Hepimiz er ya da geç, bir fırtınaya yakalanırız. Fırtınasız bir yaşam düşünülemez. Yaşam fırtınalarla doludur.
Sevdiğimiz birini kaybederiz, işsiz kalırız, çocuk sahibi olamayız, ya da bir çocuk düşürürüz, tecavüze uğrarız, depresyona, bunalıma gireriz... Ya da, yüzeyde herşey iyi görünse bile, içimizde bir fırtına kopmaktadır ve İçsel huzurumuz yoktur, kendimizi adeta alabora olmak üzere hissederiz.
Bu bölüm fırtınaya yakalananlar içindir. Yaşamakta olduğunuz fırtınadan kurtulmaktan ziyade, fırtınanın size getirdiği nimetlerden faydalanabilmeniz için bazı pratik öğütler verilmektedir.
Fırtına dostunuzdur, her ne kadar farkına varmasanız bile.
Vahiy 3:19 Ben sevdiklerimi azarlayıp terbiye ederim.
Bir fırtınaya yakaladığımızda soracağımız ilk soru her zaman şöyle olmalıdır: ‘Bu neden oluyor? Ya Rab, nedir bu başıma gelen? Neden?’
Gemiciler Soruyorlar, (7 ve 8) bu bela kimin yüzünden başımıza geldi? Kura çekiyorlar ve kabak Yunus’un başında patlıyor!
Yunus’un fırtınası kendi itaatsizliğinden dolayı koptu. O günah işledi ve Tanrı bir fırtına gönderdi; onu durdurmak, onu kurtarmak için. Bu aslında bir ceza değildi, ya da olsaydı bile, düzeltici bir ceza, geriye döndürücü bir ceza olurdu. Fırtına Yunus’u bu kaçıştan caydırmak için gelmişti.
Gemideki diğer yolcular ise, günah işlememişlerdi. Bu fırtınaya, Yunus’un günahı yüzünden yakalandılar.
1. Fırtınadayken, sorulacak ilk soru şudur: Rab, bu fırtınayabenim işlediğim spesifik bir günah yüzünden mi yakalandım? Olabilir. Eğer öyleyse, tövbe et ve Rab’be dön.
2. Bazen, suçsuzken başka birinin günahıyüzünden yaralanabiliriz. Bir kişi seni suistimal mi etti, haksızlık mı etti, acı mı çektirdi? Bu durum, birinci durumdan daha zor, çünkü affetmek zorundayız, ve bizi yaralayanı affetmek çok ama çok zordur.
3.Bazen de, ortada belli bir günah işleyen yoktur. Ama dünyada günah vardır. Bozulmuş, iyi çalışmayan bir dünya sisteminde yaşadığımız için her an bir fırtına kopabilir. Aslında bu en zor durumdur, çünkü suçlu ben değilsem, başka biri de değilse, kimi suçlayabiliriz ki? Adalet bunun neresinde?
Dünyamızdaki fırtınalar günah var olduğu için kopar.
Fırtınanın aslında Rab’den geldiğini anlamamız gerekiyor.
Fırtınayı gönderen Rab’di (1.4)
Balığı sağlayan Rab’di (1.17)
Fırtınanın Tanrı’nın emriyle ve takdiriyle gerçekleştiğini anladığımızda, kurtuluşun da Tanrı’dan geleceğine emin oluruz!
Gemiciler, gemiyi hafifletmek için mallarını denize attılar. Daha önce kıymetli saydıkları eşyalar, cana göre pek kıymetli değildi. ‘Cana geleceğine mala gelsin,’ demişlerdi. Fakat bu gibi değişiklikler seni kurtaramaz. Seni sadece Tanrı kurtarabilir. İşte fırtına bu açıdan bir merhamettir. Durup düşünmemizi, hayatımızdaki öncelikleri, önem verdiklerimizi yeniden sorgulamamızı sağlar.
Haftada 90 saat çalışan bir adam, ihmal yüzünden neredeyse eşini ve çocuklarını kaybedecekti. Evet, varlığı oradaydı. Eve yorgun argın gelip, yemek yer, televizyon seyrederdi; hepsi bu kadar. Sonra kalp krizi geçirdi ve yataktayken hayatını yeniden değerlendirdi. ‘Evet, bundan böyle ofiste biraz daha vakit geçirmem gerekiyor’ diye mi düşünecekti? Tabii ki de hayır, o ailesiyle daha çok vakit geçirmeyi seçti.
Fırtına senin dostundur, çünkü dost acı söyler, dost damarına basar bazen. O gemideki adamlar, malları atıktan sonra pişman mı olmuşlardı? Aslında kurtuldukları için minnettar oldular, soludukları oksijenin tadı şimdi daha hoştu, gökyüzü artık daha güzeldi...
Yun 2:9 Ama şükranla kurban sunacağım sana, Adağımı yerine getireceğim. Kurtuluş senden gelir, ya RAB!"
Yunus şükrediyor!
Yun 1.5 Her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı.
Bir kriz yaşadığımızda, Tanrı’ya yalvarmadan önce güvendiğimiz herşeye başvururuz. Bu gayet normal ve hepimiz bunu yaparız.
Kimimiz, kendi sorun çözme kabiliyetine başvurur, ‘Bu nasıl oldu, nasıl çözebilirim?’ diye plan yaparız. Yalnızca kendi başımıza çözemediğimiz zaman, Tanrı’ya gitmek aklımıza gelir.
Putlarımız, totemlerimiz vardır. Kimimiz için put bir ilaçtır. Kendimi kötü hissettiğimde, hemen şunu içerim; kesmedi, bir iki de öbür haptan... Biraz prosac sorunu çözer, ya da bir iki kadeh aslan sütü.. Yanlış anlamayın, ilacın faydası var, ama ne zaman ki bir şeyi Tanrı’nın yerine koyarsak, hemen bir put haline dönüşür.
Kimimiz için tek çözüm zengin olmaktadır. ‘Şu krediyi bir alabilsem, ondan sonra şu işe atılırım, gelsin paralar... Her şey çok güzel olacak!’
Fırtına geldiğinde bütün putlarını düşürecek, devirecek.
Yun 2:8 Değersiz putlara tapanlar, Vefasızlık etmiş olurlar.
Uzman bir danışman, aslında halini görmene yardımcı olur ve sen kendi yüreğini bütün çıplaklığıyla orada görürsün. Ben danışmana gittiğimde, kadın bana ‘sendeki sorun şudur’ demedi. Sorular sorarak, cevaplarımı bana yansıtarak, kendi sorunlarımı görmeme yardım etti.
Fırtına da bunu yapar. Fırtınalar zor zamanlardır ve bizi yavaşlatır, durup halimizi gözden geçirmemize yol açar. Yunus başarılı bir peygamberdi. Amaçları vardı ve oldukça meşgul biriydi. Ama şu anda, balığın karnında ve hareket edemez halde. Yunus beklemek zorunda, kendi yüreğini incelemek zorunda, çünkü kendisiyle baş başa.
Çoğu zaman kendimizi çok meşgul hissederiz ve durup, yüreklerimize bakmak aklımıza gelmez. Oysa fırtınalar bizi zorla durdurur ve düşündürür; yavaşlatır ve bekletir. Beklemenin bir parantez olduğunu düşünürüz, ama değildir.
Süleyman’ın özdeyişlerinden biri şöyle der,
Öz 4:23 Her şeyden önce de yüreğini koru, Çünkü yaşam ondan kaynaklanır.
Zengin bir adam Afrika’ya, bir safariye katılmak üzere gitmiş. Ama geç kalıp, grubun hareketini kaçırmış. Bir kaç yerli rehber tutup, ‘o safari grubunu yakalamalıyız’ diye buyurmuştu.
Birinci, ikinci, üçüncü gün hep erkenden kalktı, safari grubunun peşinden koşmak için rehberleri gün boyu zorladı. Çok mesafe katettilerse de, öndeki grubu yakalayamadılar.
Dördüncü sabah, Afrikalı adamlar kalkmak istemiyorlardı. Zengin adam onları tekmelese, dövse bile, kimseyi harekete geçiremiyordu. ‘Niye kalkmıyorsunuz?’ diye sorduğunda;
‘Üç gündür çok hızlı ilerledik. Ruhlarımız geride kaldı. Bize yetişmeleri gerekiyor – onları bir gün beklemeliyiz!’ diye cevap verdiler.
İstanbul’daki yaşam da öylesine hızlı ki, bazen başımızın döndüğünü hissederiz. Fakat sağlığımız için, yüreklerimiz için bazen durup biraz beklememiz gerekir. YoksaFırtına seni frenleyecektir. Çünkü balığın karnındayken beklemekten başka bir şey yapamazsın!
Yunus Tanrı tarafından kullanıldı ve daha da kullanılacaktı. Fakat şimdi Tanrı onun işe yararlılığıyla değil, bizzat onun karakteriyle ilgilenmekteydi. Çünkü Tanrı’nın kulları olmaktan öte, Tanrı’nın oğullarıyız! Müjde’yi duyuracaksak, müjde bizi yakalamalı, içimizde kök salmalı. Tanrı’nın lütfunu içermiyorsak, bu lütfu başkalarıyla paylaşamayız.Yunus Tanrı’nın lütfunu bizzat yaşadı.
Issız denizlerde, fırtınanın tam ortasındayken, Tanrı Yunus’a çaresizliği yaşattı. Ardından merhametini ve gücünü gösterdi. Öyle ki, Yunus Ninova’daki uyanışa neden olduktan sonra, ‘işte bu, benim vaizliğimin gücünden dolayı oldu’ diyemeyecekti. ‘Bu sadece ve sadece Tanrı’nın eşsiz merhametiyle gerçekleşti’ diye düşünüyordu, ‘Çünkü ben ölü olmalıydım!’
Yunus’un ikinci bölümündeki dua bir ağıt, bir yakarıştır!
Bir kadın henüz çocuk yaşta bir akrabası tarafından tecavüze uğradı ve yıllar boyu suistimal edildi. Artık büyüdüğünde bile, anıları hala canlıydı ve kadın hep anksiyete, aşırı kaygılanma hisseder, ara sıra kabuslar da görürdü.
1989 yılında çok fakir bir bölgedeki bir okula tayini çıktı. Kendi durumuna benzer ve savunmasız çocuklarla ilgilendiği için, kabusları tekrar başlamıştı. Artık geceler boyu uykusuzdu. Çünkü bu çocukların durumu ona kendi geçmişini hatırlatıyordu.
Kadın oniki yıldır imanlı bir Hristiyandı ve kiliseye devamlı katılmaktaydı. Buna rağmen keder ve endişesi taşınamayacak kadar ağırdı.
Kendisi yetenekli biriydi ve hem işyerinde, hem de kilisede sürekli olarak hizmetle meşguldü. Geçmişinden kaynaklanan o kirlilik hissini, içindeki o kötü düşünceleri sürekli bastırır, görmezlikten gelmeye çalışır, üstünü örterdi.
Fakat birgün artık dayanmayacak hale geldi. Bitkinlik ve çaresizlik içine düşmüştü ve artık devam edemeyeceğini hissediyordu. İşte sonunda o kaçındığı fırtınaya yakalanmıştı. Kendi başına sorununun üzerinden gelemeyeceğini anladı ve kilisedeki bir kaç yakın arkadaşıyla konuşmaya başladı. Henüz çocukluğunda kaybettiği saflığını, yaşadığı acıları ve yaralarını paylaştı. Ve dostlarına içini döktüğü anda sanki içindeki barajın kapakları açıldı ve bütün biriktirdiği öfkeyi, nefreti, bunalımı, karanlığı döktü.
Oysa yıllar boyu yaşadıkları için hiç yas tutmamıştı. İşte şimdi, acıyı yaşıyordu ve sanki daha beter olmuştu. Fakat bunun yaşanması gerekiyordu. Sorunlarınızla yüzleştiğinizde, iyileşmeden önce kötüleşirler!
İngiltere’de 2014’te büyük seller yaşandı. Irmaklar taştı. Araştırıldığında, önceki yıl ırmakların yataklarının hiç taraklanmadığı, temizlenmediği, oraya dökülmüş bütün pisliğin öylece kaldığı anlaşıldı. Dolayısıyla yağmur yağdığında sular akacak mecra bulamamış, ırmaklar taşmıştı.
Aynen öyle, bu kadın yüreğinin diplerini hiç taraklamamıştı. Ve yıllar boyunca dökülmüş o pislikler birike birike, bir sele sebep olmuş, lağım suları gibi dipten fışkırmıştı.
Kadıncağız, çok çetin iki yıl geçirdikten sonra, yavaş yavaş iyileşmeye başladı. Tanrı, onun hayatında harika bir şifa yaratmaktaydı. Çünkü yaşadığı fırtına durmasını, yüreğine bakmasını sağlamıştı.
Peki senin yüreğin nasıl?
Maalesef bazı hayallerin hiç gerçekleşmeyecek. Bunu kabul etmen ve acısıyla yüzleşmen gerekiyor...
Ve yüreğinden taraklayıp, topladığın o pislik dağı var ya, Milton’un ‘Kaybedilen Cennet’ şiirinde, bu çöp dağı Tanrı’nın egemenliğinin gübresine benzetilir.
Eskiden atların pisliği sokaklardan toplanır, çiftçilere gübre olarak satılırdı. İlginçtir ki en pis şey, aynı zamanda en verimli gübre olur! İşte aynen bu şekilde, dünyanın pisliğinden de yeni yaradılış ortaya çıkacaktır. En güzel çiçekler neden hep mezarların üzerinde yetişir? Çünkü ölüm bir anlamda verimlilik demektir!
Tarihte bildiğimiz en pis, en iğrenç olay neydi: ‘Tanrı’nın oğlunu öldürmemiz!’ Tarihimizin kara lekesi budur; fakat O’nun ölümünden yeni bir yaşam doğdu!
Yunus’un bu anda okuduğu dua hakkında ne düşünüyorsunuz? Sitemkardır ve Tanrı’yı suçluyor, ardından kendi günahını kabul ediyor, sonra umutlanıyor. Suya battığınızda yön belirlemek imkansızdır. Kendinizi yönünü şaşırmış ve pusulasız kalmış gibi hissedersiniz.
Yunus’un duasında içini döktüğü gibi, bizler de fırtınaya yakalandığımızda, bu şekilde dua etmeye çalışmalıyız.
Tatilden döndükten sonra, evin içindeki muslukları akıttığımızda, ilk önce kirli, kahverengi su, ondan sonra temiz su akar. İşte dualarımız da aynen böyle olmalıdır. İlk önce yüreğin içindeki bütün pisliği, acıyı, öfkeyi, çaresizliği akıt! Utanma, Tanrı zaten yüreğini biliyor. O’nun için sürpriz diye bir şey yok ki!
Kusmak aslında iyi bir mekanizmadır çünkü içimizdeki bütün zehri, bizi hasta eden o pisliği çıkartmış oluruz. Günahlarını çıkartmak, hayal kırıklıklarını, şikayetlerini, acılarını Tanrı’nın huzuruna dökmek aslında çok çok önemlidir!
Eskiler için deniz kaosu simgeler. Hiçbir kontrolün yoktur ve tamamen denizin insafına kalmışsındır.
Yun 2:5 Sular boğacak kadar kuşattı beni, Çevremi enginler sardı, Yosunlar dolaştı başıma.
Yun 2:6 Dağların köklerine kadar battım, Dünya sonsuza dek sürgülendi arkamdan;
Hiç bir şeyi denetleyemez olduğumuzda, bu durum bizim için çok zordur. Fakat aslında ne kadar küçük olduğumuzu, ve Tanrı’nın ne kadar büyük olduğunu görmemiz için bir fırsattır aynı zamanda.
Tanrı’yı yürekten seven ve başkalara hizmet edenler olmamızın gerektirdiği en önemli karakter özelliklerinden biri de, kişisel sınırlarımızı ve limitlerimizi anlamak ve kabul etmektir.
‘Üç gün üç gece,’ diye adlandırılan süreç, eski Ortadoğu’da hayatını kaybeden kişinin ruhunun, ölüler diyarına yerleşme süreci olarak görülürdü. Yani, bu rakamlar simgesel olarak ölümü simgeliyordu.
Yunus burada gerçekten öldü ve dirildi mi, yoksa nerdeyse ölmek üzereyken bir balık tarafından kurtarıldı mı? İlk bakışta her ikisi de pek inandırıcı görünmemektedir, çünkü bu durumlar mucize gerektirir, ancak Tanrı’yla herşey mümkündür; bilemeyiz.
Fakat Yunus’un yaşadığı bu durum, gerçek bir ölüm ve ardından yeni bir yaşama kavuşmak gibi anlaşılmalıdır. Neresinden bakılırsa bakılsın, Yunus eski hayatına karşı ölmüştü. Denizin dibine, eski hayatına ait bir kaç şey bırakarak (itaatsizlik, kibir, vb.) bir şekilde hayata döndü.
Balığın onu karaya kusması da, tıpkı bir doğumun gerçekleşmesini andırmaktadır. Birtakım sıvılarla birlikte balığın karnından çıkar.
Ölüm ve doğum, çukurdan bir kurtuluş...
Peki, Yunus’un artık farklı olduğunu nasıl bilebiriz?
Yun 3:1 RAB Yunus'a ikinci kez şöyle seslendi:
Yun 3:2 "Kalk, Ninova'ya, o büyük kente git ve sana söyleyeceklerimi halka bildir."
Yun 3:3 Yunus RAB'bin sözü uyarınca kalkıp Ninova'ya gitti
Tanrı aynı emri tekrarlıyor. Yunus daha önce ‘hayır,’ demişti, fakat şimdi elektrik çarpmış gibi, şoklanmış gibidir, hemen itaat eder. Yunus değişmiştir!
İsa Mesih de, Tanrı’nın egemenliğine girebilmek için yeniden doğmamızın gerektiğini söylemiştir. ‘Vaftiz’ sözcüğü Grekçede zaten suya batırılmak anlamına gelmektedir. Yani Yunus ‘harbiden de’ vaftiz oldu! Öldü ve dirildi, yeniden doğdu. Yunus burada geleceğe yönelik bir işarettir; vaftizi önceden tanımlamaktadır!
Yunus burada aynı zamanda Mesih’e bir işarettir; öldü ve üç gün sonra dirildi!
Yunus balığın içindeyken bekliyor, hiç hareket edemiyor. Fakat balık onu karaya kustuğunda, kendini Tanrı’nın tasarısının içinde buluyor. Sen kendi yüreğine bak ve dua et, Tanrı’ya güven ve bekle, sonunda Tanrı seni gereken yere yönlendirecektir.
Fırtına dinecek, çünkü Kutsal Kitap’taki bütün fırtınalar sona erer. Tanrı’nın egemenliğinde her bir ölümün ardından bir diriliş gelir. Müjde şunu ifade etmektedir: ölüm son durak değil! Ölümün ötesine geçen bir umudumuz var. Bu hayatta belki kısmen gerçekleşse de, Mesih’in ikinci gelişinde yüzde yüz gerçekleşecektir!
Bir açıdan Tanrı’nın isteği Yunus’u Ninova’daki görevi için hazırlamaktı. Ama bunun ötesinde, aslında Tanrı Yunus’u kendi huzurunda yaşaması için hazırlıyordu!
Hepimiz günün birinde denize atılacağız. Hepimiz öleceğiz. Hepimiz ister bir balık içinde, ister bir tabut içinde mutlaka gömüleceğiz. Fakat bir gün mezar, ya da balık, bizi Tanrı’nın ülkesinin sahilinde doğuracak.Mezardan çıkacağız, etrafımıza bakacağız, ve yenilenmiş yeryüzünde, Tanrı’nın görkeminde olduğumuzu fark edeceğiz. Bizden önce oraya varan imanlı kardeşlerimizi de orada göreceğiz. Oraya ilk varan İsa’ydı. Ve sanki üç gün üç gecelik derin bir uykudan uyanır gibi sahilde oturup kahvaltı yapacağız!
Üç gün üç gece fırtınanın içindeyken, Yunus’a çok uzun gelmiş, bir ömür gibi sürmüş olmalıydı. Ancak gelip geçtikten sonra, yaşananların aslında ne kadar kısa, ne kadar geçici olduğunu fark ederiz. Bizim hayatlarımızın da şimdiki bakışımızla uzun gibi gözükse de, sonsuzluk açısından ne kadar hafif ve geçici olduklarını göreceğiz.
2Kor 4:17 Çünkü geçici, hafif sıkıntılarımız bize, ağırlıkta hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak kadar büyük, sonsuz bir yücelik kazandırmaktadır.
2Kor 4:18 Gözlerimizi görünen şeylere değil, görünmeyenlere çeviriyoruz. Çünkü görünenler geçicidir, görünmeyenlerse sonsuza dek kalıcıdır.