Seneler geçtikçe, Tanrı’nın gücünün dokunuşunu yaşayan birçok kişinin tanıklığını duyduk. Bazılar için Tanrı’dan geleni kabul etmek kolay oldu, bazıları ise karşılıksız kabul etmede zorlanıyordu. Şimdi bu kişilerin, Tanrı’nın karşısında tamamen açık bir şekilde durmalarını engellediğine inandığım şeylere değineceğim. Aynı zamanda Tanrı’dan özgürce almada zorlanan ama daha sonra bu konuda bir özgürlük yaşayan kişilerin tanıklıklarına yer vereceğim.
Öncelikle bilmemiz gereken, Tanrı’nın dokunuşunu O’ndan aldığımız diğer şeyler gibi elde ettiğimizdir, yani imanla. Duygularla bir ilgisi yoktur. O’nun dokunuşunu yaşarken bir şeyler hissediyor olsak da buradaki anahtar kelime imandır. Şu anda yaşadıklarımızdan daha çok istiyorsak, yapmamız gereken tek şey O’na gidip daha fazlasını istemektir. O’na sorarsak, O gelip isteğimizi karşılamaya hazırdır. Kulağa çok basit geliyor değil mi? Ve aslında gerçekten öyle! Çoğu zaman olayları aslında olduklarından çok daha karmaşık hale getiriyoruz.
Eşim Carol, -bunu ona sevgiyle söylüyorum- Kutsal Ruh’un meşalesi. Tanrı’ya ve gücüne o kadar açık ki, onun için dua edildiğinde çok etkileniyor ve çoğu zaman sonunda yere düşüyor. Ben ise bu ölçeğin daha çok ters tarafında yer alıyorum. Geçmişte insanlar yorulana kadar benim için dua ederlerdi ama bana hala bir şey olmazdı. Çoğu zaman orada durur, etrafımdakilerin Tanrı’nın huzurunun nasıl tadını çıkardıklarını izler ve ‘Onların aldığını ben de almak isterdim’ diye iç geçirirdim.
Bu durumda yalnız değildim. Yıllar boyunca binlerce kişi için dua edildiğini izledim ve topluluğun üçte birinin kolaylıkla Tanrı’nın dokunuşunu hissedebildiklerini, üçte birinin bunu hissedebilmelerinin biraz daha uzun sürdüğünü ve geri kalan üçte birinin ise bunda çok zorlandığını gözlemledim. Ben kesinlikle bu son grubun içindeydim.
Bunda zorlananlarla ilgili ‘tamamen yanlış’ bir şey olmadığını hemen belirtmek istiyorum. Bu sadece bir gerçek. Bazı kişiler yere düşüp saatlerce Tanrı’nın huzurunda dinlenir ve daha sonra Tanrı’nın muhteşem dokunuşunun tanıklığını verirler. Bazıları ise onları dinler ve bunun nasıl olduğunu hayal bile edemezler ve gizlice kendilerinde neyin yolunda olmadığını sorgulamaya başlarlar.
Bunun farkına varmak beni, çoğu zaman farkında olmadan yaptığım ve beni Kutsal Ruh’tan özgürce almamı engelleyen bazı davranışlarımı incelemeye itti. Yüreğimde bir takım engeller olduğunu fark ettim. İlki aşağıda birkaç özelliğini listelediğim, korku engeliydi. Aynı zamanda gurur engeli de işliyordu. Ve sonuncusu olarak mantık engeli vardı, düşüncelerimin nasıl işlediği ve bunun beni nasıl etkilediği.
Farklı kişiler, karakterlerine bağlı olmak üzere, bu engellerden sadece biri veya hepsinden farklı derecelerde etkileniyor olabilir. Ancak Tanrı’nın bizim için hazırladıklarını özgürce kabul edebilmek için bu konularla ilgilenmeliyiz. Korku, gurur ve yanlış düşünme şekli Kutsal Ruh’taki gerçek özgürlüğe karşı savaşmaktadır, ama Tanrı bizi yakınlığa çağırıyor ve bizim de buna bir cevap vermemiz gerekiyor.
Daha önceden Batılı toplumunun, başka ülkelerin paylaşmadığı, duygusallıktan korkusu olduğuna değinmiştim. Duygulardan olan bu korku kiliseye de sızmış ve Tanrı’nın halkını etkileyerek, Tanrı işlediğinde meydana gelen her türlü duygusal tepkiden şüphelenmelerine yol açmıştır. Peki bize duygularımızı veren kimdir? Tanrı verdi. Tanrı bizi kendi benzerliğinde yarattı ve O’nun gibi kendimizi duygularımızla ifade edebilme yeteneği verdi.
Galatyalılar 5:22 diyor ki,
‘Ruh’un ürünüyse sevgi, sevinç, esenlik, sabır, şefkat, iyilik, bağlılık, yumuşak huyluluk ve özdenetimdir.’
Duygusallığa karşı temkinli yaklaşan kişiler genelde bu ayetten alıntı yaparak öz denetimin Ruh’un meyvelerinden biri olduğunu ifade ederler. Bu doğrudur, ancak dengeli olabilmek için duygusallığı yüksek derecede içeren diğer meyveleri de kabul etmek gerekir. Örneğin Kutsal Ruh hayatını sevgi ile dolduruyorsa, bu sevgi nasıldır? Duygusaldır! İçinden tüm duyguları ve hisleri alınan bir sevgiyi ifade etmeyi düşünün. Geriye ne kalır? Pek bir şey kalmaz. Peki ya sevinç? Duygular olmadan bir sevinci tatmak mümkün mü? – o kadar ‘derin’ bir sevinç ki orada olduğundan emin olamıyorsun?! Bazen o kadar ruhsal düşünüyoruz ki duygulara değer vermiyoruz. Ancak, yine de Tanrı bizi hayatımıza renk katsın diye duyguları yaşama kabiliyeti verdi. İsa bazen ağladı, bazen güldü. Öğrencileri için özellikle kendi yaşadığı sevinci yaşasınlar ve dolu bir sevinç tatsınlar diye dua etti. Yani Tanrı’nın duygularla aşıladığı deneyimleri yok sayamayız.
Öz denetim konusunda vaaz verenler, kontrol dışı gözüken her şeyin Tanrı’dan olmadığını söylerler. Bu ifadeyi, ‘Eğer Kutsal Ruh bir kişiye dokunuyorsa ve o anda bu kişi kontrol dışı bir şekilde davranıyorsa, hayatının bu anına ait ‘fotoğrafını’ alıp, tüm hayatını yargılamak için kullanmayın’ diyerek yumuşatmak istiyorum. Bunun yerine büyük resmi görüp, Tanrı’nın bu dokunuşunun o kişileri nasıl değiştirdiğine, İsa ile olan ilişkilerinin, evliliklerinin, ailelerinin, kiliselerinin... nasıl etkilendiğine bakmalıyız.
Konu birisinin yere düşüp Kutsal Ruh ile bir şeyler yaşamış olması değildir. Asıl konu bu olayın onların hayatında meyve verip vermediğidir. Belki yapılan araştırma sonucunda, kontrol dışındaki davranışlardan çok uzak, bu kişinin hayatında öz denetim meyvesinin daha bariz görülmekte olduğu sonucuna varılır. Nasıl İsa’nın tapınağı öfkeyle elinde bir kayışla alt üst ettiği zamandan bir fotoğraf çekip onu kontrol dışı ve çılgın olarak adlandırmıyorsak, kişileri de yaşadıkları bir tek olayla yargılayamayız.
1.Korintliler 12:7 ayetinde Pavlus Kutsal Ruh’un armağanlarının Mesih’in bedeni olan kiliseye herkesin yararlanması için verildiğini açıklamaktadır:
‘Herkesin ortak yararı için herkese Ruh’u belli eden bir yetenek veriliyor.’
Ayetin prensibi Kutsal Ruh’un gittiği yerde ruhsal meyveler yetiştirmesi ve iyi işler yapmasıdır. Kutsal Ruh geldiğinde, eğer gerçekten O ise, ortaya çıkan meyve iyi olur: Mesih’in bedeni yüceltilir, Kilise teşvik edilmiş olur, hayatlar değişir ve evlilikler şifa bulur. Tanrı’nın gerçek işlerini her zaman İsa’yı göstermesi ve O’nu yüceltmesinden tanıyabiliriz.
Duygulardan korku, benim için bir sorundu. Kendime hiçbir zaman tam olarak duygularımı özgürce ifade etme yetkisi vermemiştim. 10 yaşındayken bir konuda ağladığımı ve babamın: ‘Dur! Erkekler ağlamaz. Büyü artık!’ sözlerini hatırlıyorum. O andan itibaren duygularımın üzerine büyük bir kapak koyarak hepsini en derinlerde tuttum. Kendime, ‘Peki, o duyguları ifade etmeyeceğim’ dedim ve bunu yıllarca sürdürdüm. Ama aslında bu kendimizi inkar etmektir ve biz Tanrı’nın bizi yaratış şeklini inkar edemeyiz. Kendimizi duygusal açıdan kapatırsak, Tanrı’yla nasıl tam anlamıyla bir ilişki yaşayabiliriz?
Beynimizi bir köşeye atıp duygularımızın bizi yönlendirmesine izin vermeliyiz demiyorum. Bunu örneğin, evliliklerimizde asla yapmayız. Ancak yine duygusuz bir evlilik hayal edebilir misiniz? Ben hayal edemem. Duygular konusundaki kültürel önyargılardan tövbe ederek Tanrı ile gülmenin, ağlamanın veya huzurunda sevinç çığlıkları atmanın bir sorun olmadığını anlamalıyız.
Birçok Mesih inanlısının Tanrı’nın verdiği ruhsal bir karşılaşmayı şeytani bir taklitle karıştırma korkusu var. Düşman bunu, Tanrı’nın geçmişte ve günümüzdeki hareketleri sırasında müthiş bir silah olarak kullanmaktadır. Düşman yüreğimize kandırılma korkusunu yerleştirebilirse, geri çekilmemize sebep olarak Kutsal Ruh’un bize vermek istediklerini alabilmemiz için gerekli olan imanımızı çalmış olacaktır. Tanrı’nın bizi bereketleme gücünün şeytanın bizi kandırma gücünden çok daha üstün olduğuna inanmalı ve Tanrı’nın bizi tazeleyeceğine çocuksu bir imanla yaklaşmalıyız.
Matta 18:1-5 ayetlerinde İsa Tanrı’nın Egemenliği’ne girebilmek için çocuk gibi olmanın anahtar olduğu ana prensibini anlatmaktadır.
‘Bu sırada öğrencileri İsa’ya yaklaşıp, ‘Göklerin Egemenliği’nde en büyük kimdir?’ diye sordular. İsa, yanına küçük bir çocuk çağırdı, onu orta yere dikip şöyle dedi: ‘Size doğrusunu söyleyeyim, yolunuzdan dönüp küçük çocuklar gibi olmazsanız, Göklerin Egemenliği’ne asla giremezsiniz. Kim bu çocuk gibi alçakgönüllü olursa, Göklerin Egemenliği’nde en büyük odur. Böyle bir çocuğu benim adım uğruna kabul eden, beni kabul etmiş olur.’’
Tanrı’ya karmaşıklıkla değil, basit bir şekilde yaklaşmamız o kadar önemli ki! Hiç hayatı ne kadar zorlaştırdığımızı, ne kadar kompleks hale getirdiğimizi düşündünüz mü? İsa bize gereken şeyin basit bir şekilde Tanrı’ya güvenmek olduğunu söylüyor. Luka 11:11-13 ayetlerinde de bu gerçeğe değinmektedir:
‘Aranızda hangi baba, ekmek isteyen oğluna taş verir? Ya da balık isterse balık yerine yılan verir? Ya da yumurta isterse ona akrep verir? Sizler kötü yürekli olduğunuz halde çocuklarınıza güzel armağanlar vermeyi biliyorsanız, gökteki Baba’nın kendisinden dileyenlere Kutsal Ruh’u vereceği çok daha kesin değil mi?’
Her anne ve babanın çocukları için en iyisini istemeleri gibi, Tanrı da bizim için en iyisini istiyor. Bundan farklı düşünmemize sebep olan sadece kandırılma korkusudur. Bundan tövbe etmeli ve bunu hayatımızdan çıkarmalıyız.
Yuhanna 18:6 İsa’nın ihanete uğramasını ve Getsemani bahçesinde yakalanmasını anlatıyor. İsa kendisini tutuklamaya gelen askerlere: ‘Kimi arıyorsunuz?’ diye sordu. Onlar, ‘Nasıralı İsa’yı’diye cevap verince, İsa, ‘Ben O’yum’dedi. Bu sözleri söylediği ve kendisini Tanrı’nın Oğlu olarak açıkladığı anda onu tutuklamaya gelenler gerileyerek Kutsal Ruh’un dokunuşuyla yere düştü.
Gerçek şu ki, Kutsal Ruh ne zaman kendisini gösterirse güçlü belirtiler gerçekleşir ve insanlar bu belirtilerden korkar. Hıristiyanların Tanrı’dan gelen şeylerin onları korkutmayacağı önyargısı vardır. Aynı zamanda Kutsal Ruh’un bir beyefendi gibi davrandığını ve bizi asla yapmak istemeyeceğimiz bir şeyi yaptırmayacağı fikrine de sahibiz.
Bundan dolayı insanlar olağanüstü belirtilere tanık olduklarında geri çekilirler ve ‘Bu Tanrı olamaz’ derler. Ama önyargılarımız Kutsal Yazılar ile uyumlu değildir. Kutsal Kitap’taki olaylar, örneğin daha demin okuduğumuz örnek veya Pavlus’un Şam yolunda yaşadıkları bize Tanrı’nın insanlardan izin almadan onlara dokunabileceğini ve dokunacağını göstermektedir. Buna ek olarak, Tanrı’nın insanlarına varlığını belirtilerle gösterdiği anda şu iki kelimeyi kullandığını gözlemleriz: ‘Korkma!’ Tekrar ve tekrar Rab’bin bir meleği korkan bir kişiye ‘Korkma!’ kelimelerini kullanmaktadır. Bu Tanrı’nın görkemini gösterdiği zaman insanların korktuğunu göstermektedir.
İnsanların Kutsal Ruh’un dokunuşunu hissetmelerini engelleyen başka bir sebep de geçmişte yaşadıkları acılar ve korkulardır. Seneler boyunca insanların özellikle küçükken yaşadıkları korkunç acı ve taciz dolu hikayeleriyle karşılaştım. Bu korkunç olaylar çocuksu yüreklerine bir kişiye asla güvenemeyeceklerini öğretiyor ve yetişkin olmalarına rağmen onları bu korku yönetiyor.
Doğal olarak bir zamanlar böyle duygusal bir travma geçiren birinin, Tanrı’nın önünde tamamen savunmasız durması çok zor. Etrafındakilerin yere düştüğünü gördüklerinde şüphesiz kendilerine, ‘Asla! Bu kadar kendimi teslim edemem!’ demektedirler. Çünkü hayat onlara sırtlarını kollamadıklarında her an incinebileceklerini öğretmiştir. Ama bunun gibi geçmişten gelen yaralanmalarla ilgilenmediğimiz sürece bunlar Tanrı’nın bizim için hazırladıkları şeyleri alabilmemiz için bir engel olur. Tanrı’ya yanlış bir korku ile yaklaşmaktan tövbe ederek O’nun gelip bize şifa vermesini istemeliyiz.
Toronto’da bizleri ziyarete gelen birçok kişi, Kutsal Ruh’un dokunuşu altında, hemen burada, kilisemizin halısı üzerinde, geçmişlerindeki derin yaralardan muhteşem bir şekilde şifa buldular. Bu dünyada güvenebileceğimiz bir kişi varsa o da O’dur! Kutsal Ruh’un karşısında savunmasız durabiliriz, çünkü o bizi incitmez. Tek yapmak istediği bize şifa vermek ve bizi teşvik etmektir.
Son olarak, hatalı öğretişler sonucunda bazılarımız Kutsal Ruh’un armağanlarının ve yönlendirişinin bugün için olmadığına ve sadece geçmişte Tanrı’nın kiliseyi kurduğu zaman için geçerli olduğuna inanmaktadır. Doğal olarak bu bakış açısında olanlar bugün ruhsal belirtiler görülmesini beklemezler. Ancak Kutsal Yazılar’ın armağanların günümüzdeki işleyişi hakkındaki kanıtları çoktur.
İnsanların şeytanın gücünü bazı durumlarda uygulayabileceğine, hatta şifa bile verebileceğine inanmaları ama aynı zamanda Kutsal Ruh’un bunu yapamayacağına veya artık yapmadığına inanmaları ilginç değil mi? Oysa İsa’nın sadece o anki öğrencilerine değil, gelecek yıllardaki öğrencilerine buyruğu, ‘Baba’nın beni gönderdiği gibi, ben de sizleri gönderiyorum...’idi.
Kutsal Ruh hakkında bu görüşe sahip olan Teoloji okurları kendi bakış açılarını anlatabilmek için karmaşık teolojik kuramlar oluşturmuşlardır. Bu konularla çok açık bir şekilde ilgilenmiş olan başka kitaplar vardır ve benim burada amacım teolojik tartışmalara girmek değildir. Ama bana göre Kutsal Kitap bu konuda çok açık ve nettir: Bizler İsa’nın yaptıklarını yapmak üzere yaşıyoruz. O’nun hayatını güçlendiren Kutsal Ruh’un kendisi bizim de hayatımızı güçlendirmektedir. Teoloji, Tanrı hakkında bilinenleri açıklamak ve toparlamak için insan tarafından icat edilmiş bir bilim dalıdır. Ancak sınırlı anlayışımızın O’nu gerçekten tanımamıza ve O’nun hayatımızda işlemesine engel olmaması gerekir.
Nasıl korku kontrolcü olmamıza ve Tanrı’ya kendimizi açmamıza engel oluyorsa, gurur da buna sebep olmaktadır. Gurur aynı zamanda bizim kendimizi savunmasız hissetmemize engel olmak için hayatımıza kontrol mekanizmaları yerleştirir. Ancak bu kontrol mekanizmaları Tanrı ile yakınlığımızı engeller. Gururdan kurtulmak için alçakgönüllülük ve tövbe gerekir.
Toplum karizmatik ve gösterişli görünmeye çok değer vermektedir. İnsanlar hayatlarının üst seviyelerinde gözükmek ister, her şey ellerinin altındaymış gibi. Hiç kimse muhtaç durumda veya hayatlarında yönlendirişe ihtiyaçları varmış gibi gözükmek istemez. Bunun gibi olanlar yere düşerek kendilerini tamamen Tanrı’ya açmakta zorlanırlar, çünkü gurur onlara engel olur. Bazıları bir Hıristiyan olarak hayatlarında her şeyin mükemmel olması gerektiğini, problemleri veya sorunlarının olmaması gerektiğini düşünürler. Muhtaç duruma düşmek istemezler, bu onları utandırır. Başkaları ise kontrol dışı davranışlar sergiliyor olmak istemezler çünkü özdenetim eksikliğinin utanç verici olduğunu düşünmektedirler. Her iki durumda da sonuç aynıdır; her iki kişi de Tanrı ile olan yakınlıklarını sınırlandırmakta ve böylece O’nun onları bereketlemesini de engellemektedirler.
Gurur ve korku dışında Tanrı’dan gelenlere en büyük engellerden biri de akıldır. 1. Korintliler 2’de Pavlus aklımızın Tanrı’daki ruhsal şeyleri anlamaya yetmeyeceğini açıklamaktadır. Kendisi de çok okumuş olan Pavlus, kendi eğitimi konusunda övünmeye aslında birçok kişiden daha çok hakkı olmasına rağmen Kutsal Ruh’a gelince akıl engelini aşma kararını vermiştir. Bölümün ilk ayetlerinde:
‘Kardeşler, Tanrı’yla ilgili bildiriyi duyurmak için size geldiğimde, söz ustalığıyla ya da üstün bilgelikle gelmedim. Aranızdayken, İsa Mesih’ten ve O’nun çarmıha gerilişinden başka hiçbir şey bilmemeye kararlıydım. Size zayıflık ve korku içinde geldim, tir tir titriyordum! Sözüm ve bildirim, insan bilgeliğinin ikna edici sözlerine değil, Ruh’un kanıtlayıcı gücüne dayanıyordu. Öyle ki, imanınız insan bilgeliğine değil, Tanrı gücüne dayansın.’
(1. Korintliler 2:1-5)
Pavlus bilgi ve güzel konuşmalarla insanları etkilemenin değerinin çok az olduğunu ama asıl önemli olanın Tanrı’nın gücüyle insanlara dokunup onların hayatını değiştirmesi olduğunu anlamıştı. Tanrı’nın ekonomisinde bilgelik, güçten önce gelmemektedir, tam tersi söz konusudur. Daha sonra 13 ve 14. ayetlerde,
‘Ruhsal kişilere ruhsal gerçekleri açıklarken, Tanrı’nın lütfettiklerini insan bilgeliğinin öğrettiği sözlerle değil, Ruh’un öğrettiği sözlerle bildiririz. Doğal kişi, Tanrı’nın Ruhu’yla ilgili gerçekleri kabul etmez. Çünkü bunlar ona saçma gelir, ruhça değerlendirildikleri için bunları anlayamaz.’
Gerçek şu ki, Tanrı’yı yalnız aklımızla asla bulamayız, sadece yüreklerimizle bulabiliriz. Çünkü Tanrı’nın insanlarla etkileşiminin temelinde muhteşem bir aşk hikayesi vardır. Tanrı ile ilişkimiz, yüreğimizi ilgilendirir. Tanrı’yla ilgili bilgelik arayışının sonucu sadece bir tek gerçeğe varır: Tanrı sevgidir!
Tanrı bizim hiçbir zaman tam anlamıyla kavrayamayacağımız ve anlayamayacağımız şeyler yapmıştır ve yapmaya da devam edecektir. Ancak O’na alçakgönüllü bir şekilde yaklaşıp olanları bize açıklamasını istersek O bize gerekli anlayışı verecektir. Aklımızın kullanılışını tümüyle bertaraf etmiyorum, çünkü insan aklının bir yeri vardır, ancak Tanrı’yı aramanın ilk metodu olmamalıdır.
Benim aklım Tanrı’dan bereket almama engeldi, çünkü doğal bir şekilde etrafımda olup bitenleri gözlemliyor, inceliyor ve analiz ediyordum. Bu da benim O’nunla yakın olabileceğim o yere gelmemi engelledi. Bir kimse yanıma gelip dua ettiğinde hep ağzımla ‘Evet, Rabbim’ derdim ama gözlerim odanın etrafında gezinir ve aklım ‘Orada acaba ne oluyor?’ sorularıyla meşgul olurdu. Ruhsal açıdan çok hassas olan Carol benim için dua ederken benim Tanrı’ya tamamıyla odaklandığım anlar ile dikkatimin başka yerde olduğu anları ayırabiliyordu.
Eğer dünyasal evliliğin İsa Mesih ile kilisesinin ilişkisinin bir resmi olduğunu kabul edersek bunu düşün: Hangi tür evlilik sadece zihinsel etkileşime dayalı olup tüm duygu, tutkulardan uzak kelimelerden ibarettir? Böyle bir evlilik soğuk ve verimsizdir. Bu şekilde olan bir evliliğin süreceğini kimse bekleyemez. Tanrı ile olan ilişkimiz de buna benzer bir şekilde hissedebildiğimiz ve ifade edebildiğimiz, kelimelerden çok daha fazlası olan, sevginin duygusal yönünü içermelidir. Vahiy 2:1-5,
‘Efes’teki kilisenin meleğine yaz. Yedi yıldızı sağ elinde tutan, yedi altın kandilliğin ortasında yürüyen şöyle diyor: ‘Yaptıklarını, çalışkanlığını, sabrını biliyorum. Kötü kişilere katlanamadığını da biliyorum. Elçi olmadıkları halde kendilerini elçi diye tanıtanları sınadın ve onları yalancı buldun. Evet, sabırlısın, adım uğruna acılara dayandın ve yılmadın. Ne var ki, bir konuda sana karşıyım: Başlangıçtaki sevginden uzaklaştın. Bunun için, nereden düştüğünü anımsa! Tövbe et ve başlangıçta yaptıklarını sürdür. Tövbe etmezsen, gelip kandilliğini yerinden kaldırırım.’ ’
İlk bakışta, Efes’teki kilise muhteşem bir kiliseymiş gibi gözüküyor. Dayanmışlardı, zorluklardan geçmişlerdi ve sahte peygamberlerin kimliğini ortaya çıkarmışlardı... Ancak ilk aşklarını terk etmişlerdi. İsa onlara: ‘Eskiden beni o kadar çok seviyordunuz, ama şimdi ne kadar uzaklaştığınıza bakın. Şimdi sadece benim için çalışıyorsunuz’ diyor. Birçok inanlı sadık hizmeti, aşk hikayesi ve yakınlık ile karıştırıyor. İsa bizim O’nun için çalışmamızı istemiyor, O bizim O’na aşık olmamızı istiyor. Bu ikisinin arasında büyük bir fark var.
Çoğu zaman Tanrı bizim beklediğimiz şekilde hareket etmiyor ve bu bizi rahatsız ediyor. Naaman’ın hikayesi (2.Krallar 5:1-4) bunun basit bir örneğidir. Bu takdir edilen komutan cüzam hastalığına yakalanmıştı. İyileşmeyi o kadar istiyordu ki bunun için uzaklardaki yabancı bir ülkeye gitmeye ve büyük miktarlarda para harcamaya bile hazırdı. Ne gerekirse yapacak kadar çaresizdi. Ancak bütün bunlar İsrail’de onu iyileştirebilecek bir peygamber olduğunu söyleyen bir köle kızın ağzından çıkan sözlere, yani bir rivayete dayanıyordu. Naaman bu peygamberi, Elişa’yı aramaya çıktı ve onu buldu.
Naaman Elişa’nın evine vardığında peygamber tamamen ilgisiz davrandı! Hatta, bu Suriyeli büyük komutanı karşılamaya bile çıkmadı. Elişa uşağına dışarı çıkıp Naaman’a Şeria ırmağında yedi kez yıkanması gerektiğini söylemesini emretti. Naaman öfkelendi. ‘Buna nasıl cüret eder? Eğer yardım edeceğini bilseydim kendi memleketimde çok daha temiz ırmaklarda yıkanabilirdim’ diyerek tepki verdi. Neredeyse oradan öfke ile ayrılacaktı ki kölelerinden biri ona yalvardı: ‘Efendim, dinleyin. Peygamber sizden zor bir şey isteseydi yapmaz mıydınız?’
Bu doğruydu, Naaman kendisinden istenen her türlü cesaret gerektirici eylemi yapmaya hazırdı. Hiç şüphesiz ki bu çabaları kendi şifasına bir katkısı olduğunu hissettirecekti. Ama bu kadar basit bir şeyi yapmak? Bunu anlayamıyordu. Yine de kölesi onu ikna etti ve peygamberin dediklerini yerine getirdi ve şifa buldu. Naaman’ın yumuşayınca antlaşmayı tekrar pazarlık yaparak değiştirmeye çalışmadığına dikkat edin. ‘Üç kez yıkanmak yeterli olacaktır’ demedi veya ‘Tanrı beni evde bir nehirde yedi kez yıkasam iyileştirmez mi?’ diye sorgulamadı. Hepimiz Tanrı ile olan antlaşmalarımızda pazarlık yapmayı çok istiyoruz, ama işler bu şekilde yürümüyor! Toronto’ya gelip bana, ‘Tanrı bize dokunmak istiyorsa kendi evimizde de dokunur’ düşüncesiyle uzun süre gelmediklerini söyleyen insanların sayısını sayamıyorum. Teolojik açıdan bu doğru, ama gerçek şu ki Tanrı bize bir yere gitmemiz gerektiğini söylüyorsa ona itaat etmeliyiz.
Burada Tanrı’nın huzurunda ‘dinlenmek, ıslanmak’ dediğimiz eylemi ruhsal hayatınıza ve dua zamanınıza dahil etmenizi muhteşem bir alıştırma olarak önermek istiyorum. Bununla ne demek istiyorum? Göksel Babanızdan bir şeyler alacağınıza olan iman ve beklenti ile O’nun huzuruna gömülmekten bahsediyorum. Tanrı’nın Elçilerin İşleri 1:4-5’te bahsettiği gibi, mükemmel, iyi armağanlar alacağınıza olan imandan bahsediyorum. Tanrı benim ve sizin Kutsal Ruh’ta tümüyle vaftiz olmamızı ve O’nunla dolmamızı istiyor. Yıllar öncesinde azizler, duaların cevaplanması ve Kutsal Ruh ile vaftiz olmak için, Tanrı’nın önünde kalmak ve beklemekten bahsederdi. İşte bu tam olarak söylemek istediğimdir. Kendini alçalt ve Tanrı’nın önünde rahat ve dinlendirici bir şekilde, belki oturarak, hatta yerde yatarak bekle. Tapınma müziği aç ve kalbinle, ruhunla O’na tapınarak O’nun huzuruna gir. Yuhanna 4:23-24’e göre Tanrı’ya ruhta ve gerçekte tapınmaya davet edildik. Baba, O’na ruhta ve gerçekte tapınanlar aramakta. Biz bunu yapan insanlar olmak istiyoruz.
Benim için en iyi işe yarayan bu. İşten ayrılmam gerekiyor ve Tanrı’nın sevgisinde dinlenmem gerekiyor. İsa’nın çarmıhta yaptığına odaklanıp benim şifam için geçtiği işkenceyi düşünüyorum. O’nun benim için hayatını vermesini ve yine benim için olan dirilişini düşünüyorum. Müzik açıyorum, bazen odaklanmama yardım etmesi için sözleri olan, bazen de kalbimin Kutsal Ruh’un yönlendirişini takip edebilmesi için sadece enstrümantal müzik dinliyorum. Kendime Tanrı’nın sevgisini hatırlatıyorum ve onunla yakın bir ilişkiye giriyorum. Buna başladıktan on beş veya yirmi dakika sonra kendimi Tanrı’nın derin huzurunda dinleniyor buluyorum. Kalkmak istediğimde genelde Tanrı’nın görkeminin ağırlığını hissediyorum. Bunun gibi anlar, bizi daha da yakınlaştıran ve Tanrı’nın sevgisi ve bereketini almamıza kapıyı açan anlardır.
Toronto’daki baş pastörümüz Steve Long, O’nun huzurunda ıslanmanın, dinlenmenin hayatında kişisel bir uyanışa sebep olduğunu anlatıyor. Başkaları derin ruhsal karşılaşmalar yaşarken, Tanrı’nın bereketinin çoğunu kaçırdığını hissettiği için, her sabah yirmi veya otuz dakika boyunca O’nun huzurunda dinlenmeye başladı. O anki en sevdiği müziği açar ve odasında veya oturma odasında yere yatardı. Ona belirli bir şeyler olduğunu hissetmiyordu ancak haftalar geçtikçe Tanrı ile daha çok zaman geçirmede kendisinden verdiği pay olan bu zamanın keyfini çıkardığını ve bu huzur, dinlenme dolu zamanı geçirmeye olan isteğinin arttığını fark etti. Fark etmeden Kutsal Ruh’un varlığına hassaslaşıyordu. Bir gün kilisemizi ziyaret eden konuşmacılarımız hizmet ederken Steve sesli bir şekilde ‘Oh! Oh!’ dedi ve yere yığıldı. Bu Steve için birçok derin ve güzel karşılaşmanın ilki oldu. Eşsiz bir karşılaşmaya bir adım olan bu dinlenme zamanına Steve bugün de hala devam etmekte.
Bu bölümün geriye kalan kısmında, kendilerini daha önceden Tanrı’dan alma konusunda zorlanıyor olarak gören, toplantılarımızda Tanrı tarafından muhteşem bir şekilde dokunulan insanların tanıklıklarını paylaşmak istiyorum.
Bob toplantılarımıza birçok kez katılmış ve birçok kişi tarafından dua edilmişti. Hatta, bir şey olmayınca onun için edilen duaların sayısını toplamaya başladı! Tanrı’nın huzurunu özel ve hissedilir bir şekilde hissetmek istiyordu ama hiçbir şey hissedemiyordu. Bob diyor ki,
‘Benim için kaç defa dua edildiğini saymaya başladım. 25 kezdi, ama hala bir şey hissedemiyordum. Gerçekten Mesih inanlısı olup olmadığımı sorgulamaya başlamıştım. Çünkü öyle olduğumu düşünüyordum! O zaman Tanrı bana Koloseliler’den, Mesih’le birlikte dirildiğimizde gökteki değerlerin ardından gitmemizi söyleyen bir ayet verdi. Ben de tamam dedim, Toronto’ya gidip Mesih’te yeniden dirileceğim, bu Tanrı’nın bana olan sözüydü.
Benim için dua ettiler ama yine hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey hissetmedim. Kendimi o kadar çaresiz hissettim ki, ‘Tanrım, beni dirilt, beni yükselt’ diye bağırdım. O anda, apaçık bir şekilde O’nun bana konuştuğunu duydum. ‘Seni diriltiyorum!’ dedi ve o anda anladım. ‘Tanrım, demek istediğin bir şey hissetmem gerekmediği mi?’ diye sordum. Fark ettim ki Tanrı’dan bir dokunuş almak O’na iman etmek ile aynı, bir şey hissetmen gerekmiyor ama iman dolu atılan bir adım.
O zaman çok mutlu oldum ve dua ettim, ‘Tanrım, bana verdiklerini iman ile kabul ediyorum.’ Sonra son gece bir adam benim için dua etmeye başladı, ona ‘Büyük ihtimalle yere düşmeyeceğim ama bu problem değil’ dedim. Benim için uzun bir süre dua etti ve ben bir beklenti içinde değildim. Ancak bir süre geçtikten sonra bedenim sallanmaya başladı. Kendi kendime bunun 45 dakikadır ayakta olmam ve yorulmuş olmamla ilgili olduğunu söylüyordum. Ancak devam ederken birden bunu benim yapmadığımı fark ettim ve kendimi tamamen teslim edeyim diye düşündüm. Kendimi teslim ettiğim anda yere yığıldım.
Yerde yatıyordum ve çok huzurluydum. Birden benden birkaç adım ötede yerde yatan bir başka adam gülmeye başladı. Bir süre sonra ben de onun gülüşüne gülmeye başladım. Önce biraz gülmeye başladım ve birden bunun doğal bir gülüş olmadığını fark ettim. Gitgide artan bir kahkahaydı bu. O kadar çok gülüyordum ki patlayacağım sandım! Bunun ne kadar muhteşem, görkemli olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum. Tanrı’ya hamdolsun!’
İnsanlardan hep tanıklık vermelerini istememizin sebeplerinden biri de, başkalarının Kutsal Ruh’un diğer insanlarda nasıl etkin olduğunu duyabilmeleri ve belirtiler konusundaki teşviğin arkasında bir çıkar bulunmadığını görebilmeleridir. Sadece Tanrı’nın kendisini göstermesi ve insanları huzuruyla doldurmasını istiyoruz. Çoğu zaman bir kişi için söyleyebileceğimiz en uygun dua ‘Daha fazla, Rab!’dir. Çünkü Tanrı o kişinin neye ihtiyacı olduğunu biliyor.
Connie, haftalarca dua almıştı, Tanrı ile taze bir karşılaşma istiyordu ama hiçbir şey olmuyordu. Yine de o Tanrı’nın önünde durmaya devam etti. O şöyle anlatıyor:
‘Kilisede bu uyanış başladığında etrafımı izlemeye başladım. İnsanlar gülüyordu, yerlere düşüyordu. Bunun iyi olduğunu düşünerek onları izliyordum. Ama Tanrı’nın aynısını benim için yapmak istediğini düşünmedim bile. Bu nedenle insanlar benim için dua ettiklerinde ağlardım ama gerçekleşen tek şey bu olurdu. Yaklaşık üç aylık bir dua sürecinden sonra bir gün kendimi Kutsal Ruh’ta tamamen sarhoş gibi hissediyordum ve titremeye başladım. Diğer sabah bile tek yapmam gereken ‘İsa’ demek oldu ve kendimi kaybettim.
Ama sonra buna benzer bir şeyi bir daha yaşamadım. Titreyenin kendim olduğunu düşünerek korkmaya başladım. Ve Tanrı’nın bende yaptıklarına tam anlamıyla kendimi kapattım. Bir beş altı ay daha geçti ve kendimi başka insanlar düştüğü veya güldüğü için Tanrı tarafından benden daha çok seviliyorlar düşüncesine inanır buldum. O konumdan Tanrı’nın ne olursa olsun benim tarafımda yer aldığına ve bunun dua edilirken benim bir şeyler hissetmeme veya yaşamama bağlı olmadığına inandığım bir konuma gelmeliydim. O’nun kendi içinde taşıdığı yaşamı ayakta veya oturur olayım, benim titrememe veya yere düşmeme bağlı olmadan bana döktüğüne inandım.
Bu ne demek olursa olsun, İsa’nın peşinden gitme ve O’nu arama kararını verdikten sonra, O’nun gerçekten de kalbimin en derinlerine inmesine izin verebildiğimi hissettim. O anda gerçekten Tanrı’dan almaya ve aynı zamanda titremeye başladım! Ama odaklandığım şey başka olduğu için bu artık benim umurumda değildi. Odak noktam belirti değildi, İsa ve O’nun yapmak istedikleriydi.’
Biz, Steve’i partilerin canlılığı ve ruhu olarak tanıyorduk. Ancak konu Tanrı hakkında ciddileşmeye gelince kendisini hep sınırlarda dolaşır ve olanlara ait değilmiş gibi hissederdi. Tanrı’nın dokunuşuna sadece zayıfların ihtiyacı olduğunu düşündürten bir tür gururu vardı.
‘ Tanrı’nın gücü konusunda hep şüpheliydim. Tanrı’yı bir sene öncesine kadar hiç hissetmemiştim. Eşim bir kilisede tapınma lideriydi ama ben kiliseye pek gitmiyordum. Çoğu zaman onu ve çocuklarımızı oraya bırakıp kahve içmeye giderdim. Arada sırada çıkışa yetişir birkaç kişi ile sohbet ederdim. Onların neden ellerini kaldırdığını anlayamazdım ve bu konuda onlarla biraz dalga geçerdim.
Eşim çoğu zaman önlere gider ve Kutsal Ruh ona dokunurdu. O benden daha zayıf, belki de buna ihtiyacı var diye düşünürdüm. Tek bildiğim hayatımı kontrol altında tutmak istediğimdi.
Sonunda bir gün ben de öne dua edilmek için gittim, çünkü işimde bir kamyon kazası yaşamıştım ve sırtım ayaklarıma kadar ağrı içindeydi. Nefes almada bile zorlanıyordum. Öne çıktım ve hizmet ekibi benim için dua etmeye başladı. Sonra hatırladığım şey ayaklarımın başımın üzerinde olması ve yere düşmemdi! Sonraki üç saat için kalkamadım.
Yerdeyken kollarım sanki yerinden çıkacakmış gibi yanlara ve yukarı doğru çekiliyordu. Bunu ifade edemem. Sonra, gerçekten uzun bir süreden sonra yeniden hiç sorun olmadan nefes alabildiğimi hissettim. Rab beni o gün tümüyle iyileştirmedi ama nefes aldığımda artık acı çekmiyordum.
O zaman içerisinde Tanrı hayatımda taşıdığım korkuların çoğundan beni özgür kıldı. Babamın Rab’be gelmemesi ve cennete gitmemesi konusunda kaygılanıyordum. Ama Tanrı bana ne kadar şefkat dolu olduğunu gösterdi. O’nun, babamı bir bebek gibi kollarına alıp sardığını gördüm ve ağlamaya başladım. Bu beni çok etkilemişti. Ağlamaya alışık olmayan bir erkeğim, ama gözyaşlarım durmuyordu.
Dua edilmek için gittiğim ikinci sefer de aynı şeyler oldu. Bir şey hissedememekten korkuyordum ama Tanrı beni kendisine çekti. Benim için dua edildi, yere düştüm ve Tanrı benim içimde yine birçok şey yaptı. Tanrı’nın benim için sevgisini ve merhametini gördüm ve Tanrı günahlarımı affederken yıkanmış gibi hissetmeye başladım. Tanrı bana birbiri ardına olaylar gösterdi ve her birinden ağlayarak tövbe ederken, O’nun beni affettiğini biliyordum.’
İngiltere’nin batı kıyısından gelen bir psikopos vekili olan David, şunları söyledi:
‘Marc Dupont’tun bir peygamberlik sözünü okuduktan sonra, kendim ve rahip ortağım için Toronto’ya uçak bileti aldım. Tanrı’nın neler yaptığını anlatmaya nereden başlasam ki? Kafa yaralanmasından dolayı hizmetime bir sene ara vermem gerekmişti, dolayısıyla da hizmetimiz kurumaya başlamıştı. Bileti aldığım zaman, dokuz aydır yeniden çalışmaya başlamış olmama rağmen işler yolunda gitmiyordu.
Böylece Toronto’ya dolu bir ajanda ile geldim, ama Rab iyi ki bunu görmezden geldi. Eve kendimi yeniden doğmuş gibi hissederek döndüm! Burada geçirdiğim zaman içerisinde Tanrı’nın bana söylediği şeylerden biri, eşim Lynn ile olan ilişkimi gözden geçirmemi istediğiydi. Sakatlığımdan dolayı o yıl ilişkimizden çok şey almıştım ama daha sonra iyileşmeme rağmen, bu bir alışkanlık olarak devam etmişti. Eve döndüm ve ondan özür diledim, hatalarım için tövbe ettim ve düzeltmek için çaba sarf ettim.
Bunun sonucunda gerçekleşen şeylerden biri artık birlikte duada daha çok zaman geçirmemiz. Hatta bu son ay içerisinde çocuklarımız için son 21 yıllık evliliğimizde ettiğimiz duadan çok daha fazla dua etmişizdir. Lynn ile dua etmek bana her zaman zor gelen bir şeydi. Sebebinin ne olduğunu bilmiyorum. Her zaman doğal, içten ve kolay olmasını istedim ama olmadı. Şimdi ona olan yenilenmiş sevgim ile artık bu kolay. Evet, İsa’ya olan sevgim arttı ama eşim için olan sevgim yüreğimi doldurdu taşırdı!’
Bu kişilerden her biri Kutsal Ruh ile olan canlı karşılaşmalarında Tanrı’nın dokunuşunu yaşadılar. Ama dikkat edilmesi gereken asıl önemli konu, her birinin yaşadıkları bu olayın meyvelerini taşımaları ve bu meyvelerin İsa’nın onların hayatında yaptıklarını yüceltmesi. Tanrı’nın bir insanın hayatında işleyip işlemediğinin testi budur.
Sonuç olarak Kutsal Ruh’un çalışırken ne tür belirtilere yol açtığı değil, ancak Kutsal Ruh’un kişinin yüreğinde yaptıkları önemlidir. Belirtiler konusunu aşın, Tanrı’nın sizin ve başkalarının yüreğinde yapmak istediği derin işlere olan isteğini görün ve sizin için söz verilmiş bereketi almak için iman ve dayanma gücüyle devam edin (Elçilerin İşleri 1:4).