"Kutsal Kitap ayetleri ya da açık mantık aracılığıyla ikna olmadıkça sözlerimi geri almayacağım. Vicdanım Tanrı Sözü tarafından esir alınmış durumda ve vicdana aykırı hareket etmek ne doğru ne de güvenli bir şeydir."Bu ölümsüz sözler Martin Luther tarafından Worms Kurultayı'nda söylenmişti. Ciddi sapkınlıkla suçlanarak hem kilise ve hem de devlet yetkilileri önünde ölüm cezası istemiyle yargılanıyordu. İmanla aklanma doktrinini yalanlaması istendiğinde doktrininin Kutsal Kitab’ı temel aldığında ısrar etti. Önde gelen Katolik tanrıbilimcilerle yaptığı daha önceki tartışmalarında hem Papa ve hem de kilise konseylerinin hata yapabileceklerinin mümkün olduğu kendisine itiraf ettirilmişti.
Tarihçiler, Protestan Reformu'nu sık sık materyal ve resmi nedenini tanımlayarak açıklamışlardır. Materyal nedeni, sadece imanla aklanma (sola fide) doktrini konusundaki tartışmaydı;
İkinci Temel Taş
1 Tanrı'yı merkez alan
2 Sadece Tanrı Sözü'nü merkez alan
3 Sadece imana adanmış olan
4 İsa Mesih'e adanmış
5 Üç antlaşma tarafından yapılanmış
resmi nedeni ise Kutsal Kitab’ın yetkisi (sola Scriptura) hakkındaki tartışmaydı. Aklanma tartışmasının arka planında sola Scriptura ilkesi gizliydi. Luther'in Worms'da sözlerini geri almayı reddetmesi bunu ön plana çıkardı. Bu noktadan sonra, sola Scriptura Protestanlar için savaş çığlığı haline geldi.
Sola Scriptura terimi "sadece Kutsal Kitap aracılığıyla" anlamına gelir. Bu slogan, İnanlılar'ın vicdanlarını bağlama yetkisine sadece Kutsal Kitab’ın sahip olduğunu bildiriyordu. Protestanlar, kilise makamları, devlet yetkilileri ve kilise İnanç Bildirileri gibi başka yetki biçimlerini de kabul ediyorlardı. Ama bu yetkileri, Tanrı'nın yetkisinden alınmış ve Tanrı'nın yetkisine bağımlı olarak görüyorlardı. Bu daha az önemli olan yetkilerin hiçbiri mutlak kabul edilmiyordu, çünkü hepsi hata yapabilirdi. Hata yapamayan sadece Tanrı'ydı. Hata yapabilen yetkililer vicdanı mutlak bir şekilde bağlayamazlardı; bu hak sadece Tanrı ve Sözü için saklıydı.
Protestanlar'ın Kutsal Kitab’ın yanılmaz yetkisine inandığı, Katolik Kilisesi'nin ise sadece kilise ve geleneklerinin yanılmaz yetkisine inandığı hakkında yaygın bir yanlış anlayış vardır. Bu tartışmanın bir çarpıtılışıdır. Reform zamanında her iki taraf da Kutsal Kitab’ın yanılmaz yetkisini kabul etmişti. Önemli olan: "Kutsal Kitap, özel vahyin tek yanılmaz kaynağı mıdır?" sorusuydu.
Katolikler, yanılmaz özel vahyin, Kutsal Kitap ve gelenekler olmak üzere iki kaynağı olduğuna inanıyorlardı. Gelenek yetkisini kiliseye atfettiklerinden kimsenin Kutsal Kitab’ı bu geleneğe aykırı bir biçimde yorumlamasına izin vermediler. Luther ise aynen bunu yaptı, bu da onun kiliseden aforoz edilmesine ve doktrininin kınanmasına yol açtı.
Reformcular, genel ve özel olmak üzere iki tür tanrısal vahiy olduğu konusunda görüş birliğindeydiler. Bazen adına, doğal vahiy denilen genel vahiy, Tanrı'nın Kendisini doğada vahyetmesinden söz eder. Havari Pavlus bunu Romalılar'da bildirir: "Haksızlıkla gerçeğe engel olan insanların bütün tanrısızlık ve haksızlığına karşı Tanrı'nın gazabı gökten açıkça gösterilir. Çünkü Tanrı'ya dair bilinen ne varsa, gözlerinin önündedir. Tanrı hepsini gözlerinin önüne serdi. Dünyanın yaratılışından beri, Tanrı'nın görünmeyen nitelikleri, yani sonsuz gücü ve Tanrılığı, O'nun yaptıklarıyla anlaşılarak açıkça görülüyor. Bu nedenle özürleri yoktur" (Romalılar 1:18-20).
Gördüğümüz gibi, bu vahye etki alanı ve içeriğinden ötürü "genel" adı verilir. Tanrı'nın doğadaki vahyini herkes alır; herkes (özel vahiy olan) Kutsal Kitab’ı okumamış ya da öğretisini duymamıştır. Genel vahiy, kurtuluşun tarihçesini ya da Mesih'in kişiliği ve işini açıklamaz; bunu yapan özel vahiydir.
Reformcular, genel ve özel vahiy arasında bir ayrım yapmış oldukları halde, özel vahyin sadece bir tek yazılı kaynağı olduğunu ve bunun da Kutsal Kitap olduğu konusunda ısrar etmişlerdir. Sola Scriptura'nın solası (yani sadecesi) buydu. Sadece sözünün en büyük nedeni, kiliselerin İnanç Bildirileri insanların eseriyken Kutsal Kitab’ın Tanrı tarafından esinlendirilmiş olduğu inancıydı. Bu daha az önemli eserler, doğru ve gerçekten olduğu gibi aktarılmış, bilgili bilginlerin en iyi düşüncelerini aktarıyor olabilirdi; ama esinlendirilmiş Tanrı Sözü değildiler.
KUTSAL KİTAP'IN ESİNİ
Reformcular, Kutsal Kitab’ın esini konusunda yüksek görüşlere sahiptiler. Kutsal Kitap, Tanrı Sözü, verbum Dei, ya da Tanrı'nın sesi, vox Dei'dir. Örneğin John Calvin şöyle yazmıştır:
Tanrı Sözü olduğu bildirilenin böyle olduğu kabul edildiğinde, sağduyusu ve insansal duyguları kayıp olmadıkça kimse konuşmacıyı ciddiye almamazlık etme cüretine sahip olamaz. Ama cennetten günlük tepkiler verilmediğinden ve Kutsal Kitap da Tanrı'nın Kendi gerçeğini sürekli olarak hatırlatmak üzere emanet ettiği tek kayıt olduğundan, direkt olarak Tanrı'nın bu sözleri söylediği duyulmuşçasına, cennetten gelmiş olduklarına inanılmadıkça sadık olanlar üzerindeki tam yetkisi anlaşılmaz._
"Muşçasına" sözü, Calvin'in Kutsal Kitab’ın cennetten direkt olarak aşağıya atıldığına ya da Tanrı'nın Kendisinin sözleri Kutsal Kitab’ın sayfalarına yazdığına inandığı anlamına gelmez. Bunun yerine "muşçasına" sözü, Kutsal Kitap'a eşlik eden tanrısal otoritenin ağırlığından söz eder. Bu otoritenin kökü ve temeli Kutsal Kitab’ın özgün olarak tanrısal esin altında verildiği gerçeğindedir. Bu iddia, Kutsal Kitab’ın kendi yetkisini bildirişiyle aynı çizgidedir: "Kutsal Yazıların tümü Tanrı esinidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek ve doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır. Bunlar sayesinde Tanrı adamı her iyi iş için donatılmış olarak yetkin olur" (2.Timoteyus 3:16-17).
Pavlus'un Kutsal Kitab’ın esinini bildirmesi onun özgün konumundan söz eder. "Tanrı'nın nefesinden gelmiş" anlamını taşıyan Yunanca sözcük theopneust sözcüğünü kullanır. Bu sözcük genelde "nefes almak" anlamına gelen "esinlendirilmiş" olarak tercüme edildiği halde, theopneust teknik olarak nefes verme anlamına gelir. Pavlus, Kutsal Kitab’ın Tanrı'nın nefesi tarafından verildiğini söyler. Bu sadece iki anlamlı bir söz değildir. Nefes verilebilmesi için önce nefes alınması gerektiği açıktır. Söylenmek istenilen, tanrısal esin işinin, Tanrı'nın nefes verişiyle gerçekleştiğidir. Pavlus, Kutsal Kitab’ın Tanrı'nın nefesinden geldiğini söylediğinden Kutsal Kitab’ın kaynağı Tanrı'nın Kendisi olmalıdır.
Calvin ve diğerleri Kutsal Kitab’ın esininden söz ettiklerinde, Tanrı'nın Kutsal Kitab’ın insan yazarlarını her sözcüğü tanrısal yönetim altında yazmalarını sağlayışından söz ediyorlardı. Esin doktrini, Tanrı'nın Kutsal Kitab’ın insan yazarlarını tanrısal vahyin aracıları olmalarını sağladığını böylece yazdıklarının sadece kendi yazdıkları değil, daha yüksek bir anlamda Tanrı Sözü'nün ta kendisi olduğunu bildirir. Kutsal Kitab’ın içeriğinin kaynağı nihai olarak Tanrı'dadır.
Bu tanrısal esinin tam olarak nasıl olduğu ya da hangi yöntemle verildiği konusunda birçok tartışmalar olmuştur. Bazıları, insan yazarları robot gibi makinelere ya da Tanrı tarafından kendilerine dikte ettirilen sözcükleri sadece yazan pasif stenoculara indirgeyerek mekanik bir esin ya da dikteyi savunmuşlardır.
Ancak Kutsal Kitab’ın kendisi böyle bir iddiada bulunmaz. Tanrısal esinin biçimi ya da tam olarak nasıl olduğu hecelenmemiştir. Kutsal Kitab’ın yetki iddiasının en önemli noktası, sözünü nefesiyle verenin Tanrı olduğudur. Kutsal Kitab’ın kendisinin etüdünden yazarların bireysel stillerinin değişmemiş olduğu açıkça görülür. Kutsal Kitab’ın esini, Kutsal Kitab’ın kendisini insan hatasının girmesinden koruyan tanrısal yönetiminden söz eder. Tanrı'nın Sözü'nü insan yazarlar aracılığıyla korumasından söz eder.
KUTSAL KİTAP'IN YANILMAZLIĞI
Reformcular, Kutsal Kitab’ın kaynağı Tanrı'da olduğundan ve O'nun esiniyle yönetildiğinden onun yanılmazlığından emindiler. Yanılmazlık, hatasızlık ya da hatalı olmasının imkansızlığından söz eder. Hatasız olan hata yapamayandır. Tanrı'nın doğası ve karakterinden ötürü Tanrı'ya ve işine hatasızlığı atfederiz.
Tanrı'nın doğasına saygı duyarız çünkü Tanrı her şeyi bilen kabul edilir. Karakterine saygı duyarak, kutsal ve tamamıyla doğru kabul edilir.
Teorik olarak, doğru olan ama bilgisi sınırlı bir varlığı düşünebiliriz. Böylesi bir varlık, kandırma ya da aldatma arzusundan ötürü değil bilgisizliğinden ötürü söylediklerinde yanlışlar yapabilir. Onunkiler dürüst hatalar olur. İnsansal düzeyde insanların yalan söylemeden yanlış bildirilerde bulunmalarını anlayabiliriz. Yalanla basit bir hata arasındaki fark, niyet düzeyidir. Diğer yandan, her şeyi bilen ama kötü olan bir varlık da düşünebiliriz. Bu varlık bilgisizlikten ötürü bir hata yapamaz ama yalan söyleyebilir. Bunda açıkça kötülük ve kötü niyet vardır. Ancak Tanrı hem her şeyi bildiği ve hem de ahlaksal bakımdan kusursuz olduğundan yalan söyleyemez ve hata yapamaz.
Kutsal Kitab’ın kaynağının hatasız olduğunu söylediğimizde, bütün yaptığımız Kutsal Kitab’ın kaynağının hatasız olan Tanrı olduğunu söylemek oluyor. Bu, Kutsal Kitap yazarlarının kendilerinin hatasız ve yanılmaz oldukları anlamına gelmiyor. Kutsal Kitap yazarları, diğer insanlar gibi, Errare humanum est, "Hata etmek insanlara mahsustur" aksiyomunu kanıtlayan insanlardı. İnsanlar hata yapabildikleri için, Kutsal Kitab’ın Tanrı Sözü olabilmesi için, insan yazarlarının işlerini yaparken yardıma ihtiyaçları olmuştu.
Günümüzde Kutsal Kitab’ın esini sorusu yine gündemdedir. Bu noktada bazı tanrıbilimciler ikili oynamaya çalıştılar. Kutsal Kitab’ın esinini savunurken bir yandan da Kutsal Kitab’ın yanılmazlığını inkar ediyorlar. Kutsal Kitab’ın tanrısal esinine karşın hala yanılabildiğini söylüyorlar. Tanrı tarafından esinlendirilmiş bir hata gerçekten de boğaza takılacak bir lokmadır. Tanrı'nın hatayı esinlendirebileceği düşüncesi korkuyla irkiltir. Tanrı'nın hatayı esinlendirebilmesi için ya her şeyi bilmemesi ya da kötü olması lazımdır.
Belki de esinlendirilmiş hata düşüncesiyle söylenilmek istenen, esinin iyi ve her şeyi bilen bir Tanrı'dan çıktığı halde
yapılacak iş için yetersiz olduğudur. Yani yerine getirilmesi amaçlananı gerçekleştirmekte yetersizdir. Bu şekilde Tanrı'nın bir başka niteliği olan her şeye gücü yetmesi bertaraf edilmiştir. Belki de Tanrı, Kutsal Kitab’ın yazılımını insan yazarların hata eğilimlerini yenecek yeterli güçle yönetememişti.
Esini hatayla birleştirmek yerine esini tamamen inkar etmek çok daha anlamlı olurdu. Kutsal Kitab’ın hatasızlığını eleştirenlerin çoğu, baltalarını ağacın dibine vurarak esini tamamen reddederler. Bu daha dürüst ve mantıklı bir yaklaşım gibi görünmektedir. Tanrı'nın Kendisinin temel niteliklerini inkar etme hürmetsizliğinde bulunmaz.
Günümüzde biraz geçerliliği olan bir formülü kısaca inceleyelim: "Kutsal Kitap, hata yapabilen Tanrı Sözü'dür."Şimdi bu sözcüklerin bazılarını çıkaralım. "Kutsal Kitap...dür" sözünü çıkaralım. Formül, "Tanrı Sözü hata yapabilir" olur. Şimdi "Sözü"nü çıkarın ve sonuç: "Tanrı hata yapabilir" olur. Kutsal Kitab’ın hata yapabilen Tanrı Sözü olduğunu söylemek açıkça saygısız bir kandırmacadır. Eğer Tanrı Sözü'yse hatasızdır. Eğer hata yapabilirse, Tanrı Sözü değildir. Tanrı hakkında hatalı bir şey duymamız mümkündür ama Tanrı'dan gelen hatalı bir söz olamaz.
Kutsal Kitab’ın kaynağının Tanrı olduğu Kutsal Kitap boyunca tekrar tekrar bildirilmiştir. Daha önceden belirtilen bir örnek Pavlus'un Romalılara Mektubu'nda bulunur. Pavlus kendisinden, "İsa Mesih'in kulu, Tanrı'nın müjdesini yaymak için seçilip elçi olmaya çağrılan" diye söz etmektedir (Romalılar 1:1). "Tanrı'nın müjdesi" sözünde nın sözcüğü, sahiplik ekidir. Pavlus sadece Tanrı hakkında olan bir müjdeden değil, Tanrı'ya ait olan bir müjdeden söz ediyordu. Tanrı'ya aittir ve O'ndan gelir. Kısaca, Pavlus bildirdiği müjdenin insanlardan olmadığını ve insanların uydurduğu bir şey olmadığını; tanrısal vahiyle verildiğini bildiriyor. Kutsal Kitab’ın esini ve hatasızlığı konusundaki tartışmanın tümü temelde doğaüstü vahiy hakkında bir tartışmadır. Reform teolojisi vahyedilmiş bir inanç, insansal anlayışı üzerine değil, bizlere Tanrı'nın Kendisinden gelen bilgiye dayalı olarak Hristiyanlığa adanmıştır.
KUTSAL KİTAP'IN HATASIZLIĞI
Reform Teolojisisi, Kutsal Kitab’ın yanılmaz oluşunun yanı sıra Kutsal Kitab’ı hatasız kabul eder. Yanılmazlık, bir şeyin yanılamayacağı anlamına gelir, hatasızlık ise onun hata yapmadığını bildirir. Yanılmazlık bir yetenek ya da potansiyeli tanımlar. Olamayacak bir şeyi tanımlar. Hatasızlık gerçeği tanımlar.
Örneğin, bir imla testinde 100 üzerinden 100 alabilirim. Bu sınırlı deneyimde "hatasız"dım; testte hiç hata yapmadım. Buradan yola çıkarak hatasız olduğum sonucuna varılması haklı çıkarılmaz. Hatalı insanlar her zaman hata yapmazlar. Bazen, aslında sık sık, hata yapabilirler çünkü hatasız değildirler. Hatasız birisi hiçbir zaman hata yapmaz, çünkü bu şekilde hatasızlık herhangi bir hata olasılığını saf dışı bırakır.
Günümüzde bazı bilginler Kutsal Kitab’ın yanılmaz ama hatalı olabileceğini söylemişlerdir. Bu epey karmaşa yaratan bir sözdür. Gördüğümüz gibi, yanılmaz sözü iki söz arasında daha kuvvetli olanıdır.
Öyleyse neden bu bilginler yanılmaz sözünü tercih etmişlerdir? Bunun yanıtı herhalde duygusal alanda bir yerlerde yatmaktadır. Bazı eğitsel çevrelerde hatasızlık sözü hoş karşılanmaz. Alçaltıcı anlamlarla yüklüdür. Bu sözcük sık sık, sofistike olmayan ve bilginlikten uzak türde muhafazakarlıkla bağdaştırılır. Diğer yandan, yanılmazlık sözü özellikle de Katolik bilginliğinde eğitsel saygınlık tarihine sahiptir. İnsanlar, yanılmazlık konusunda Katolikler'in görüşlerini reddedebilirler ama onu kaba, ilkel teolojiyle özdeşleştirmezler. Örneğin Cizvitler, sofistike olmayan bir bilginlikle tanınmazlar. Bazıları antientellektüel çevrelerle bağdaşmaktan suçlu bulunmamak için hatasızlık sözünden kaçınıp yanılmazlık sözüne sığınmışlardır. Ancak süreç içinde yanılmazlık, hatasızlıktan daha az bir şey ifade edecek şekilde tanımlanmışsa o zaman terminolojideki değişim aldatıcı bir bahanedir.
Tarihsel Reform Teolojisi için hem hatasızlık ve hem de yanılmazlık ayrılmaz parçalar oldukları halde, Kutsal Kitab’ın güvene layıklığı konusundaki modern tartışmalar başkalarını, hatasızlık kavramının yetkili Reformcular tarafından savunulmadığını, bu düşüncenin on yedinci yüzyıldaki bilginsel ya da rasyonalist tanrıbilimciler tarafından çıkarıldığını söyleyerek konuyu tartışmaya itmiştir. Hatasızlık kavramının daha sonra moda olduğu doğru olduğu halde, bu kavramın on altıncı yüzyıldaki Reformcuların eserlerinde var olmadığını söylemek hiçbir şekilde doğru değildir. Martin Luther'in birkaç gözlemine dikkat edelim:
Bu kitabın Yazarı, Kutsal Ruh'un Kendisi ve her şeyin Yaratıcısı Tanrı'dır._
Kutsal Kitap, insan tarafından da yazılmış olduğu halde, insandan değil Tanrı'dandır._
Bu öyküleri boşuna okumayacak olan kişi Kutsal Kitab’ın insansal değil, tanrısal bilgelik olduğuna kesinlikle inanmalıdır._
Tanrı'nın Sözü durmalıdır, çünkü Tanrı yalan söyleyemez; ve O'nun Sözü'nün en önemsiz bir harfi ya da virgülü yerine gelmeden önce gök ve yer yok olmalıdır._
Kutsal Kitap'tan başka hiçbir şeyle övünme niyetimiz yok ve Kutsal Ruh'un Kendi Kendine karşı çıkmayacağı ve çelişkiye düşmeyeceğinden eminiz._
Aziz Augustin, Aziz Jerom'a yazdığı mektubunda, "Kutsal Kitab’ı hatasız kabul etmeyi öğrendim" der._
Aziz Augustin'in kitaplarında beden ve kanın konuştuğu birçok parça bulursunuz. Ve bana gelince hizmetten başka şeylerde, evde, sofrada ya da başka bir yerde konuştuğumda Tanrı'nın Sözü olmayan birçok söz söylüyorum. Bu yüzden Aziz Avgustin, Aziz Jerom'a yazdığı bir mektupta sadece Kutsal Kitab’ın hatasız sayıldığını söyleyen iyi bir aksiyom bildirmiştir._
Hatasızlık kavramının yeni bir keşif olmadığı açıktır. Eski zamanlarda sadece Aziz Augustin gibi kişiler tarafından değil, aynı zamanda İrenyus tarafından da açıkça bildirilmişti. Luther, Avgustin'in görüşlerini açık bir onayla aktarır. Aynı onay John Calvin'in yazılarında da görülür.
Açık hatasızlık ve yanılmazlık, Kutsal Kitab’ın nüshaları ve tercümeleri için geçerli değildir. Reform teolojisi, hatasızlığı Kutsal Kitab’ın özgün el yazmalarıyla ya da autographa'yla sınırlar. Autographa, Kutsal Kitap yazarlarının ilk işleri günümüzde bizler için direkt olarak kullanıma açık değildir.
Bundan dolayı, birçokları özgün elyazmalarıyla kontrol edilerek doğruluklarının ya da yanlışlıklarının onaylanamayacağından ötürü bunun tartışılabilir bir nokta olduğunu söyleyerek yanılmazlık doktriniyle alay eder. Bu eleştiri konudan tamamen uzaktır. Nüshaları yazanlar ya da tercümanların esini hakkında yazılı belgelerimiz yoktur. Yanılmazlık doktrininin esas ilgilendiği konu, özgün vahiydir. Kutsal Kitab’ı yazanların kendi yazılarıyla yazmış oldukları nüshalara sahip olmadığımız halde bunları hayret verici bir doğrulukla yeniden oluşturabiliriz. Metinsel eleştiri bilimi, var olan metnin hayret verici bir saflıkta ve son derece güvenilir olduğunu ortaya koyar.
Ulusal Standartlar Bürosu'nda tutulan, kaide oluşturan ölçü çubuğunun bir yangında yok olduğunu düşünün. Artık üç fitlik bir uzaklığı doğru bir şekilde kestiremez miydik? Var olan kopyaların bolluğundan özgün ölçü çubuğunu neredeyse kusursuz bir doğruluk içinde yapabilirdik. Yanılmazlığı özgün belgelerle sınırlamak, Kutsal Kitapsal vahyin kaynağını yani vahyini alıp kaydetmek üzere Tanrı tarafından esinlendirilmiş araçlara dikkat çekmektir.
Reform teolojisi, tercümelerin yanılmazlığı hakkında hiçbir savunuda bulunmaz. Kutsal Kitab’ı okuyan, yorumlayan ya da tercüme eden bizler yanılabiliriz. Roma Katolik Kilisesi, özellikle de Papa ex cathedra'dan (Aziz Petrus'un sandalyesinden) konuştuğunda kilisenin Kutsal Kitap yorumunun yanılmaz olduğunu söyleyerek yanılmazlığa bir başka öğe ekler. Bu ikinci bir kat yanılmazlık eklediği halde, yine de Katolikler bireyler olarak yanılmaz Kutsal Kitab’ın yanılmaz yorumunu, yanılabilir bir şekilde yorumlamaya terkedilmişlerdir. Protestanlar'ın, yanılmaz Kutsal Kitab’ın kilise tarafından yapılan yanılabilir yorumunu yanılabilir bir şekilde yorumlamakla karşı karşıya oldukları yerde, Katolikler çifte yanılmazlık düzeyinin var olduğunu kabul ederler.
Kutsal Kitab’ın yanılmazlığı, Kutsal Kitap tarafından yönetilmeyi isteyen sıradan bir Hristiyan için ne anlama gelir? Kutsal Kitab’ı kabul etmenin son aşaması, yanılabilir anlayışımızdaysa özgün belgelerin yanılmazlığı neden bu kadar önemlidir? Bu, Hristiyan hayatını derinden etkileyen pratik bir sorudur.
Diyelim iki kişi Kutsal Kitap'tan bir parça okuyorlar ve anlamı hakkında görüş birliğine varamıyorlar. Birinin ya da her ikisinin de metni yanlış anladığı açıktır. Aralarındaki tartışma yanılabilir insanlar arasındaki bir tartışmadır.
Ancak, metnin açık olduğunu ve ikisinin de metnin anlamı konusunda tartışmadığını varsayalım. Bir tanesi, metnin Tanrı'nın yanılmaz vahyi olduğuna ikna olmuşsa o zaman buna boyun eğip eğmemesi gerektiği sorusu yanıtlanmıştır. Diğer kişi metnin kendisinin (özgün verilişinde) hatalı olduğuna ikna olmuşsa ona itaat etme konusunda ahlaksal bir sorumluluğu yoktur.
KUTSAL KİTAP'IN YETKİSİ
Kutsal Kitab’ın esini ve yanılmazlığı konusunun ucunda onun yetkisi konusu vardır. Amerika'da arabaların arkasına takılan popüler levhalardan birinde şöyle yazılıdır: "Tanrı öyle diyor. Ben inanıyorum. Bu da konuyu kapatıyor."
Bu sözün ne yanlışlığı var? Sağlam olmayan bir öğe katıyor. Kutsal Kitab’ın yetkisi konusunun, kişi Kutsal Kitap'a inanana dek hallolmamış olduğunu öneriyor. Halbuki slogan, "Tanrı söylemiştir. Bu da konuyu kapatıyor" olmalıydı. Tanrı bir şey vahyederse, bu vahiy Tanrı'nın yetkisini taşır. Daha yüksek bir yetki mercii yoktur. Tanrı kutsal ağzını açtığında konu kapanmıştır. Bu, Reform teolojisi için kendiliğinden bellidir.
Sola Scriptura konusu temelde bir yetki sorunudur. Burada en yüksek yetki kiliseye değil, Kutsal Kitap'a; insana değil, Tanrı'ya aittir. Üniversitedeyken aynı yatakhanede olduğumuz eski bir arkadaşımla konuşurken bunu anladım. Birbirimizi uzun süredir görmemiştik ve benim Kutsal Kitab’ın yetkisi konusunda konuşmakta olduğum bir teoloji konferansında yeniden karşılaştığımızda görüşmeyeli yirmi yıl olmuştu. Toplantıdan sonra birlikte yemek yedik ve arkadaşım bana, "R. C., ben artık Kutsal Kitab’ın yanılmazlığına inanmıyorum" dedi.
Eski günlerimizden hala inandığı neler olduğunu sordum. "İsa'ya hala Kurtarıcım ve Rab'bim olarak inanıyorum" dedi.
Bunu duyduğuma sevindiğimi belirttim ama, "İsa senin hayatında Rabliğini nasıl uyguluyor?" diye sordum.
Biraz kafası karışan arkadaşım, "Ne demek istiyorsun?" dedi.
"Eğer İsa senin Rabbinse, bunun anlamı senin üzerinde yetkisi olduğudur. Senin nasıl yaşamanı istediğini Kutsal Kitap'tan öğrenmiyorsan nasıl biliyorsun?"
"Kilisenin öğretisinden" dedi.
Karşımda neyi protesto ettiğini unutmuş olan bir Protestan vardı. Sola Scriptura'yı atıp onun yerine kilisenin yetkisini koyarak tamamen değişmişti. Kiliseyi Kutsal Kitab’ın üzerine koymuştu. Bu, Roma'da gerçekleşen olaydan pek farklı değildi. Roma, arkadaşımın yaptığı gibi Kutsal Kitab’ın yanılmaz yetkisini inkar etmediği halde gerçek ve kritik bir anlamda Kutsal Kitab’ı kiliseden daha aşağı bir düzeye koymuştu.
Kutsal Kitab’ın ikinci düzeye konulması Reformcular için çok önemli bir konuydu. John Calvin, "Çok tehlikeli bir hata genel olarak yayılmış bulunuyor--yani, sanki Tanrı'nın sonsuz ve bozulmaz gerçeği insanların isteğine bağlı olabilirmiş gibi, Kutsal Kitap sadece Kilise'nin onayını aldığı sürece önemlidir. Kutsal Ruh'a büyük bir hakaretle 'Kutsal Kitab’ın Tanrı'dan geldiğine bizi kim ikna edebilir?' sorusu sorulmaktadır...." demişti _
Calvin bundan sonra okura, Kutsal Kitab’ın kendisinin (Efesliler 2:20) kilisenin havarilerin ve peygamberlerin temeli üzerine kurulduğunu hatırlatır. Sözlerine şöyle devam eder: "Öyleyse, Kilise'nin Kutsal Kitab’ı yargılama yetkisine sahip olduğu ve Kutsal Kitab’ın kesinliğinin onun onayına bağlı olduğu masalından daha gülünç bir şey olamaz. Kilise onu kabul edip ona yetkisinin mührünü verdiğinde başka türlü olsa şüpheli ya da değişmiş olacak bir şeyi gerçek kılmaz, onun Tanrı'nın gerçeği olduğunu kabul ederek tereddütsüz onayıyla saygısını gösterme sorumluluğunu taşımaktadır."_
Calvin burada Kutsal Kitap kanonunu göz önünde bulundurmaktadır. Kutsal Kitab’ın altmış altı kitabı birlikte Kutsal Kitab’ın kanonunu oluştururlar. Kanon sözcüğü "ölçü değneği" ya da "kuralı" anlamına gelir. Reformcular Apokrif kitaplarını (antlaşmalar arası dönemde yazılan kitapları) kanonun bir parçası olarak kabul etmediler. Roma, Apokrif'i kanona dahil etti. Hangi kitapların kanona dahil edileceği hakkında ilk İnanlılar topluluğunda tartışılmıştı. Son analizde kilise şimdi İncil'i oluşturan kitapları kabul etti.
Kilise bu süreçte yer aldığından, bazıları Kutsal Kitab’ın yetkisini kilisenin yetkisine borçlu olduğunu, bu yüzden de yetkisinin kilisenin yetkisinden daha az önemli olduğunu söylerler. Bu, Calvin'in şiddetle karşı çıktığı bir noktadır. Kilisenin, "başka türlü şüpheli ve tekzip edilen noktaları inanılır kılmadığını, sadece Tanrı'nın gerçeği olduğunu kabul ettiğini bildirir. Calvin, kilisenin Kutsal Kitab’ın yetkisini kabul etmesiyle kilisenin Kutsal Kitab’ın yetkisini yaratması arasında büyük bir fark olduğunu söyler. Kilise, Kutsal Kitab’ın kitaplarının kendi içlerinde zaten oldukları şey, yani Tanrı Sözü olduklarını kabul etmek için "kabul ediyoruz" anlamına gelen Latince “recepimus” sözcüğünü kullanmıştır.
Luther de, Kutsal Kitab’ın yetkisi ve kilisenin yetkisi arasındaki ilişki hakkında Calvin'le aynı çizgide yazmıştı: "Kilise söylediği için Tanrı Sözü olmaz; ama Tanrı Sözü'nün söylenmesiyle kilise var olur. Kilise Sözü yaratmaz, kilise Söz tarafından yaratılır."_ Luther sözlerine şöyle devam eder: "Kilise, tıpkı ataların eserlerini onaylayıp kabul ettiği ama bununla onları iyi kılmadığı gibi, bir kitaba kendi sahip olduğundan daha çok yetki ve güvenilirlik veremez."_
Katolikler, kanonu yanılmaz kitapların yanılmaz bir koleksiyonu olarak görmektedirler. Protestanlar kanonu, yanılmaz kitapların yanılabilir bir koleksiyonu olarak görmektedirler. Roma, kilise hangi kitapların İncil'e ait olduğunu belirlediğinde kilisenin yanılmaz olduğuna inanır. Protestanlar, kilisenin bu süreçte doğru davrandığına ama yanılmaz davranmadığına inanır.
Bunun anlamı, Reform teolojisinin İncil kanonuna dahil edilmiş olan kitapların kanonik konumundan kuşku duyduğu değildir. Bazı Protestan tanrıbilimciler, kiliseye kalıcı ya da kendi içinde bir yanılmazlık atfetmeden Tanrısal sağlayışın özel işinin kiliseyi bu konuda hatadan koruduğuna inanırlar. Öyleyse Reform, sola Scriptura doktrini, Kutsal Kitab’ın Tanrı'nın halkının imanı ve yaşamı için tek yazılı yetki olduğunu onaylar.
Cetvel 2.2
Kanon
Kilise yasaları Kutsal Kitap
Katolik görüşü yanılmaz yanılmaz
Protestan görüşü yanılabilir yanılmaz
Kilisenin daha az olan yetkisine saygı gösterip boyun eğiyoruz ama o bizleri Kutsal Kitab’ın yetkisi gibi mutlak bir şekilde bağlamıyor. Kilisenin reformunun sürekli devam eden bir süreç olduğunu belirten semper reformanda ilkesinin temeli budur. İman ve uygulamamızı Tanrı Sözü'ne uydurmak için her zaman daha fazlasını aramaya çağrıldık.
KUTSAL KİTAP'IN YORUMU
Reform'un büyük miraslarından biri de özel yorum ilkesidir. Reform, Kutsal Kitab’ı din adamı olmayan kişilerin ellerine etkin bir şekilde koymuştur. Kutsal Kitab’ı halkın diline çevirenlerden bazıları bunun bedelini hayatlarıyla ödediklerinden bu, büyük bir bedel karşılığı gerçekleştirilmişti. Özel yorum hakkı, her Hristiyan'ın Kutsal Kitab’ı kendisi için okuyup yorumlama hakkına sahip olduğu demektir. Bu, bireye Kutsal Kitab’ı yanlış yorumlamak ya da çarpıtmak hakkını vermemektedir. Kutsal Kitap, kişinin kafasına uygun bir şekilde biçimlendirilecek bir oyuncak değildir. Özel yorum hakkıyla birlikte Kutsal Kitab’ı dikkatle ve doğru bir şekilde ele alma sorumluluğu gelir. Bu hak, öğretmenler, yorum kitapları ve bu gibi yardımcı kaynakların gereksiz ve yararsız olduğunu da ima etmez. Tanrı kilisesi için öğretmenleri boşuna armağanlandırmamıştır.
Kutsal Kitap keyfi bir şekilde yorumlanmamalıdır. Subjektif ya da hayali yorumlardan uzak durulması için yorum konusundaki temel kurallar, (hermenitiks) yorum bilimi tarafından geliştirilen kurallar izlenmelidir. Hermenitiks terimi etimolojik olarak bir Yunan tanrısı olan Hermes'ten gelir. Hermes, tanrıların mesajcısıydı, Romalılar'ın Merküri adlı tanrısıyla aynıydı. Mitolojide Merküri her zaman mesajları hızla götürebilmek için ayakkabılarında kanatlarla tasvir edilmiştir.
Hermenitiks, bir mesajı anlamaya çalıştığımız sürecin nasıl olduğunu bildirir. Reform hareketi, Kutsal Kitab’ı yorumlama konusunda çok önemli kurallar koymuştu. Bu kurallardan belki de en önemlisi ya da merkezi kural iman kıyasıdır. Bu, Kutsal Kitab’ın kendi kendisini yorumlama kuralıdır (Sacra Scriptura sui interpres). Kutsal Kitap ayetlerini, Kutsal Kitap ayetleriyle yorumlamalıyız. Kutsal Kitap Tanrı Sözü ise, kendisiyle uyum içinde ve tutarlıdır. Tanrı karmaşa tanrısı değildir. Kendi kendini tekzip etmez. Bu yüzden Kutsal Kitab’ın bir kısmını diğer kısmının aleyhinde kullanmamalıyız. Bir yerde açık olmayan ya da karanlık olan bir nokta başka bir yerde açıklanıyor olabilir. Karanlık olanı açık olanın ışığında, ima edileni açıkça söylenenin ışığında, anlatımı didaktik (öğretiye dayalı) olanın ışığında yorumlamalıyız. Hermenitiks bilimi teknik düzeyde epey karmaşık bir hal alır. Kutsal Kitap bilgini, Kutsal Kitap içinde yer alan farklı edebi türleri anlamayı (tür analizini) öğrenmelidir. Örneğin, Kutsal Kitab’ın bazı kısımları tarihsel anlatım biçiminde, diğerleri şiir biçimindedir. Şiirin yorumu, anlatımın yorumundan farklıdır. Kutsal Kitap, ciddi bir yorum çalışmasında anlaşılmaları gereken, mecaz, benzetme, atasözü, eğitici hikaye (mesel), abartı, paralellik ve daha başka birçok edebi dal kullanır.
Reform'un gerçekleştirdiği başlıca şeylerden biri, Kutsal Kitab’ın harfiyen yorumu ilkesidir. Bu kavram, sık sık bön ya da ruhsuz harfiyetle eşanlamlı görülerek ciddi yanlış anlamalardan zarar görmüştür. Sensus literalis adı verilen esas ilke, Kutsal Kitab’ın yazıldığı biçime göre yorumlanması gerektiğidir. Harfiyen sözü, Kutsal Kitab’ın edebi biçiminden söz eder. Luther bu konuda şöyle der:
Kutsal Kitap'taki hiçbir şey, metnin çerçevesi bunu gerektirmedikçe ya da imanın maddesine açıkça, militanca aykırılığı bunu açıkça talep etmedikçe, bir sonuç ya da bir mecaz kabul edilmelidir. Tersine, her yerde sözcüklerin basit, saf ve doğal anlamlarına yapışmalıyız. Bu, Tanrı'nın insanlara vermiş olduğu dilbilgisi kurallarına ve konuşmanın kullanımına(usus loquendi) uygundur. Çünkü eğer herkesin kendi kaprislerine göre sonuçlar ve mecazlar icat etmesine izin verilirse imanın herhangi bir maddesi hakkında insanların bir mecaz aracılığıyla bir kusur bulamayacağı hiçbir şey olmaz ve hiçbir şey kesinlikle belirlenemez ve kanıtlanamaz. Bunun yerine, Kutsal Kitab’ın kendisi bizleri bir parçada mecaz bulmaya zorlamadıkça bütün mecazlardan en ölümcül zehirmiş gibi uzak durmalıyız._
Harfi yorum ilkesi, Orta Çağ'da popüler hale gelen bir yöntem olan quadriga'ya son vermek için ortaya çıkarılmıştı. Bu, her Kutsal Kitap parçasında, harfi, ahlaksal, mecazi ve kıyaslanır olmak üzere dört ayrı anlam arayan bir yöntemdi. Bu yöntem metnin aşırı mecazlaştırılmasına ve anlaşılmamasına yol açmıştı. Buna tezat olarak, sensus literalis Kutsal Kitab’ın açık anlamını araştırmak ve bir tek anlamı odaklamak üzere tasarlanmıştı. Bir metnin birçok uygulaması olabildiği halde, sadece bir tek doğru anlamı vardır.
Sensus literalis, gramatik-tarihsel yorum yöntemiyle yakından bağlantılıdır. Bu yöntem, ayetlerin yazılmış olduğu tarihsel zemini odaklar ve Kutsal Kitap metninin gramatik yapısına yakından dikkat eder. Daha geniş bir anlamda, bu yöntem sadece Kutsal Kitab’ın herhangi bir başka kitap gibi yorumlanması gerektiği anlamına gelir. Vahiysel doğası, onu bu anlamda diğer kitaplardan farklı kılmaz. Hala herhangi bir diğer kitap gibi okunması gerektir. Kutsal Kitap'ta fiiller fiil ve isimler isimdirler. Edebiyatın normal yapısı Kutsal Kitap için de geçerlidir. Yine Luther şöyle demektedir:
Kutsal Ruh, gökte ve yerdeki en açık Yazar ve Konuşmacı'dır. Bu yüzden söylediklerinin birden fazla anlamı olamaz ve o anlam da çok açıktır. Harfiyen ya da doğal anlamda dediğimiz şey budur. Ama Tanrı'nın açık Sözü derken söylenmek istenen de daha öte ve farklı bir şey demek olabilir ve böylece bir şeyin başka bir şey anlamına gelmesi sözcükler ve dillerden öte bir şeydir. Çünkü bu Kutsal Kitab’ın dışındaki her şey için doğrudur, Aziz Augustin ve bütün öğretmenlerin bildirdiği gibi, Tanrı'nın bütün eserleri ve yaratıkları Tanrı'nın yaşayan işaretleri ve sözleridir. Ama buna bakarak Kutsal Kitab’ın ya da Tanrı Sözü'nün birden fazla anlamı olduğunu söylememeliyiz._