I. KISIM: TANRI’YI İŞİTMENİN TEMELİ

1. GERÇEK BİR İLİŞKİ

Hıristiyanlık özünde bir ilişkiyle ilgilidir. Çoğumuz insanların inancımızı şu şekilde tanımladığını duymuşuzdur: “Hıristiyan olmak bir dine mensup olmak değildir; bir ilişkiye girmek demektir.” Çok doğru olmasına rağmen, bu cümle Tanrı’yla gerçek bir ilişkinin neye benzemesi gerektiğini açıklamıyor. 19 yaşında Hıristiyan oldum. O dönemde, pastörlerin ya da diğer Hıristiyanlar’ın sık sık şöyle dediğini duyardım, “İsa Mesih aracılığıyla Tanrı’yla kişisel bir ilişki kurabilirsiniz. O, kendisini gerçek bir şekilde tanımanızı istiyor.” İşin doğrusu, bu davet olağanüstü görünüyordu, hâlâ da öyle. Ancak İsa’yla yürüyüşüme başladığım zaman, bir insanla bile sağlıklı bir ilişki kurmanın ne demek olduğunu bilmiyordum, nerede kaldı Tanrı’yla ilişkinin nasıl olması gerektiğini bilmek. İsa’yla ’kişisel bir ilişki’ davetini ne kadar çok duydukça, Tanrı’dan o kadar uzak hissettim. Yani, bir an için düşünün. Birçok ilişki içindeyim; bunların birçoğunu arkadaşlık olarak adlandırıyorum, ama kişisel olan kaç tane ilişkim var? Kaç kişi beni gerçekten iyi tanıyor ve ben kaç kişiyi gerçek anlamda derinden, kişisel düzeyde tanıyorum? Peki ya siz? İsa’yla ilişkinize sadece ne yapacağınızı ve ne bekleyeceğinizi bilerek mi atlayıverdiniz? Elbette değil! Ben de sizin gibiyim. Gerçekten ve gerçekten Tanrı’yla derin, anlamlı, kişiselbir ilişki kurmak istiyorum ve bunun sadece mümkün olduğuna değil, ama daha önemlisi Tanrı’nın bunu bizden çok daha fazla istediğine inanıyorum.

Kanım şu ki, Tanrı’nın sesini işitmek Tanrı’yı tanımakla, O’nunla kişisel bir ilişki kurmakla ilgilidir. Tecrübeme göre her sağlıklı ilişki sağlıklı bir iletişim gerektirir, o zaman bu durum neden Tanrı’yla kurulan ilişkide farklı olsun? Tanrı’yı işitmek konusunda birçok kitap okudum ve dürüst olmak gerekirse, O’nunla ilişki kurmaya ne kadar seyrek odaklandıklarını görünce hayal kırıklığına uğradım. Eğer hayatınızda gerçekten Tanrı’yı işitmek istiyorsanız, o halde O’nun hakkında bilgi edinmeye değil, O’nu tanımaya odaklanmalısınız. O’nun sesini işitmek her zaman bir ilişki ayrıcalığıdır. Hıristiyanlar’ın çoğu tecrübenin küçümsendiği ve bilginin yüceltildiği bir ilahiyat ve entellektüellik girdabına kapılır. Doğru bilgiye sahip olmak çok önemlidir, ama Tanrı’yı tanımak hedefimizdir ve nedeni her ne olursa olsun O’nun bize konuştuğunu işitmek O’nunla aramızda büyüyen bir ilişkinin dışa akışıdır. Aynı şekilde Tanrı’yı işitmek hakkında bu kitapta paylaştığım birçok unsur hayatımın akışı içerisinde O’nun olan kişisel ilişkime dayanır.

İlişki İçin Yaratıldık

Gezegen üzerindeki herkes bir noktada aynı şeyi merak eder: “Neden varım?” Belli ki, insanlığın kökeni ve başlangıcı hakkında çeşitli fikirlerin hüküm sürdüğü bir çağda yaşıyoruz, ama yaratılışa ya da akıllı tasarıma inanan bizler için sorulacak daha iyi soru şudur, “İnsanlar neden yaratıldı?” Kutsal Kitap bu soruya büyük bir açıklıkla ışık tutarak anlayışımızda devrim yaratan ve bizi anlamsız bir varoluştan kurtaran cevaba götürür. Şimdi Yaratılış Kitabı’ndaki yaratılış öyküsünü hatırlayalım. Yaratılış Kitabı 1. bölümü Tanrı’nın her şeyi yaratmasıyla başlar: gökleri, yeryüzünü, güneşi, ayı, yıldızları, karayı, bitkileri, hayvanları ve en nihayetinde insanları.

Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun." Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, "Verimli olun, çoğalın" dedi, "Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere -soluk alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek olarak yeşil otları veriyorum." Ve öyle oldu. (Yar. 1:26-30)

İnsanlık tarihinin bu kısa kaydına yaratılış amacımızın ilk ve en önemli kısmı Tanrı’ya benzer olmamızdır (Yar. 1:26). Bu hafife alınacak ya da üzerinde ciddiyetle düşünmeden şey değildir. Tanrı müthiş, harika ve güzel birçok şey yarattı, ama bizden başka hiçbir şey O’nun suretini taşımak üzere yaratılmadı. Bunun ima ettiği şeyleri bir an için düşünün. Yaratılışta hayran olduğumuz bütün o şeyleri göz önüne getirin; güneşi, yıldızları, yeryüzünü, dağları. Siz onların tümünden daha büyük ve değerlisiniz. Neden mi? Çünkü siz, başka her şeyin aksine, Tanrı’ya benzer olmak ve O’nu doğasını yansıtmak üzere yaratıldınız. Diğer bir deyişle, siz ve ben Tanrı için son derece özeliz, yarattığı her şeyin arasında değer verdiği varlıklarız.

Özellikle O’nunla ilişki kurmak üzere Tanrı’nın benzerliğinde yaratıldık. Bütün yaratılış Tanrı’nın sesine boyun eğmek zorunda olmasına karşın, O’nu anlamak, O’na karşılık vermek ve O’nunla etkileşim kurmak için bize daha yüce bir ayrıcalık verildi. Tanrı’nın yaratılışının tümü bir amaca hizmet eder, ama başka hiçbir şey bizim gibi Tanrı’yla yürüme ve O’nunla yaşamı paylaşma yetisine sahip değildir. Yaratılışımızı düşünürken, herhangi bir şey hakkında önbilgiyle var olmadığımızı, ama öğrenme kapasitesi aldığımızı anlamamız önemlidir. Yaratılışımız gereği öğrenmemizin yolu Tanrı’yla ilişki içinde yürümekten ileri geliyordu. Başlangıçta, Tanrı Adem ve Havva ile yürüyerek onlara her şeyi açıklar, hatta gözleyeceği ve denetleyeceği belli başlı sorumluluklar verirdi. Çok güzeldi. Bir noktada Tanrı, Adem’i tüm hayvanlara ad vermekle görevlendirdi ve hatta onlara ne ad vereceğini görmek istedi.

RAB Tanrı yerdeki hayvanların, gökteki kuşların tümünü topraktan yaratmıştı. Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem’e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. (Yar. 2:19)

Ne derin bir resim! Bana bir aileyi ve özellikle de bir baba ile çocukları arasındaki ilişkiyi hatırlatıyor. Dört çocuğum var ve yıllar içerisinde birlikte pek çok proje üzerinde çalışabildik. Geçenlerde en küçük çocuklarım için çam ağacından tahta arabalar yapabildim. Arabayı blok tahtadan oydum ve oyulan parçayı zımparaladım, sonra çocuklarıma arabanın üzerine sürecekleri boyanın rengini ve etiketleri seçmelerini söyledim, ki bunu yapmaya çok istekliydiler. İşin doğrusu arabayı ben yapmıştım, ama son aşamada nihai ürüne katkı yapmaları için çocuklarıma görev vermiştim. Bunun bir parçası olmak onları heyecanlandırdı, ama dürüst olmak gerekirse, bunu birlikte yapabildiğimiz için ben ikisinden de çok heyecanlıydım. Her şeyi onlar olmadan da yapabilirdim, ama arabayı kendilerine ait yapmak için hangi renk boyayı seçeceklerini ve üzerine ne gibi çılgın etiketler yapıştıracaklarını görmek istedim. Bu ilişkiye bir örnektir ve yaratılış öykümüzün başında Tanrı ve Adem arasında tanık olduğumuz şey budur: “Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini [hayvanları]Adem’e getirdi” (Yar. 2:19). Tanrı bizi gerçekbir ilişki için yarattı ve O’nun sesini işitmek bununla ilgilidir. Bu gerçeği anlamadan, O’nunla olan deneyimimizde her zaman bir şeyleri kaçıracağız—her zaman!

Bozuk Bir İlişki

Tanrı’yla ilişki kurmak için yaratılmış olmamıza karşın, Adem ve Havva’nın öyküsü aynı zamanda hepimiz için çok ciddi sorunlar bulunduğunu ortaya koyar. Tanrı Adem’i kutsadı ve onu yarattığı diğer şeyleri işlemesi ve bakması için Aden Bahçesi’ne yerleştirdi.

RAB Tanrı Aden bahçesine bakması, onu işlemesi için Adem’i oraya koydu. Ona, "Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin" diye buyurdu, "Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün." (Yar. 2:15-17)

Tanrı onlara “iyiyle kötüyü bilme ağacı” olarak tanımlanan ağaç hariç, istedikleri ağacın meyvesinden yiyebileceklerini söyledi (Yar. 2:17). Tanrı bu yasak ağaçtan sakınmalarını buyururken, aynı zamanda Adem ve Havva’ya bir seçim sunuyordu. Ağacın meyvesinden yiyemeyeceklerini bilerek ve neden bahçede olduğunu merak ederek her gün yasak ağacın yanından geçerlerken bu buyruğun onları nasıl etkilediğini bilmek zordur. Ancak Adem ve Havva’nın kesin olarak bildiği tek şey Tanrı’nın söyledikleriydi; bu onların gerçekliğiydi ve Tanrı’nın onlara söyledikleri dışında hiçbir bilgiye sahip değillerdi. Adem ve Havva hakkında bunu bilmek ağacın adını benim için daha da ilginç kılıyor. Ağacın adı “iyiyle kötüyü bilme ağacıydı” (Yar. 2:17). Gerçekten mi? Ne yaptığımı görüyor musunuz? Eğer tüm bildikleri Tanrı’nın söyledikleriyse, bu ağaç onlara sadece bir seçim sunmakla kalmıyor, aynı zamanda Tanrı’yı dinlemek zorunda olmadan bilgi edinmek için yeni bir yol gösteriyordu. “Tanrı’nın yolu ya da benim yolum” seçiminin başladığı yer işte burasıdır.

Ağacın tanıtılması kendi içinde zor bir kavramdır, ama Yaratılış 3. bölümde bir başka sorunla tanışıyoruz: yılan. İlk başta sahnede Tanrı, Adem ve sonra Havva varken şimdi yeni bir karakter öykümüzde önemli bir role soyunuyor. Kutsal Kitap içindeki diğer pasajlardan yılanın bir zamanlar bir melek ve cennetteki topluluğun bir parçası olan, ama sonra kibri yüzünden kovulan Şeytan’dan başkası olmadığını biliyoruz (Va. 12:9). Şeytan Tanrı’dan, yarattıklarından ve Tanrı’nın iyi dediği her şeyden nefret eder. Ancak, her dilediğini yapma yetkisine sahip değildir ve böylece Adem ve Havva’yı nasıl hileyle aldattığını okuyoruz.

RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, "Tanrı gerçekten, ’Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?" diye sordu. Kadın, "Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz" diye yanıtladı, "Ama Tanrı, ’Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi." Yılan, "Kesinlikle ölmezsiniz" dedi, "Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız." Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. (Yar. 3:1-7)

Şeytan bir şekilde Tanrı’nın bu ağaçtan sakınmaları için verdiği buyruktan haberdardı ve Tanrı’nın düşmanı olarak Adem ve Havva’yı aldatmaya girişti. Şeytan’ın yaptığı ilk iş, Tanrı’nın sesine karşı gelerek Tanrı’nın onlara söylediği şeyi sorgulamak oldu: “Tanrı ... dedi mi?” Havva Tanrı’nın buyruğunu Şeytan’a karşı tekrar etmesine rağmen, Şeytan ayartısına devam etti ve hatta daha da bastırdı. Şeytan Havva’yı ve nihayetinde Adem’i eğer meyveyi yerlerse kötü bir şey olmayacağına, aksine iyiyle kötüyü “bilerek” Tanrı gibi olacaklarına ikna etmeye çalıştı. Şeytan’ın söylemediği ve Adem ve Havva’nın hatırlamadığı şey, zaten Tanrı gibi olmak üzere yaratıldıklarıydı. Bu nedenle, karşılaştıkları ayartı Tanrı’yla ilişki kurmaksızın Tanrı gibi olmaktı. Rab Adem ve Havva’nın kesinlikle O’nun gibi olmasını istedi, ama özerk bir halde gündelik ilişki olmaksızın O’nun sesinden ve öğretisinden kopuk olarak değil.

En nihayetinde Adem ve Havva’nın Şeytan’ın sesini dinleyip iyiyle kötüyü bilme ağacının meyvesinden yediğini biliyoruz. Bu seçim o günden beri bütün kuşakları etkileyen ciddi sonuçlar doğurdu. Tanrı ağacın meyvesini yedikleri zaman öleceklerini söyledi (Yar. 2:17). Öykünün devamından hemen o anda ve o yerde fiziksel olarak ölmediklerini biliyoruz. O zaman Tanrı öleceklerini söylediğinde ne demek istemişti? Ruhsal olarak öleceklerini ve böylece O’nunla ilişkilerinin bozulacağını ve ciddi bir onarım gerektireceğini söylemişti. Bu an genel olarak “Düşüş” olarak adlandırılır ki, oldukça yerindedir, zira bizler güzel bir şeyden düştük: Tanrı’yla yakın bir ilişkiden. İşlerin insanlık için karmaşık hale geldiği an budur. Adem ve Havva’dan sonra dünyaya gelen her insan, Tanrı’yla ilişki kurmayı, O’nu işitmeyi ve O’nun sesini izlemeyi özlediğimiz, ama Şeytan’ı dinlemekten kaynaklanan kendimizi sevme ve kendi yolumuzdan gitme arzusuyla hapsedildiğimiz bir kimlik krizine girer. Ama Tanrı, bozulmuş ilişkiyi onarabilecek bir planı eyleme geçirmeden arkasına yaslanıp kendi yolumuzdan gitmemize izin vermedi.

İsa Onarmak İçin Geldi

Adem ve Havva’nın zamanından İsa’nın dünyamıza ayak bastığı ana kadar pek çok geldi ve geçti. Tanrı O’nunla ilişkimizin ne kadar bozuk olduğunuz bilmesine rağmen, bu bizim de mutlaka bunu bileceğimiz anlamına gelmez. Zaman içinde RAB, elbette Musa aracılığıyla Kutsal Yasa’yı vererek yollarını bildirmeyi seçti. Tanrı’nın yasasında, hem On Buyruk hem de Tevrat’taki diğer pek çok yasada ne yapmamız ve nasıl yapmamız gerektiği hakkında Tanrı’dan mesaj aldık. O dönemin insanları bu yasaları bütünüyle yerine getiremedikleri için Tanrı, O’na yaklaşabilmeleri ve belli bir düzeyde ilişki sürdürmeleri amacıyla ilave sistemler tanıttı. Bu sistemler tapınak (Tanrı’nın varlığının bulunduğu yer), kâhinler (Tanrı ve insanlar arasında aracılık eden görevliler) ve kurbanlardı (insanların günahları için kefaret sunup Tanrı’nın önünde yeniden doğru sayılmalarının yolu). Eğer bir kimse günah işlemişse, tapınağa kurbanlık bir hayvan getirebilir ve bir kâhin o kişinin ve ailesinin günahları için kefaret sunmak üzere hayvanı kurban edebilirdi. Eski Antlaşma’da bir kişinin Tanrı’nın önünde yaşamasının yolu ve bireyler için mümkün olan ilişki biçimi buydu. Bu durum yaratılış amacımıza tam olarak uygun görünmediği gibi, gerçek bir ilişkiye bile benzememektedir. Elbette Tanrı’nın bizimle yapmak istediği şey bu değildir: yasa, sistem, mesafe?

Kutsal Yasa Tanrı’yla kurmak üzere yaratıldığımız gerçek ilişkiden ne kadar farklı olsa da, gene de tarihimizde çok önemli bir ol oynadı. Elçi Pavlus Galatyalılar’a yazdığı mektupta Kutsal Yasa’nın neden verildiğini açıklar.

Öyleyse Yasa’nın amacı neydi? Yasa suçları ortaya çıkarmakiçin antlaşmaya eklendi. Vaadi alan ve İbrahim’in soyundan olan Kişi gelene dekyürürlükte kalacaktı. Melekler yoluyla, bir aracı eliyle düzenlendi. (Gal. 3:19)

Bu mektupta Pavlus, Kutsal Yasa’nın doğruluk üretemediğimizi ve aynı zamanda seçimlerimizde ve yaşam biçimlerimizde kötülüğü engelleyemediğimizi ortaya koymak için verildiğini açıklar. Bu kötü durum iyiyle kötüyü bilme ağacının meyvesinden yemenin sonucuydu. Tarihteki mevcut avantajlı noktamızdan, Tanrı yerine kendimizi ve Şeytan’ı dinlemenin uzun vadeli sonuçları açıkça görebiliyoruz. Kutsal Yasa, hayatlarımızda günahın nasıl hüküm sürdüğünü ve bizi Tanrı’yla gerçek bir ilişkiye geri götürecek bir Kurtarıcı’ya ne kadar ihtiyacımız olduğunu ortaya koymak için verildi. İşte bu amaçla İsa geldi. “Nitekim İnsanoğlu kaybolanı arayıp kurtarmak için geldi” (Luka 19:10).

İsa “kaybolanı arayıp kurtarmak için geldiğini” tüm toplum tarafından aşağılanan günahkâr bir adamla konuşmasının sonunda söyledi. Bir kez daha soruyoruz, “Kaybolan neydi?” Elbette bizim kaybolmuş olduğumuzu biliyoruz, ama doğrudan söylemek için neyi kaybettiğimize doğru genişletilebilir. Tanrı’yla ilişkimizi kaybettik. O’nun sesiyle gerçek zamanda ve gerçek yollarda bağlantımızı kaybettik. Bu pasajdaki “kaybolan” sözcüğü “yok olan” hatta “bozuk olan” anlamına gelebilir. Bir başka sesi dinlemeyi seçtiğimiz zaman, Tanrı’yla ilişki bozuldu, ama İsa her şeyi yoluna koymak için çareyle birlikte geldi. “Ama bir zamanlar uzak olan sizler, şimdi Mesih İsa’da Mesih’in kanı sayesinde yakın kılındınız.” (Ef. 2:13).

Eski Antlaşma’da insanlar günahları bağışlansın ve Tanrı’yla paydaşlıkları düzelsin diye Tanrı’ya kurban getirirlerdi. Yeni Antlaşma’da Baba Tanrı, Oğlu İsa’yı kusursuz ilk ve son kurban olarak gönderdi ki, O’nunla ilişkimiz kalıcı olarak yeniden kurulsun. Tüm yapmamız gereken iman etmek! Neye iman etmek? İsa’nın yaptığı işin yeterli olduğuna iman etmek! O’nun ölümü ve dirilişi bizi Tanrı’ya yaklaştırabilecek tek şeydir, başka hiçbir şey değil. Baba’ya giden tek yol Oğul aracılığıyladır ve İsa’ya giden tek yol sizin için yaptığı işe iman etmenizdir. Tanrı’yla ilişkimizin yeniden tesis edilmesi için masaya getirdiğimiz tüm şey bundan ibarettir. Günahlarımızın içindeyken Tanrı’dan uzaktık, ama İsa Mesih’te Tanrı’yı tanıyacak kadar yakın kılındık ve böylece O’nu tekrar işitecek kadar yakınız. Günah işlemeyi seçmemizle girmek için yaratıldığımız ilişkiyi bozduk, ama İsa’nın canını vermeyi seçmesiyle bir kez daha O’nun sevecen ilgisine kavuşabiliriz.

Tanrı bizi o kadar çok seviyor ki, bizi yaratılış amacımız olan ilişkiye geri götürmek için hiçbir bedelden kaçmadı. İsa Mesih’in ölümü ve dirilişi Tanrı’nın bize ebediyen “Seni seviyorum” demesinin yoludur. Eğer olur da Tanrı’nın sizi sevip sevmediğini merak ederseniz, tek yapmanız gereken çarmıhı ve sizin için akıtılan kanı anımsamaktır. O bizim kendimiz için asla yapamayacağımız şeyi bizim için yaptı, çünkü O bizi, bizim O’nu istediğimizden daha fazla istedi. Bu Tanrı’dır. Bu sevgidir. İsa konuştuğumuz tarzdaki ilişkiyi gösteren bir şekilde yüreğini öğrencileriyle paylaştı.

Size doğrusunu söyleyeyim, koyun ağılına kapıdan girmeyip başka yoldan giren kişi hırsız ve hayduttur. Kapıdan giren ise koyunların çobanıdır. Kapıyı bekleyen ona kapıyı açar. Koyunlar çobanın sesini işitirler, o da kendi koyunlarını adlarıyla çağırır ve onları dışarı götürür. Kendi koyunlarının hepsini dışarı çıkarınca önlerinden gider, koyunlar da onu izler. Çünkü onun sesini tanırlar. Bir yabancının peşinden gitmezler, ondan kaçarlar. Çünkü yabancıların sesini tanımazlar. (Yuhanna 10:1-5)

İsa’nın bu vaazı O’nun iyileştirdiği bir dilenciyi kovan Yahudi önderlerle yüzleşmesinden ileri gelir (Yuhanna 9). İsa, Tanrı’yla ilgili doğru görüşü halktan çalan din bilginlerinin aksine kendisinin kim olduğu ve Tanrı’nın gerçekte nasıl olduğu hakkında konuşmaya başlar. İsa kendisini Çoban ve izleyicilerini koyunlar olarak tanıtır. Şöyle der, “O [İsa] da kendi koyunlarını adlarıyla çağırır!” (Yuhanna 10:3). Bunu bir süre düşünün. Adımız sahip olduğumuz en kişisel şeydir, çünkü kim olduğumuzu ve hatta ailemizi tanımlar. İsa bizi sadece adlarımızla tanımakla kalmaz, ayrıca O nereye giderse kendisini izlememiz hedefiyle bizi çağırır. Şeytan adlarımızı bilir ve bizi günahımızla çağırır, ama Rab günahımızı bilir ve bizi adlarımızla çağırır. Gerçekte kimi dinlemek istiyoruz? Bir yabancının, yani Şeytan’ın ya da kendimizin sesinin peşinden gitmek için yaratılmadık, ama herkes Çobanları’nın sesini işitmek ve izlemek için yaratıldı. Dostlarım, O siziadınızla çağırıyor. “Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler” (Yuhanna 10:27).

Hayatlarımızı İsa’ya verdikçe, kendisini işitmemiz ve daha da önemlisi, O’nu tekrar izlememiz için kulaklarımızı açar, öyle ki O’nunla ilişkimiz aracılığıyla esas olarak yaratıldığımız amaca uygun hale gelebilelim.

Babanız

İsa’nın yaşamına bakarken, O’nun sadece Kurtarıcımız olarak gelmediğini, ama aynı zamanda bize Örnek olmak için geldiğini bilmek son derece önemlidir. İsa, her bakımdan Tanrı’yla hayatımızın nasıl olabileceğine ve olması gerektiğine örnek olan bir yaşam sürdü. Her ne kadar İsa gezegendeki en meşgul insan olsa da, Tanrı’yla ilişkisine her zaman öncelik verdi. Bunu tüm gece dua etmek için dağlara sık sık yaptığı yolculuklardan açıkça anlıyoruz. O çağın önderleri bir sistem içinde yaşarken, İsa bir ilişki içinde yaşıyordu. Bu, din bilginlerinin sürdürdüğü sistemin öz itibariyle tamamen yanlış olduğu anlamana gelmiyor, ama İsa’nın yeryüzünde iken Tanrı’yla birlikte sürdüğü yaşam biçiminde esasen bizim iyiliğimiz için yeni bir şey ortaya koyduğunu not etmeliyiz.

İsa geldiği zaman, Tanrı’yı Babası olarak adlandırdı. O dönemde hiç kimse Tanrı ile bu tür bir ilişkiye sahip değildi. İsa’nın Tanrı hakkında bu kadar özgürce konuşabilmesi din bilginlerini öfkelendiriyordu. İncil’deki kayıtları okuduğumuzda, İsa’nın Tanrı’dan sadece kendi Babası olarak değil, bizim Babamız olarak da söz ettiğini görürüz. Dağdaki Vaaz sırasında İsa, Tanrı’yı 15 kereden fazla Babamız olarak tanıttı. İsa, sunacağı kurban aracılığıyla Tanrı ve insan arasında tesis edeceği ilişkinin doğası hakkında peygamberlik ediyordu. İsa’ya iman edenler Tanrı’nın ailesine girerler ve Babaları olarak sonsuza dek O’nun sevgisinde yaşamaya çağrılırlar. Tanrı’nın bizimle bir ilişki kurmak istediğini bilmek olağanüstüdür, ama sunduğu ilişkinin türü aklımı başımdan alıyor. Tanrı Babamızolmak istiyor! Bu radikal davet hakkında düşünürken aşağıdaki ayetlere bir bakın.

Kimsekandil yakıp tahıl ölçeğinin altına koymaz. Tersine, kandilliğe koyar; evdekilerin hepsine ışık sağlar. Sizin ışığınız insanların önünde öyle parlasın ki, iyi işlerinizi görerek göklerdeki Babanız’ıyüceltsinler!" (Mat. 5:15-16)

Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerdeki Babanız’ınoğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem eğrilerin üzerineyağdırır. (Mat. 5:44-45)

Bu nedenle, göksel Babanızyetkin olduğu gibi, siz de yetkin olun... (Mat. 5:48)

İsa onlara, "Dua ederken şöyle söyleyin" dedi: "Baba, adın kutsal kılınsın. Egemenliğin gelsin. (Luka 11:2)

Bunlar İsa’nın kulağı olanlara “Tanrı Babanız olmak istiyor!” diye ilan ettiği referanslardan sadece birkaçıdır. Bana göre çoğu Hıristiyan Tanrı’yla ilişkilerinin gerçekte nasıl olması gerektiğini anlamakta zorluk çekiyor ve bunlar benim için de oldukça gerçek olan hislerdir. Ama İsa’nın sözlerine baktığımız zaman, Tanrı’yla ilişkimizin neye benzemesi gerektiğini oldukça açık bir dille ifade ettiğini görüyoruz. Basit bir tanım vermekle yetinmedi; aksine, bu ilişkinin fiiliyatta nasıl işlediğini görebilelim diye İsa bunu gözümüzün önünde hayata geçirdi. İsa’nın iyi haberi neyden kurtulduğumuzdan ziyade, ki bu önemlidir, ne içinkurtulduğumuzla ilgilidirHer Şeye Gücü Yeten Tanrı’yla baba oğul (ya da kız) ilişkisi kurmak için. Eğer bu haber sizi coşturup bağırmanızı sağlamıyorsa, o zaman korkarım başka hiçbir şey bunu yapamaz.

Tanrı’yı işitme konusuna ilişki çerçevesinden bakmaya devam ettikçe, Tanrı’nın bize her zaman sevgi dolu Baba olarak konuşacağını bilmeliyiz. Tanrı’nın bize söylediğini düşündüğümüz her şeyi, sevecen bir babanın çocuğuna konuşacağı biçime göre filtreden geçirmeliyiz. Bu odak noktası hayatlarımızda O’nu daha net işitmek için temel oluşturacaktır. Bu, öğrenmemin zaman aldığı, ama Tanrı’nın sesini işitme bakımından O’nunla ilişkimde bana diğer her şeyden daha çok yardım etmiş bir şeydir. İsa, Yahya tarafından Şeria Irmağı’nda vaftiz edildikten sonra Baba’nın O’na ne söylediğine bakın: “…Gökten, "Sen benim sevgili Oğlum’sun, senden hoşnudum" diyen bir ses duyuldu’” (Luka 3:22). Bu noktada İsa henüz kimseyi iyileştirmemişti, Tanrı’nın Egemenliği’ni duyurmak için yolculuk etmiyor ve kalabalıklar için mucizeler gerçekleştirmiyordu. Sadece oğul olarak yaşıyordu ve Tanrı O’ndan hoşnuttu. Seven bir baba size işlerinize göre (ne yaptığınız) değil, ilişkiniz temelinde (kim olduğunuz) konuşur. Mesih’te olduğumuz zaman, biz de Tanrı’nın kimliklerimizi onayladığını ve bizden hoşnut olduğunu işiteceğiz. Bunu işitmemiz bize söyleyeceği her şey için her zaman temel olacaktır.

Beni seven ve benimle ilgilenen iyi bir anne ve babayla birlikte bir Hıristiyan evinde büyüdüm. Sorunlarımız yok değildi, ama dediklerinden ve yaptıklarından babamın beni sevdiğini bilirdim. Babamla ilişkim şimdi her zamankinden daha iyi ve ne hakkında konuşursak konuşalım, söylediği şeylerin oğlu olduğum için bana olan sevgisinden kaynaklandığını biliyorum. Babamla kurduğum ilişki Tanrı’yı doğru bir açıdan görmeme yardımcı olmuştur; şimdi çocuklarımı bana örnek gösterilen biçimde büyütüyorum. Aynı şekilde, Tanrı aileyi cennette var olacak ilişkilere bir model olması ve en nihayetinde bizi ebedi ailemiz olarak kendisiyle ve birbirimizle ilişki kurmaya hazırlamak için tasarladı. Çoğumuz aile ilişkilerimizde çok iyilik görmedik ve bir bakıma kötü örnekler yüzünden hasara uğradık. Bu hasar, Rab kendisiyle kurduğumuz ilişki yoluyla acımızı iyileştirene kadar canlarımızda kalır.

Bazılarımız aile hayatımızda hiçbir zaman “Seni seviyorum” ya da “Seninle gurur duyuyorum” cümlelerini işitmedik. Çoğumuz beklentilerin gerçekçi olmadığı performans temelli ilişkilerin baskısı altındaydık. Bu örnekler Tanrı’nın sevgisini kabul etmemizi ve O’nun bize Baba olarak seslendiğini işitmemizi zorlaştırdı. Böylece O’nunla ilişkimiz acı dolu oldu. Eğer bu durum sizin için de geçerliyse, size iyi haber var. Tanrı acınızı iyileştirebilir ve iyileştirecektir, çünkü O “öksüzlerin babasıdır” (Mez. 68:5) ve kırık yürekleri tamir eder. Tanrı’nın sesini işitmeye çalışırken şundan emin olun: ne yapacağını söylemeden ya da itaatinizi kutlamadan önce, Mesih’te “O’nun çocuğu olduğunuzu ve sizden hoşnut olduğunu” (Luka 3:22) bilmenizi ister.

Unutmayın, Tanrı’yı nasıl algıladığımız çoğunlukla Tanrı’yı nasıl işittiğimize ya da en azından bize dediği şeyi nasıl yorumladığımıza bağlıdır. Eğer Tanrı’yı öfkeli bir angaryacı olarak düşünürsek, o zaman Kutsal Kitap’ı okuduğumuzda ya da Kutsal Ruh’tan bir söz işittiğimizde, o sözün temelinde şuna benzer bir şey işitmeye eğilim göstereceğiz: “Bunu yaparsan iyi edersin, yoksa!” Tanrı’nın bize karşı takınmak istediği tutum asla bu değildir. Ama Tanrı’yı İsa’nın açıkladığı gibi, yani sevecen bir Baba olarak düşündüğümüzde, size söylediği her şeyin temelinde şuna benzer bir şey işitmeye meyledersiniz: “Bu senin için en iyisidir, bu yüzden bu konuda bana güvenmelisin.”

Bir gece eşimle birlikte müziğin etkisi üzerine bir Hıristiyan belgeseli seyrediyorduk. Ana konuşmacı program boyunca müziğin ne kadar etkili olduğu ve çoğu Hıristiyan’ın müzik yoluyla ruhsal bakımdan hayatlarına neleri soktuklarından habersiz olduğu hakkında bir takım şaşılası noktalara değindi. Konuşmacının bakış açısından ve Hıristiyanlar’ın dinledikleri müzikle Rab’bi tüm yürekleriyle onurlandırmalarına yardım etmek için tüm takımın yaptığı kapsamlı araştırmadan etkilendim. Belgesel büyük bir kilisede filme alınmıştı ve kapanışa doğru, ana konuşmacı bu etkinlikten günler önce Tanrı’nın ona konuştuğunu insanlarla paylaşmaya başladı. Tanrı’yla karşılaması hakkında konuştu ve sonra Tanrı’nın herkese şunu duyurmasını istediğini söyledi, “Eğer tövbe etmez ve bu müzik putlarını hayatınızdan çıkarmazsanız, o zaman Kutsal Ruhu’nu sizden alacak!” Bunu işitince neredeyse koltuğumdan yere düşüyordum! “Az önce ne dedi?” diye düşündüm. Yani, Tanrı’nın ailesine meydan okumaya sonuna kadar varım, ama bu adam Kral Davut’un tövbe mezmurundaki bir Eski Antlaşma metnini (Mez. 51:11) alıntılıyor ve Kutsal Ruh’la mühürlenmiş Yeni Antlaşma imanlılarına eğer birkaç CD’yi çöpe atmazlarsa, Kutsal Ruh’un onları terk edeceğini söylüyordu. Açık konuşmama izin verin; Tanrı bu adama konuşmadı ve eğer Tanrı ona konuşmaya çalışmış olsaydı bile, Tanrı hakkındaki görüşü sevecen Baba görüşünden o kadar uzaktır ki Tanrı’nın kendisini sevdiğini anlayıp anlamadığını merak ediyorum, nerede kaldı hitap ettiği binlerce insana olan sevgisi. İsa canını verdi, öyle ki O’nun Babası bizim de Babamız olsun. Bu düşüncenin yüreğinizin derinliklerine inmesine izin vermeniz için sizi teşvik ederim. Tanrı’nın kimliği ve sizinle nasıl konuşmak istediği hakkındaki her düşüncenizi biçimlendirsin. Tanrı’yı bize sunduğu gerçek baba-çocuk ilişkisi aracılığıyla tanıdıkça O’nu doğru biçimde işiteceğiz.

Oğulluğu Benimsemek

24 yaşımda güzel eşim Brigit ile evlendim. Kendimi onun eşi olmaya adadığımda, eşimin ilişkimize getirdiği iki küçük çocuğun üvey babası oluverdim. Evlendiğimizde çocukları dokuz ve on bir yaşlarındaydı ve her ikisinin de uzun zamandır hayatlarında bulunmayan farklı biyolojik babaları vardı. Daha önce kendimi bir üvey baba olarak hiç düşünmemiştim, ama bu çocuklara babalık yapmak için kendimde Tanrı’dan gelen bir cesaret hissettim. İlk başta bu yeni ilişki hepimizi heyecanlandırdı. Eşim kendilerine bir baba vermesi için her gece Tanrı’ya dua ettiklerini söylemişti ve bu süregelen duanın cevabı olmak beni özel hissettirmişti. İyimserdim. Bu şahane bir şey olacaktı; kargaşasız, telaşsız, sadece yumuşak bir süzülme olacaktı, değil mi? Tam olarak değil. Zamanla zorluklar baş gösterdi ve dürüst olmak gerekirse, karşılaştığımız sorunlar çoğu ailede görülenlerle bir dereceye kadar benzerdi. Ancak, istemedikleri zaman beni babaları olarak tanımak zorunda olmayan ergenlik çağındaki oğlanlara baba olmayı öğrenmekteydim. Tanrı’yla ilişkim hakkında Tanrı’dan işitmeye başladığım zaman bu sıralardı.

Yeni aile dinamiğimizde birkaç yıl sonra, oğullarımın biriyle yaşadığım zorluk hakkında dua ediyordum ve aklımda dolanan bir ifade ile uykudan uyandığımı hatırlıyorum: “Oğulluğu benimse.” Bu ifade o kadar çok aklıma geldi ki, Tanrı’dan olduğunu inkâr edemedim. Bunun ne demek olduğu hakkında dua etmeye ve düşünmeye başladım, özellikle de kendi oğlumla çözmeye çalıştığım konu bağlamında. Bu tecrübeyi günlüğüme yazmaya başlarken, bir baba olarak deneyim ettiğim kederi gözlemledim ve kısa süre sonra jeton düştü! Baba olmakla bir sorunum yoktu; oğullarımı sevmeye, onlarla ilgilenmeye, onlara yardım etmeye ve onlarla uzlaşmaya adanmıştım. Ama oğullarımın kendi oğulluklarını benimsemekte güçlük çektiklerini görebildim, özellikle de yeni bir babaya sahip oldukları düşünüldüğünde. O zaman dek bir anneyle büyümüşlerdi ve ben gelene kadar babaları hiç olmamıştı. Bir baba için dua etmiş olsalar da, o baba geldiğinde onunla nasıl ilişki kuracaklarını bilmiyorlardı. Nasıl baba olacağımı gerçekte bilmememe rağmen, rolümü ve sorumluluğumu bütünüyle benimsemiştim. Ancak çocuklar bir babanın oğlu olmayı bilmiyorlardı ve görünüşte istedikleri bu ilişki onların üzerinde bir baskı oluşturduğundan oğulluklarını benimsemekte güçlük çekiyorlardı. Sanırım Hıristiyan olduğumuz zaman buna çok benzer bir duruma düşebiliriz. Tanrı’nın Babmız olduğunu kavrarken, aynı zamanda O’nun ocuğu olmanın ne demek olduğunu da öğrenmeli ve bunu gerçekliğimiz, kimliğimiz olarak benimsemeliyiz. Bir baba olarak dürüstçe söyleyebilirim ki, çocuklarımla aramdaki gerilim noktalarının çoğu bir şekilde onların oğulluk rollerini benimsemeyip ebeveyn rolünü oymaya çalışmalarıyla bağlantılıdır.

Tanrı’dan işitmeyi öğrenirken, özellikle de ilişki kurma bağlamında, Tanrı’nın oğlu ya da kızı olarak kimliğimizi benimsememiz gelişimimiz için hayati önemdedir. Bizim kimliğimiz budur ve Tanrı’nın bizimle konuşacağı ve ilişki kuracağı bağlam da budur. Birçok kişinin Tanrı’yı Tanrı olarak kabul ettiğini ve belki de bir Baba gibi bize el uzattığına ilişkin bir derece anlayış taşıdığını gördüm, ama O’nunla ilişkimizin gelecekteki verimliliği oğulluğumuzu bütünüyle benimsememizi gerektirir. Bunu yapmanın birçok yolu vardır, ama ben pratik olarak kişisel dua zamanlarımda Tanrı’ya “babacım” diye seslenmeye başladım. Bu kulağa garip gelebilir, ve bunu yapmaya başladığınızda tuhaf hissedebilirsiniz, ama Tanrı’nın benim kimliğim hakkında söylediği şeyi, yani oğlu olduğumu benimsemek için yaptığım bir şey budur. O’nunla olan ilişkimiz benimsemeniz gereken bir şeydir ve böyle yapmak belli bir düzeyde pratikleşeceği anlamına gelir. Aksi halde, dinsel zihin yapımız İsa’nın bizim adımıza ödediği bedeli almaktan bizi alıkoyacaktır.

Tanrı’nın sesini işitmek hakkında ilk kez öğretmeye başladığım zamanı hatırlıyorum. Kilisemizde aylık toplantılar düzenlerdik ve arkadaşları tarafından davet edilen yeni kişilerin toplantılarımıza katılması normal bir şeydi. Genç bir kadının ilk kez katıldığı bir toplantımızı hatırlıyorum. Öğreti sırasında iyi görünüyordu, ama dua etmeye başladığımızda çok rahatsız olduğunu fark ettim. Dinleyicilerden birinin yüzü herkese dönük olarak sandalyeye oturmasını ve Tanrı’nın onu teşvik edecek sözleri bize söylemesi için diğerlerinin dua etmesini istedim. Dinleyiciler Tanrı’nın sandalyede oturan kişiye ne söylüyor olabileceği hakkındaki düşüncelerinipaylaştıkça, bu genç kadının kapıya doğru kaçmak istediğini fark ettim. Dualarımızı bitirdikten sonra, toplantıyı son erdirdim ve bu kadına ve arkadaşına yaklaşıp her şeyin yolunda olup olmadığını sordum. Bir anda şöyle söyledi, “Nasıl olur da Tanrı’nın hemen size konuşmasını talep edebilirsiniz? Yani, O Tanrı!”. Bunun üzerine cevabım şu oldu, “Sanıyorum, Tanrı’yı sizin gördüğünüz gibi görmüyorum. Bana göre Tanrı, bir kimseye teşvik olmak için çocuklarının o kişi hakkında ne düşündüğünü kendisine sormasından heyecan duyan sevecen bir Baba’dır.” Eminim, bu cümle onun kafasında tilt makinesinin içindeki top gibi sekti ve sonunda sadece şöyle diyebildi, “Evet, sanırım haklısınız.” Daha sonra benimle paylaştığı öyküsü tekrar ve tekrar duyduğum her zamanki öyküydü. “Her şeyin kilise ibadetiyle ilgili göründüğü, ama Tanrı’yla ilişki geliştirmeye çok az eğilen bir kiliseye büyüdüm. Özellikle de O’nunla iletişim kurmak; bu tam bir çılgınlık sayılırdı!” Bu kadın Tanrı’yı sevecen bir Baba olarak görmüyordu ve sonuçta kimliğini, yani O’nun kızı olduğunu benimsememişti ki, bu durum Tanrı’yı etkin biçimde işitme yeteneğini etkilemişti, en azından o geceye kadar!

Tövbe Anahtardır

Çoğu kez Tanrı’nın sesini işitme deneyimimizde eksik olan unsurun esasen tövbeyle ilgili olduğunu görüyorum. Tövbenin karanlık ve korkutucu gelen sözcüklere benzediğini anlıyorum, ama tövbe Tanrı’yı tanımak isteyenler için bir armağandır. Tövbe etmek, İsa’nın yapmak için geldiği işe verdiğimiz tepkidir. Gerçekte, tövbe ve iman İsa’nın bizim uğrumuza yaptığı işe verilecek tek gerekli karşılıktır. “Tövbe” sözcüğü özgün dilde düşüncenizi ve bunun sonucunda eylemlerinizi değiştirmek anlamındadır. Bu kadar. Birçok sözlükte (özgün dili temel almayan) “tövbe“ sözcüğüne baktığınız zaman, “pişmanlık“ ya da “tekrar pişman” olmakla ilgili referanslarla karşılaşırsınız. Eğer siz de benim gibi bir deneyimden geliyorsanız, insanları geçici olarak pişman hissettirmenin onların yollarını değiştireceğini düşünen eski usül tövbe vaizlerini tanımışsınızdır. Siz ve ben biliyoruz ki, bir şeyle ilgili pişmanlık hissetmek mutlaka sizi değiştirmez. Bu yüzden, tövbenin özü aslında kendi yöntemlerimizi inkâr etmek ve Tanrı’nın yöntemlerini benimsemekle ilgilidir; kendi sesinizi dinlemekten vazgeçmek ve Tanrı’nın sesini dinlemeye başlamaktır. Adem ve Havva Tanrı’ya itaatsizlik edip iyiliği ve kötülüğü bilme ağacının meyvesini yedikleri zaman, Şeytan’ın sözünü dinlediler ve kendi gözlerinde doğru olanı yapmaya başladılar.

İsa’nın tamamlanmış işini benimsediğimiz zaman, çarmıh üzerinde yaptığı işin bize bağışlanma sağladığına ve bizi Tanrı’yla doğru bir ilişkiye geri getirdiğine inanıyoruz. Ancak, imanımızın yanı sıra, benliğimize dayalı yollarımızdan tövbe etmeli, O’nun sesini işitmeyi öğrenmeli ve O’nu izlemeliyiz(Yuhanna 10:27), zira yüzyıllar önce itaatsizliğimiz yüzünden O’nu izlemeyi bıraktık.

Tanrı’yı işitmek ve O’nunla ilişkimiz bağlamında tövbeye kısaca baktığımız, tövbenin ne kadar sık vaaz edildiğini görmemiz gerekir. Aşağıdaki pasajlara bakalım.

Vaftizci Yahya

O günlerde Vaftizci Yahya Yahudiye Çölü’nde ortaya çıktı. Şu çağrıyı yapıyordu: "Tövbe edin! Göklerin Egemenliği yaklaşmıştır."(Mat. 3:1-2)

İsa

O günden sonra İsa şu çağrıda bulunmaya başladı: "Tövbe edin! Çünkü Göklerin Egemenliği yaklaştı."(Mat. 4:17)

Elçi Petrus

Petrus onlara şu karşılığı verdi: "Tövbe edin, her biriniz İsa Mesih’in adıyla vaftiz olsun. Böylece günahlarınız bağışlanacakve Kutsal Ruh armağanını alacaksınız.” (Elç. 2:38)

Tövbe Vaftizci Yahya’nın asıl mesajıydı. Daha sonra aynı mesajı İsa’nın ve on iki elçisinin yaşamında da görüyoruz. Bunun anlamı neydi? İsa insanları günahları yüzünden pişman hissettirmeye mi çalışıyordu? Eğer öyleyse, sırf insanları kötü hissettirmek için kesinlikle çok uzun bir yoldan geldi. Elbette bunun doğru olmadığını biliyoruz, ancak İsa tövbe mesajında belirli bir şeyin peşindeydi. Bu şey düşünceme göre resmin bütününe bakmadığımız zaman çoğunlukla ıskaladığımız şeydir: Tanrı bizi ilişki kurmak için yarattı (gündelik iletişim dahil), ama biz günah işlemeyi ve başka bir sesi işitmeyi seçtik. Sonra, İsa canını bizim için vererek bizi Babamız’la ilişkiye geri getirmek için geldi ve şimdi bizi tövbe etmeye ve tekrar iman etmeye çağırıyor. Bence Hıristiyanlar, tek kurtuluş yolu olarak İsa’nın çarmıh üzerindeki kurbanına güvenmek bağlamında iman kısmına adım atıyorlar. Ne var ki, tövbe kısmı, benim düşünceme göre, İsa’nın bedelini ödediği ilişki unsurunun kilidini açan anahtardır.

İsa, “Tövbe edin! Çünkü Göklerin Egemenliği yaklaştı” dedikten sonra (Mat. 4:17) O’nun egemenliğinin yollarını dinleyecek herkese öğretmeye başladı. Tanrı’yı işitmek kendimizi alçaltmakla ve düşüncelerimizden, yollarımızdan tövbe edip bunun yerine Kutsal Ruh aracılığıyla Kutsal Kitap’ta açıklanan Tanrı’nın düşüncelerini ve yollarını benimsemekle başlar.

Unutmayın ki, Tanrı’yla yürümek ve O’nun sözlerinin gerçek olduğuna inanmak için yaratıldık. Maalesef, Tanrı’yla aramızdaki bu dinamik ilişkiden o kadar koptuk ki, O’nu dinleyeceğimizi ve izleyeceğimizi temin etmek için Tanrı’yla ilişkimizin temelinde tövbeye ihtiyacımız vardır. İsa yeryüzündeyken, pek çokları O’nu öğretirken işitti, ama sadece işitip izlemek için yaklaşanlar O’nunla ilişkiyi paylaşanlar oldu. Tövbekâr yüreğe sahip kişi sadece Tanrı’dan işitmeye çalışmaz; ne derse desin O’nu izlemeye de adanmış bir kişidir. İşte İsa’yı hayatımızın sadece Kurtarıcısı değil, ama Rab’biyaptığımız yer burasıdır. O’nun hayatımızın Rab’bi olması O’nun egemenliğine girişimizin özüdür. İsa Kral’dır ve O’nun egemenliğine girmeyi seçenlere egemenliğinin nasıl olduğunu açıklamak için gelmiştir. Ancak bu egemenliğe girmek, gönüllü olarak O’nun yönetimine ve iradesine boyun eğmemiz, yani O’nun isteğinin bizim isteğimiz, O’nun gerçeğinin bizim gerçeğimiz haline gelmesi ve her şeyin yeniden iyi olması anlamına gelir. Eğer Tanrı’yı işitmek istiyorsanız, hayatınızın egemenlik tahtından kendinizi indirmeniz ve Kral İsa’nın ruhunuzun tahtında yeniden oturmasına izin vermeniz gerekecektir.

1. Bölüm Tekrar Soruları
  1. Tanrı’yla aranızdaki ilişki gerçek anlamda kişisel mi? Eğer öyleyse, bunu kişisel yapan ne? Değilse, eksik olan ne?

  2. Tanrı’yla ilişkinizde O’nunla Babanız olarak etkileşim kuruyor musunuz? Eğer O’nu iyi bir Baba olarak algılasaydınız, Tanrıyla ilişkiniz nasıl değişirdi?

  3. Tanrı’dan işitmenin O’nunla ilişkinize bağlı olduğuna inanıyor musunuz? Evetse, nasıl?

  4. Bu bölümde sizi en çok ne teşvik etti ve bunu hayatınızda nasıl uygulayacaksınız?

2. TANRI’YI İŞİTMEK HERKES İÇİNDİR

Toplumumuzda Tanrı’yı işitmek, tartışılması güç bir konu olabilir, o kadar ki, Tanrı’dan işittiğini iddia eden herhangi biri adamakıllı incelemeye tabi tutulur ve birçok durumda tamamen reddedilir görünmektedir. Medya “Tanrı bunu yapmamı söyledi” diyen en tuhaf insanları gözler önüne getirir ve okuyan ya da izleyen herkes “Ne çılgın bir kişi” diye düşünür. Evet, doğrudur. Muhtemel bu kişiler kelimenin tam anlamıyla delidir. Ama medyanın bu kişilerle ropörtaj yaparken vermek istediği gizli mesaj “İşte yine başladık; Tanrı’nın kendisiyle konuştuğunu söyleyen bir çatlak daha.” O belirli kişi hakkında doğru bir haber vermiş olsalar bile, Tanrı’dan işittiğini iddia eden herkese yönelik alaycı bir bakış açısını izleyicilerine aktarırlar. Hıristiyanlar bile bu alaycılığı hoşgörürler, özellikle de Tanrı’nın onlara ya da tanıdıkları birine konuştuğuna dair bir deneyimleri yoksa.

Bu sözlerim size bir komplo teorisi yorumu gibi gelebilir, ama bence düşman, gerçek Hıristiyanlığın üzerine kara bir gölge savurmak için ana akım medyayı kullanmaktadır. Dünyanın her yerinde Tanrı’nın insanlara konuştuğu, güçlü mucizeler yaptığı ve insanları doğal ya da doğaüstü biçimde kullandığıyla ilgili binlerce öykü vardır. Bu öyküleri kim belgeliyor?

Siz de benim kadar iyi biliyorsunuz ki, bu çok nadiren oluyor. Ancak eğer üst düzey bir vaizin cinsel günah işlediği ortaya çıkarsa, bu öyküyü farklı formatlarda aylarca yayınlayacaklarına inansanız iyi edersiniz. Bakın, düşman Tanrı’nın ve halkının doğaüstü gerçekliğine şüphe getirmek amacıyla gerçek bir saldırı düzenlemektedir. Bu saldırının meyvesi Mesih’in Bedeni’nde yaygın görünen şüpheciliktir; bu yüzden Mesih’teki birçok kardeş bir sebepten ötürü günümüzde asla halkıyla konuşmayan diri bir Tanrı’ya inanırlar.

Eğer bir Hıristiyansanız, o zaman doğaüstü şeyler yapan ve hatta bunları insanlar aracılığıyla yapmayı seçen doğaüstü bir Tanrı’ya inanırsınız. Diğer bir deyişle, eğer Tanrı’nın bizimle konuştuğu gerçeğiyle mücadele ediyorsak, kendi yarattığı doğa düzenine tabi olmayan diri bir Tanrı’ya kulluk ettiğimizi hatırlamamız gerekir. İsa’nın ölümden dirildiğine inanmadıkça Hıristiyan bile olmazsınız! Tanrımız yaşıyor ve O insanlarla konuşur.

Bir Hıristiyan’ın yüreğinde alaycılığa yer yoktur. Anlayışlı olmalı mıyız? Evet. İnsanların Tanrı’nın söylediğini dediği şeyleri tartmalı mıyız? Evet. Ama bu yaklaşımlar hiçbir şekilde gerçek ve yaşayan Tanrı’nın gerçek ve yaşayan insanlara konuştuğuna dair otomatik bir şüpheciliğe yol açmamalıdır. Medya, iman etmeyenler ve diğerleri insanlıkla iletişim kuran sevecen bir Tanrı’nın gerçekliğini itibarsızlaştırmaya çalışırken, bizler onların verdiği haberlere direnmeli ve öğüdümüzü Kutsal Kitap’tan almalıyız.

Kutsal Kitap’ı çalışırken, orada konu edilen kişilerin çoğunun Tanrı’yı o ya da bu şekilde işitmiş olduğunu hemen fark ederiz. Tanrı’ya yakın yürüyenler için O’nun işitmenin bir bakıma olağan bir şey olduğu sonucuna kolayca varabiliriz. Eğer geçmişte yaşamış erkekler ve kadınlar için bu olağan idiyse, bugün Rab’le yürüyenler için de olağan olmalıdır. Çoğu kez Kutsal Kitap’a inandığımızı iddia ediyoruz, ancak gerçekte kastettiğimiz şey geçmişte gerçekleşen, ama bizim için günümüzde gerçekleşmeyen olaylara inandığımızdır. Emin olun ki, Kutsal Kitap dönemlerinde insanlarla konuşan Tanrı, bugün içimizde Kutsal Ruh aracılığıyla içimizde yaşayan aynı Tanrı’dır. Hiçbir şey değişmedi, çünkü Tanrı değişmez! “İsa Mesih dün, bugün ve sonsuza dek aynıdır” (İbr. 13:8).

Son yıllarda Tanrı’yı işitmek konusuyla ilgili olarak pek çok kişiyle tartıştım. Bu konu hakkında neredeyse bütün bakış açılarını işittiğimi düşünüyorum, ama kim bilir, belki henüz duymadığım başkaları da vardır. Yaptığım bu tartışmalarda, birçok insanı Tanrı’nın her zaman olduğu gibi günümüzde de konuştuğuna ikna edebildim. Bir kimsenin bu gerçeği bilmesinin en güçlü kısmı, Tanrı’nın ona gerçekten kişisel olarak konuşacağını beklemeye başlamasıyla ortaya çıkar. Beklenti, duyarsızlığı Tanrı’yı işitmek için dürüst bir uğraşıya dönüştürür. Bu dönüşüm ruhsal yaşamda oyunun gidişatını değiştiren bir şeydir. Beklentilerimiz, içimize O’nun sesini işitmek için daha önce bulunmayan bir heves ekerek Tanrı’ya imanımızı ateşler.

Tanıdığım birçok kişi hâlâ telefon üzerinde kısa mesaj çekmeyi bilmez ve bunların çoğunun bunu yapmaya isteği yoktur. Onlara kısa mesaj gönderebilirim ve telefonları bu mesajları alabilir. Ancak onların hiçbirinden bir cevap mesajı almam. Kısa mesajı alabilirler, ama mesajlarını kontrol etmedikleri yada nasıl yapılacağını bilmedikleri için, iletişim kuramayız. Aynı şekilde, herkes Tanrı’nın sesini işitebilir, ama bu herkesin işittiğianlamına gelmez. Sırf bir şeyin mümkün olması mutlaka ondan yararlandığımız anlamına gelmez.

Sizin ya da tanıdığınız birinin “Neden günümüzde Tanrı’nın insanlara konuştuğuna inanıyorsun?” diye sorduğunu düşünelim. Buna cevabım çok basittir. Tanrı Kutsal Kitap’ta adı geçen kişilere konuştu, Tanrı tarih boyunca insanlara konuştu ve Tanrı bugün de birçok insana konuşur. Bu bölümün geri kalanında Tanrı’nın geçmişte ve günümüzde insanlara konuştuğu gerçeği için bir temel atacağız.

Eski Antlaşma’da Tanrı’yı İşitmek

Tanrı’nın insanlara konuştuğunu ilk kez Yaratılış Kitabı’nda insanın yaratılması öyküsünde okuruz. Tanrı Adem ve Havva’yı yarattı ve onlara ne yapacaklarını bildirdi.

Onları kutsayarak, "Verimli olun, çoğalın" dedi, "Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.” (Yar. 1:28)

Tanrı’nın Adem ve Havva’ya açıkça, kişisel ve sesli olarak konuştuğunu düşünmek yanlış olmaz. Ancak, Yaratılış 3. bölümde Adem ve Havva günah işlemeyi seçti ve o andan itibaren Tanrı’nın onlarla, bir bütün olarak erkek ve kadınlarla etkileşimi dramatik olarak değişmeye başladı.

Eski Antlaşma’da Tanrı’nın sesli biçimde Habil ve Kayin, Nuh, İbrahim ve diğer birçok insanla konuştuğunu okumayı sürdürürüz (Yar. 4:9; 7:1; 12:1). Zaman geçtikçe, Tanrı’nın insanlarla iletişimi giderek daha az kişisel hale geldi. Yaratılış 20. bölümde Tanrı insanlarla rüyalar aracılığıyla konuşmaya başlar. Bu noktadan sonra Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın insanla ilişkisindeki mesafenin açıldığını ve bununla birlikte Tanrı ve insan arasındaki iletişim çeşitlerinin arttığını okuruz.

Mısır’dan Çıkış Kitabı’nda, Musa’nın Rab’le dramatik bir biçimde karşılaştığı açıklanır (Çık. 3). Bu karşılaşmanın sonucunda, Musa İsrail halkını kölelikten kurtarmak ve onları atalarının Tanrısı’na yeniden bağlamak için Mısır’a gönderilir. Kutsal Kitap Tanrı’nın Musa ile özel bir ilişkisi olduğunu ve onunla günah işlemelerinden önce Adem ve Havva ile kurduğuna çok benzeyen kişisel bir iletişim kurduğunu açıklar. “RAB Musa’yla iki arkadaş gibi yüz yüze konuşurdu…” (Çık. 33:11).

Eski Antlaşma’da Tanrı’yla Musa’nın kurduğu türden bir ilişkiye sahip az kişi vardır. Tanrı’nın kendisi Musa’ya karşı gelenlere şöyle söylemiştir:

RAB bulut sütununun içinde indi. Çadırın kapısında durup Harun’la Miryam’ı çağırdı. İkisi ilerlerken RAB onlara seslendi: ”Sözlerime kulak verin: Eğer aranızda bir peygamber varsa, Ben RAB görümde kendimi ona tanıtır, Onunla düşte konuşurum. Ama kulum Musa öyle değildir. O bütün evimde sadıktır. Onunla bilmecelerle değil, Açıkça, yüzyüze konuşurum. O RAB’bin suretini görüyor. Öyleyse kulum Musa’yı yermekten korkmadınız mı?” (Say. 12:5-8)

Bu pasaj Tanrı’nın Musa ile kurduğu yakın ilişkiyi ifşa ederken, aynı zamanda bize Tanrı’nın o çağda diğerleriyle çok kişisel bir iletişim içinde olmadığını söyler. Tanrı’nın Eski Antlaşma’da halkıyla konuştuğu çeşitli yolları okurken bunu bilmemiz önemlidir.

Tanrı Musa aracılığıyla Kutsal Yasa’yı yürürlüğe koydu ve Musa öldükten sonra bile Kutsal Yasa İsrail halkının nasıl yaşması gerektiğini açıkladı. Ne var ki, Tanrı, yaşadıkları mevcut şartlar içinde halkına kendi önceliklerini bildirmek için çeşitli aracılar kullanmayı sürdürdü. Tanrı’nın sesinin Eski Antlaşma’daki asli aracıları peygamberler, kâhinler ve krallardı.

Peygamber, kelime olarak “sözcü” anlamına gelir ve Tanrı’nın ağızlığı olarak iş gören birini tanımlar6. Kutsal Kitap’ta İbrahim ve Musa’nın peygamber olduğundan söz edilir (Yar. 20:7; Yas. 18:15), ama Tanrı, Samuel’le birlikte halkına konuşmak için kullandığı bir peygamberler silsilesi başlattı. Bu peygamberler arasında İlyas, Elişa, Yeremya, Yeşaya ve Hezekiel önde gelir.

1. Samuel 8. bölümde, İsrail halkı bir araya gelerek Peygamber Samuel’den kendilerine bir kral atamasını istedi. O zamana dek İsrail halkı diğer ulusların aksine bir krala sahip değildi. Samuel bu istek karşısında kederlendi, çünkü İsrail halkının kral olarak yalnızca Tanrı’ya sahip olması konusunda kıskançtı. Tanrı İsrailliler’in isteğini kabul etti ve Saul adlı bir adamı İsrail’in ilk kralı olarak ataması için Samuel’i görevlendirdi (1Sa. 9:16). İsrail kralları kendi dönemlerinde Tanrı’nın sesi için başlıca aracılar haline geldiler. Kutsal Yasa’yı izleyen, Rab’bin sesini dinleyen ve insanları da aynısına yapmaya yönlendiren kral, doğru bir kraldı. Tanrı’nın yasasından sapan, Tanrı’nın sesini duymazdan gelen ve sonuçta insanları da yoldan çıkaran kral ise kötü bir kraldı.

Bütün bunlarda Tanrı’nın insanları esasen kişisel olarak onlara yakın olmak için yarattığını, ama Adem ve Havva’nın günahıyla insanlığın Tanrı’dan uzaklaştığını ve peygamberler, kâhinler ve krallar gibi aracılar yoluyla Tanrı’nın sesini işitmeye alıştıklarını görmekteyiz. Tanrı’nın nihai planı bu değildi, ama elbette zaman ve tarih içerisinde belli bir amaca hizmet etti. Tanrı’nın insanlıkla ilişkisinin ve iletişiminin nasıl geliştiğine bakmayı sürdürürken bize yardımcı olacaktır.

İsa’nın Yaşamında Tanrı’yı İşitmek

Eski Antlaşma’yı daha fazla okudukça, seçilmiş kişiler aracılığıyla kitlelerle iletişim kuran mesafeli bir Tanrı görmek daha kolaylaşır. İsa yeryüzüne geldiğinde, İsrail halkı hem Roma İmparatorluğu’nun hem de mesafeli bir Tanrı ve O’nun özel olarak meshedilmiş azınlığı düşüncesini takviye eden dini yapılanmanın baskısı altındaydı. Tanrı, İsa Mesih’te bize yakınlaşarak uzaklık engelini yıktı.

Baba Tanrı bizi eskihalimize tam geri getirmek için biricik Oğlu’nu gönderdi. İsa Tanrı’nın bizim için tam sağlayışıdır ve ihtiyacımız olan herşey O’nda vardır. İsa Mesih’e baktığımızda, O’nun Baba Tanrı’nın aracılığıyla konuştuğu biricik Aracımız olduğunu görürüz. İsa bizim Peygamberimiz, Kâhinimiz ve Kralımızdır. Tanrı hayatlarımıza konuşmak için başkalarını kullanabilir, ama hepimiz İsa sayesinde Tanrı ile kişisel bir ilişkiye kavuşabiliriz.

Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok kez çeşitli yollardan atalarımıza seslendi. Bu son çağda da her şeye mirasçı kıldığı ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi Oğlu’yla bize seslenmiştir. (İbr. 1:1-2)

İsa insanların Tanrı’yı tanımasını ve O’nu işitmesini istedi; zira bunun için gelmişti. “Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler.” (Yuhanna 10:27). İsa böyle bir ilişkinin sadece mümkün olduğunu söylemekle kalmadı, ama bu ilişkiyi erişilebilir yapmak için canını verdi. İşte bu iyi haberdir!

Kutsal Ruh Aracılığıyla Tanrı’yı İşitmek

Üç yıldan uzun bir zaman öğrencileriyle birlikte yürüdükten sonra İsa onlara artık gitmek üzere olduğunu ve gidişinin onların yararına olduğunu söyledi (Yuhanna 16:7). Eminim, Tanrı’nın Oğlu’yla birlikte geçen gündelik hayattan daha iyi ne olabileceğini hayal edemediler, O daha iyi bir şeyin geleceğini vaat etti. İsa Kutsal Ruh’un gelip onların içinde yaşayacağını söyledi (Yuhanna 14:17). Evet, İsa’yı doğru duyduk. Tanrı, Kutsal Ruh aracılığıyla içinizdeyaşayacak.

Kutsal Ruh içlerinde konut kurana dek, İsa’nın öğrencilerine açıklayamadığı birçok şey vardır. İsa öğrencilerine Kutsal Ruh geldiğinde Tanrı’yı daha önce asla olmadığı gibi işitebileceklerini vaat etti. Artık İsa’yı izleyen öğrencilerin içinde Kutsal Ruh konut kurmuştur ve onlar Tanrı’yı yeniden kişisel olarak işitebileceklerdir.

Size daha çok söyleyeceklerim var, ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O, yani Gerçeğin Ruhu gelince, sizi tüm gerçeğe yöneltecek. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak, yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni yüceltecek. Çünkü benim olandan alıp size bildirecek. Baba’nın nesi varsa benimdir. ’Benim olandan alıp size bildirecek’ dememin nedeni budur. (Yuhanna 16:12-15)

İsa yeryüzünden ayrıldığı için, öğrencileri ve sonradan gelen imanlılar Tanrı’nın yollarını tanımak ve izlemek için O’nun yardımına ihtiyaç duyacaklardı. Kutsal Ruh’un hayatlarımızda birçok rolü ve sorumluluğu vardır, ama yukarıdaki ayetlerde bizim “rehberimiz” olarak resmedilmesini seviyorum. Kutsal Ruh’tan aldığımız iletişim türünün ne kadar pratik bir resmi. Rehber gideceğiniz yere güvenle ulaşmanız için yolculuğunuz boyunca size eşlik eden biridir. Rehber gideceğiniz yerin yolunu bilmekle kalmaz, aynı zamanda oraya yapılan yolculuğa aşinadır. Kutsal Ruh nereye gitmemiz gerektiğini bilir ve oraya ulaşabilelim diye her gün bizi yönlendirmeye adanmıştır. Bu nedenle, hayatlarımız tümüyle Kutsal Ruh’un önderliğini izlemekle geçmelidir.

Elçilerin İşleri 2. bölümde Kutsal Ruh İsa’ya iman edenlerin üzerine dökülür ve bunun sonucunda kilise Tanrı’nın sesinin kişisel olarak dağıtımı dahil olmak üzere olağanüstü işler deneyim etmeye başlar. Artık herkes Tanrı’yı işitebilir. Meleklerin insanlara konuştuğunu (Elç. 8:26), başkalarının görümler gördüğünü (Elç. 10:9-17) ve hatta bazılarının Tanrı’nın sesini işittiğini okuyoruz (Acts 9:3-6). Elçilerin İşleri Kitabı’nda Kutsal Ruh’un Hıristiyanlar’la ve Hıristiyanlar aracılığıyla iletişim kurduğu çok sayıda kayıt vardır.

Birçoklarının Tanrı’nın Kutsal Ruh aracılığıyla içlerinde yaşadığına, ama bir sebepten ötürü Elçilerin İşleri’nde yaptığı gibi bizimle iletişim kurmaya çalışmadığına inanması bana şaşırtıcı geliyor. Benim inancıma göre ise Tanrı’nın bana o kadar yakın yaşamasına rağmen hiçbir şey söylememesi imkansızdır. Kutsal Ruh tarihte son 1900 yıldan bu yana insanlara konuşmakta ve günümüzde kulağı olan herkesle iletişim kurmaktadır. Herkes Tanrı’yı işitebilir, ama herkes işitmez. Tanrı’nın sesi hakkında inandığımız şey, O’nu işitmemizi ya güçlendirir ya da engeller.

Tanrı’yı İşitmek Hakkında Tarihten Örnekler

Tanrı’yı kendi çağlarında işitmiş ve O’nun sözüne yanıt vermiş insanlarla ilgili az sayıda öykü vardır. Aşağıdaki örnekler iyi belgelenmiştir ve Tanrı’dan işitmenin belirli durumlarına ilişkin iyi sonuçlar vermiştir. İlginç olan şey, kilise tarihini ne kadar çok çalıştıysam, Tanrı’nın sesini işitme örneklerine de o kadar çok rastladığımdır. Bu yüzden Tanrı’yı işitmek için imanınızı geliştirirken sizin de aynısını yapmanızı teşvik ederim.

Polykarp (İzmir Episkoposu) İ.S. 69 - 155

Polykarp İsa’nın on iki öğrencisinin yaşamlarının sonuna doğru doğmuş biri adamdı. Kutsal Kitap uzmanları bizzat Elçi Yuhanna tarafından yetiştirildiğine ve İzmir kilisesine ihtiyar olarak atandığına inanır. Kilise tarihine dair birçok belge Polykarp’ın çağının üç elçisel kilise babasından biri olduğunu ortaya koyar. Polykarp günümüzde yaygın olarak Foxe’s Book of Martyrs adlı kitapta ve diğer az bilinen eserlerde okunabilecek şehitliğiyle tanınmaktadır. Polycarp ayrıca çeşitli mektuplar yazdı, ancak Ignatius’la bağlantılı olarak “Filipililer’e Mektup” adlı bir tanesi günümüze dek kalmıştır.7Buna ilaveten, Polykarp’ın yaşamını ve Tanrı’nın ona bir görümle konuştuğu eşsiz şehitliğini kaydeden az sayıda belge vardır

Polykarp Mesih’e imanı ve kilisedeki konumu yüzünden hasımları tarafından takip ediliyordu, ancak yüreğinde esenlik vardı ve olabileceklerden korkmuyordu. Bir gece, normal dua zamanında, Polykarp Tanrı’dan bir görüm aldı. Bu görümde başının altında alev almış gibi görünen bir yastık vardı. Bu görümden çıktığı zaman, yanındakilere dönerek onlara şu peygamberlik sözlerini söyledi, “Diri diri yakılmalıyım.”8

Rab’den aldığı bu görümden üç gün sonra Polykarp kendisini takip edenlerin eline teslim edildi. Gözetim altındayken, Mesih’in adına küfretmesi ve O’nu inkâr etmesi istendi. Ancak Polykarp bunu yapmayı reddetti ve Rab’den aldığı görüm gerçekleşti. Polykarp kazığa bağlanarak diri diri yakılma cezasına mahkûm edildi. Tanrı bu olağanüstü adama bir görüm aracılığıyla konuşarak onu ölümüne hazırladı. Bu Tanrı’nın Polykarp’a konuştuğunu okuduğumuz tek olay değildir, ama en çok bilinenidir.

Aziz Augustine (Hippo Episkoposu) İ.S. 354 - 430

Aziz Augustine, Katolik Kilisesi içinden gelen bir Hıristiyan ilahiyatçısı ve episkoposuydu. Günümüzde bile dünyanın her yanında basılan ve okunan vaazları ve kitaplarıyla yaygın olarak tanınan biriydi. Augustine’nin Tanrı’nın sesini işitmesiyle ilgili yazdığı birkaç kayıtlı belge vardır, ama en çok bilineni iman ettiği zaman deneyim ettiğidir.

Kendi anlatımına göre,9Augustine bir gün bir arkadaşıyla birlikte otururken bir çocuğunkine çok benzeyen bir ses duydu. Ses ona tekrar ve tekrar “Al ve oku” diyordu. Sesi işittiğinde, bunun Kutsal Kitap’ı açıp içinden rastgele bir bölümü okuması için ilahi bir çağrı olduğuna inandı. Augustine Kutsal Kitap’ı rastgele açtığında Romalılar Mektubu’ndan aşağıdaki pasaj karşısına çıktı:

Çılgınca eğlenceye ve sarhoşluğa, fuhşa ve sefahate, çekişmeye ve kıskançlığa kapılmayalım. Gün ışığında olduğu gibi, saygın bir yaşam sürelim. Rab İsa Mesih’i kuşanın. Benliğinizin tutkularına uymayı düşünmeyin. (Rom. 13:13-14)

Diğer başka etkilerle birlikte bu deneyim sayesinde Augustine Mesih’e iman etmeye karar verdi. Bu deneyimden bir süre sonra vaftiz oldu ve rahip olmak için eğitim görmeye başladı. 391 yılında Augustine rahip olarak atandı ve Batı Hıristiyanlığını ve felsefesini bugüne dek büyük ölçüde etkileyen eserlerini ortaya çıkardı. İşte karşınızda Tanrı’nın sesini işiten ve bu sayede değişen Hıristiyanlık tarihini derinden etkilemiş bir adam.

Aimee Semple McPherson (Müjdeci) Ekim 1890

- Eylül 1944

Aimee Semple McPherson muhtemelen kilise tarihinin en büyük ve en bilinen Hıristiyan kadın önderidir. Aimee Pentekostal reformu döneminde dünyaya geldi ve bu ortamda Pentekostal hareket aracılığıyla İsa Mesih’in Müjdesi’nin yayılmasında kilit bir önder oldu. Olağanüstü, fakat tartışmalı hayatını aktarmak amacıyla birçok kitap ve makaleler yazılmıştır. 10

Aimee’nin Tanrı’nın sesini duyması ve O’na derhal itaat etmesi hakkında sayısız öyküler anlatılabilir. Birçokları bu öykülerin bazı kısımlarına itiraz edebilse de, hizmetinin verdiği ürün Kutsal Ruh’un etkinliğine tanıklık etmektedir. Hizmetinin ilk başlarında Aimee yüreğinde Müjde’yi duyurma çağrısına direndi, ama bir gün, geçirdiği ciddi bir hastalık ve büyük bir ameliyatın ardından Aimee Rab’bin “Şimdi gidecek misin?” diye soran sesini işitti. Ve sonunda “Evet, Rab gideceğim” diye yanıtladı. 11

Aimee Semple McPherson düzenlediği çadır toplantıları, radyo programı ve kiliseler aracılığıyla milyonlara Müjde’yi duyurdu. Müjde’ye ve yerel kiliseye olan adanmışlığı sayesinde Angelus Tapınağı’nı (Los Angeles’te pastörlük yaptığı kilise) ve en nihayetinde günümüzde hâlâ gelişen Foursquare Hizmeti’ni kurdu. Başarıları sayısız, etkisi olağanüstü idi ve bütün bunlar Tanrı’nın ona sorduğu “Gidecek misin?” sorusuyla başladı. Duam o ki, biz de Tanrı’yı işitelim ve O’na Aimee Semple McPherson gibi yanıt verelim.

Tanrı’yı İşitme Hakkında Modern Örnekler

Aşağıdakiler Tanrı’yı işiten ve O’na yanıt veren insanlarla ilgili yakın tarihli öykülerdir. Bu öykülerin tümü kişisel olarak tanıdığım ve tamamen güvendiğim insanlar tarafından yazılmıştır. Bu yüzden, açıklamalarını okurken aynı güveni besleyin ve Tanrı’nın yaptıklarından teşvik alın.

Roberta (Anne)

Bir sabah o günkü işlerime başlarken Rab’bin şöyle dediğini işittim, “İntiharla ilgili Lindsey için dua et.” Tanrı’nın sesini kulaklarımla işitmediğim halde, bu cümle o kadar açıktı ki kulaklarımla da işitmiş olabilirdim. Tanrı’nın yeğenimden söz ettiğini biliyordum ve kökten sarsıldım. Derhal dua etmeye başladım ve başka ne yapmam gerektiğini sordum. Öğleden sonra Lindsey’in depresyon geçirip geçirmediğini bilebileceğini düşünerek ona çok yakın oturan kızımı aradım. Bir şeyden haberi yoktu, bu yüzden kızkardeşimi aradım. Kardeşim Lindsey’in kendisini ziyaret etmek için evde olduğunu ve iyi göründüğünü söyledi; aslında, ailesine bir süreden beri olduğundan daha çok bağlanmış gibi görünüyordu.

Birkaç hafta sonra kızkardeşim telefon etti ve Lindsey’in bir kutu ilaç içerek intihara teşebbüs ettiğini ve hastanede olduğunu söyledi. Bunun ardından yoğun bir dua ve kızkardeşimin ailesine destek dönemi başladı. O yıl, Daniel Kitabı’nı çalışıyordum ve Daniel ne zaman yüzüstü dua ederse ben de aynısı yaptığımı hissettim. Bir noktada, Rab’bin tüm aileyi toplamamı ve hep birlikte Lindsey için bir günlük dua ve oruç zamanı yapmamızı istediğini hissettim. İşte o zaman depresyon ve intihar ruhunun aile soyumuzda olduğunu keşfettim ve dua savaşım tüm ailem için bir savaş haline geldi.

Sekiz ay sonra, en azından iki intihar teşebbüsünden daha sonra, Lindsey Kaliforniya’daki Gençlik Mücadelesi programına girdi. Washington’daki bir Gençlik Mücadelesi merkezinde gönüllü olarak ona destek olmaya çağrıldım. Lindsey’e destek olurken, zaman zaman ona Müjde için hizmet etme şerefine de eriştim ve bir keresinde Tanrı’dan aldığım ve içinde onun da olduğu bir rüyamı onunla paylaştım. Rüyamda Lindsey bir soru soruyordu. Aylar önce günlüğüne yazmış olduğu sorunun aynısıydı. Tanrı bu rüyayı kullanarak ona olan büyük sevgisini açıkladı.

Üç buçuk yıl sonra, Rab’bin tatlı sesiyle bana şöyle seslendiğini işittim, “Seni Lindsey için dua etmekten özgür bırakıyorum; artık onun için yakında evleneceği adam dua edecek.” Bu yazıyı yazarken evliliklerinin ikinci yılını kutluyorlar ve ilk çocuklarını bekliyorlar.

Marcia (Pastör)

Yaşadığım kentten dört saat uzaklıkta bulunan bir üniversiteye gidiyordum ve bir hafta sonu bir aile etkinliği için arabayla eve gitmem gerekiyordu. Yola Cuma gecesi çıkmaya karar verdim, ancak yola çıkma zamanı geldiğinde, yorgunluktan neredeyse bayılacak haldeydim ve o gece tek başıma araba sürmemin olanaksız olduğunu hissettim. Cumartesi sabah erkenden yola çıkacağımı bilerek, akşamı arkadaşlarımla geçirdim ve sonunda dinlenemeden çok az bir uykuyla kaldım. İki saatlik bir uyku sonunda kalktığımda bir önceki geceye göre daha da yorgun hissediyordum. Yola çıktıktan bir saat kadar sonra uyanık kalmakta ve gözlerimi açık tutmakta zorlanmaya başladım. Bu yüzden uyumak için arabayı kenara çektim. Kısa bir uyku çekmek için tenha bir park alanına girdim ve emniyet açısından alanın ortasına park ettim. Saat yaklaşık 4:30 gibiydi ve park alanı tamamen boştu. Anahtarı kontaktan çıkardım, tüm kapıların kilitli olduğunu kontrol ettim ve uykuya daldım.

Yaklaşık 15 dakika uyuduktan sonra, bir sesin bana “Kalk, arabayı çalıştır ve sür” dediğini işittim. Hiç düşünmeden işittiğim buyruğu yerine getirdim. Bunu yaparken arabanın sağına göz attığımda, bir adamın arabamın tam yanında durduğunu ve ellerinin camın üzerinde olduğunu gördüm. Ona gülümsedim ve arabayla uzaklaşırken ona el salladım. Adam beni gördüğüne çok şaşırdı ve bir anda geriye sıçradı. Otobana çıkarken bu olay hakkında hiçbir şey düşünmedim.

Birkaç kilometre gittikten sonra, az önce olan biteni düşünmeye başladım. Birden dank etti ki, park alanındaki adam ben uyurken arabama girmeye çalışıyordu. Olay üzerinde daha da düşündükçe, o an gerçekten Tanrı’nın sesini işittiğimi anladım. Tanrı’nın sesini dinlediğim için adamın niyeti her neyse ondan korunmuştum. Yolculuğun geri kalanını Tanrı’yı yücelterek ve O’na tapınarak geçirdim, merhamet edip hayatımı koruduğu için şükrettim.

Chuck (Pastör)

18 yaşına geldiğimde, hayatın zor olduğuna ve giderek daha da zorlaşacağına inanarak bunalıma ve umutsuzluğa düştüm. Hayatımda büyük işler yapmayı hedeflemek yerine, karşılaştığım zorluklar karşısında yorgun ve tükenmiş haldeydim. Zorluklarıma son vermek için, kendimi öldürme planları yaptım. Yakınlarda bir gölün bulunduğu dağlık bir bölgede büyümüştüm ve birçok yazı gölde yüzerek geçirmiştim. Gölü çok iyi tanıyordum ve birkaç defasında neredeyse boğuluyordum. Ölümün kıyısına daha önce gelmiş olduğum için, kendimi boğmamın en iyi yol olduğunu düşündüm.

Bir sabah kalktım ve arabayla dağdaki o göle gittim. Aralık ayıydı ve sabahın o erken saatinde toprak hâlâ donla kaplıydı. Eğer gölün ortasına kadar yüzersem, soğuk dağ sularının işimi bitireceğini düşündüm. Ayaklarımı suya soktuğumda anında hissizleştiler ve çaresizce yapmış olduğum planın muhtemelen işe yarayacağını anladım. Suya atlamaya hazırlanırken, bir sesin bana şöyle dediğini işittim, “Neden bana bir şans vermiyorsun?” Ses güçlü ve netti; hatta tam arkamda duran birinden geliyor gibiydi. Döndüm ve kimseyi görmedim, o yüzden seslendim, “Kim var orada?” Çevremde oldukça büyük bir mesafeyi görebiliyordum, ama etrafta kimseler yoktu. Bunun üzerinde şaşkınlıkla orada durup az önce benimle konuşanın kim olduğunu merak ettim.

O anda işittiğim sesin Tanrı’ya ait olduğu kafama dank etti. Mutlu olmak ya da heyecanlanmak yerine öfkelendim. “Tanrı neden ayaklarımı suya sokana dek beklesin ve tam suya dalmak üzereyken konuşsun?” diye düşündüm. O kadar kızmıştım ki havaya bağırmaya başladım. “Tanrı, eğer bu sensen, seninle bir anlaşma yapacağım. Nereye gitmemi istersen gideceğim, kiminle konuşmamı istersen konuşacağım ve ne yapmamı istersen yapacağım. Hatta her Pazar günü kiliseye gideceğim. Yeter ki, beni mutlu et.”

Sözler henüz ağzımdan çıkmıştı ki, ancak esenliğin bedenime girdiği şeklinde tanımlayabileceğim bir şey hissettim. Başımın üstünden başladı ve tüm vücudum boyunca bir dalga gibi ilerledi. O soğuk günde beni ısıttı ve yoluma çıkan her zorluğun üstesinden gelebileceğimi düşündüm. Bundan sonra eve döndüm ve işitmiş olduğum sesin arkasındaki Tanrı’yı bana öğretebilecek bir kilise bulmaya çalıştım. Bugün, bir pastör olarak, beni hem bedensel hem de ruhsal ölümden kurtaran Tanrı’yı keşfetmeleri için insanlara yardımcı oluyorum.

Trevor (Gençlik Pastörü)

En büyük ağabeyim orduda hizmet ediyor ve Afganistan’da görev yaparken ben ve ailem onun için sürekli dua ederdik. Bir gece geç vakitte eve dönerken, Rab bana ağabeyimin korunması için dua etmemi söyledi ve Rab’den aldığım sözle derhal dua etmeye başladım. Kısa süre sonra, eve vardım ve ne olduğunu tam anlamadan yatağa gittim. Ertesi sabah babamın odama dalmasıyla uyandım; ağabeyim bir patlayıcıyla yaralanmıştı. Aldığımız telefondan, ağabeyimin durumunun kritik olduğunu öğrendik, ama olayla ilgili net cevaplar ya da ayrıntılar alamadık. İki saat kadar sonra ağabeyim bizi aradı ve sadece hafif yaralandığını ve kısa sürede iyileşeceği müjdesini verdi.

Ağabeyim Afganistan’daki hizmetinden döndüğü zaman, bize olayla ilgili tüm hikâyeyi başından sonuna anlattı. İnanması güç, ancak dua etmemle patlama anı eşzamanlı gerçekleşmişti. Hiç şüphe yok ki, Tanrı dua etmem için bana konuştu ve ağabeyimi ve ailemi büyük bir kayıptan esirgemek için duamı yanıtladı. Bize konuştuğu ve dualarımıza cevap verdiği için Tanrı’ya şükrederim.

2. Bölüm Tekrar Soruları
  1. Tanrı’dan işitmekle ilgili Kutsal Kitap anlatıları ile sizin deneyimleriniz arasında ne gibi farklar var? Eğer bir fark varsa, sizce bunun nedeni nedir?

  2. Tanrı’dan işiten hangi tarihi kişilerin deneyimleri size ilham verdi? Neden?

  3. Kendi deneyimlerinizden Tanrı’dan işitmeye verebileceğiniz en net örnekler nedir? Bu konuda tanıdığınız ya da işittiğiniz örnekler var mı?

  4. Bu bölümde sizi en çok ne teşvik etti ve bunu hayatınızda nasıl uygulayacaksınız?

3. TANRI’YI İŞİTMEK VE KUTSAL KİTAP

Hıristiyan olmadan önce dürüstçe söyleyebilirim ki, Kutsal Kitap’tan korkardım. Birkaç defasında koltukta otururken yanımdaki masada bir Kutsal Kitap’ın durduğunu fark ettiğimde kendimi mahkûm gibi hissettiğimi hatırlıyorum. Bu sıradışı hürmetin sebebi kısmen bir Hıristiyan olarak yetiştirilmeme rağmen bana öğretilenlere isyan etmeyi seçmiş olmamdı. Sanırım bu hürmetin diğer sebebi Kutsal Kitap’ın gerçek yazarı olan Kutsal Ruh’tu. Hatta bir gün Hıristiyan olmayan biri olarak Kutsal Kitap’ı elime alıp Vahiy kitapçığını okumaya başladım. Ödüm koptu! O gün Vahiy’den birçok bölüm okumuş olmalıyım, çünkü hatırlayabildiğim her şey canavarlar, fahişeler, kartallar, savaşlar, salgınlar ve sona eren dünyadan ibaretti.

Yüreğimi İsa’ya verdiğim zaman artık Kutsal Kitap’tan korkmuyordum; bu kitabı okumaktan heyecan duyuyordum. Her gün işe otobüsle giderken, yol boyunca okuyor, ayetlerin altını çiziyor ve Tanrı’nın sözüne aşık oluyordum. İman yaşamımın başlarında Kutsal Kitap’ı her gün okuyacağıma dair söz verdim. Tanrı’nın lütfuyla bu sözü tuttum. Kutsal Kitap’a karşı Tanrı vergisi bir saygım var ve bu saygı düşündüğüm, gördüğüm ve yaptığım her şeyde tüm hayatımı günlük olarak etkiliyor.

Dostlar, Kutsal Kitap bir kitaptan fazlasıdır. Kutsal Kitap, üzerinde iyi düşünceler, tarihi kayıtlar, güzel şiirler ve Tanrı’nın planının ana hatlarını içeren sayfalar dolusu harflerden fazlasıdır. Kutsal Kitap Tanrı’nın sözüdür. Kutsal Kitap’a baktığımız ve yaklaştığımız yolu ciddiye almalıyız, çünkü Tanrı’nın sözünü nasıl algıladığımız genel ruhsal sağlığımızı belirler.

Muhtemelen Kutsal Kitap’la ilgili temel gerçeklerin farkındasınız, yani 66 kitapçıktan oluşan bir koleksiyon olduğunu, kırktan fazla yazar tarafından kaleme alındığını, üç farklı dilde yazıldığını ve 1500 yıllık bir zaman diliminde tamamlandığını bilirsiniz. Kutsal Kitap’ın birçok tarihsel anlatım, yüzlerce gerçekleşmiş ve gerçekleşecek peygamberlik sözleri, antik özdeyişler ve şiirler ve önemli birinci yüzyıl mektupları içerdiğini belki biliyorsunuz. Kutsal Kitap’ın konu, yapı ve ruh birliğinin yanı sıra başından sonuna dek öğretisel ve ahlâki öğretilerinde tutarlılık içerdiğini muhtemelen öğrendiniz. Ama tek başına bu gerçekleri bilmek, bu kitabı var etmekle kalmayan, ama kendisiyle birlikte yürüyenler için onu canlı kılan Tanrı’nın önünde sizi dize getiriyor mu? Kutsal Kitap’a Tanrı’nın kutsal sözü olarak mı yoksa başka birçok kitap, öğreti, film, akademik ya da tarihsel anlatımlara yaptığımız gibi mi yaklaşıyoruz?

Görünüşe göre, öğretmek ya da hizmet etmek için gittiğim her yerde Kutsal Kitap’la ilgili duruşumu bilmeye gerek duyan bir avuç dolusu insan var. Tanrı’dan işitmek gibi bir konuyu tartışırken Kutsal Kitap’a yönelik genel tutumumu ve adanmışlığımı belirtmeme ihtiyaç duyanları gerçekten takdir ediyorum. Kutsal Yazılar’la ilgili görüşüm çok temeldir, ama Kutsal Kitap’ın amacı ile Tanrı’nın sesini işitmenin amacının aynı sebepten ötürü verildiğini düşünmüyorum.

Bazı kişiler, ben ne söylersem söyleyeyim, Tanrı’nın günümüzde hâlâ konuştuğuna inandığım için düşük bir Kutsal Kitap görüşüm olduğunu düşüneceklerdir. Bu düşünce tamamen gerçek dışıdır. Beni bu kitapta okuyacağınız şeyleri yazmaya motive eden şey, en başta Kutsal Kitap’a ilişkin görüşüm ve Kutsal Yazıları hayatıma geçirme ve deneyim etme adanmışlığımdır. Tarı’dan işittiğimiz zaman, Kutsal Kitap’ı yeniden yazmaya, ona bir şey eklemeye ya da ondan bir şey çıkarmaya kalkışmıyoruz. Tanrı’yı kişisel olarak işittiğimiz zaman, Kutsal Kitap’ın gerçekliğini mevcut bağlamımızda deneyim ediyoruz. Tanrı’nın sesini işitmek ve Kutsal Kitap’ı okumak, çalışmak ve uygulamak aynı şeyler değildir ve aynı amaçla verilmemişlerdir.

Kutsal Kitap Tanrı’nın Sesidir

Tanrı’nın, sözü aracılığıyla söylediklerini anlamadıkça, Ruhu aracılığıyla söylediklerini gerçekten anlayabileceğinize inanmıyorum. Peki neden? Çünkü Kutsal Kitap özgün okuyucuları için Tanrı’nın sesinden fazlasıdır. Kutsal Kitap, kendi eşsizliği içinde bugün bizim için Tanrı’nın sesi olarak devam eder. Kutsal Kitap’ın kendisi, kaynağının insandan değil, Tanrı’dan geldiğine tanıklık eder.

Peygamberlerin sözleri bizim için daha büyük kesinlik kazandı. Gün ağarıp sabah yıldızı yüreklerinizde doğuncaya dek, karanlık yerde ışık saçan çıraya benzeyen bu sözlere kulak verirseniz, iyi edersiniz. Öncelikle şunu bilin ki, Kutsal Yazılar’daki hiçbir peygamberlik sözü kimsenin özel yorumudeğildir. Çünkü hiçbir peygamberlik sözü insan isteğinden kaynaklanmadı. Kutsal Ruh tarafından yöneltilen insanlar Tanrı’nın sözlerini ilettiler. (2. Pet. 1:19-21)

Elçi Petrus, bazı kurulu kiliselere yazdığı mektupta imanlılar topluluğuna hayatları için son derece önemli olan birçok harika gerçeği hatırlatır. Aynı zamanda kiliseleri çok ciddi biçimde etkilemeye başlayan sahte peygamberlerin ve yıkıcı öğretilerin yayılmasıyla ilgili derin kaygılarını paylaşır.

İsa’nın on iki öğrencisinden biri olan Petrus, O’nun gelecek yüceliğinin (Mat. 17:1-13) ve dirilişinin gücünün (Luke 24:50-53) bir görgü tanığıydı. Petrus, kendi gözleriyle bu olayları gören biri olarak Eski Antlaşma’da yazılı olan peygamberlikleri onaylayabildi. Yukarıdaki pasajda Petrus hiçbir peygamberlik sözünün (Eski Antlaşma yazıları) insanlardan kaynaklanmadığından söz eder. Kutsal Ruh, yazarları tıpkı rüzgarın bir yelkenliyi su üzerinde hareket ettirdiği gibi “yöneltti.”

İlk kilisede sahte peygamberler ve sapkın öğretiler ortaya çıkarken, Petrus kiliseyi Tanrı’nın Kutsal Yazılar’daki güvenilir sözüne “kulak vermeye” yönlendirdi. Bu pasaj Kutsal Kitap’ın esinlendiğini ortaya koyan yazılardan biridir. Kutsal Yazılar Tanrı tarafından esinlendi ve Kutsal Ruh bu sözleri yazıya geçirenlere konuştu. Petrus Eski Antlaşma’yı kastediyordu, çünkü o dönemde ellerinde bulunan Kutsal Yazılar sadece oydu.

Elçi Pavlus, Timoteos’a yazdığı mektupta Petrus’unkine benzer sözler söyledi.

Kutsal Yazılar’ın tümü Tanrı esinlemesidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek, doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır. Bunlar sayesinde Tanrı adamı her iyi iş için donatılmış olarak yetkin olur. (2. Ti. 3:16-17)

“Tanrı esinlemesi” ifadesinin birebir anlamı, “Tanrı’nın nefesidir.”12Bunu bir an için düşünün. Kutsal Yazılar’ın tümü Tanrı’nın nefesidir, bazısı değil, tümü. Diğer bir deyişle, kitaplıklarımızda duran ya da bilgisayarlarımıza indirdiğimiz yazılar Tanrı’nın sesidir. Tanrı’nın sahip olmamızı ve bilmemizi istediği gerçekleri içermektedir.

Kutsal Kitap yanılmazdır, yani özgün yazılarında hata yoktur. Tanrı’nın Ruhu gereken peygamberlik özlerini ve öğretileri dikkatle verdi, çünkü bu sözler Rab’bin sonsuza dek kalıcı sözleridir (1Pe. 1:25). Kutsal Kitap, her kuşaktan her insan için Tanrı’nın sesini tanımanın ve işitmenin temelidir.

Eski Antlaşma’nın Tanrı’nın sözü (sesi) olduğuna işaret eden Kutsal Yazılar’dan söz etti, peki ya Yeni Antlaşma? Yeni Antlaşma da Eski ile aynı düzeyde mi? Bunun cevabı basitçe evettir. Yeni Antlaşma yazarları Kutsal Yazılar’ı kaleme aldıklarını biliyorlardı. Bunu Elçi Pavlus’un yazdığı ve çeşitli kiliselere dağıtılan birçok mektupta açıkça görmekteyiz. Örneğin, Pavlusun Korint Kilisesi’ne yazdığı mektubuna bakalım. “Evlilereyse şunu buyuruyorum, daha doğrusu Rab buyuruyor: Kadın kocasından ayrılmasın” (1Ko. 7:10). Elbette bağlam önemlidir, ama konumuz itibariyle, Pavlus’un kiliseyle iletişim kurarak en açıkça “Rab buyuruyor” demesine dikkat edin. Bu söylenenin Tanrı’nın sesi olduğunu, kendisine ait olmadığını açıklıyor. Pavlus, Selanikliler’e mektubunda bu olguyu daha güçlü bir dille vurgular “Rab İsa’nın yetkisiylesize hangi buyrukları ilettiğimizi biliyorsunuz.” (1 Se. 4:2). Pavlus ve diğer elçiler, birinci yüzyıl kilisesine doğrudan Tanrı’dan geldiğini bildikleri buyrukları ilettiler ve yazdılar. Pavlus Selanik Kilisesi’ne bu buyrukları hatırlattıktan sonra, (Tanrı’nın) sözlerini reddedenlere ne söylediğine bir bakın: “Dolayısıyla bu çağrıyı reddeden kişi insanı değil, size Kutsal Ruhu’nu veren Tanrı’yı reddetmiş olur” (1 Se. 4:8).

Tanrı Kutsal Yazılar’ın yazarlarına konuştuğunda, onların vahyi yüzde yüz netlikte almalarını ve yüzde yüz doğrulukta yazmalarını sağladı. Kutsal Yazılar’ın Tanrı’nın sonsuza dek kalıcı sözü (sesi) olmak üzere yazılması için, işin içinde hiçbir yanlış anlama ya da yanlış yorumlama olmamalıydı. Bunu derken, Tanrı’nın günümüzde kendisini net olarak duymamızla ilgilenmediğini ileri sürmüyorum, ama Tanrı’nın Kutsal Yazılar’ı oluşturma süreci üzerindeki egemenliğini vurgulamak istiyorum. Tanrı Kutsal Kitap’ın hatalı olmasına izin vermedi ve bu nedenle kendi içinde bütünüyle Tanrı’yı işitme kategorisindedir. Kutsal Kitap eşsizdir ve herkesin onu bu şekilde onurlandırmasını arzu ederim.

Bugün Tanrı’yı kişisel olarak işitmeyi amaçladığımızda, bir konuda net olmalıyız; biz Kutsal Kitap’ı yazmayı ya da yeniden yazmayı amaçlamıyoruz. Kutsal Kitap yazılmıştır ve amacı tüm insanlığa Tanrı’nın bilmemizi istediği gerçek hakkında açık bir standart sağlamaktır. Bütün kuşaklar boyunca değişmez ve değişmeyecektir. Kutsal Kitap Tanrı’nın kimliği, insanın günaha düşüşü, İsa Mesih aracılığıyla kurtuluş planı ve Mesih’in ikinci gelişi gibi değişmez gerçekleri içerir. Kutsal Kitap’ın amacı Tanrı’nın onun dışında söylediğini işittiğimiz her şeyi tartabileceğimiz bir standart kurarak değişmez bir temel sağlamaktır.

Tanrı, kendi sözü olan Kutsal Kitap aracılığıyla sesini tanıttı ve O, insanlara özellikle kendi durumları içinde ve kuşaklara Ruhu’nun sesi aracılığıyla konuşur. Kutsal Kitap’ı bağlamı içinde anlamamız gerekmekle birlikte, Kutsal Kitap Tanrı’ya ve planına dair bilgilerimizi edinmemiz gereken Tanrı’nın sesidir. Kutsal Kitap’a ihtiyacımız var. Davut gibi bizler de, Tanrı’nın sözünün nerede olduğumuzu ve nereye gittiğimizi gösterdiğini anımsayalım, zira o olmadan kayboluruz.

Sözün adımlarım için çıra,

Yolum için ışıktır.” (Mez. 119:105)

Tanrı’nın Sesinin Uyumu

Eskiden beri, Tanrı’nın sesini işitmekle ilgili olanlar da dahil Hıristiyanlık içindeki birçok ilahiyat farklılıklarına aşina oldum. Hıristiyan olduğum ilk hafta içinde, hiçbir bilgim olmadığı halde Tanrı’nın sesinin gerçekliğine adım attım. Ne yapacağımı bilmediğim rüyalar, güçlü imgeler gördüm ve başka ilginç deneyimler yaşadım. Bu deneyimleri katıldığım kilisedeki önderlerle paylaştım ve bu önderler çoğunlukla bu şeyleri görmezden gelmemi ve Kutsal Kitap okumamı söylediler. Kutsal Kitap’ı zaten okuyordum, ama ayrıca okuduğum deneyimlerin bazılarının aynısını da yaşamaya başladım ve bu beni daha da teşvik etti. Heyecanım yüzünden bu deneyimleri başkalarıyla da paylaştım, ama bu paylaşımlar her zaman iyi gitmedi.

Birkaç kişi benimle birlikte oturdu ve yaşadığım şeylerin günümüzde artık olmadığını bana açıklamaya giriştiler. Böyle bir konuşmayı hayalinizde canlandırabilir misiniz? Evet, çoğunlukla hayalinizde canlandırdığınız gibi oldu. Aklımın gerçekten çok karıştığını söylemem gereksiz. Bu düşüncelerini benimle paylaşan insanlar İsa’yı ve Kutsal Kitap’ı seven iyi niyetli Hıristiyanlar’dı. Tanrı’yı işitmek üzerine yaşadığım deneyim ve bakış açısı hakkında oradan buradan yanlış alıntıladıkları birkaç ayet dışında Kutsal Kitap’ı çok kullanmadılar. Kutsal Kitap’ı çok seven bu insanların Tanrı’nın günümüzde ne yaptığı ve ne yapmadığı hakkındaki böyle güçlü bir pozisyonu belirtmek için Kutsal Kitap’ı kullanmamasını garip buldum. İlahiyat anlayışımı deneyimlerim üzerine kurmamamı temin etmeye çalışırlarken, ben de onların ilahiyat anlayışlarını neden deneyim eksikliği üzerine kurduklarını merak ediyordum.

Tanrı’nın artık Kutsal Kitap’ın aracılığı haricinde konuşmadığına inananlar vardır. Tanrı’nın sözüne duydukları kıskançlığı takdir etmekle birlikte, bu tür bir düşünce basitçe yanlıştır. Diğer taraftan Kutsal Kitap’ı umursamayan ya da çok az saygı gösteren insanlar da vardır. Kutsal Ruh’un onlara söylediğine inandıkları şeyleri onurlandırır, ama Kutsal Kitap’ın Tanrı’nın sesini ayırt etmemiz için asli yol olduğunu anlamazlar. Bu yaklaşım insanları hataya, aldanmaya ve hatta daha kötü sonuçlara götürebilecek son derece tehlikeli bir yaklaşımdır.

Kutsal Kitap bir ev gibidir. Eski Antlaşma temeldir ve Yeni Antlaşma temelin üzerine inşa edilen evdir. Kutsal Ruh aracılığıyla Tanrı’nın sesini duyduğumuzda, eve yapılan bir ekleme ya da tümüyle başka bir ev değil, bunun yerine evin içine uyan mobilya, duvara asılacak bir tablo ya da belki güzel bir ışıklı dekorasyondur. Aynı şekilde, Tanrı’dan işitmek Kutsal Kitap’la uyum içinde işlemelidir; çünkü Tanrı’nın günümüzde söylediği her şey Kutsal Kitap’ta zaten söylemiş olduğu sözlerle ahenkli olacaktır.

Elçi Pavlus’un yaşamı Tanrı’nın sesinin uyumunu eşsiz biçimde gözler önüne serer. Pavlus Eski Antlaşma yazılarını çok iyi biliyordu ve ayrıca diğer elçilerin hizmetleri ve İsa ile kişisel karşılaşmaları aracılığıyla İsa’nın sözlerini de biliyordu (Elç. 9). Pavlus müjdeleme yolculuklarına çıktığında, Kutsal Ruh nereye gideceği ve ne yapacağı hakkında düzenli olarak ona konuşuyordu. Bunu iyi tasvir eden bir öykü Elçilerin İşleri 16. bölümde anlatılır.

Kutsal Ruh’un, Tanrı sözünü Asya İli’nde yaymalarını engellemesi üzerine Pavlus’la arkadaşları Frikya ve Galatya bölgesinden geçtiler. Misya sınırına geldiklerinde Bitinya bölgesine geçmek istediler. Ama İsa’nın Ruhu onlara izin vermedi. Bunun üzerine Misya’dan geçip Troas Kenti’ne gittiler. O gece Pavlus bir görüm gördü. Önünde Makedonyalı bir adam durmuş, ona yalvarıyordu: "Makedonya’ya geçip bize yardım et" diyordu. Pavlus’un gördüğü bu görümden sonra hemen Makedonya’ya gitmenin bir yolunu aradık. Çünkü Tanrı’nın bizi, Müjde’yi oradakilere duyurmaya çağırdığı sonucuna varmıştık. Troas’tan denize açılıp doğru Semadirek Adası’na, ertesi gün de Neapolis’e gittik. Oradan da Filipi’ye geçtik. Burası bir Roma yerleşim merkezi ve Makedonya’nın o bölgesinde önemli bir kentti. Birkaç gün bu kentte kaldık. Şabat Günü kent kapısından çıkıp ırmak kıyısına gittik. Orada bir dua yeri olacağını düşünüyorduk. Oturduk, orada toplanmış kadınlarla konuşmaya başladık. (Elç 16:6-13)

Pavlus ve arkadaşları İsa Mesih’in Müjdesi’ni yayan ve her kentte öğrenciler yetiştiren gezici müjdecilerdi. Pavlus’un Tanrı sözünü yayma işinde peygamberlik sözlerine ihtiyacı yoktu, çünkü İsa’nın Müjde’yi duyurma ve öğrenci yetiştirme hakkında öğrettiklerinden Tanrı’nın genel tasarısını ve isteğini biliyordu (Mat. 28:18-20). Pavlus Bitinya Bölgesi’ne girmek üzereyken, “İsa’nın Ruhu onlara izin vermedi” (Elç. 16:7).

Eğer Tanrı’nın kendisine ne söylediğini bilmesi için Pavlus’un elinde tek vasıta olarak sadece Kutsal Kitap olsaydı, belirli bir bölgeye girmemesi gerektiğini nasıl bilecekti? Bunu bilemezdi! İşte bu nedenle Kutsal Kitap o durumda ne yapması gerektiğini ona söyledi. Bu senaryoyu kendi hayatınıza uyarlayın. Kutsal Kitap Müjde’yi bütün yaratılışa duyurmaktan ve bütün ulusları öğrenciler olarak yetiştirmekten söz eder (Mar. 16:15; Mat. 28:19). Eğer Tanrı’nın sesi olarak elimizde yalnızca Kutsal Kitap olursa, bir bölgede kalacağımızı ya da bir diğerine gideceğimizi nasıl bilebiliriz?

Bu düşüncelere ilaveten, Pavlus’un onların yanına gelmesiyle ilgili olarak Selanik Kilisesi’ne dediklerini düşünün.

Kardeşler, kısa bir süre için düşüncede olmasa da bedende sizden ırak düştük. Ama büyük bir özlemle yüzünüzü yeniden görmek için çok çaba gösterdik. Evet, yanınıza gelmek istiyorduk. Hele ben Pavlus, bunu birkaç kez istedim. Ama Şeytan bize engel oldu. (1Se. 2:17-18)

Şeytan Pavlus’un Selanik’e girmesine engel oldu. Önceki pasajımızda Kutsal Ruh’un Pavlus’un Bitinya’ya girişine engel olduğunu okuyoruz (Elç. 16). Eğer Pavlus Tanrı’nın sadece Kutsal Kitap aracılığıyla konuştuğuna inansaydı, o zaman nereye gideceğini ya da bir kente girmesine kimin engel olduğunu nasıl bilecekti? Eğer Pavlus Tanrı’nın Ruhu aracılığıyla konuştuğuna inanmasaydı, Bitinya’ya girmesini engelleyenin Şeytan olduğunu düşünmez miydi? Gerçekten, nasıl bilecekti?

Pavlus’un elçi olmak ve birinci yüzyılda Müjde’yi ekmek için özel bir çağrı aldığını anlıyoruz, ama neden günümüzde bizim için farklı olduğunu düşünelim? “Elimizde tamamlanmış Kutsal Kitap artık var, onların elinde yoktu!” diyemezsiniz. Elimizde Kutsal Kitap olsa bile, nereye gideceğimizi bilmekle ilgili sorun devam ediyor. Evet, Kutsal Kitap bize ne yapacağımızı söyler, ancak Kutsal Ruh yaptıklarımızı kendi bağlamımız içinde nasıl uygulayacağımızı söyler.

Hem Kutsal Kitap hem de Ruhu aracılığıyla gelen Tanrı’nın sesinin uyumu güzeldir ve birçoklarının bu konuyu karıştırması beni kederlendiriyor. Kutsal Yazılar boyunca, Tanrı halkının Kutsal Kitap’ın ve Tanrı’nın mevcut sesinin önemini anladığını açıkça görebiliriz. Ve iddia ediyorum ki, aynı bakış açısına günümüzde ihtiyacımız var.

Bir filarmoni orkestrasının altmış altı adet enstrümanla klasik bir müzik parçasını tam bir güzellik ve kusursuzlukla çaldığını hayal edin. Sonra, bir sonraki parça için ilave dört enstrümanla yirmi kişi daha getirsinler. İlave enstrüman getirmelerinin tek sebebi ellerinde zaten olanlarla uyum içinde yeni sesler getirerek parçayı geliştirmektir.

Bu enstrümanlardan birinin farklı bir parça çaldığını ya da ahenkten uzak olduğunu hayal edebilir misiniz? O müzisyen sizce orkestradan ne kadar çabuk atılır? Bu hata orkestra müzisyeni için kariyerinin sonu demek olabilir. Uyum olmaksızın, yeni gelen ilave enstrümanlar tüm parçayı mahveder ve orkestranın sesini berbat eder. Tanrı’dan işiten insanlar olarak bizler de, işittiklerimizin Tanrı’nın Kutsal Yazılar’da hali hazırda söyledikleriyle uyumlu olduğuna emin olmalıyız. Bunu yaptığımızda, hayatlarımız Tanrı ve etrafımızdakiler için güzel bir tını çıkaracaktır.

Aynı Yazar

Size hiç, “Eğer Tanrı’nın sesini işitmek istiyorsan, sadece Kutsal Kitap’ı aç, O sana konuşacaktır” diyen oldu mu? Bu cümleyi az da olsa duydum ve Kutsal Kitap çalışmaya çokça zaman ayırmadan önce bu cümleye katılmakta bir sorunum yoktu. Şimdi ise olayları, bu cümlenin taşıdığı düşünceden farklı görüyorum. Bildiğiniz gibi, Kutsal Kitap’ın Tanrı’nın kalıcı sözü olduğuna inanıyorum. Bu gerçeğe yürekten “Amin!” diyorum. Ne var ki, Kutsal Kitap’ın amacını ve yerini bilmek onu her okuduğumuzda Tanrı’nın sesini işitmekle aynı mıdır? Evet demeden önce, bunu bir anlığına düşünelim. Belirli bir Şabat Günü, İsa bayramlardan biri için Yeruşalim’e gitti. Oraya geldiği zaman, birçok hastanın toplandığı küçük bir havuzun yanından geçti. İsa, otuz sekiz yıldır felç olan bir adamla özel olarak ilgilendi ve Tanrı’nın gücü aracılığıyla adamı iyileştirdi. Bu iyileşme Yahudi önderler arasında bir kargaşaya neden oldu zira İsa adamı bir Şabat Günü iyileştirmişti ki, böyle yapmak onların Yasa (Eski Antlaşma) yorumuna göre yasaktı. Daha sonra İsa dini önderlerle şiddetli bir tartışmaya girerek en nihayetinde onların Tanrı’yla ilişkisini ve Kutsal Yazılar’a dair doğru bilgilerini sorguladı.

Beni gönderen Baba da benim için tanıklık etmiştir. Siz hiçbir zaman ne O’nun sesini işittiniz, ne de şeklini gördünüz. O’nun sözü sizde yaşamıyor. Çünkü O’nun gönderdiği kişiye iman etmiyorsunuz. (Yuhanna 5:37-38)

Bu pasajı okurken İsa’nın azarladığı insanların Kutsal Kitap uzmanları sayıldığını anlamamız önemlidir. Onlara seslenirken “ne O’nun sesini işittiniz” (Yuhanna 5:37) ve “O’nun sözü sizde yaşamıyor” (Yuhanna 5:38) dediğine dikkat edin. Ama Kutsal Kitap’ı biliyorlar, değil mi? Kutsal Kitap’ı okuyup ezberlemek, ama gene de Tanrı’yı işitmemek mümkün müdür? Kesinlikle! Neden? Yazardan ayrı olarak sözleri okuyup anlamlarını yorumladığınızda, sonunda hatalı bir anlayışa sahip olursunuz. Açıktır ki, İsa onların Kutsal Kitap’ı okuyup okumadıklarından söz etmiyordu; Kutsal Kitap’ın Yazarı’nın onların anlayışlarında mevcut olup olmadığından söz ediyordu, çünkü farkı yaratan buydu. İsa sözlerine şöyle devam eder:

Kutsal Yazılar’ı araştırıyorsunuz. Çünkü bunlar aracılığıyla sonsuz yaşama sahip olduğunuzu sanıyorsunuz. Bana tanıklık eden de bu yazılardır! Öyleyken siz, yaşama kavuşmak için bana gelmek istemiyorsunuz. (Yuhanna 5:39-40)

Kutsal Kitap’ın amacı bizi Yazarı’na, yani Tanrı’ya götürmektir. Yaşamlarının çoğunu Kutsal Yazılar’ı çalışarak geçiren bu adamlar çok büyük bir şeyi gözden kaçırmıştı: Yazar ile bağlantısını. Kutsal Ruh Kutsal Yazılar’ın sadece kaleme alınmasını değil, ayrıca onların anlaşılmasını da sağlar. Tanrı bize anlamı hakkında vahiy vermedikçe, Kutsal Kitap’ı çalışmamız, yorumlamamız ve düşünmemiz boşunadır. Tekrar söyleyeyim—boşunadır!

Kutsal Kitap, sınıfta çalışılacak bir ders kitabından fazlasıdır. Ruhsal güce sahip ruhsal yaşam sözleri içerir, çünkü onlar Kutsal Ruh’tan doğmuştur. İsa yeryüzündeyken, insanlara sürekli anlamadıkları şeylerden söz etti. Neden? Nedenini şöyle açıklar, “Yaşam veren Ruh’tur. Beden bir yarar sağlamaz. Sizlere söylediğim sözler ruhtur, yaşamdır” (Yuhanna 6:63). İsa’nın sözlerini ve Kutsal Kitap’ın öğrettiği her şeyi anlamak ve yerine getirmek Tanrı’nın vahiy armağanı olmadan mümkün değildir. Diğer bir deyişle, Kutsal Kitap’ı okumak yeterli değildir; aynı zamanda Kutsal Kitap’ı okurken size açıklaması için Tanrı’ya ihtiyacınız vardır. Eğer Kutsal Kitap hayatlarımızı nasıl yaşadığımız konusunda gerçek bir ağırlık taşıyacaksa, Tanrı’nın okuduklarımız hakkında bize kişisel açıklama yapmasına ihtiyacımız vardır..

Kutsal Kitap’ı her gün çalışan biri olarak bazı ayetleri gerçekten anlayana dek yüzlerce kez okudum. Bunun nedeni yıllar içinde bir şekilde daha zeki olmam mı yoksa Kutsal Ruh’un bir pasajı aydınlatması ve yüreğime vahiy vermesi midir? Söylemeye çalıştığım şey Tanrı’yı işitme meselesi doğrudan Kutsal Kitap’ı okumakla bağlantılıdır. Kutsal Kitap’ı yazan ve anlamına açıklayan aynı kişi, aynı zamanda yüreğime Kutsal Kitap’ı nasıl, ne zaman ve nerede uygulayacağımı söyleyen kişidir. Tanrı’nın Kutsal Kitap’tan ayrı olarak konuştuğunu işitmek yeterli olmaz, ama Tanrı’nın yüreğime vahiy ve yönlendirme sözleri verdiğini işitmeksizin basitçe Kutsal Kitap okumak da yeterli değildir. Tanrı’nın bize konuştuğunu başarıyla işitmek için O’nun sözünü okumakla sesini işitmek arasında uyum sağlamayı öğrenmemiz gerekir.

3. Bölüm Tekrar Soruları
  1. Kutsal Yazılar’ı okumakla Tanrı’nın sesini kişisel olarak duymak arasındaki fark nedir? Hangi sesin yetkisi daha fazladır? Neden?

  2. Kutsal Kitap’ı bilmeyle Tanrı’nın sesini işitmenin birleşim Tanrı’nın ne söylediğini bilmenize nasıl yardım eder? Net örnekler verebilir misiniz?

  3. Tanrı’nın sadece Kutsal Kitap aracılığıyla konuştuğunu size öğreten oldu mu? Bunun Kutsal Kitap’a uygun bir düşünce olduğunu hissediyor musunuz? Neden?

  4. Kutsal Kitap ile Tanrı’yı kişisel olarak işitmenin farklı amaçlarını bilmek neden önemli?

  5. Bu bölümde sizi en çok ne teşvik etti ve bunu hayatınızda nasıl uygulayacaksınız?