyma ya da güvenme halidir. Tanrı’ya ihtiyacımız vardır. Hayatımızda Tanrı’nın sesi olmaksızın, gelecekteki kurtuluşumuz için İsa’nın tamamladığı işe iman edebiliriz, ancak bugün kendi seslerimizi izleriz. Böyle olduğunda eylemlerimiz inançlarımızla uyumlu işlemez ve bizi gelecekte yıkıma sürekler. Bu nedenle, Tanrı’ya bağımlılığımız hayatımızda Tanrı’nın sesini aramak için bize teşviktir. Eğer Tanrı’nın söyleyeceklerini işitmeye ihtiyacımız olduğunu bilirsek sadece O’nun sözleriyle ilgileniriz.
İsa’nın yaşamı ve hizmeti sahip olmamız gereken türdeki bağımlılığa örnektir. Matta 3. ve 4. bölümde, İsa otuz yaşlarındayken vaftiz olarak hizmetine başlar ve ardından Kutsal Ruh tarafından çöle götürülür. İsa çölde geçirdiği zaman boyunca Şeytan’la karşılaşarak bir dizi denenmeye katlanır.
Bundan sonra İsa, İblis tarafından denenmek üzere Ruh aracılığıyla çöle götürüldü. İsa kırk gün kırk gece oruç tuttuktan sonra acıktı. O zaman Ayartıcı yaklaşıp, "Tanrı’nın Oğlu’ysan, söyle şu taşlar ekmek olsun" dedi. İsa ona şu karşılığı verdi: "’İnsan yalnız ekmekle yaşamaz, Tanrı’nın ağzından çıkan her sözle yaşar’ diye yazılmıştır."” (Mat. 4:1-4)
Bu pasaj, Tanrı’nın tasarısını bozmak için Şeytan’ın İsa’nın yoluna çıkardığı üç denenmeden birincisini verir. Şeytan İsa’nın oruç tuttuğunu biliyordu ve taşları mucizeyle ekmeğe dönüştürerek kimliğini kanıtlaması ve orucunu bozması için O’nu kışkırttı. Çok büyük bir denenme gibi görünmüyor, ne dersiniz? Ancak, buradaki konu İsa’nın ekmeği yemesi değil, kimin sesine itaat edeceğiyle ilgiliydi; Şeytan’a mı Göksel Babası’nın sesine mi? Şeytan’ın Adem ve Havva’yı ayartması tam olarak aynıydı: kimin sesine itaat edeceklerine ilişkin bir medyan okumaydı (Yar. 3). İsa, Babası’nın sesine dayanarak yaşadığı gerçeğini ilan ederek Şeytan’a karşı koyar.
Sanırım, sürdüğümüz hayatın Tanrı’nın sözlerine dayanması gerektiği hakkında İsa bundan daha açık konuşamazdı. İlginç olan, İsa’nın burada söylediği cümlenin esasen Musa’dan bir alıntı olmasıdır (Yas. 8). Bu pasajda Musa, çölde dolaşarak geçen kırk yılın ardından, İsrail halkını uzun süredir beklenen Vaat Edilmiş Ülke’ye girmeye hazırlamaktadır. İsrail halkını teşvik ederken Musa, çölün zorluklarını hatırlatır ve geçmiş döneme açıklık getirir. Tanrı’nın onlara verdiği yeni ülkeyi ele geçirirken, yaşamlarında Tanrı’ya olan ihtiyaçlarını ve O’nun sesini unutmasınlar diye bunu yapar.
Çölde İsrail halkının yiyeceği ve suyu olmadığı gibi hayatlarını devam ettirmek için fiziki ihtiyaçlarını üretme olanakları da yoktu. Tanrı İsrail halkının açlıktan ölmesini istemiyordu, ama onların içinde bulundukları koşullara değil, kendisine dayanmayı öğrenmesini istiyordu. Tanrı çölde halkına gökten man ekmeği yağdırdı ve her gün yemeleri için man ekmeğini nasıl toplayacaklarını bildirdi (Çık. 16:4). Ayrıca Musa’ya bir tahta parçasını acı sulara atmasını buyurarak halkına tatlı içme suyu sağladı (Çık. 15:22-25). İsrail halkı Tanrı’nın sözlerini dinlediği için hayatta kaldı ve Musa evlerle, tarlalarla, bağlarla ve temiz su kaynaklarıyla dolu yeni bir ülkeye girerlerken halkın bütün bunları hatırlamasını istedi.
Sahip olduklarımıza ya da yapabildiklerimize güvenmemiz kolaydır, ancak hayat bize birçok oyunlar oynar ve ayağımızın altındaki toprak zaman zaman kayar. Ancak düşünceme göre, eğer Tanrı’dan işitmek için aciliyetimiz yoksa, muhtemelen O’nun ne söyleyeceğini aramayız. Tarih boyunca Tanrı halkının içine düştüğü büyük trajedi, Tanrı’ya hiç danışmadan kendi gözümüzde doğru olanı yapmaya meyilli olmamızdır; bunun sonucunda, yoldan çıkarız. Hayat “Ne yapacağımı bilmiyorum” dediğimiz anlarla doludur ve bu durum bir takım şeyler yapıp işe yaramasını
ummak yerine, Tanrı’yı işitmemiz için bizi harekete geçirmelidir. Sizi neye güvendiğinizi değerlendirmeniz ve hayatınız sanki buna bağlıymış gibi Tanrı’ya ve O’nun sözüne gerçekten dayandığınıza emin olmanız için teşvik ediyorum. Çünkü hayatınız gerçekten buna bağlıdır!
Geçenlerde, bir arkadaşım karısıyla birlikte geçtikleri bir sıkıntısını paylaştı. Konuşmamızın yaklaşık beşinci dakikasında arkadaşım, düşünceme göre, Hıristiyanlar’ın hayattaki sorunlar karşısında nasıl tepki vermesi gerektiğini tam olarak gösteren bir şey söyledi: “Tanrı’nın bu sıkıntı yoluyla ne yapacağını göreceğim için heyecanlıyım.” Bir saniye için bu sözü bir düşünün. Ne yapması gerektiğini sormadı, dua istemedi ve hatta yaşadığı sorunla ilgili stres içinde bile görünmüyordu. Esenlik içindeydi ve sorun karşısında Tanrı’nın ne yapacağını heyecanla bekliyordu. Bu sohbet beni oldukça teşvik etti ve Tanrı’nın sesine bağımlı bir kişinin hayatın kaçınılmaz zorluklarına nasıl uygun yanıt vereceğini açıkça gördüm.
Yasanın Tekrarı 8. bölümde Musa, İsrail halkına çölde dolaşırken kırk yıl boyunca karşılaştıkları sorunların aslında Tanrı’nın sesini aramaları için yapılan bir davet olduğunu görmeleri için onlara çöl tecrübelerini hatırlattı. Bu pasaj (Yas.8), çölde Şeytan tarafından denendiğinde İsa’nın Musa’dan alıntıladığını söylediğimiz pasajla aynıdır (Mat. 4). Bir bakalım.
Bugün size bildirdiğim buyruklara tam tamına uyun ki, yaşayasınız, çoğalasınız ve gidip RAB’bin atalarınıza ant içerek söz verdiği ülkeyi mülk edinesiniz. Tanrınız RAB’bin sizi kırk yıl boyunca çölde dolaştırdığı uzun yolculuğu anımsayın! Buyruklarına uyup uymayacağınızı, amacınızın ne olduğunu öğrenmek için sizi sıkıntılara sokarak sınadı. Sizi aç bırakarak sıkıntıya soktu. Sonra sizin de atalarınızın da bilmediği man ile sizi doyurdu. İnsanın yalnız ekmekle yaşamadığını, RAB’bin ağzından çıkan her sözle yaşadığını size öğretmek için yaptı bunu. (Yas. 8:1-3)
Musa karşılaştıkları sorunları, özellikle aç kalmalarını, Tanrı’dan istemeyi ve koşullardan korkmak yerine O’na iman etmeyi öğrenmeleri için Tanrı’nın izin verdiği şeyler olarak tanımlar. Bu sorunlar onlara sadece bağımlılığı öğretmekle kalmadı, ayrıca daha önce ele aldığımız gibi, Tanrı’yla yürüdükleri zaman başlarına gelen sıkıntıların gerçekte sorun olmadığını görmelerine yardımcı oldu. Esasen, sorunlar Tanrı’nın sesini aramaları ve işittiklerine itaat etmeleri için davetlerdi.
Çölde sorunlar İsrail halkı için cesaretsizlik kaynağı haline geldi ve ne yapacakları Tanrı’ya sormak yerine, şikayet etmeyi seçtiler.Eminim, hayatımızın bir döneminde hepimiz bunu yaptık: Tanrı’dan dilemek yerine, şikayet etmek. Belki hâlâ bunu yapıyoruz. Tanrı’nın sorunlarımızın kaynağı değil, çözümlerimizin kaynağı olduğunu öğrenmeliyiz. Hayatımızda karşılaştığımız kaçınılmaz sorunlar, her sorunun cevabını bilene sormamız için aldığımız davetlerdir.
Tanrı, yeme sorununu nasıl çözeceğini O’na sormaları için İsrailliler’in aç kalmalarına izin verdi. Bu sorun, doğru algılandığında esasen bir davetti. Bence sorunlarımızın çözüm bulmadan dolaşmaya devam ediyoruz, çünkü sorunlarımızın Tanrımız’dan daha büyük görünmesine izin veriyoruz. Zor şeyler başımıza geldiğinde o kadar üzgün ve şaşkın hissediyoruz ki, Tanrı’ya bu konuda danışmayı ihmal ediyoruz. Sorunlarımıza takılıp kalmak ve Tanrı’nın yanımızda olmadığından ya da bizi korumadığından şikayet etmek, aslında O’nun sesini arayıp izlediğimizde bize öncülük etmeye hazır olduğu gerçeğini inkâr etmek olur.
Hepimiz sorunlarla karşılaşmamıza rağmen, bunların kimisi sırf günahkâr bir dünyada yaşamamızın sonucu, kimisi düşmanın saldırısı ve kimisi kendi zayıf kararlarımızın ürünüdür. Ancak sorunların bazıları kendi amaçlar için Tanrı tarafından üretilir. İsa öğrencilerini zorlukların geleceği konusunda uyardı, ama esenlikleri olması için teşvik etti, çünkü her zorluğu alt edenin ardınca gidiyorlardı. “Bunları size, bende esenliğiniz olsun diye söyledim. Dünyada sıkıntınız olacak. Ama cesur olun, ben dünyayı yendim!” (Yuhanna 16:33). İsa’nın izleyicileri olan bizlere sorunsuz bir hayat vaat edilmez, ama Tanrı’nın sesini aradıkça her zaman bizi zorluklardan geçireceğinden emin olabiliriz.
Sorunlarımız Tanrı’ya odaklanmamızın yerini almamalıdır, ve her şeyi bilen ve her durumda iyilik için etkin olan Tanrı’yı izlediğimizde, başımızdaki sorunların duygularımıza baskı yapmaya hakkı yoktur (Rom. 8:28-29). Kendi zorluklarımızla yüzleştikçe, bir adım geri atmalı ve Rab’be ne yapacağımızı sormalıyız. Hiçbir şey Tanrı’yı şaşırtmaz; O her zaman ne yapacağını bilir ve bizi götüreceği yer konusunda O’na güvenebiliriz.
Tanrı’nın sesini aramanın önemini ne kadar çok vurgulasak abartmış olmayız. Ayrıca Tanrı’nın sesini fiilen nasıl arayacağımızı da tartışmamız gerekir. Birçok kez söylediğimi duyduğunuz gibi, Tanrı’yı ve O’nun sesini işitmeyi öğrenmenin başlıca yolu Kutsal Kitap’tır. Kutsal Kitap her zaman Tanrı’nın sesini aramaya başlamamız gereken ilk yerdir.
Kişisel kanaatime göre, her Hıristiyan Kutsal Kitap’ı her gün okumalı ve çalışmalıdır. Hayatlarımızda potansiyel olarak sorular ve karmaşıklık yaratan birçok şey, eğer Tanrı sözünü günlük çalışmaya adanırsak yüreklerimizde çabucak hallolur. Her gün Kutsal Kitap’tan üç ya da dört bölüm okuma ve bana meydan okuyan ya da ilave çalışma ve düşünme gerektiren ayetleri günlüğe genelde bir sayfa tutacak kadar not alma alışkanlığım vardır. Bu düzenli disiplin benim için o kadar yaşam vericidir ki, onsuz bir gün geçirmeyi hayal bile edemiyorum. Eğer Tanrı’nın sesini işiten insanlar olacaksak, Tanrı’nın sözünde zaman geçirmek ruhsal sağlığı korumak için önemli ve gereklidir.
Tanrı’nın sesini Kutsal Kitap’ı çalışma alışkanlığıyla aramakla birlikte, birçok koşulda çalışmalarımı daha da derinleştirmemi gerektirdiğini keşfettim. Belirli bir koşulda ne yapacağımızdan emin olmadığımızda, Tanrı’nın bu konuda ne diyeceğini görmek için otomatikman Kutsal Kitap’a başvurmalıyız. Kutsal Kitap’ın koşullarımıza sadece genel cevaplar sağladığı zamanlar olmakla birlikte, Rab’bi dua ile aramaya başlamamız için yine de bize temel bir çerçeve verir.
Günümüzde, kiliselerde bile konuşulan bütün o tartışmalı konuları düşünün: eşcinsellik, politika, cennet ve cehennem, flört ve kız erkek ilişkileri, ırkçılık vs. Kaçımız kültürümüzü, kiliselerimizi ve ailelerimizi ilgilendiren konularda gerçekten Kutsal Kitap’ı çalıştık? Kaçımız kendi düşüncemizle değil, Tanrı’nın düşüncesiyle ele alınması gereken yüzleştiğimiz bir konuyu Kutsal Kitap’ta titizlikle çalışarak Tanrı’nın sesini aradık?
Kutsal Kitap’ta halihazırda açıkça cevabı verilen bir konuda Tanrı’nın sesini işitmek isteyen insanlarda kaç kez dua isteği aldığımı sayamam. Gelen tipik bir dua isteği, kişinin mevcut işyerinin kötü davranışlı tanrısız kişilerle dolu olmasından ötürü Tanrı’nın yeni bir iş sağlamasıdır. Tanrı’nın bu kişiyi bazı sebeplerden ötürü oradan uzaklaştırması mümkün olmakla birlikte, Kutsal Kitap insanlar bize kötü davrandıklarında ne yapmamız gerektiği konusunda gayet açıktır. Kişi bana “Sence Tanrı ne yapmamı istiyor?” diye sorduğunda dua edeceğimi, bir peygamberlik sözü söyleyeceğimi ya da onların kötülüklerine tepkisel bir yaklaşımda bulunacağımı beklemektedir. Böyle bir kişiye danışmanlık yaparken her zaman ilk önce Kutsal Kitap’a başvururum: “Bu kişiler için dua ettin mi?” Cevap genellikle “Hayır” olur. Eğer Kutsal Kitap bize ne yapacağımızı doğrudan söylüyorsa, Tanrı’nın o durum için sesi her zaman budur. Bu durumda şunu okuyoruz: “... düşmanlarınızı sevin, sizden nefret edenlere iyilik yapın, size lanet edenler için iyilik dileyin, size hakaret edenler için dua edin” (Luka 6:27-28). Eğer Tanrı’nın sesini arayacaksak, sanki Tanrı bize doğrudan konuşuyormuş gibi, öncelikle Kutsal Kitap’ın içinde bulunduğumuz durum hakkında bize bilgi vermesine izin vermeliyiz, çünkü Tanrı konuşuyor!
Dostlar, günümüzde erişebildiğimiz çok miktarda Kutsal Kitap bilgileriyle bereketlenmiş durumdayız. Kutsal Kitap Tanrı’nın sözüdür (2 Ti. 3:16) ve insanların düşüncelerini değil, Tanrı’nın bilmemizi istediği şeyleri içerir (2 Pe. 1:20-21). O halde Tanrı’nın düşüncelerini bilmemiz gereken pek çok konuda Tanrı’nın bakış açısını almayı istiyorsak bahanemiz yoktur. Eğer O’nun sözüne inanarak sesini ararsak, daha büyük bir esenlik ve karar vereceğimiz daha sağlam bir temel edinmiş oluruz.
Kutsal Kitap’ın yanı sıra Tanrı’nın sesini dua ederek aramaya da çağrılıyoruz. Eminim, duanın birçok farklı tanımını duymuşsunuzdur, ama gerçekten net olalım: dua sözcüğü “istemek” ya da “bir ricada bulunmak” anlamına gelir. Tüm anlamı budur. Çok basit, değil mi? Genelde insanlar dua ettiği zaman, Tanrı’dan bir şey yapmasını isterler ki, tamamen uygundur. Ne var ki, Tanrı’dan bir şey istemeden önce, tam olarak ne yapmasını istediğini bilmek istemeliyiz, aksi halde O’nun isteğine aykırı bir şey istiyor olabiliriz. Bu yüzden dua öncelikle Tanrı’nın sesini aramakla ve ikinci olarak O’ndan bir şeyler istemekle ilgili olmalıdır. Bunu aklımda tutarak duanın bir tanımını yazdım: “Tanrı’nın ne istediğini keşfetmek ve sonra O’ndan bunu yapmasını istemek.”
Tanrı her zaman dualarımıza yanıt verir. Kral Davut, Filistliler’le savaş açma konusunda dua ettiği zaman bunu biliyordu. “Davut RAB’be, "Gidip şu Filistliler’e saldırayım mı?" diye danıştı. RAB, "Git, Filistliler’e saldır ve Keila Kenti’ni kurtar" diye yanıtladı’” (1Sa. 23:2). Davut dua ederek Tanrı’nın sesini arayınca Tanrı ona yanıt verdi ve bu bizim için de aynı şekilde çalışan bir yoldur. Unutmayın ki, Tanrı’nın her şey için yanıtları vardır, ancak O gene de kendisine sormamızı istiyor. Bu nedenle, dua edenler hiç etmeyenlere göre Tanrı’nın sesini daha sık duyacaktır.
Bir geçiş dönemi sırasında, Tanrı’nın ne yapmamı istediğini öğrenmek için dua etmeye başladım. İşimden ayrılmam için bana esenlik vermiş olmakla birlikte, bir sonraki adımın ne olacağıyla ilgili gerçek bir yönüm yoktu ve genelde çalışma stilim bu değildir. Bu nedenle, yönlendiriş vermesi için Tanrı’yı beklerken günde birkaç saat Kutsal Kitap’ı çalışmaya ve not almaya başladım. Bekleyiş sinir bozucuydu, çünkü ben hemen bilmek istiyordum. Birkaç iş teklifi aldım, ama hiçbiri uygun görünmedi. Bir gün babam beni aradı ve onunla birlikte emlakçılık işinde çalışmayı önerdi. Babamla görüşmenin ardından telefonu kapattığımda bir anda Tanrı’dan bir esenlik aldım ve işte bu esenlik uzun zamandır O’ndan istediğim cevaptı. Şimdi on yıl sonra geri dönüp baktığımda, bunun doğru karar olduğunu net olarak biliyorum. Tanrı’ya gelip koşullarımız içinde sesini aradığımda dualarımızı yanıtladığı için mutluyum.
Bir konuda karar vermeden önce dua etmemiz çok önemlidir. Elbette, hayatta bir ayete ya da Tanrı’dan bir söz almaya gerek duymadığımız birçok karar vardır; örneğin bu gece hangi filmi izleyeceğim gibi. Ama hayatta Tanrı’nın yapmamızı istediği şeyi zaten biliyormuşuz gibi konuşmak ya da davranmak yerine Tanrı’yı aramamız gereken birçok karar da vardır. Tanrı’ya danışmadan savaşa gitseydi Davut’un hayatının nasıl olacağını hayal edebilir misiniz? Belki de Davut adamlarını, krallığını ve muhtemelen hayatını kaybedebilirdi. Kararlarımız Tanrı’nın söylediklerinin sonucu olmalıdır. Genel olarak, Tanrı dualarımızın yanıtı olarak bize konuşacaktır.
Hepinizi günde bir kerelik dua pratiğinin ötesine geçen bir dua hayatı geliştirmeniz için teşvik ederim. Tanrı’nın önünde sadece günde bir kez oturmayız; O’nunla birlikte bütün gün yürürüz, çünkü O içimizde yaşar! Neredeyse her toplantıdan önce Rab’den bilgelik isterim ve ayrıca çocuklarımı nasıl yetiştireceğimle ilgili bana konuşması için dua ederim. Önemli olan sürekli dua etmemizdir (1Se. 5:17), çünkü Tanrı’ya dua etmek anlık bir talep dile getirmekten daha fazlasıdır, bir yaşam biçimidir.
Oruç tutmak Tanrı’nın sesini arayışımda bana olağanüstü yardımcı olmuştur. Şimdi gerçekten dürüst olmam gerekir ve eminim siz bunu anlayabilirsiniz: Yemeği gerçekten severim. Yemeği çok seviyorum. Oruç tutmak benim için kolay değil. Bazı insanların ne zaman oruç tutmayı sevdiklerini söylediklerini duysam, onlarda ciddi bir sorun olduğunu düşünmeye meylederim (şakayı fark edin). Rastgele oruç tutmam ve oruç asla hafife alarak yaptığım bir şey değildir, ama bir konuda belirsizlik içindeysem ve ne yapacağımı bilmiyorsam, oruç ve dua birleşimi aracılığıyla Tanrı’nın sesini ararım.
Tanım olarak oruç tutmak, kişinin dua aracılığıyla Tanrı’yı aramak için belli bir süre için yemekten (ya da diğer şeylerden) kaçınmasıdır. Eski Antlaşma’da Tanrı, İsrail halkının yılda en az bir kez Günahları Bağışlanma Günü’nde oruç tutmasını zorunlu tuttu (Lev. 23:27). Yeni Antlaşma’da ilk kilisedeki imanlıların Tanrı’dan yönlendiriş ararken birlikte oruç tutup dua ettiklerine ilişkin kayıtlar vardır (Elç. 13:1-2). Güvenilir kilise gelenekleri ve kayıtlı tarih, bize ilk kilisenin (Yeni Antlaşma sonrası) genellikle Çarşamba ve Cuma günlerinde olmak üzere haftada iki gün oruç tuttuğunu bildirir.
Kilisemde her yıl yeni yılın ilk günü “Adanma” adını verdiğimiz yirmi bir günlük bir oruç dönemi başlatırız. Orucumuzun hedefi, yılın ilk haftalarını Tanrı’dan işitmek ve yeni yılı O’ndan işittiklerimizi yapmaya adamak için ayırmaktır. Bu dönem imanlıların Tanrı’ya acıktıkları, Tanrı’nın varlığına odaklandıkları ve O’nunla yakın ilişkide büyüdükleri müthiş bir zaman olmaktadır.
Oruçtan Kutsal Kitap’ta altmıştan fazla yerde söz edilir ve neredeyse her seferinde duayla birliktedir. Oruç ve dua elele gider. Oruç bir tür ilahi diyet ya da Tanrı’yı belirli bir şey yaptırmaya mecbur bırakma çabası değildir. Tanrı iyi bir Baba’dır ve O’nun dikkatini çekmek için dini işlevler yapmamız gerekmez. Düşünceme göre, oruç tutmak hayatın normal akışından uzak durarak Tanrı’ya ve bize ne söylediğine odaklanmaklailgilidir. İçimizde ve çevremizde dikkatimizi dağıtan o kadar çok şey var ki, O’nu daha iyi işitmek çoğu kez nesnelerden fiziksel olarak çekilme ve Tanrı’ya birebir olarak yakınlaşma gerektirir.
Yiyecekten daha büyük bir fiziksel ihtiyacımız var mı? Önceden incelediğimiz gibi, olağanüstü uzun süren oruç döneminde Şeytan tarafından denenen İsa, gerçek ihtiyacımızın yiyecekten daha çok hayatlarımızda Tanrı’nın sesini işitmek olduğunu söyledi. Oruç önemli olana, yani Tanrı’nın sesine odaklanmamıza yardım eder.
Değişik türde oruçlar vardır. Bu türleri bilmek, eğer ilaç alıyorsanız ya da özel bir diyet gerektiren komplike fiziksel sorunlarınız varsa, özellikle önemlidir. Unutmayın ki, orucun en önemli kısmı dua ederek Tanrı’yla geçirilen zamandır. Eğer kendimizi yiyecekten mahrum bırakır, ama duada zaman geçirmezsek, hiçbir şey elde etmemiş oluruz. Aşağıdaki oruç türleri Rab’bi dua ile ararken neyden uzak durabileceğimize ilişkin basit referanslardır. Lütfen bunları öneri olarak alın, çünkü en nihayetinde orucumuz Rab’bin önündedir ve belli bir ruhsal disiplini mükemmelleştirme çabasıyla ilgilenmiyoruz.
Tam oruç bir kimsenin belli bir süre boyunca tamamen yiyecekten uzak durmasıdır. Kutsal Kitap’ta yiyecek ve sudan uzak durarak oruç tutmaya en az dört referans vardır. Ancak ben, belli sebeplerden ötürü tam oruç olarak sadece yiyeceğe referans veriyorum. Eğer tam oruç tutmayı seçerseniz, o halde önceden bunu yapmış olanlara danışmanızı tavsiye ederim, özellikle de ilaç kullanıyorsanız.
Kısmi oruç gün içinde sadece bir ya da iki öğün zamanını atlamaktır. Örneğin, akşam ya da öğle yemeğini atlayabilir ve o öğün yerine daha geniş bir zamanı dua ederek geçirebilirsiniz. Bu oruç türünde kurallar yoktur, ama nasıl yapacağınıza önceden karar vermeli ve taahhüdünüze sadık kalmalısınız.
Bu oruç türü Daniel 10. bölümde Daniel’in ağzına güzel yiyecekler, etler ve şarap koymamasından ileri gelir. Bu tür bir oruçta kişi her türlü “etlerden, tatlılardan ve ziyafetlerden” uzak durur. Çoğu kişi genelde meyve, sebze, kuruyemiş ve benzeri proteinli gıdalar yer. İnternet üzerinde bu oruçla ilgili sağlıklı seçenekler sunan birçok kaynak vardır, bu yüzden iyi bir araştırma yapmanızı tavsiye ederim.
Bazen tıbbi ya da diyet sebeplerinden ötürü yiyecekten uzak duramayız. Ne var ki, gene de dua ve oruca iştirak etmek mümkündür. Herhangi türden bir eğlence (TV, filmler, internet) yerine dua, Kutsal Kitap çalışması ve aileyle tapınma zamanı yaparak oruç tutmanızı şiddetle teşvik ederim. Tanrı çoğu zaman bu türden bir orucu hayatınızdaki sesleri susturmak ve O’nun sesini işitme yetimizi artırmak için kullanır.
Tanrı’nın sesini ararken her şeyin otomatik olmadığını hatırlamamız gerekir. Tanrı Tanrı’dır ve O neyi ne zaman yapacağını bilir. Bize düşen şey koşullar ne olursa olsun O’na güvenmektir. Bazen bir durumda Tanrı’nın sesini ararım ve hiçbir şey işitmem. Ne yapmam gerektiğini tahmin edin? Aramaya devam etmem gerek! İsa’nın dua hakkında öğretirken öğrencilerine ne söylediğine bakalım.
Ben size şunu söyleyeyim: Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır. Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapı çalana açılır. "Aranızda hangi baba, ekmek isteyen oğluna taş verir? Ya da balık isterse balık yerine yılan verir? Ya da yumurta isterse ona akrep verir? Sizler kötü yürekli olduğunuz halde çocuklarınıza güzel armağanlar vermeyi biliyorsanız, gökteki Baba’nın, kendisinden dileyenlere Kutsal Ruh’u vereceği çok daha kesin değil mi? (Luka 11:9-13)
İsa’nın bu sözleri paylaştığı kişiler, sebat edenlerin en nihayetinde istediklerini aldığını anlamıştır. Tanrı’dan size konuşmasını istediğinizde ve bir nedenden ötürü konuşmadığında cesaretsizliğe kapılmak kolaydır. Bu noktada, cesaretsiz bastırmadan önce ayaklarımızı yere sıkıca basıp ne kadar uzun sürerse sürsün Tanrı’nın sesini aramayı sürdürmeliyiz. İsa dileyenlerin, arayanların ve kapıyı çalanların er ya da geç alacağını vaat etti.
Yanıt ve Arayış Yaşamı
Tanrı bu kuşağa konuşuyor. Ne söylediğini işitiyor musunuz? Yaşadığınız kuşağa değişim getirmek için bu dünyanın rahatlıklarını, zevklerini ve kaygılarını terk etmeye razı mısınız? Tanrı’nın söylediklerine iman ederek ve sözüne göre harekete geçerek İbraniler 11’deki listeye eklenecek misiniz? Tanrı’yı kendi kuşağımızda işittikçe ve O’na sarsılmaz bir imanla yanıt verdikçe, önceki imanlılar bize cesaret verecektir.
İşte çevremizi bu denli büyük bir tanıklar bulutu sardığına göre, biz de her yükü ve bizi kolayca kuşatan günahı üzerimizden sıyırıp atalım ve önümüze konan yarışı sabırla koşalım. Gözümüzü imanımızın öncüsü ve tamamlayıcısı İsa’ya dikelim. O kendisini bekleyen sevinç uğruna utancı hiçe sayıp çarmıhta ölüme katlandı ve Tanrı’nın tahtının sağında oturdu. (İbr. 12:1-2)
Tanrı’nın sesini aramak ve O’na yanıt vermek devam eden bir süreçtir. Tanrı bize konuştuktan sonra O’na iman etmeli, itaat etmeli ve çoğu kez yapmak istediği şeyi tamamlayana dek sabırla dayanmalıyız. İsa “imanımızın öncüsü ve tamamlayıcısıdır” (İbr. 12:2), ama Tanrı’nın sesini aramak ve O’nun söylediğine yanıt vermek bizim sorumluluğumuzdur. Tanrı’nın yol boyunca sürekli bize konuştuğunu işitmemizle birlikte hayatlarımız uzun bir Tanrı’yı arayış ve O’na yanıt verme sürecidir. İsa “imanımızın öncüsü ve tamamlayıcısı” olduğundan, bu yaşam O’nunla ilişki içinde başlar ve biter, yükselir ve alçalır. Duam o ki, Tanrı’nın sesini aramak için tutkumuz ve O’na yanıt vermek için cesaretimiz olsun, öyle ki, kuşağımız bizim aracılığımızla sonsuza dek değişsin!
9. Bölüm Tekrar Soruları
Hayatınızda Tanrı’nın sesine dayanmanın sizin için anlamı nedir?
Hayatınızda sorunlar baş gösterdiğinde Tanrı’yı suçlamaya mı yoksa Tanrı’yı aramaya mı meyillisiniz?
Günlük Kutsal Kitap okuma planınız nedir? Eğer bu konuda adanmışlığınız yetersizse, Kutsal Kitap aracılığıyla Tanrı’nın sesini aramanız için sonraki adımınız nedir?
Hayatınız boyunca Tanrı’yı nasıl arayacak ve O’na nasıl yanıt vereceksiniz?
Bu bölümde sizi en çok ne teşvik etti ve bunu hayatınızda nasıl uygulayacaksınız?
Vivian S. Park, The Christian Post: “Scholars Find Decline of Chris- tianity in the West one of the transforming moments in the history of religion worldwide, http://www.christianpost.com/ news/scholars-find-decline-of-christianity-in-the-west-19971/ (6 Mart 2004) 1900 yılında Afrika’da 10 milyon Hıristiyan varken günümüzde bu rakam 360 milyona ulaşmıştır. World Christian Encyclopedia’nın yazarı araştırmacı David Barett’e göre, Afrika kıtasına her yıl 8,4 milyon yeni Hıristiyan katılıyor.
Craig S. Keener, Miracles: The Credibility of The New Testament Ac- counts (Grand Rapids, Michigan: Baker Academic, 2011)sf.296-297. Keener’e göre Çin’de iman ikrarlarının neredeyse %90’ı şifa ve mucizeler yoluyla gerçekleşir.
George Barna, The Last Unregulated Wild Frontier of Influence, http://www.georgebarna.com/2010/03/the-last-unregulated-wild-frontier-of-influence/(19 Mart 2010), George Barna ayrıca ABD’de önümüzdeki yirmi yıl içinde imanlıların %70’inin yerel kiliseyi terk edeceğini ve ev kiliselerine ya da başka tapınma yerlerine katılacaklarını iddia eder.
Craig S. Keener, Miracles: The Credibility of The New Testament Accounts,(Grand Rapids, Michigan: Baker Academics, 2011), 215.
Jon Mark Ruthven, What’s Wrong with Protestant Theology? Tra- ditional Religion vs. Biblical Emphasis. Tulsa, Oklahoma: Word & Spirit Press. 2011. 3.
NASB Hebrew Aramaic and Greek Dictionaries (updated edition). 1998. The Lockman Foundation. İbranice sözcük “nabi.”
Cilt 1, Ante-Nicene Fathers. “The Apostolic Fathers, Justin Mar- tyr, Irenaeus” (Bölüm 5, kısım “The Martyrdom of Polycarp”).
Cilt 1, Ante-Nicene Fathers. “The Apostolic Fathers, Justin Mar- tyr, Irenaeus” (Bölüm 5, kısım “The Martyrdom of Polycarp”).
Confessions. Saint Augustine. Bölüm XII.
McPherson, Aimee Semple. This Is That: Personal Experiences, Ser- mons, and Writings of Aimee Semple McPherson.
Aimee: Life Story of Aimee Semple McPherson. 74-75.
NASB Hebrew Aramaic and Greek Dictionaries (updated edition). 1998. The Lockman Foundation. Grekçe sözcük “theo- pneustos.”
NASB Hebrew Aramaic and Greek Dictionaries (updated edition). 1998. The Lockman Foundation. İbranice sözcük “malak” ve Grekçe sözcük “aggelos.”
NASB Hebrew Aramaic and Greek Dictionaries (updated edition). 1998. The Lockman Foundation. Grekçe sözcük “aion.”
VİZYONUMUZ
Benjamin Dixon, 2007 yılında acilen özellikle öğrenci yetiştirme vizyonu etrafında toplanabilen benzer düşünceyi paylaşan bir takımı bir araya getirdi. Uzun dualar ve düşünce paylaşımları sonucunda, İsa Mesih’in hizmetini devam ettiren öğrenciler yetiştirerek Mesih’in Bedeni’ni donatmak amacıyla bir öğrenci yetiştirme hareketi olarak 11th Hour Ministries (11. Saat Hizmetleri) doğdu. “11. Saat” ifadesinin ardında yatan anlam, İsa’nın sözlerini ciddiye alan ve dünyayı değiştirme yüreğine sahip erkek ve kadınlar yetiştirmenin aciliyetiyle ilgilidir. Tanrı’nın bu kuşağa daha önce görmediğimiz büyüklükte bir etki bırakmak için acilen öğrenci yetiştirme ve gönderme çağrısı verdiğine inanıyoruz. Arzumuz kiliseyi önümüzdeki muazzam büyüklükteki hasadı devşirmeye çağıran peygamberlik sesi olmaktır.
Bu olaylardan sonra Rab yetmiş kişi daha görevlendirdi. Bunları ikişer ikişer, kendisinin gideceği her kente, her yere kendi önünden gönderdi. Onlara, “Ürün bol, ama işçi az" dedi, "Bu nedenle ürünün sahibi Rab’be yalvarın, ürününü kaldıracak işçiler göndersin.” (Luka 10:1-2)
Pratik olarak vizyonumuzu konferanslar, bölgesel toplantılar, stajlar, eğitim kursları, medya kaynakları ve yerel kilise ortaklıkları aracılığıyla yerine getiririz.
Konferanslar:Her yıl birçok yerde çeşitli konferanslara ev sahipliği yaparız. Bu konferanslar kiliseleri bir araya getirmek ve Tanrı’nın daha büyük işlerini görmek için daha büyük bir açlığı teşvik etmek bakımından son derece verimli olmuştur.
Stajlar:Her yıl “Tutuşma” adını verdiğimiz yaz staj programımıza ev sahipliği yapıyoruz. Bu stajlar yoluyla katılımcıları Kutsal Kitap çalışması, dua, Tanrı’nın sesini işitme, müjdecilik, kimlik ve hizmet etme gibi konularda daha derin bir öğrencilik düzeyine çekiyoruz.
Eğitim Kursları:Her yıl çeşitli yerlerde sunduğumuz birçok eğitim kurs programları geliştirdik. Geliştirdiğimiz bazı eğitim kursları şunlardır: “Dua Etmeyi Öğrenmek,” “Tanrı’yı İşitmek,” “Peygamberliği Öğrenmek,” “Özgür Yaşam,” “Gerçek Müjdecilik,” “Ruhsal Armağanlar,” ve “İsa’nın Hizmetini Sürdürmek.”
Medya Kaynakları:Konferanslarımız, eğitim kurslarımız ve bölgesel toplantılarımız aracılığıyla internet sitemizde ücretsiz sunduğumuz sesli ve görsel kaynaklar geliştirdik.
Kilise Ortaklıkları:Hedefimiz kaliteli ortaklıklar kurarak yerel kiliseleri güçlendirmektir. Bu hedef, ancak Mesih’in Bedeni’ni bina etmek ve İsa uğruna dünyaya ulaşmak için kiliseler ve hizmet organizasyonlarıyla etkili ortaklıklar kurduğumuzda gerçekleşebilir.
Kim olduğumuz ve ne yaptığımız hakkında daha fazla bilgi almak isterseniz, lütfen www.11thhourministries.orgadresinden bizi ziyaret edin. Ayrıca eğer Benjamin Dixon ya da 11. Saat Hizmetleri takımının kilisenize ya da etkinliğinize katılmasıyla ilgili bilgi almak isterseniz, lütfen 11thhourministries@gmail.com adresine eposta gönderin ya da 425-742-3366 numaralı telefondan bizi arayın. Mesih’in Bedeni’ni güçlendirmek için sizinle ortaklık yapmayı dua ederek düşünmekten mutluluk duyarız.
facebook.com/pages/11th-Hour-Ministries/99411582612
youtube.com/user/11thHourMinistries