Kutsal Kitap'ta Tanrı'dan vaat alan en belirgin kişi İbrahim'dir. Tanrı İbrahim'e vaadi verdiği zaman kendisine bunun kesinliğini vurgulamak isteyince bunu ant içerek yaptı (a.13). Tanrı "ant içilecek daha üstün biri olmadığından" "zatım hakkı için yemin ettim" diyerek (Tekvin 22:16) "kendisi üzerine ant" içti.
Antla pekiştirdiği vaat İbrahim'i bol bol kutlu kılması ve soyunu çoğaltmasıydı (a.14; Tekvin 22:17).
İbrahim vaadin görünürde hiç gerçekleşmeyeceğine benzemesine aldırış etmeyerek Tanrı'nın verdiği sözünü tutacağına güvendi ve sabırla bekleyip vaat edilen şeylere kavuştu (a.15). Bu yönden hem bizim hem de mektubu ilk alanlar için "imanla ve sabırla vaatleri miras" alanların arasında çok parlak bir örnek oldu (a.12'ye bakınız).
Yazar Tanrı'nın içtiği ant konusuna dönerek insanların ant içme usulüne değinir (a.16). "İnsanlar kendilerinden üstün biri üzerine ant içerler. Her tartışmalarında ant son doğrulamadadır."
Tanrı kendisinden daha üstün birini bulamadığı için kendisi üzerine ant içtiği a.13'te belirtildi. Tanrı da "vaadin mirasçılarına" bir "son doğrulama" vermek ister (a.17). Bunun için "vaadin mirasçılarına kararının kesin değişmezliğini daha etkin biçimde kanıtlamak" üzere "araya andı koydu." "Kararının kesin değişmezliği" (S.G.H.) ya da "kendi amacının değişmezliği" (M.) diye çevrilen "boule" sözcüğü irade ya da istemden gelip danışarak verilen karar ya da öğüt anlamına gelir. Tanrı'nın inanlılar için kararlaştırdığı amaç söz konusudur. Onlara bunun değişmezliğini kesin olarak göstermek için onu "yeminle pekiştirdi" (M.).
"Tanrı'nın yalan söyleyemeyeceği.. "değişmezliği bilinen" iki kanıt olan vaadi (a.13) ve andı (a.17) ile belgeleniyor (a.18). İnanlı için sonsuz bir güven oluşturur Tanrı'nın doğruluğu. Böyle bir Tanrı'nın verdiği söze güvenebiliriz. "Kendisine sığınmış bulunan" bizler Tanrı'nın vaadi ve andında "sağlam avunç" buluruz. Bu teselliyle önümüzdeki umuda sarılabiliriz. O umudun gerçekleşmesini sabırla bekleyebiliriz. Çünkü bunu bize söz veren Tanrı hiç yalan söylemeyen, sözünü tutandır.
"Sığınmış bulunan bizlerin" diye çevrilen "hoi katafugontes" deyimi koşup sığınacak yere girenler demektir. Eski Antlaşma'yı bilenler için bu sözcükle sığınacak kentler olgusu zihinde canlanır. Kazayla adam öldüren kişi kendisini kovalayan kan öcünü alan kişi tarafından yakalanmamak için var gücüyle koşuyor. Keşke bölgesindeki sığınacak kente yetişebilse! Gücü tükeniyor, öç alan yavaş yavaş aralarındaki arayı kapatıyor. Tepeyi tırmanıyor. Ne iyi! Kent göründü. Yüreklenerek var gücüyle koşuyor ve kan öcünü alan kişi ona el koymadan sığınacak kentin kapısından içeri giriyor. Kurtuldu! Kan öcünü alan ona dokunamaz orada. Koşarak sığınacak yere girdi. (Yeşu bölüm 20'ye bakınız).
Sahip olduğumuz umudun nitelikleri ayet 19'da önümüze serilir. "Cana güvenlik ve sarsılmazlık" verir. Umudumuz güvenlik sağlayan sarsılmaz bir gemi demirine benzer. Umudumuz "göklere, perdenin iç bölümüne atılmış demirdir." Gemi demirinin kendisi sağlam, atıldığı yer de sağlam. Umudumuz da öyle. Kendisi sağlam çünkü Tanrı'nın vaadi ve andına dayanır. Bağlandığı yer de sağlam: göklerdeki tapanağın iç bölümü.
"Mesih önderimiz olarak oraya gitmiştir" (a.20). Müjde'deki "öncümüz" çevirisi daha doğrudur. Mesih'in önden oraya gitmesi bizim de kararlaştırılan zamanda O'nu oraya izleyeceğimizi sağlama bağlar. Mesih o yere "Melkisedek düzenine göre" başkahin niteliğinde girdi. Bu kez Eski Antlaşma'yı bilenler için bu deyimle kefaret günü olayları zihinde canlanır. Perdenin ardındaki en kutsal yere girebilen tek kişi başkahindi ve o oraya ancak kefaret gününde girip çıkabilirdi (Levililer bölüm 16'ya bakınız). Mesih'in "Melekisedek düzenine göre sonsuzluk boyunca başrahip niteliğini" almasının neden vurgulandığı bölüm 7'de açıklanır.