YAHUDİLİK İLE MESİH İNANCI

İlk çağ Mesih inanlılarıyla Yahudi dinsel yorumcular arasında en çok tartışılan konu şuydu: Tanrı İsrail'i neden seçti? Tanrı'nın onlara verdiği rol neydi? Yahudi ve Yahudi olmayanları kapsayan bir kurtuluş yolu Tanrı'nın İsrail'e verdiği sözü tutmadığı anlamına gelmiyor muydu?

Dinsel yorumcularının Mesih inancını anlamalarını hemen hemen olanaksız kılan durum onların 'sevap' anlayışıydı. Buna göre kişi ruhsal yasanın buyruklarını tutarak kendisine 'sevap' kazandırabilirdi. Onlara göre Tanrı'nın insanlara gösterdiği her iyilik birisinin 'sevabına' ödüldü. Her cezalandırmaysa birisinin kötülüğüne karşılıktı. Hüküm gününde kişinin iyi işleriyle kötü işleri tartılacaktı. İyi işleri kötü işlerinden daha çok olan kişi doğru çıkacaktı. İnsanlar yeryüzündeyken Tanrı'nın önünde hesapları ne durumda olduğunu hiç bir zaman bilemezdi. Kurtulacaklarından da emin olamazlar çünkü ileride işleyecekleri bir günah hesaplarını altüst edebilirdi.

Bu 'sevap' inancı öyle aşırı boyutlara ulaşmıştı ki Tanrı'nın dünyayı yaratması birisinin ileride kazanacağı sevaba dayandığını sandılar. Oysa aralarında kimin sevabı olduğu konusunda görüş birliği yoktu. Bazılarına göre Tanrı dünyayı yarattı çünkü İsrail'in ruhsal yasayı tutmayı kabul edeceğini önceden gördü. Tanrı'nın İsrail'I seçmesinin sevaba dayandığı inancındaydı dinsel

yorumclar. Oysa kimin sevabı olduğu konusunda görüş birliği yoktu. Kimilerine göre İbrahim'in, kimilerine göre Yakub'un, bazılarına göre Musa'nın, bazılarına göre Harun'un, kimilerince on iki kuşağın, kimilerince ise dindar İsrail kadınlarının sevabıydı.

Dinsel yorumcular İbrahim'im, İshak'ın, Yakub'un ve on iki oğlunun sevabı nedeniyle Yahudi inancını bırakanlar ve aşırı günahlılardan başka bütün Yahudiler'in kurtulacaklarını öğretirdi. Oysa Mesih inanlılarının yaydıkları müjde birçok Yahudi'nin hüküm giyeceğini belirtmekle kalmıyor, bundan daha ileri giderek Yahudi olmayanların kurtulacağını bildiriyordu. Bir Yahudi için Uluslar'ın Tanrı tarafından kabul edileceği öne sürülmesi sövgüydü. Pavlus Tanrı'nın kendisini Uluslar'a gönderdiğini söyleyince Yahudiler onu öldürmeye çalıştı (Elçilerin İşleri 22:21-22). Mesih inanlısı bir Yahudi olan Petros 'Tanrı'nın adam kayıran olmadığını.. her ulusun içinde Tanrı korkusuyla yaşayan ve doğruluk uygulayan kişinin O'nun tarafından kabul edildiğini' anlamakta güçlük çekiyordu (Elçilerin İşleri 10:34,35).

Bu sorun karşısında Pavlus Romalılar'a yazdığı mektupta dünyadaki insanların ikiye ayrıldığını belirtmeye koyulur: Bir yandan günahtan dönüp iman ederek doğruluk doğrultusunda Tanrı'yla yakın bir ilişkiye girenler, öte yandan günahtan dönmeyip Tanrı'nın öfkeli yargısı altında kalanlar. Pavlus hem Eski Antlaşma'nın bildirisine göre hem de yapılan gözlemlere göre bu iki insan grubunda hem Yahudiler'in hem de Yahudi olmayanların bulunduğunu bildirir (Romalılar bölüm 1-3). Kendilerine tanrısal bildirilerin emanet edildiği için Yahudiler'in ayrıcalıkları vardı ama Tanrı'yı reddederlerse buna daha sorumlu tutulup daha çok öfkeli yargıya uğrayacaklardı (Romalılar 3). İnsanlar iman yoluyla doğrulukla donatılır. Yahudiler'in iman etmek için diğer insanlardan fırsatları daha çok olduğundan Tanrı yolunu bırakırlarsa giyecekleri hüküm de çok daha korkunç olacaktı. Kurtuluş yoluyla ilgili başka sorunları ele aldıktan sonra Pavlus bölüm 9'da bölüm 3'te değindiği soruna döner: "Kişinin kurtuluşu Yahudi olup olmadığına dayanmazsa, İsrail'in Tanrı'nın seçtiği ulus olmasının anlamı nedir?

Bölüm 9'da soruna verdiği yanıt Tanrı'nın 'kendisinin olanı dilediği gibi kullanmaya yetkisi' olduğu doğrultusundaydı (bakınız Matta 20 1-16'ya). İsa Mesih'in bağda çalışmaya çağırılanlarla ilgili simgesel öyküsü sorunu keskin bilgelikle aydınlatır. Simgesel öykü şöyledir: "Göklerin hükümranlığı sabahın erken saatinde bağına işçi aramaya çıkan bir çiftlik sahibine benzer. İşçilerle gündeliği bir dinara anlaşıp onları bağına gönderdi. Saat dokuz sularında yine çıktı, çarşıda işsiz güçsüz dikilen başkalarını gördü. Onlara da aynı şeyi söyledi: 'Haydı siz de bağa gidin, gündeliğiniz için her ne gerekiyorsa ödeyeceğim.' Onlar da yola koyuldular. Yeniden, saat on ikiyle on beş sularında çıkıp aynı şeyi yaptı. Saat on yedi sularında çıkınca, orada dikilen başkalarını buldu ve onlara, 'Neden bütün gün boyunca burada işsiz güçsüz duruyorsunuz?' diye sordu. 'Çünkü bizlerle sözleşen olmadı,' dediler. Çiftlik sahibi, 'Haydı siz de bağa gidin' dedi. “Akşam olunca bağ sahibi yöneticisine buyurdu: 'İşçileri çağır. Sonuncusundan başlayarak ilkine varıncaya dek onlara emeklerinin karşılığını öde.' Saat on yedi sularında iş tutanların her biri birer dinar aldı. Sıra ilk başta iş tutanlara geldi. Bunlar daha çok para alacaklarını sandılar. Ama onlar da birer dinar aldılar. Gündelikleri ödenince, çiftlik sahibine söylenmeye başladılar: 'Bu sonuncular bir saatlik iş gördüler, ama sen onları tüm günün kavurucu sıcağını taşıyan bizlerle eşit tutuyorsun.' Çiftlik sahibi adamlardan birine, 'Dinle arkadaş!' dedi, 'Ben senin hakkını çiğnemiyorum. Benimle bir dinara sözleşmedin mi? Payına düşeni al ve evine git. Şu son gelene de sana ödediğimi ödemek istiyorum. Kendimin olanı dilediğim gibi kullanmaya yetkim yok mu? Yoksa benim eliaçıklığıma kötü gözle mi bakıyorsun?' Böylece, son sırada olanlar ilk sıraya geçecekler, ilk sırada olanlar da son sırada kalacaklar.”

Bu simgesel öyküyle İsa Mesih bir kaç gerçeği vurgular: Uluslardan insanlara iyiliğini göstermekle Tanrı İsrail'le yaptığı antlaşmayı çiğnemez. Bu antlaşma yerine getirilecek. Öte yandan da Yahudiler'in Tanrı'nın Uluslar'a gösterdiği iyiliğine kötü gözle bakmaya hakları yoktur. Tanrı kendisinin olanı dilediği gibi kullanmaya yetkisi vardır. Tıpkı Pavlus'un yazdığı gibi: "Çünkü Tanrı Musa'ya şöyle demişti: 'Ben dilediğime acıyacağım, dilediğime de sevecenlik göstereceğim'" (Romalılar 9:15).