Kutsal Kitap hakkındaki çağdaş tartışmalar hermeneutics’le ilgili soruların etrafında döner. Hermenütiks bilimi Kutsal Kitap yorumu bilimidir. Yunan mitolojisindeki tanrı Hermes tanrıların mesajcısıydı. Tanrıların isteğinin ne olduğunu yorumlamak onun göreviydi. Böylece hermeneutics anlaşılabilir bir mesajı yansıtmakla ilgilidir.
Yorum bilimin amacı, yorum yapımı konusunda ilkeler ve kurallar koymaktır. Bu teknik ve karmaşık olabilen, iyi geliştirilmiş bir bilim dalıdır. Herhangi bir yazılı belge yanlış anlaşılabilir ve bizler de kendimizi böylesi yanlış anlamalardan korumak için kurallar geliştirdik. Şu anki incelememizi en önemli ve temel kurallar ve anahatlarla sınırlayacağız.
Amerika Birleşik Devletleri’nde teorik yorum bilimi konusunda en üst yetkili olarak işlev gören özel bir heyet vardır. Bu kurum Anayasa Mahkemesi adı verilir. Anayasa Mahkemesi’nin başlıca görevlerinden biri Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’nı yorumlamaktır. Anayasa yazılı bir belgedir ve böyle bir yorumu gerektirir. İlk önceleri Anayasa’ yı yorumlama işlemi dilbilimsel tarihsel yöntemdi. Yani Anayasa, belgenin sözleri ve bu sözlerin belge yazıldığı zaman hangi anlamda kullanıldıklarının ışığında yorumlanırdı.
Oliver Wendell Holmes’in çalışmalarından beri Anayasa’yı yorumlama yöntemi radikal bir biçimde değişti. Halkın yasalar ve ulusun en yüksek mahkemesine olan güveni konusunda son zamanlarda yaşanan krizler temeldeki sorun olan yorum yöntemiyle direkt olarak bağlantılıdır. Mahkeme Anayasa’yı çağdaş tutumların ışığında yorumladığında aslında onu yeniden yorumlayarak değiştirmektedir. Bunun net sonucu, Anayasa Mahkemesi’nin yavaş yavaş bir şekilde bir yorum organı olmaktan çıkıp bir yasama organı haline gelmesidir.
Aynı tür bir kriz de Kutsal Kitap yorumu konusunda yaşanmıştır. Kutsal Kitap bilginleri, onu yeniden yorumlayarak “Kutsal Kitap’ı çağa uygun bir hale sokmaya” çalışan yorum yöntemini kullandıklarında, Kutsal Kitap’ın esas anlamı bulanır ve mesaj çağdaş görüş akımlarına uygun bir hale getirilir.
Kutsal Kitap Kendi Kendini Yorumlar
Reformcular Roma Katolik Kilisesi’nden ayrılıp, İmanlılar topluluğunun en yüksek otoritesinin Kutsal Kitap olması gerektiği görüşünü savunduklarında (Sola Scriptura), yorumun temel ilkelerinin neler olduğunu tanımlamakta çok dikkatli davranmışlardı. Yorum-bilimin başlıca kuralına “ayet kıyaslaması” deniliyordu. Ayet kıyaslaması, Kutsal Kitap’ın kendi kendisini yorumlamasıdır: Sacra Scrıptura sui interpres (Kutsal Kitap kendi kendini yorumlar). Bunun anlamı çok basitçe açıklamak
gerekirse, Kutsal Kitap’ın hiçbir bölümünün asla Kutsal Kitap’ ın başka yerlerinde açıkça öğretilenlerle çelişecek bir şekilde yorumlanamayacağıdır. Örneğin, bir ayet iki değişik şekilde ya da çeşitli şekillerde yorumlanabilirse ve bu yorumlardan biri Kutsal Kitap’ in diğer ayetleriyle uyum içinde, diğeri ise onlara aykırıysa o zaman diğer ayetlerle uyum içindeki yorum kullanılmalıdır.
Bu ilke, Kutsal Kitap’ın Tanrı’nın esinlendirilmiş sözleri olduğuna duyulan güveni temel alır. Bu yüzden tutarlı ve uyum içindedir. Tanrı’nın asla Kendisiyle çelişmeyeceği varsayıldığından Kutsal Kitap’ı gereksiz yere kendi kendisiyle çelişki içine düşüren bir yorumu seçmek Kutsal Ruh’a hakarettir. Günümüzde Kutsal Kitap’ in esinini inkar edenler böylesi bir titizliği genelde terk etmişlerdir. Kutsal Kitap ayetlerini diğer Kutsal Kitap ayetlerine aykırı bir şekilde yorumlamakla kalmayıp bunu yapmaya özellikle özen gösteren çağdaş yorumcular bulmak artık “normal” bir şeydir. Bu kişiler doktrini sağlam bilginlerin zor parçaları uyum içine getirme çabalarıyla alay eder ve onlara önem vermezler.
Esin sorusundan ayrı olarak, Kutsal Kitap’ın kendi kendini yorumlaması yöntemi edebiyat türünü yorumlama konusuna emin bir yaklaşımdır. Sağduyu kuralları, herhangi bir yazarı, haksız yere kendi kendisiyle çelişki içinde olma suçlamalarından korumalıdır. Birisinin sözlerini, biri tutarlı diğeri çelişkili olmak üzere iki şekilde yorumlama seçeneğim varsa, o kişiye güven duyulup tutarlı seçeneğinin seçilmesi gerektiğini düşünürüm.
İnsanların kitaplarımda yazdığım parçalar hakkında, “4’cü bölümde şöyle şöyle söylediğiniz halde 6’cı bölümde nasıl olur da böyle bir şey söyleyebildiniz?” şeklinde sorular sordukları olmuştur. Sonra onlara 6’cı bölümde ne demek istediğimi açıklamışınıdır ve karşımdaki kişi iki düşüncenin aslında birbirleriyle çelişki içinde olmadığını anlamıştır. 6’cı bölümdeki bakış açısı 4’cü bölümdeki bakış açısından biraz farklıdır ve ilk bakışta ikisi birbiriyle çelişiyor gibi görünür ama, ikinci bakışta sorun çözülür. Hepimiz bu tür yanlış anlamalar yüzünden acı çekmişizdir ve diğer insanların bizim sözlerimize karşı duyarlı olmalarını istediğimiz gibi bizler de onlarınkine karşı duyarlı olmalıyız.
Tabii ki benim sözlerimde çelişki olabilir; bu yüzden bu duyarlılık ve “bir insanın suçlu değil de suçsuz Olduğunu varsaymak felsefesi” sadece ortada bir şüphe olduğunda uygulanabilir. Ortada kendimle çelişki içinde olduğum gibi bir şüphe olmadığında, sadece eleştiri olabilir. Yine de, sözcükleri tutarlı bir biçimde yorumlamaya çalışmazsak okuduğumuz sözcükler büyük bir karmaşa haline gelebilirler. Kutsal Kitap yorumunda böyle bir şey olduğunda Kutsal Kitap, yorumu yapan kişilerin isteğine göre derisinin rengini değiştiren bir bukalemun haline gelir.
Böylece Kutsal Kitap’ın niteliği ve kaynağı hakkındaki görüşümüzün onu nasıl yorumladığımızı önemli bir şekilde etkileyeceği bellidir. Kutsal Kitap Tanrı’nın esini ise o zaman Kutsal Kitap’ın kendi kendini yorumlaması bir seçenek değil, yorumda gerekli olan bir şeydir.
Kutsal Kitap’ı Harfiyen Yorumlamak
Bana sık sık sorulan bir soru da, “Kutsal Kitap’ı gerçekten yazıldığı gibi—kelimesi kelimesine—doğru olarak (yani özel çağdaş bir ‘yorum’ katmadan) kabul etmiyorsun değil mi?” sorusudur. Bunu sorarken kullanılan sözcükler ve ses tonu, bunun bir soru değil bir suçlama olduğunu ele verir. İma edilmek istenen, “Yaşadığımız gün ve çağda Kutsal Kitap’ı günümüzde yazılan her hangi ciddi bir kitap gibi yorumlayacak kadar saf değilsin, değil mi?”dir.
Bana böyle sorular sorulduğunda onlara standart bir yanıtla cevap veririm. “Evet,” ya da hatta, “Eh, bazen,” bile demem. Hangi aklı başında insan Kutsal Kitap’ı başka ciddi dokumanlar gibi yorumlamaz ki anlamına gelen bir şekilde, “Tabii ki öyle yorumluyorum,” diye yanıt veririm. Bunu, insanların ilgisini Kutsal Kitap’ın kelimesi kelimesine yorumunun gerçek anlamına çeken bir şok olması için yaparım.
Reform sırasında Kutsal Kitap bilginliği konusundaki en önemli ilerlemelerden biri Luther’in yorum biliminin ikinci kuralını azimli bir şekilde savunmasının sonucu olarak kazanılmıştır. Bu ikinci kural da: Kutsal Kitap kelimesi kelimesine yorumlanmalıdır, kuralıdır. Bu, Luther’in Kutsal Kitap’ı sensus literalis yorumlama ilkesidir. Kelimesi kelimesine anlamın bu kadar vurgulanmasıyla anlatılmak istenen şeyin ne olduğunu anlamak için bunun ne tür bir tarihsel durumdan kaynaklandığını ve sözcüklerin kendilerinin anlamlarını incelememiz gerekir. (Şimdi de Luther’in “dilbilgisel ve tarihsel” yorumunu yapıyorum.)
Kutsal Kitap’ı kelimesi kelimesine veya harfiyen, olduğu gibi yorumlamak, onu bir edebiyat eseri olarak yorumlamaktır. Yani bir parçanın doğal anlamı, dilbilgisi, yazın tarzı, sözdizimi ve çerçevesinin edebiyattaki normal kurallarına göre yorumlanmalıdır
Kutsal Kitap, Kutsal Ruh’un esini olduğundan çok özel bir kitap olabilir ama bu esin sözcüklerin harflerini ya da parçaların cümlelerini sihirli cümleler haline getirmez. Esin altında da olsalar isimler isim ve filler fili olmaya devam eder. Sorular ünleme dönüşmezler ve tarihsel anlatımlar alegoriler haline gelmezler. Luther’in ilkesi sihirli ya da fazlasıyla basit olmaktan çok uzaktı. Kelimesi kelimesine yorum ilkesi, metnin en yakın edebi incelemesini gerektirir. Kutsal Kitap’ı doğru yorumlayanlar olmak için dilbilgisi kurallarını bilmemiz ve hepsinden öte “edebi tür analizi’ denilen şeyi dikkatle yapmamız gerekir.
Harfiyen Yorum ve Edebi Türün Analizi
Edebi tür analizi,5 edebi türler, mecaz ve stil gibi şeyleri incelemeyi içerir. Bunu her tür edebi eser için yaparız. Link şiirle yasal belgeler, gazetelerdeki haberlerle destanlar arasında bir ayrım yaparız. Tarihsel anlatımlarla vaazler, gerçekçi tasvirler ve gerçeği vurgulamak için ve herkes tarafından böyle olduğu anlaşılan abartmalar (“hiperbole”) arasında bir ayrım yaparız. Kutsal Kitap’ı yorumlarken bu ayrımları yapmamak yorum konusunda bir sürü soruna neden olabilir. Doğru yorum yapabilmek için edebi tür analizi çok önemlidir. Bunun Kutsal Kitap’la ilgili konularda nasıl geçerli olduğunu görmemiz için birkaç örnek vermek yararlı olacaktır.
5 “Edebi tür” olarak çevrilen teknik terim “genre” (janrı)dır ve analizine de “genre analizi” denir.
Tevrat’ın Yunus kısmının tarihsel geçerliliği bir edebiyat türü analizi sorunudur. Kutsal Kitap’ı hatalı olmadığına inanan bilginlerden bazıları Yunus’un bir balina (ya da büyük bir balık) tarafından yutulduğuna inanmazlar.
Tevrat: Yunus kısmının uzun bir bölümünün (ikinci bölümün tamamı) şiirsel olduğundan bazıları kitabın hiçbir zaman bu olayın tarihte gerçekten de gerçekleştiği fikrini vermek için yazılmadığını savunurlar. Bunun yerine Yunus tarihi anlatma amacıyla yazılmamış bir tür destan ya da dramatik şiir olarak görülür. Böylece kitap tarihseli bildirmediği için biz de ona tarih olarak bakmamalıyız. Diğer bilginler Yunus’un tarihselliğini başka nedenlerden ötürü reddederler. Tarihsel anlatım gözüktüğü halde, şiirsel bölümün sadece Yunus’un denizden kurtarılmak için ettiği şükran duasını yansıttığını, ama bir doğa mucizesini içerdiği için ciddiye alınmaması gerektiğini söylerler. Bu bilginler mucizelerin gerçekleşebileceğine inanmadıkları için kitabın tarihselliğini reddederler. Böylece ilk grup, Yunus’ un tarihsel geçerliğini edebi nedenlerden, ikincisiyse, felsefi-tanrıbilimsel nedenlerden ötürü reddeder.
Edebi analiz, Yunus’un bir balık tarafından yutulup yutulmadığı gibi felsefi soruların yanıtını veremez. Bütün yapabileceği birisinin gerçekten de böyle bir olayın gerçekleştiğini iddia edip etmediği konusunda biraz fikir vermektir. Birisi mucizelerin olasılığına inanmıyorsa, başka birisinin bir mucizenin gerçekleştiğini söylemeye hakkı olmadığı gibi bir tartışmaya girmekte hiçbir nedeni yoktur.
Edebi fikir ayrılıkları yüzünden ortaya çıkan sorunlara bir başka örnek de Kutsal Kitap’ta kullanılan abartıda6 görülebilir. Etimolojik (sözcük kökenleriyle ilgili bilim) olarak abartı, “aşırılığa kaçmak” demektir. Bir sözlük bunu, “daha etkin olması için hayali olarak şişirip, mübalağalı olarak anlatılan bir şey” olarak tanımlar. Abartının kullanımı yaygın bir edebi tarzdır. Örneğin, İncil yazarları, “İsa tüm kent ve köyleri dolaştı. Buralardaki havralarda ders veriyor, Göksel Egemenliğin müjdesini duyuruyor, her hastalığı, her illeti iyileştiriyordu,” derler (İncil.Matta 9:35). Yazar İsa’nın teker teker her bir köye gittiğini mi söylemek istiyordu? Belki de, ama bu biraz şüphelidir.
Dili de aynı şekilde kullanırız. Pittsburgh Steelers, Amerikan Futbol Şampiyonası final maçını ilk kez olarak kazandığında taraftarları zaferlerini kutlamak ve takımlarını karşılamak için sokakları doldurdular. Bazı gazeteciler, “Bütün şehir onları karşılamaya çıktı,” diye yazdı. Gazeteciler, insanların Pittsburgh’ da oturan her bireyin orada olduğunu anlamalarını mı istiyorlardı? Tabii ki, hayır. Sözlerinde abartı olduğu belliydi.
İsa, hardal tanesinin en küçük tohum olduğunu söylediği için bir hata yaptığını öne sürerek Kutsal Kitap’ta hata olmadığını kabul etmeyen saygın bir Kutsal Kitap bilgini tanıyorum. Hardal tanesinden daha küçük tohumlar olduğunu bildiğimizden İsa’nın ve İncil in hardal tanesinin en küçük tohum olduğunu söyleyerek hata yaptığını görmüş oluyoruz. Ama abartı kullanıldığı çok açıkken İsa’yı ya da Kutsal Kitap’ı hatalı olmakla suçlamak edebi tür analizinde yeterince dikkatli olmamaktır
6Batı dillerinde bu sözcük için eski Yunanca’dan gelen “hiperbole” sözcüğü kullanılır.
Edebi tür analizi kişileştirmeden kaynaklanan bazı karmaşıklıkları da çözebilir. Kişileştirme, cansız nesneler ve hayvanlara insan nitelikleri verilen şiirsel bir icattır. Kişisel olmayan şeyler kişisel bir biçimde tanımlanmıştır. Kutsal Kitap tepelerin dans ettiğini ve ellerini çırptığını söyler. Bu tür sözlerin mecaz olduklarının farkına varmak genelde kolaydır ve yorumlarında bir zorluk çıkmaz. Ancak bazı durumlarda, kişileştirme sorulan ciddi tartışmalara yol açmıştır. Örneğin, Eski Antlaşma (Tevrat) Balam’ın eşeğinin konuştuğunu kaydetmiştir. Bu, şiirsel biçimin birden bire tarihsel bir anlatımın tam ortasında araya girmesi midir? Konuşan hayvan, metinde bir masal olduğunu mu göstermektedir? Yoksa burada bir mucize olduğunu mu ya da tarihte Tanrı’nın etkinliğinin bir kaydı olarak özel bir işaret mi görüyoruz?
Bu sorulan yanıtlamanın sübjektif biçimi, mucizelerin gerçekleştiğine inanan ya da inanmayan bir önyargıyla yargılamaktır. Söylenilenin ne olduğu sorusunu yanıtlamanın objektif yoluysa metine edebi standartları uygulamaktır. Örneğin bu olay Kutsal Kitap’ta ne şiir ne de masal niteliği gösteren bir parçanın ortasında gerçekleşmektedir. Metnin yapısı, tarihsel anlatımın bütün işaretlerini taşımaktadır. Ancak eşeğin konuşması metnin önemli bir yanını oluşturur; bu yüzden bazı sorunlara yol açar. Tekrar ediyorum, bu tartışmanın amacı eşeğin konuşup konuşmadığına karar vermek değil, kişileştirme konusunun nasıl bir tartışmaya yol açabileceğidir.
Tarihsel anlatım özelliklerini taşıyan bir metnin kişileştirme olduğunu söylersek metinden okuduklarımızdan anlam çıkartmak değil metine anlam sokmak suçunu işleriz. Eğer Kutsal Kitap bir şeyin gerçekleştiğini söylüyorsa bunun kişileştirme olduğunu söyleyerek örtbas etmeye hiçbir hakkımız yoktur. Böyle bir şey yapmak, edebi ve düşünsel bakımdan sorumluluktan kaçmaktır. Eğer gerçekleştiği yazılı olan şeye inanmıyorsak bunu dile getirelim ve bunu Eski Antlaşma kayıtlarındaki ilkel inançların metne girmesi olarak görelim.
Şiddetli tartışmalara neden olan bir başka kişileştirme sorunu da Tevrat: Tekvin 3’cü bölümde konuşan yılandır. Hollanda’daki Hollanda Reformcu Kilisesi mezhebi, önde gelen bir tanrıbilimci profesörün bu konudaki görüşünün etrafında ciddi bir krizden geçmiştir. Bu tartışmanın en yüksek noktasında Karl Barth Hollanda’yı ziyaret ettiğinde kendisine, “Yılan konuştu mu?” diye sordular. Barth, “Yılan ne dedi?” diyerek yanıt verdi. Barth’ın akıllıca yanıtı şunu demek istiyordu: “Yılanın konuşup konuşmadığı önemli değil. Önemli olan ne söylediği ve bu sözlerin Günaha Düşüş’ün bu tanımı üzerinde nasıl bir etkisi olduğudur.” Günaha Düşüş’ün Kutsal Kitap’taki anlatımı tarihsel ve de tarihseli bildiren durumunda değilse, Barth tabii ki haklıydı. Ancak yanıtı Hollandalılar’ı tatmin etmedi çünkü onları ilgilendiren gerçekten konuşan bir yılan olup olmadığı değil, neden profesörlerinin öykünün tarihselliğini inkar ettiğiydi.
Tevrat: Tekvin’in giriş bölümleri, kullanılan edebi türün tam olarak ne olduğunu göstermek isteyen kişi için gerçek bir zorluk oluşturur. Metnin bir kısmının tarihsel belge olma özelliği vardır, buna karşın bir kısmı da sembolizmde kullanılan betimlemeleri sergiler. Adem gerçek bir coğrafi konuma yerleştirilmişti ve gerçek bir insan olarak tanımlanır. En önemlisi, bir Yahudi için mitolojik bir kişi için uygun olmayan bir biçimde bir aile soyağacı çerçevesine yerleştirilmiş olmasıdır. Kutsal Kitap’ın diğer bölümlerinde Adem, tarihsel gerçeklikleri şüphe götürmeyen diğer kişilerle birlikte gruplanmıştır. Bütün bunlar Adem’i tarihsel bir kişi olarak görme konusunda edebi tür analizi kuralları altında ağırlık taşıyan nedenler olurlardı. (Tabii ki bunu yapmak için ek bazı tanrıbilimsel nedenler vardır, ama bizler burada sadece edebi tür analizi sorusuyla ilgileniyoruz.) Ancak, tarihte yaşamış oldukları açıkça belli olan öykü kahramanlarının yanı sıra Aden Bahçesi’ nde İyilik ve Kötülüğü Bilme Ağacı’ndan söz edildiğini görüyoruz. Bu, ne biçim bir ağaçtır? Ne tür yaprak ve meyva veriyordu? Bu imajda, örneğin İncil.Esinleme kitabında olduğu şekilde apokaliptik7 edebiyat türünde bulunan sembolizmlerin nitelikleri vardır.
Böylece, Kutsal Kitap’ın giriş bölümlerinde içinde tarihsel anlatım öğeleriyle sembolizm öğelerinin özel bir biçimde karışmış oldukları bir edebi türle karşılaşmış oluyoruz. Ancak nasıl bir edebi tür olduğunu belirledikten sonra bize tarihsel olarak neyi ilettiğini anlayabiliriz. Bu belirlendikten sonra güvenilir olup olmadığı sorusuna geçebiliriz. Aynı şeyleri tekrar etme pahasına da olsa, Kutsal Kitap’ın gerçekten ne söylediğiyle, söylediğinin doğru olup olmadığı sorusu arasındaki farkı görmeye dikkat etmemiz gerektiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum
7Apokaliptik adlı edebi tür, özel sembollerle dolu bir yazın tarzıdır.
Mecaz, bir ilgi ya da benzetme sonucu gerçek anlamından başka anlamda kullanılan sözdür. Kutsal Kilap’ta bol miktarda mecaz bulunur ve İsa da mecazı sık sık kullanmıştır. Yine, Çoğu durumda söylenilenlerin mecaz olduğunun farkına varmak epey kolaydır. İsa, “Kapı ben ‘im. Bir kimse benim aracılığımla içeri girerse kurtulur,” (İncil: Yuhanna 10:9) demişti, bunu nasıl algılamalıyız? Bunun anlamı bizim cildimizin olduğu yerde İsa’da maun verniği, bizim kollarımızın bulunduğu yerde İsa’da menteşeler, bizim göbeğimizin olduğu yerde İsa’da kapı tokmağı mı olduğuydu? Tabii ki böyle şeyler düşünmek saçmadır. Burada İsa, olmak filmi mecazi anlamda kullanmaktadır.
Ama İsa, Son Akşam Yemeği’nde ‘Bu benim bedenimdir” (İncil:Luka 22:19) dediğinde ne demek ister? Ekmek, O’nun bedenini mecazi anlamda mı simgeliyordu? Yoksa gerçekten de O’nun bedeni haline mi geliyordu? Buradaki edebi tür tam olarak belli değildir. Edebi tür analizinde ortaya çıkan farklı görüşler İnanlılar topluluğunda Rab’bin Sofrası’nın (Komünyon) anlamı konusunda ciddi ayrılıklara neden olmuştur. Luther’le Kalvin’in görüş birliğine varamadıkları çok az konudan biri de, İsa’nın bu sözlerinin anlamıydı. Kalvin’in temsilcileriyle Luther arasında bu konuda anlaşmaya varmak için yapılan müzakerelerden birinde Luther, “Hoc est corpus meum; hoc est corpus meum...” (Bu benim bedenimdir) sözlerini defalarca tekrarlamıştır. Hem Luther’in, hem de Kalvin’in Kutsal Kitap’ın otoritesi konusundaki görüşlerini göz önüne alırsak Kutsal Kitap’ın gerçekten ne söylediği hakkında görüş birliğine varabilselerdi her ikisinin de buna boyun eğecek olduklarını biliyoruz.
Böylece, Kutsal Kitap’ın kelimesi kelimesine ne dediğini anlamanın klasik yöntemi, Kutsal Kitap’ in bölümlerinde kullanılan değişik biçimler ve mecazlar aracılığıyla neler söylendiğini öğrenmeye çalışmak demektir. Bu, Kutsal Kitap’ in söylediklerini yumuşatmak, zayıflatmak ya da görecelileştirmek amacıyla değil, Tanrı’nın halkının imanı ve uygulamasına daha etkin bir kılavuz olarak hizmet edebilmesi için onu doğru bir şekilde anlamak için yapılır.
Ortaçağ’daki Yorum Yöntemi:”Quadriga’8
Kutsal Kitap’ın kelimesi kelimesine anlamını aramanın önemimi vurgulayan ilk kişi Luther olmadığı halde kendi çağında quadriga denilen yaygın yorum yöntemine en büyük darbeyi indiren odur. Quadriga, kökleri ilk İnanlılar topluluklarının tarihinde olan dört yönlü yorum yöntemiydi. Kutsal Kitap yorumcularının Clement ve Origen’in eserlerinden itibaren yaygın bir şekilde gerçekten uzak sembolikleştirme yöntemleri kullandıklarını görülebilir. Ortaçağ geldiğinde bu dört yönlü yöntem iyice oturmuştu. Bu yöntem her metnin, kelimesi kelimesine, ahlaksal, alegorik ve ardındaki gizli anlam olmak üzere dört anlamını inceliyordu.
8”Quadriga” Latince’de dörtlü demektir.
Kutsal Kitap’ın kelimesi kelimesine anlamı açıkça ortada olan anlamı olarak tanımlanmıştı. Ahlaksal anlamı, insanlara nasıl davranmaları gerektiğini söyleyen yanıydı. Alegorik anlam, iman içeriğini, ardındaki gizli anlam ise gelecek için umudu dışa vuruyordu. Böylece örneğin Kudüs’ten söz eden parçaların dört anlamı olabilirdi. Kelimesi kelimesine anlamı, Yahudiye’nin başkenti olan ve ulusun merkezi olan tapınağın bulunduğu yerden söz ediyordu. Kudüs’ün ahlaksal anlamı, insanın ruhuydu (insanın “merkezi tapınağıydı”). Kudüs’ün alegorik anlamı Mesih İnanlı toplumun merkezi olan İnanlılar topluluğu’ydu. Gizli anlamı ise cennetti (Tanrı’nın halkının gelecekte ikamet edecekleri yer hakkındaki nihai umut). Böylece Kudüs’ten bir tek kez söz edilmesi aynı anda dört değişik anlama gelebilirdi. Eğer Kutsal Kitap birisinin Kudüs’e gittiğinden söz ediyorsa bu onların, ya yeryüzünde var olan gerçek Kudüs şehrine gittikleri ya da ruhlarının bir ahlaksal kusursuzluk konumuna “çıktığını” ya da İnanlılar topluluğuna gitmemiz gerektiğini ya da bir gün cennete gideceğimiz anlamına gelebilirdi.
Aklı başında insanların böylesine tuhaf bir yorum yöntemiyle bu kadar ilerilere gitmeleri hayretler vericidir. Tanrıbilimi doğal anlamla sınırlamadan yana olan Augustine ve Aquinas bile dörtlü yöntem aracılığıyla tuhaf tahminlerde bulunmuşlardır. Bunu görmek için Augustine’in “İyi Samiriyeli” benzetmesini alegorik bir şekilde ele almasına bir bakmak yeterlidir. Kutsal Kitap yorumcuları, Kutsal Kitap’ın açık anlamının yüzeyinin altına bakarak bir sürü tuhaf yorumla ortaya çıkmışlardır. Martin Luther, bu ve bunun gibi çarpıklıkları protesto etmiştir.
Luther, Kutsal Kitap parçalarının çok yönlü anlamları Olduğunu reddettiği halde, bununla Kutsal Kitap uygulamasını bir tek anlamla sınırlamadı. Bir Kutsal Kitap parçasının bir tek anlamı olduğu halde yaşamlarımızdaki birçok durum için birçok uygulaması olabilir. Okulun ilk gününde öğrencilerine İncil’den bir tek ayet okuyup bu ayeti okuyarak ondan öğrendikleri elli şeyi yazmaları ödevi veren bir tanrıbilim profesörü tanıyorum. Öğrenciler notlarını birbirlerininkiyle kıyaslayarak gecenin geç saatlerine kadar çalışıp profesörün istediğini yapmaya çalıştılar. Ertesi gün sınıfa döndüklerinde profesör çalışmalarını takdir etti ve ertesi gün için aynı ayetten öğrendikleri elli başka şeyi yazmalarını istedi. Tabii ki yapmak istediği , Kutsal Kitap’ın bir tek ayetinde bulunabilecek gerçeğin zenginlik ve derinliğini öğrencilerin kafalarına işlemekti. Profesör, Kutsal Kitap’taki ayetlerin bir tek bir anlamı olduğu halde uygulama alanlarının zengin ve çeşitli olduğunu öğrencilerine çarpıcı bir şekilde gösteriyordu.
Hem Kutsal Kitap’ ın kendi kendini yorumlama ilkesi, hem de doğal anlamı (sensus literalis) arama, sınırlandırılmamış tahminler ve sübjektivist yoruma karşı gerekli koruyucu önlemlerdir. Doğal anlam Kutsal Kitap’ın tümünü kaba ve katı bir şekilde tarihsel anlatım kalıbına sokmaya çalışmak anlamına gelmez. Doğal anlam, böyle bir şeyin olmasını engellemek ve mecaz olmayan parçalara mecaz anlamlar koyarak Kutsal Kitap’ ı yeniden tanımlamaya karşı alınan koruyucu bir önlemdir. Kutsal Kitap’ı her iki yana da çarpıtabiliriz. Yöntemlerden biri öbüründen daha gelişmiş olabilir ama bu onun daha az çarpıtıcı olduğu anlamına gelmez.
Dilbilimsel-Tarihsel yorum yöntemi, Kutsal Kitap’ın kendi kendinin yorumcusu olduğu ilkesi ve Kutsal Kitap’ın doğal anlamıyla yakından bağlantılıdır. İsminin de çağrıştırdığı gibi bu yöntem, ilgiyi sadece edebi türlerde yoğunlaştırmakla kalmaz, Kutsal Kitap’ın yazıldığı gramer yapısını ve tarihsel çerçeveleri de ele alır. Yazılı belgeler bize belirli bir gramer yapısı içinde ulaşır. Şiirde olduğu gibi iş mektuplarında da belirli yapı kuralları vardır. Kutsal Kitap’ı etüt ederken, nesneyle yüklem, isimle sıfat arasındaki farkı bilmek önemlidir. Kendi dilimizin dilbilgisini bilmek önemli olmakla birlikte bu konuda bizim için yeterli olmaz; İbranice ve Grekçe dilbilgisinin de özelliklerini bilmek bize yardımcı olacaktır. Örneğin, eğer değişik ülkelerde halk, eski Grekçe’nin gramerini iyice bilseydi, Yehova’nın Şahitleri kendi çarpık yorumlarıyla İsa Mesih’in Tanrılığını inkar etmek için kullandıkları İncil:Yuhanna kısmının ilk bölümünü satmakta çok daha fazla zorluk çekerlerdi.
Gramer yapısı, sözlerin soru mu, emir mi yoksa bir bildiri mi olduğunu belirler. Örneğin Isa, “Benim tanıklarım olacaksınız,” dediğinde (İncil:Elçilerin işleri 1:8) gelecekte gerçekleşecek bir şeyi mi bildiriyor yoksa büyük bir emir mi veriyor? Türkçe’deki yapı belirli değildir. Ancak sözlerinin eski Grekçe yapısı İsa’nın gelecekte gerçekleşecek bir şeyi bildirmediğini, bir emir verdiğini ima ediyor.
Diğer belirsizlikler, grameri iyice öğrenince ortadan kalkar ve açıklığa kavuşur. Örneğin Pavlus, Romalılara yazdığı mektubun başlangıcında, “Tanrı’nın müjdesini yaymak için seçilip bir elçi olmaya çağrıldığını” yazdığında nin, ne anlama geliyor? Müjde’ nin içeriğinden mi, yoksa kaynağından mı söz ediyor? Ni gerçekten “hakkında” mı, demek yoksa sahip olma eki mi? Dilbilgisi açısından yanıt, Pavlus’un Tanrı hakkındaki müjdeyi mi, yoksa Tanrı’dan gelen müjdeyi mi yayacağı sorusunun cevabını belirleyecektir. Her ikisi arasında sadece gramer analizinin çözümleyebileceği büyük bir fark vardır. Yukarıdaki ayette eski Grekçe yapı, bunun sahip olma eki olduğunu gösterir, bu da bizim sorumuzu yanıtlar.9
Tarihsel analiz, Kutsal Kitap’ın kısımlarının yazıldığı zaman, mekan ve durumları öğrenmeyi içerir. Kutsal Kitap’ın tarihsel çerçeve içinde ne demek istediğini anlamak için bu elzemdir. Bu tarihsel inceleme konusu gerekli olduğu kadar da tehlikelidir. Tehlikelerin ne olduğu daha sonra 5’ci bölümde ayrıntılarıyla anlatılacaktır. Gerekli olması, söyleneni doğru bir şekilde anlamamız içindir. Kutsal Kitap’ in herhangi bir kısmının iyice anlaşılmasında yazarın kim olduğu, yazıldığı tarih ve kime hitaben yazıldığı soruları önemlidir. Eğer kısmı kimin, kime, hangi şartlar altında ve tarihin hangi döneminde yazdığını bilirsek bu bilgi anlamakta çektiğimiz zorlukları büyük ölçüde yok edecektir.
Örneğin, İncil:İbranilere Mektup’ta birçok zor ve sorun oluşturan parça vardır. İncil’in bu bölümünü kimin yazdığından, kendilerine “İbraniler” diye hitap eden kişilerin kimler olduğundan ve en önemlisi hitap edilen topluluktakilerin yaşamlarını
9Türkçe’de bu örnek pek çarpıcı değildir çünkü İncil’i çağdaş çevirenler eski Grekçe metinlere dikkat ederek bazı dillerdeki belirsizliği, çok başarılı tercüme yaparak, ortadan kaldırmışlardı.
hangi tür bir yoldan sapmanın tehdit ettiğinden emin olmadığımız için zorluklar daha da artar. Eğer bu sorulardan biri ya da daha fazlası kesinlikle yanıtlanabilseydi bu kısımdaki özel sorunları çözmekte büyük bir yol kat edebilirdik.