Beşinci Bölüm Sığınak Yunus 4.5-9

Yun 4:5 Yunus kentten çıktı, kentin doğusundaki bir yerde durdu. Kendisine bir çardak yaptı, gölgesinde oturup kentin başına neler geleceğini görmek için beklemeye başladı.

Yun 4:6 RAB Tanrı Yunus'un üzerine gölge salacak, sıkıntısını giderecek bir keneotu sağladı. Yunus buna çok sevindi.

Yun 4:7 Ama ertesi gün şafak sökerken, Tanrı'nın sağladığı bir bitki kurdu keneotunu kemirip kuruttu.

Yun 4:8 Güneş doğunca Tanrı yakıcı bir doğu rüzgarı estirdi. Yunus başına vuran güneşten bayılmak üzereydi. Ölümü dileyerek, "Benim için ölmek yaşamaktan iyidir" dedi.

Yun 4:9 Ama Tanrı, "Keneotu yüzünden öfkelenmeye hakkın var mı?" dedi. Yunus, "Elbette hakkım var, ölesiye öfkeliyim" diye karşılık verdi.

Güvendiğim dağlara karlar yağdı’

Adem ile Havva, Aden bahçesinde, henüz günah dünyaya girmeden önce, Tanrı’nın huzurunda ve himayesinde yaşıyorlardı. Hangi dili konuştuklarını bilmiyoruz ama herhalde o dilde ‘ihtiyaç, korku, endişe’ gibi kelimeler bulunmuyordu. Bizde çok var; ‘telaş, endişe, kaygı, dert, sıkıntı, korku, anksiyete, stres, çile, eza, cefa, sorun, problem...’

Adem ile Havva ise dertsiz, tasasızbir dünyada yaşamışlardı, çünkü Rab’bin varlığı onların üzerindeydi ve onlara gölge sağlıyordu, tıpkı görünmez bir zırh gibi. Oraya kötülük ve zarar giremezdi. Saf ve çıplaktılar.

Günah devreye girdikten, yüreklerini istila ettikten sonra bunun iki sonucu oldu;

Yar 3:7 İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.

Yar 3:23 Böylece RAB Tanrı, Adem'i Aden bahçesinden çıkardı.

Yar 3:24 Onu kovdu.

Tanrı’nın himayesinden, kanatlarının güvenliği altından çıktık. Artık koskoca dünyanın vahşi yaşamına maruz kalmıştık. Kendimizi küçük ve savunmasız hissediyor, dünyanın ne kadar büyük ve ürkütücü olduğunu görüyorduk. Ve artık korkunun, endişenin, kaygının ne olduğunu da öğrenmiştik.

Sonuç itibariyle çıplaklığımızın farkına vardık. Bu da yeni bir duygu, utanç duygusuydu. ‘Çıplak olduklarını anladılar,’ der kutsal yazılar. Güvenceye muhtaç, sığınacak bir yere muhtaç, örtünmeye muhtaçolduklarını anladılar. Kendimiz dışındaki başka bir şeye ihtiyaç halindeyiz, çünkü kendi kendimizi koruyamayız. Bunu anlamıştık.

İnsanoğlunun kendisi için yaptığı örtü daha o zaman dikilmişti. Ve o gün bugündür, kendi kendimize örtüler, barınaklar, sığınaklar oluşturmaktayız. Bu en temel ihtiyaçlarımızdan biri zaten: sığınak ve örtü.

Sakın çıplaklığımı görmesinler! Aman gerçekten kim olduğumu bilmesinler! Sakın ne yapacağı belli olmayan bu koskoca dünyada yalnız kalmayayım, kendimi koruyayım!’ Yunus bunu yapıyor. Ben bunu yapıyorum. Sen de bunu yapıyorsun. Sürekli sığınacak bir dal aramaktayız!

Sığınaklar üretiyoruz

Ve Yunus gibi, sığınağımız kaldırılınca, hiddetleniyoruz. Çünkü temel ihtiyaçlarımızdan biri tehdit altında. O savunmasızlığı, çıplaklığı yeniden yaşıyor, hissediyoruz.

Kimimizin sığınağı itibardır,

Yani onur. Hayat boyunca itibarımızı inşa etmek için uğraşıyoruz. İnsanlar bizi saysın diye inanılmaz çaba gösteriyoruz.

Japonya’daki intihar oranı dünyanın en yüksek oranları arasındadır. Çünkü orada haysiyetini kaybetmek, bir insanın düşebileceği en kötü durumdur. İşini kaybeden biri bunu ailesine açıklayacağına intihar etmeyi tercih eder ve bu ‘onurlu bir intihar’ sayılır. Neden, çünkü saygınlık için yaşanır, saygınlık için uğraş verilir ve bu en önemli sığınaktır. Kişisel saygınlık kaybedildiğinde, ölmek yaşamaktan daha iyidir!

Bu bize garip gelebilir, fakat bazılarımız için de en önemli sığınak kişisel itibar değil midir? Nereden mi biliyoruz, bir kişi seni herkesin önünde utandırırsa, öfkelenmez misin? Eleştiriye ne kadar açıksın? Sen herkesin önünde azarlansan, darılıp gücenmeyecek misin?

Efendimiz İsa öğrencilerini sürekli, hem de herkesin önünde bile azarlardı. Bunlar onurlu, gururlu, Ortadoğulu adamlar değil miydiler, İsa ne yapıyordu dersiniz? Çünkü itibarın onlar için bir sığınak olmadığından emin olmak istemişti.

Özdeyiş 9:8 Alaycıyı azarlama, yoksa senden nefret eder. Bilge kişiyi azarlarsan, seni sever.

Sen bilge misin? Eleştiriye açık mısın? Yanlış anlaşılmasın, saygınlık önemlidir ve Rab’bin verdiği bir ödül olabilir. Kilise ihtiyarları içinse bir gereksinimdir. Fakat herkesin önünde aşağılandığında, kendini çıplak hissettiğinde, sinirleniyor musun? ‘Bu olmadan yaşayamam’ mı diyorsun? Bu senin hayat damarın mı?

Kimimizin sığınağı para

Şimdi ‘bu benim için geçerli değil’ deyip es geçmeyin lütfen.

Vaiz 7:12 Bilgelik siperdir, para da siper, Bilginin yararı ise şudur: Bilgelik ona sahip olan kişinin yaşamını korur.

Rivayete göre, Büyük İskender’in son arzusu, ellerinin tabutun dışına bırakılmasıymış. Herkesin eli boş olarak geldiğini, eli boş olarak da gittiğini görmesini istemiş.

1929’daki Wall Street borsasının birden düşmesinden dolayı, 23.000 kişi bir yıl zarfında canına kıymıştı. Bu Amerika’nın tarihindeki en yüksek orandır. Toplu intiharlar yaşanıyordu, çünkü barınakları paraydı. Para geleceğin belirsizliğine karşı bir savunma, bir tampon bölge oluşturuyordu. Denetimsiz bir dünyaya karşı etraflarında ördükleri sur, yani borsa düştüğünde, kendilerini korunmasız, çaresiz, çırılçıplak hissettiler.

Beklemediğin bir masraf çıktığında, sinirleniyor musun? Biri arabana çarptı ve sinirlendin, neden? Çünkü masraf çıktı ve sığınağın tehdit altında!

Kimimiz için kontrol önceliklidir

Bizler için sığınak vazgeçilmez önemdedir. Çünkü denetimimiz altında tutabildiğimiz bir güvence olarak görürüz. Kendimizi tehlikelerle dolu bir dünyada ve tamamen açıkta hissettiğimiz için, elimizden geleni yaparak hayatlarımızı kontrol altına almaya çalışırız.

Çocuklarını aşırı derecede koruyan anneler vardır, bilirsiniz. Hava biraz serinlediğinde çocuklarını aşırı derecede sıkı giydirirler. Tam tersine havalar ısındığında, bu kez çocuğun sırtına terini alması için havlu koyarlar. Bütün bu davranışların temelinde sağlığı kontrol etme çabası vardır; yani üşütüp hastalanmaya karşı bir savunma refleksi. ‘Dünya bu kadar tehlikeli bir yer, bari şu bacaksızı kontrol edeyim,’ şeklinde düşünürler.

Evlerine çok düşkün, sürekli temizlik yapan kadınlar yok mu? Çocukları eve girer girmez onları kapıdan direkt banyoya taşıyan insanları bilirsiniz. O evi biraz kirletirseniz, fırtına kaçınılmazdır! Neden? ‘Dünyayı denetleyemem de, bari şu küçücük konutum temiz kalsın!’ Dış dünyanın pisliğini içeri sokmamak kaygısıdır bu!

Trafikte kaldığımızda neden kızıyoruz? Çünkü gücümüzü aşan bir durumdayız! Orada kalmak zorundayız! Ellerimiz, kollarımız bağlı!

Siyaset, seçimler bazılarımızı niye öfkelendirir? Çünkü denetimimizin dışında kalıyor.

Yunus’un hikayesinde de bu konunun önemini görüyoruz. Yunus’un başına gelen, Yunus’un yaşadığı bir sürü olay var ve neredeyse tamamında aynı sözcüğe rastlarız. İbranice’deki ‘büyük’ kelimesi bu kitapta sürekli geçmektedir. Büyük rüzgar, büyük dalgalar, büyük balık, büyük şehir... Yunus sanki her yönden saldırıya uğramakta, ölümcül bir bombardımana maruz kalmaktadır. Yunus başından geçen bunca badirenin ardından, keneotundan çardağın altına girdiğinde ‘en azından kendi ufak sığınağım var’ deyip sevinir. Fakat o da yok olunca tabii ki de kızıyor!

Sen de böyle hissetin mi hiç?

Yeme bozukluklarının, mesela Anorexia’nın, aslında endişeden ve denetimsizlikten kaynaklandığı düşünülmektedir.

Aslında batıl inançlar, nazar boncuğu taşımak gibi şeyler de aynı ihtiyaçtan türer. Hepsi de görünmez güçlere karşı bir savunma mekanizması kurmak arzusunun dışa vurumudur.

Kimimizin incir yaprakları vardır, gerisinde gizlenmek isteriz; ve bir de imaj kaygısı eşlik eder buna.

Yeni bir mekana ilk kez girdiğinde, mesela bir partiye, bir yemek davetine, nasıl bir edayla, nasıl bir havayla giriyorsun?

Cem Yılmaz ‘Surat senin düşmanındır’ demişti.

Kız kardeşler, herşeyi pespembe göstermeye çalışmıyor musunuz?

Makyajla kapatıyoruz kemirilen yerlerin üstünü, ruhumuzdaki gedikleri, benliğimizdeki oyukları. Meşguliyetle, sosyallikle, ünvanla, kariyerle, şan, şöhretle kapatıyoruz. Ama alttan alta bir çoğumuz aynı dertten muztaribiz- Tamamlayamadığımız bir eksiklik duygusunu, azalmayan bir bezginliği sırtımızda un çuvalı gibi taşıyoruz. Monoton bir değirmentaşı günlerin akışı. Dönüyor kendi ritmiyle. Bizi o çarkın dışına çıkaracak bir aşk arıyoruz. Sıradışı bir sevda...’

Elif Şafak

Mükemmel makyaj ve iyi giyim en güvenilir maskemiz olur bazen: ‘hiç kimse gerçek yüzümü görmesin,’ demez miyiz? Labrynth ve Emily Sande’nin ‘Let me see beneath your beautiful’ , ‘Güzelliğinin altını görmeme izin ver,’ şarkısı neden o kadar popüler oldu dersiniz, çünkü millet ikiyüzlülükten, yüzeysellikten nefret eder hale gelmişti.

Senin incir yaprağın, ahlak, edep, dindarlık biçiminde olabilir. Hatta bazen isyankarlık şekline de bürünebilir, çünkü ekşi suratlı, huysuz, aksi birisi olmak da bir savunma mekanizmasıdır.Büyük hayaller, planlar, projelerden de söz edebilirsin ve çok konuşarak sanki etrafına kelimelerden oluşan görünmez bir duvar örebilirsin. Yoksa aslında ne kadar boş bir insan olduğunu göreceklerdir. Gerçek olan ‘ben’i sakın görmesinler, boş bir adam olduğumu bilmesinler, isteriz. O zaman hep ahkam kesmek, hava atmak zorundayızdır.

Senin sığınağın nedir?

Buna cevap verebilmek için, belki şu sorunlarını göz önünde bulundurmakta fayda var:

Seni sinirlendiren nedir?

Seni çaresizliğe iten nedir?

Mutlu olmam için olmazsa olmaz,’ dediğin şey nedir?

Şuna sahip olmadan yaşayamam,’ dediğin şey nedir?

Peygamberler asıl olan barınağımızın nerede olduğunu biliyorlardı

Mez 91:1 Yüceler Yücesi'nin barınağında oturan, Her Şeye Gücü Yeten'in gölgesinde barınır.

Mez 91:2 "O benim sığınağım, kalemdir" derim RAB için, "Tanrım'dır, O'na güvenirim."

Mez 31:20 İnsanların düzenlerine karşı, Koruyucu huzurunla üzerlerine kanat gerersin; Saldırgan dillere karşı Onları çardağında gizlersin.

Asıl özlem çektiğimiz, ihtiyaç duyduğumuz barınak Tanrı’nın varlığıdır. Bizi her türlü kötülükten ve dehşetten koruyabilecek olan bir tek O vardır. Yüzde yüz güvenilir, asla hüsrana uğratmayacak bir sığınak istersen, Tanrı’nın huzuruna çekilmen gerekir. Çünkü O’nun eli yeterince güçlü, O’nun kanatları yeterince geniş ve O’nun gölgesi yeterince serindir.

O’nun varlığı su-geçirmez, kurşun-geçirmez, ateş-geçirmez, hastalık-geçirmez, korku-geçirmez, sıkıntı-geçirmez, hatta ölüm geçirmezdir!

Eyüp Peygamber

Şeytan Rab’be ‘işte kulun Eyüp yok mu? O seni çok seviyor. Fakat aslında, yalnızca onu çok bereketlediğin için seni sevip, sana bağlı kalıyor. Çünkü verdiğin nimetler ona bir sığınak oldu. Gönlü aslında sana bağlı değil, senin verdiğin nimetlere bağlı. O nimetleri kaldırdığın gün, öfkelenecek ve sana küfredecektir,’ diye bir iddiada bulunmuştu.

Eyup 1:9 Şeytan, "Eyüp Tanrı'dan boşuna mı korkuyor?" diye yanıtladı.

Eyup 1:10 "Onu, ev halkını, sahip olduğu her şeyi sen çitle çevirip korumadın mı? Elleriyle yaptığı her şeyi bereketli kıldın. Sürüleri bütün ülkeye yayıldı.

Eyup 1:11 Ama elini uzatır da sahip olduğu her şeyi yok edersen, yüzüne karşı sövecektir."

Eyup 1:12 RAB Şeytan'a, "Peki" dedi, "Sahip olduğu her şeyi senin eline bırakıyorum, yalnız kendisine dokunma." Böylece Şeytan RAB'bin huzurundan ayrıldı.

Rab Tanrı, Şeytan’a izin verdi, Eyüb’ün nimetlerini, soğan gibi kat kat üzerinden soydu. Mallarını yok etti, zenginliğini çaldırdı, ailesini öldürttü, hatta sağlığını bile elinden aldı. Peki geride ne kalmıştı? Herşeyden yoksun, çırılçıplak bir Eyüp!

Eyüp üzüldü mü? Tabii ki. Yas tuttu mu? Tabii ki! Fakat...

Eyup 1:20 Bunun üzerine Eyüp kalktı, kaftanını yırtıp saçını sakalını kesti, yere kapanıp tapındı.

Eyup 1:21 Dedi ki, "Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim. RAB verdi, RAB aldı, RAB'bin adına övgüler olsun!"

Eyup 1:22 Bütün bu olaylara karşın Eyüp günah işlemedi ve Tanrı'yı suçlamadı.

Görünmez olan bir güvencem daha var, ve ona dokunamazsın Şeytan! Hepsini aldın, ama asıl güvencem Rab’dir. Çıplaklığımdan o yüzden utanmam,’ dedi Eyüp.

Rab ne istiyor? Sığınaklarımızı, ister kendi ürettiğimiz, ister onun verdiği olsun, niye bizden bazen geri alıyor?

Yunus hikayesinde putların güvenilmezliğini çok net bir şekilde görüyoruz. Gemicilerin her biri kendi ilahına yalvarıp durdu, fakat kurtulamadılar. Benzer şekilde Tanrı, Yunus’a güvendiği keneotunun ne kadar geçici olduğunu göstermek istedi: Bugün var, yarın yok; bir gecede çıktı, bir gecede yok oldu ve seni kesinlikle koruyamaz!

Çocuk babasına ‘ben mimar, doktor olmak istemem. Ben müzisyen olup, dünyayı gezeceğim’ derse, Baba onu alıkoymayı, caydırmayı istemez mi? Neden, çünkü oğlunu seviyor ve iyiliğini istemektedir.

Hayatını çöpe atma. Varlığını, vaktini, enerjini geçici bir barınak için mi harcıyorsun?

Rab’bin asıl isteği bizimle beraber olmak, bir ilişki kurmaktır. Bazı insanlar vardır, kendilerini o kadar ulaşılmaz kılar ve araya mesafe koyarlar ki, sanki onlarla samimi bir ilişki kurmak imkansız gibidir. Fakat Tanrı o savunma mekanizmalarımızı aşıp, bizi yine de sevmek istiyor.

Vahiy 3:20 İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim; ben onunla, o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz.

Bazı tarihçilere göre Fatih İstanbul’a en sonunda şöyle girebilmişti: İçerden bir kişi surların içindeki ufak bir kapıyı açık unutmuştu ve oradan giren Osmanlı askeri surlara bayrak dikebilmişti. Yüreklerimizi çevreleyen surlardaki bir kapıyı hep açık tutmalıyız. Tanrı’nın varlığı yüreğine, ruhunun ta derinliklerine kadar işlemelidir.

İstakozlar, hayatlarının ilk beş yılında tam yirmi beş kere olmak üzere eski kabuklarını döker ve yeni bir kabuk oluştururlar. Çünkü büyümektedirler. Ondan sonra hayatları boyunca yılda bir kez aynı dökülme yinelenir. Bütün mesele şuradadır: dökmezlerse, büyümezler! Aynı kalmak istediğine emin misin? Karakterde, imanda büyümek istemez misin?

Adem ile Havva hikayesinden önemli bir ayrıntıyı atladık, bilmem fark ettiniz mi?

Yar 3:21 RAB Tanrı Adem'le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi.

Rab Tanrı bir hayvan kesmiş olmalıydı – ilk kurban – ve bunun derisiyle onları örttü. Bunu yapmakla Tanrı, günün birinde bir kurban sağlayacağını, insanoğlunun utancını, çıplaklığını aynı şekilde tamamen örteceğini ilan ediyordu. Ve Mesih, Tanrı’nın kuzusu, Tanrı’nın öz kurbanı, Babası tarafından bir kurban olarak çarmıhta sunulduğunda, O’nun doğruluğu bize verilmiş oldu; utancımızı örtmek, ayıbımızı silmek için.

Soğanın bütün katları soyulduktan sonra, yani kendimizi çırılçıplak hissettiğimizde, Mesih’in bize verdiği doğruluğu hatırlıyoruz ve artık utanmıyoruz!

Adem ile Havva Tanrı’nın huzurundan, yegane barınaklarından kovuldular. Artık girmeleri yasaktı, çünkü günahlıydılar ve Mesih gelene kadar, hepimiz aynı konumdaydık. Tamamen savunmasız halde dışarıda, açıktaydık ve her türden tehlikeye maruz kalmıştık.

Yalnız O, bir tek İsa Mesih günahsız olduğu için Baba’nın huzuruna çıkma hakkına sahipti. İşte bizler Mesih’e iman ettiğimizde, artık Adem’de değil, Mesih’te sayılırız. Adem’de kalanlar ise dışarıda ve açıktalar. Tek düşündükleri kendi sığınaklarını inşa etmek, çünkü tehlike içindeler. fakat yine de hepsi ölüme mahkumdur. Çünkü ölüm-geçirmez bir sığınak henüz keşfedilmedi ve Adem’deki herkes mutlaka ölecek. İnsan yapısı sığınaklar ne kadar güçlü olursa olsun, ölüm-geçirmez olanını yapmak mümkün değildir!

Oysa Mesih’te olanlar, yeniden Tanrı’nın huzuruna kavuşmuş, Tanrı’nın himayesine girmiş olurlar. Korkma, artık sen Baba’na aitsin, sana bakacak, seni koruyup kollayacak olan O’dur.

Evet, bizim de inşa ettiğimiz bir takım sığınaklarımız yok değil. Fakat onlar ortadan kalkacak olsa da, hayatın karşısında Eyüp gibi dik durabiliriz. Çünkü korkmuyoruz, çünkü bizi koruyan, kurtaran, önemli kılan, değerli kılanın, aslında Tanrı olduğunu biliyoruz.

Vahiy 7:15 Bunun için, "Tanrı'nın tahtı önünde duruyor, Tapınağında gece gündüz O'na tapınıyorlar. Tahtta oturan, çadırını onların üzerine gerecek.

Vahiy 7:16 Artık acıkmayacak, Artık susamayacaklar. Ne güneş ne kavurucu sıcak Çarpacak onları.

Vahiy 7:17 Çünkü tahtın ortasında olan Kuzu onları güdecek Ve yaşam sularının pınarlarına götürecek. Tanrı gözlerinden bütün yaşları silecek."