Bölüm 1. Reform Teolojisinin Temelleri

1. Tanrı'ya Odaklanmış

            Reform teolojisi sistematiktir. Sistematik teoloji bilimi, doktrini tutarlı ve birleşik bir şekilde anlamaya çalıştığından kendisine bu ad verilmiştir. Sistematik teolojinin hedefi, belirli bir felsefeden çıkarılan bir sistemi Kutsal Kitap'a zorla kabul ettirmek değildir. Hedefi, Kutsal Kitab’ın kendisinin öğretilerinin birbirleriyle ne kadar bağlantılı olduğunu anlamaktır. Tarihsel olarak sistematik teoloji, Kutsal Kitab’ın Tanrı Sözü olduğunu ve böyle olduğundan ötürü içinsel çelişki ve karmaşayla dolu olmadığını varsaydı. Birçok konu büyük bir zaman dönemi içinde birçok değişik yazar tarafından ele alındığı halde, çıkan mesajın Tanrı'dan olduğu ve bundan ötürü de uyumlu ve tutarlı olduğu düşünüldü. Bu durumda tutarlılık, "küçük kafaların gulyabanisi" olarak düşünülmedi. Tanrı'nın kafası hiçbir şekilde küçük değildir.

            Modern kilisede geçmişin varsayımları her zaman tutulmadı. Birçokları, Kutsal Kitab’ın Tanrı tarafından esinlendirilmiş olduğunu ve bununla birlikte birlik içinde bir vahye adanmışlığı reddettiler.

Birinci Temel Taş

 

                                   1 Tanrı'yı Merkez Alan

                                   2 Sadece Tanrı Sözü'nü merkez alan

                                   3 Sadece imana adanmış olan

                                   4 İsa Mesih'e adanmış olan

                                   5 Üç antlaşma tarafından yapılanan

 

Kişi, Kutsal Kitap'a sadece insansal bir döküman olduğu görüşüyle yaklaştığında çeşitli yazarlarının öğretilerini birbirleriyle bağdaştırma ihtiyacında değildir. Bu bakış açısından sistematik teoloji, genelde Kutsal Kitab’ı, Kutsal Kitap'a dışarıdan getirilen bir sistemin ışığında ve yönetimi altında açıklamaya çalışmadır. Diğerleri sistemleri tamamen saf dışı ederek bilinçli olarak göreceli ve çoğulcu bir teolojiyi kabul ederler. Kutsal Kitap yazarlarını birbirlerine muhalif konumlara korlar ve Kutsal Kitab’ın kendisini birbirine tezat oluşturan teolojilerin bir koleksiyonu olarak görürler.

            Diğer yandan klasik Reform teolojisi, Kutsal Kitab’ı Tanrı Sözü olarak kabul eder. Kutsal Kitab’ın değişik zamanlarda değişik yazarlar tarafından kaleme alındığını kabul etse de tamamının tanrısal esini, Tanrı'nın gerçeğinin birliğini ve tutarlılığını taşır. Bu yüzden sistematik teoloji konusundaki Reform arayış, Kutsal Kitap ayetlerinin kendilerinin Kutsal Kitab’ın içinde öğrettiği doktrin sistemini keşfedip tanımlama çabasıdır.

            Teoloji sistematik olduğundan, inancın her doktrini diğer her doktrine bir şekilde bağlantılıdır. Örneğin, Mesih'in Kişiliği'ni anlayış biçimimiz O'nun kurtarış işini anlayış biçimimizi etkiler. İsa'yı sadece büyük bir insansal öğretmen olarak görürsek, o zaman O'nun misyonunu öncelikle ahlaksal talimatlar ya da etki olarak algılamaya yatkın oluruz. O'nu beden alıp insan olmuş Tanrı Oğlu olarak kabul edersek o zaman bu O'nun misyonunu anlayışımız için bir çerçeve oluşturur. Aynı şekilde, Mesih'in işini anlayışımız da O'nun Kişiliğini anlayışımızı etkiler. Belki de, Tanrı doktrini kadar bütün diğer doktrinleri etkileyen başka hiçbir doktrin yoktur. Tanrı'nın Kendisinin doğasını ve karakterini anlayışımız, Tanrı'nın benzerliğini taşıyan insanın doğasını; Baba'yı tatmin etmek için çalışan Mesih'in doğasını; Tanrı tarafından etkilenen kurtuluşun doğasını; Tanrı'nın karakterini temel alan normları etkiler; ve göz önünde bulundurulması gereken daha birçok teolojik nokta da Tanrı anlayışımızdan kaynaklanır.

            Reform teolojisi öncelikle ve en önemli olarak antropo-merkezli değil, Tanrı merkezlidir. Yani insan merkezli değil, Tanrı merkezlidir. Bu Tanrı-merkezlilik insanların değerini hiçbir şekilde kirletmez. Tersine onların değerini kabul eder. Reform teolojisi, insanlığın düşmüşlüğü ve radikal yozluğu konusundaki ısrarından ötürü sık insanlık hakkında kötü bir düşünceye sahipmiş gibi nitelenir. Ben Reform teolojisinin insanlık hakkında mümkün olan en yüksek düşünceye sahip olduğu konusunda birçok kereler tartışmışımdır. Tanrı hakkında çok yüksek bir görüşümüz olduğundan O'nun benzerliğinde yaratılan insanla çok ilgileniriz. Reform teolojisi günahı ciddiye alır, çünkü Tanrı'yı ciddiye alır ve çünkü insanları ciddiye alır. Günah Tanrı'yı gücendirir ve insanlara hürmetsizlik eder. Bunların her ikisi de ciddi şeylerdir.

            Reform teolojisi, insanların değeri ve onuru hakkında yüksek düşünceler taşır. Bu noktada hümanizmin her biçiminden radikal bir biçimde ayrılır, çünkü hümanizm insana yaratılıştan bir onur verir ancak Reform teolojisi insanın onurunu dışarıdan verilen bir şey olarak görür. Bunun anlamı, insan onurunun insan tabiatında var olmadığıdır. Kendi başına insanda var olmaz. Bizlerinki alınmış, bağımlı ve bize verilmiş bir onurdur. Bizler kendi başımıza topraktan gelmeyiz. Ama Tanrı, Kendi benzerliğinde yaratılmış yaratıklar olarak bizlere müthiş bir değer vermiştir. Yaşamımızın ve varlığımızın özünün kaynağı O'dur. Bize bir değer giysisi giydirmiştir.

            Bazen Tanrı'nın kurtuluş planının amacı ya da hedefi konusunda bir tartışma ortaya çıkar. "Kurtarılışın amacı, Tanrı'nın yüceliğinin gösterilişi midir? Yoksa amaç, düşmüş insanlığın değerinin gösterilişi midir? Hedef, insan-merkezli mi, yoksa Tanrı merkezli midir?" Bu iki seçenekten birini seçmeye zorlansaydık, Tanrı'nın yüceliğinin önceliğini seçerdik. İyi haber, burada bir seçim yapmamız gerekmediğidir. Tanrı'nın kurtarış planında, hem yarattığı insanlara olan ilgi ve alakasını ve hem de Kendi yüceliğinin gösterimiyle ilgilenişini görüyoruz. Tanrı'nın yüceliği, kurtarış işinde ve kurtarış işi aracılığıyla gösterilmiştir. Kötülerin cezalandırılmasında bile gösterilmektedir. Tanrı, tarif olunmaz lütfunu ve doğru yargısını sarsıcı bir görkemle ortaya koyar. Tanrı, yargısında bile insan hayatını mahveden kötülüğü cezalandırarak insanın değerini savunur.

            Teolojik tartışmalarda paradoksların kullanımını pek sevmesem de, şimdi bunlardan birini kullanmaktan kaçınmayacağım. Tanrı hakkındaki Reform doktrininde diğer Hristiyan toplulukların dile getirdikleri doktrinden epey farklı birçok nokta olduğu halde, Reform teolojisinin onu diğerlerinden ayıran en belirgin yönü Tanrı doktrinidir. Bu nasıl doğru bir söz olabilir? Tanrı hakkındaki Reform Teolojisi diğer mezheplerinkinden o kadar farklı olmadığı halde, bu doktrinin Reform Teolojisindeki işlerliği tamamen benzersizdir. Reform Teolojisi, Tanrı doktrinini, teolojinin tümünün en büyük kontrol etkeni yaparak bütün diğer doktrinlere yılmadan uyarlar.

            Örneğin, Hristiyan olduğunu söyleyip de Tanrı'nın her şeyin üzerinde yönetimde ve egemen olduğunu onaylamakta isteksiz olan birine hiç rastlamadım. Hükümranlık, Tanrı'nın tarihsel Hristiyanlık boyunca hemen hemen evrensel olarak kabul edilen bir niteliğidir. Tanrı'nın hükümranlığı doktrinini teolojinin diğer alanlarına götürdüğümüzde bu sık sık zayıflatılır ya da tamamıyla yok edilir. "Tanrı'nın hükümranlığı insanın özgürlüğü tarafından kısıtlanır" denildiğini sık sık duymuşumdur.

Bu cümlede Tanrı'nın hükümranlığı mutlak değildir. Bir sınırla tahdit edilmiştir ve bu sınır insanın özgürlüğüdür.

            Reform Teolojisi gerçekten de, gerçek özgürlük ölçüsünün insana Yaratıcı tarafından verildiğinde ısrar eder. Ama o özgürlük mutlak değildir ve insan özerk değildir. Özgürlüğümüz her zaman ve her yerde Tanrı'nın hükümranlığı tarafından sınırlanmıştır. Tanrı özgürdür ve bizler de özgürüz. Ama Tanrı bizden daha özgürdür. Bizim özgürlüğümüz Tanrı'nın hükümranlığıyla  çarpıştığında, bizim özgürlüğümüzün yol vermesi gerekir. Tanrı'nın hükümranlığının  insanın özgürlüğüyle sınırlı olduğunu söylemek insanı hükümran yapmaktır. Tanrı'nın hükümranlığının insanın özgürlüğü tarafından sınırlandırıldığı sözü Tanrı'nın insanın özgürlüğüne karışmadığı düşüncesini dile getiriyor olabileceği kesindir. Ama tabii ki, bu farklı bir konudur. Eğer Tanrı insan özgürlüğüne hiçbir zaman karışmazsa, bunun nedeni O'nun hükümranlığında herhangi bir sınır olduğu değildir. O'nun hükümranlığının bunu yapmamaya karar vermiş olmasıdır. Bunu yapmak isterse, bunu yapacak yetki ve güce sahiptir. Buradaki herhangi bir sınır, bizim tarafımızdan Tanrı'ya konulmuş bir sınır değil, Tanrı'nın hükümranlığının kendi kendine koyduğu bir sınırdır.

            Reform Teolojisinde, Tanrı yaratılmış düzenin tümünün üzerinde hükümran değilse hükümran değildir. Hükümran sözü fazlasıyla kolay bir biçimde bir kabus halini alır. Tanrı hükümran değilse o zaman Tanrı değildir. Tanrı olarak hükümran olmak Tanrı'ya aittir. O'nun hükümranlığını anlayış biçimimiz sağlayış, seçilmişlik, aklanma ve daha birçok doktrini anlayışımızı radikal bir biçimde etkiler. Aynı şey, sadece birkaç tanesini sayarsak Tanrı'nın kutsallığı, her şeyi bilişi, değişmezliği diğer nitelikleri hakkında da söylenebilir.

 

REFORM TEOLOJİSİ KATOLİKTİR/EVRENSELDİR

 

On yedinci yüzyılda Hollanda'daki Reform toplulukta bir tartışma başladı. Bir grup tanrıbilimci İtirazcılar olarak tanınmaya başladılar çünkü Reform Teolojisinin beş maddesine itiraz etmişlerdi. Bu beş madde daha sonra, popüler bir “akrostiş” (Her dizenin ilk harfi yukarıdan aşağıya doğru okununca ortaya bir söz çıkacak durumda düzenlenmiş manzume) olan TULIP tarafından özetlenen "Calvinizm'in Beş Maddesi" olarak tanındı. 2)ci bölümde daha ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğimiz bu akrostişin içerdiği öğeler, Tamamen Bozulmuşluk, Şartsız seçim, Sınırlı Kefaret, Karşı konulamaz Lütuf ve Kutsalların Dayanmasıdır. Dort Sinodu, İtirazcıları suçladı ve beş maddeyi ortodoks gerçek Reform Teolojisinin ayrılmaz bir parçası olarak yeniden onayladı.

            Bu sinoddan beri, Reform Teolojisini sadece bu beş maddenin ışığında görmek git gide popülerleşmiştir. Bu beş madde Reform Teolojisi için merkezi olduğu halde, bu doktrin sistemini hiçbir şekilde tamamen açıklamaz. Reform teolojisi, bu beş maddeden çok daha fazlasıdır.

            Reform Teolojisi sadece sistematik olmakla kalmaz aynı zamanda katolik/evrenseldir, tarihsel Hristiyanlığın parçaları olan diğer mezheplerle birçok ortak noktayı paylaşır. On altıncı yüzyıldaki Reformcular yeni bir din yaratmakla ilgilenmiyorlardı. Yeni bir şey yaratmakla değil, yenileştirmeyle ilgileniyorlardı. Devrimci değil, reformcuydular. Eski Antlaşma peygamberlerinin Tanrı'nın İsrail'le yaptığı özgün antlaşmayı reddetmeyip bunun yerine vahyedilmiş inançtan ayrılışları düzeltmeye çalıştıkları gibi, Reformcular da kiliseyi havarisel ve Kutsal Kitapsal köklerine dönmeye çağırdılar.

            Reformcular, kilise geleneğinin tanrısal vahyin kaynağı olduğunu reddettikleri halde, böylelikle Hristiyan geleneğinin hepsini küçümsemediler. John Calvin ve Martin Luther sık sık Kilise Ataları'ndan özellikle de Augustin'den alıntılar yaptılar. Kilisenin kendi tarihinden çok şey öğrendiğine inandılar ve bu gelenek içinde doğru olan şeyleri korumayı istediler. Örneğin, Reformcular, 325 yılındaki İznik Konseyi ve 451'deki Kalseduan (Kadıköy) Konseyleri'nde formüle edilen Üçlü Birlik ve Mesih'in kişiliği ve işi dahil, kilise tarihinin büyük ekümenik konseyleri tarafından ifade edilip formül haline konulan doktrinleri kabul etmişlerdir.

            İncil'in kendisinde gelenek konusunda bir çatışma görüyoruz. İsa, hahamların geleneği konusunda Ferisiler ve yazıcılarla sık sık tartışmalara girmişti. İsa, hahamsal gelenekleri bozulmamış olarak görmemişti. Tersine, bu insan geleneğini tanrısal yetki düzeyine yükselterek tanrısal yetkiden ödün verdikleri için Ferisiler'i azarlamıştı. İnsansal geleneği böylesine sert bir şekilde azarladığı için İncil'de oluşturulan geleneğin olumlu yönlerini gözden kaçırmaya yatkın oluyoruz. Buradaki gelenek sözcüğü nesile bırakmaktan söz etmektedir. Pavlus, içinde çalıştığı müjde geleneğinden sıcak bir şekilde söz eder. Bir sonraki nesle bir gelenek bırakmak her nesildeki Hristiyanlar'ın görevidir. İsrail'den Tanrı'nın vermiş olduğu gelenekleri çocuklarına aktarmaları istendiği gibi, kilisenin de her yeni nesle havarilerin geleneklerini aktarması gerekmektedir.

            Ancak bu süreçte, havarilerin geleneklerine özgün geleneklere aykırı ekler yapılması tehlikesi bulunmaktadır. Reformcular'ın reform işlerinin tamamen başarılmamış olduğunda ısrar etmelerinin nedeni buydu. Kilise semper reformanda'ya yani "her zaman reform yapmaya" çağrılmıştır. Her Hristiyan toplumu, kendi adet ve geleneklerinden oluşan alt kültürünü yaratır. Bu gelenekleri aşmak ya da terketmek sık sık çok zor olur. Yine de, havarilerin gelenekleriyle tutarlı olup olmadığını görmek için kendi geleneklerimiz konusunda özeleştiri yapmak her nesle düşen bir görevdir.

            Reformcular, kilise tarihini çok ciddiye alıyorlardı ve günümüzde bizler de aynı şeyi yapmalıyız. Çeşitli mezheplerden öğrencilerin gittiği Reform bir ilahiyat fakültesinde sistematik teoloji öğretmenliği yapıyordum. Öğrencilerin birçoğu Baptistti. Kutsal törenleri öğretirken, bebeklerin vaftizi konusunu kabul etmediklerini biliyordum. Kendilerine, bebek vaftizinin kilise tarihindeki Hristiyan topluluklarının çoğunda çoğunluk tarafından kabul edilen bir nokta olduğuna işaret ediyorum.

Kendilerine kendi görüşlerinin tarihsel olarak azınlığın benimsediği bir inanç olduğu halde bunun onların görüşlerini hiçbir şekilde sahte yapmadığını hatırlatırım. Baptist öğrencilerimden, çoğunluğun kabul ettiği görüşü incelemelerini isterim. Aynı şekilde Baptistlerin görüşüne katılmayan öğrencilerin Baptistlerin İnanlı vaftizini savunuşlarını dikkatle dinlemelerinde ısrar ederim.

            Bunu yapmamın birkaç nedeni vardır. Bu konu, her iki taraf da Tanrı'yı hoşnut etme arzusuyla dolu olan içten Hristiyanlar'ı birbirinden ayırır. Bu iki gruptan hiç olmazsa bir tanesinin hatalı olduğu bellidir. Bebeklerin vaftizi, ya Tanrı'nın isteğine uygundur, ya da değildir. Taraflardan biri hatalıdır, buna karşın her iki taraf da haklı olduğunu düşünür. Bu konudaki tarihsel tartışmaları inceleyerek düşüncelerimizi değiştirmeye ikna olunabiliriz. En azından çapraşık konuları daha derin bir şekilde anlarız. Bu da ciddi bir görüş farklılığında karşılıklı anlayış atmosferi yaratır.

 

REFORM TEOLOJİSİ MÜJDECİDİR

 

Müjdeci terimi Reform sırasında önem kazandı. O zamanlar protestanla eş anlamlıydı. Tarihçiler sık sık, Reform'un en önemli iki nedeninin, yetki ve aklanma olduğunu önermişlerdir. Sık sık, yetki konusuna Reform'un resmi nedeni ve aklanma konusuna ise Reform'un materyal nedeni adı verilir. Bunu söylerken, Reform'daki en önemli konunun aklanma olduğunu ve tartışmanın zemininin yetki olduğunu söylemek istiyoruz. “Sola Scriptura” ve “sola fide” olan ikiz slogan, Reform'un savaş naraları haline geldi. Bu iki konuyu daha sonra ayrıntılı bir şekilde inceleyeceğiz. Şimdi sadece Müjdeci teriminin, farklı mezheplere ayrılmalarına karşın , bu iki temel konuda Roma Katolik Kilisesi'ne karşı olma konusunda görüş birliği içinde olan birçok gruba uyarlanan geniş bir terim olduğunu söylemekle yetiniyoruz.

            Reform Teolojisinin Müjdeci olduğunu söylediğimizde, Reform teolojisinin diğer Protestan gruplarla birlikte sola Scriptura ve sola fidenin tarihsel doktrinlerine adanmışlığını bildirmek istiyoruz. Müjdeci terimi on altıncı yüzyıldan beri önemli bir şekilde gelişmiştir öyle ki günümüzde onu tanımlamak artık zordur. Yirminci yüzyılda, hem Kutsal Kitap otoritesine ve hem de sadece imanla aklanmanın doğası ve önemine müjdeci olduklarını söyleyen kişiler toplumu tarafından meydan okunmuştur. Kendisine müjdeci adını veren birinin, sola Scripturaya ve de sola fideye adanmış olduğunu varsaymak artık güvenli bir şey değildir.

            Yeni çıkan bir kitapta Katolik bir yazar kendini “müjdeci bir Katolik" olarak tanımladı ve ortodoks Katolikliğe adanmışlığını yeniden bildirdi. Müjdeci etiketini kendine mal etmesinin nedeni, "müjde"ye inanmasıydı. Bu yazar müjdeci sözcüğünün kök anlamını anlamıştır.

            Reformcular'ın kendilerine müjdeci demelerinin nedeni, sadece imanla aklanmanın müjde için merkezi ve öz bir konu olduğuna inanmalarıydı. Müjde için Kutsal Kitap'taki sözcük Müjde olduğundan sola fidenin müjde olduğu konusundaki inançlarını dile getirmek için müjdeci terimini kullandılar. Tabii ki on altıncı yüzyıldaki Roma Katolik Kilisesi, Reformcular'la aynı görüşte değildi ve sola fide'nin müjdenin ciddi bir çarpıtması olduğunu söyleyerek tartıştı. Tarihsel tartışmanın ışığında, her iki tartışma tarafının izleyicilerinin günümüzde kendilerine Müjdeciler demelerine şaşmamalı. (Tabii ki, Roma Katolik Kilisesi içinde Protestanlar'ın anladığı anlamda müjdeci olan, Müjde konusunda Roma Katolik Kilisesi'nin görüşüne değil, Reformcu görüşe inanan kişiler bulunduğu kabul edilmelidir.) Her halikarda, Reform teolojisinin müjdeci olduğunu söylediğimde, terimi klasik ve tarihsel anlamıyla kullanıyorum. Reform Teolojisi, diğer Hristiyan topluluklarla ortak, müjdeci bir doktrinler topluluğunu paylaşır.

 

TANRI ANLAŞILAMAZ

 

            Reform teolojinin, sistematik, katolik (evrensel) ve müjdeci olduğunu gördük. Bütün bu bakımlardan doktrini açısından Tanrı-merkezli olmaya çalışır. Reform tanrıbilimciler imanlarını bildirdiklerinde ya da sistematik teoloji konusunda kurslar verdiklerinde teoloji öğretimine vahiy veya "Tam teoloji" yani, Tanrı'nın Kendisinin doğası ve karakteri doktriniyle başlarlar.

            Tam teoloji eğitimi, Tanrı'nın anlaşılmazlığıyla başlar. Bu terim, okura Tanrı'nın temelde bilinemez ve anlaşılmaz olduğuna inandığımızı önerebilir. Ancak gerçekte durum böyle değildir. Bizler Hristiyanlığın öncelikle vahyedilmiş bir din olduğuna inanıyoruz. Tanrı'nın kurtulabilmemiz ve Kendisiyle paydaşlığı yaşayabilmemiz için Kendisini bizlere yeterli biçimde bildirdiği düşüncesine bağlıyız.

            Tanrı'nın anlaşılamazlığı doktrini, her şeyin üzerindeki Tanrı'yla O'nun ölümlü yaratıkları arasındaki uzaklığa dikkatleri çeker. John Calvin tarafından öğretilen kabul edilmiş gerçeklerin en önemlilerinden biri, Reformcu tarafından Latince Finitum non capax infinitum sözüyle dile getirilmişti. Bu söz "Ölümlü olan ölümsüz olanı kavrayamaz (ya da içeremez)" anlamına gelir. Tanrı varlığında ölümsüz, sonsuz ve bizler ölümlü hem de zaman ve mekanla sınırlı olduğumuzdan O'nun hakkındaki bilgimiz hiçbir zaman kapsamlı değildir. Tanrı hakkında endişeli bir bilgimiz vardır ama bu anlaşılır bilgi değildir.

            Tanrı'yı kapsamlı bir şekilde tanımak için, O'nun ölümsüzlük niteliğini paylaşmamız gerekmektedir. Ölümsüzlük, kendisine haklı olarak "ifade olunamaz" adı verilen bir niteliktir, bunun anlamı Tanrı'nın bizleri tanrılar yapamayacağıdır. Tanrı bile ikinci bir tanrı "yaratamaz." İkinci tanrı gerçekten bir tanrı olamaz çünkü tanım olarak bir yaratık olur. Özgün Tanrı'ya bağımlı olur ve O'ndan çıkmış olur. Tanrı hakkındaki şeyleri şu anda anladığımızdan çok daha dolu bir şekilde anlayacağımız cennetteki yüceltilmiş konumumuzda bile, Tanrı hakkındaki her şeyi bilmeyeceğiz. Yüceltilmemiz tanrılaştırılmamız anlamına gelmez. Hala yaratıklar olmaya devam edeceğiz ve hala fani olacağız. “Finitum non capax infinitum” aksiyomu cennette bile hala geçerli olacaktır.

            Tanrı hakkında kapsamlı bir bilgiye sahip olmadığımız halde, şüpheciliğe ya da agnostikliğe indirgenmiş değiliz. Tanrı'yı anlıyoruz. İlk İnanlılar topluluğu sözde gnostisizm gibi çok tehlikeli bir sapkınlıkla karşı karşıyaydı. İsimlerini Grekçe'de bilgi anlamına gelen gnosis sözcüğünden alan gnostikler, mantıklı anlayışın normal yolları ya da duyular aracılığıyla Tanrı hakkında doğru bir bilgiye sahip olamayacağımıza inanıyorlardı. Bu bilginin tek kaynağı, sadece armağanlı "Gnostikoi" elitlerinin ya da "gizli şeylerden haberi olan"ların sahip olduğu mistik bir sezgiydi. Gnostikler, Havariler'in bilgisinden daha üstün düzeyde ya da türde bir bilgiye sahip olduklarını iddia ediyorlardı ve onların yetkilerini ele geçirmek istiyorlardı. Gnostik sorun daha sonra neo-Platonizm'in ortaya çıkışıyla şiddetlendi.

            Neo-Platonizm, Hristiyanlığa alternatif bir felsefe sağlamak için yapılan bilinçli bir çabaydı. Hristiyan inancı geleneksel Grek felsefesini fethettiğinden neo-Platonizm Grek felsefesine eski önemini vermek için yapılan bir çabaydı. Neo-Platonik filozofların en önemlisi olan Plotinus Tanrı'yı, "Tek Olan" olarak tanımlamıştı. Plotinus, Tanrı hakkında hiçbir olumlu şeyden emin olunamayacağı konusunda ısrar etmişti. Tanrı bilinemezdi. Tanrı hakkındaki belirli düşüncelerin etrafında dönebiliriz ama hiçbirine hiçbir zaman inemeyiz. Plotinus, Tanrı hakkında, bir şeyin ne olmadığını söyleyerek onu tanımlama olan "inkar/olumsuz yol" (via negationis) yöntemini popülerleştirdi.

            Hristiyan teolojisi, gnostisizm ve neo-Platonizm'in şüpheciliğini reddeder. Ancak teolojide olumsuzluk yolu bazen kullanılır. Örneğin, Tanrı'nın ölümsüzlüğü ve değişmezliğinden söz ederiz. Bunların her ikisi de olumsuz terimlerdir. Tanrı'nın ölümsüz olduğunu söylemek Tanrı'nın ölümlü olmadığını söylemektir. Tanrı'nın değişmez olduğunu söylemek de O'nun değişmediğini bildirmektir. Bu anlamda, Tanrı'yla yaratıklar arasındaki farklılıklara işaret ediyoruz. Tanrı'yla insan arasında sadece farklılıklar olsaydı, Tanrı hakkında hiçbir bilgimiz olamazdı.

            Günümüzde Tanrı hakkında "tamamıyla başka" olarak söz etmek moda olmuştur. Bu söz, Tanrı'nın üstünlüğünü, Tanrı'yla özdeşleşmeye ya da O'nu evrenin içinde tutmaya çalışan panteizm'in bütün formlarına karşı korumak için icat edilmişti. Harfi olarak ele alınırsa "tamamıyla başka" terimi Hristiyanlık için ölümcül olur. Tanrı'yla insanın benzer olduğu hiçbir yön yoksa, o zaman aramızda iletişim için hiçbir ortak temel yoktur. Birbirlerinden tamamıyla farklı olan varlıkların birbirleriyle konuşabilmelerinin bir yolu yoktur.

            Kutsal Kitap bizlere, bizlerin Tanrı'nın benzerliğinde yaratıldığımızı öğretir. Bunun anlamı bizleri küçük tanrılar olduğumuz değildir. Benzerlik, Tanrı'yla insan arasındaki farklılığı karartmaz. Ancak aradaki benzerliklerin her ne kadar sınırlı olursa olsun iletişimi mümkün kıldığı konusunda güvence verir.

            Kilise, Tanrı konusundaki bildirilerinde olumsuzluk yolunu kullandığı gibi, bu bildirisi neo-Platonizm'de olduğu gibi bu yöntemle sınırlı değildir. Bizler ayrıca "onay yolu" (via affirmatas) ve öncelik yolu"nu (via eminentia) kullanırız. Onay yolu Tanrı hakkında, "Tanrı, kutsal, egemen ve adildir" gibi olumlu bildirilerde bulunur. Öncelik yolu Tanrı'yı, yaratıksal kategorileri en yüksek ya da nihai düzeye çıkararak tanımlar.

            Örneğin, güç ve bilgi kategorilerini biliriz. Güç kullanırız ama gücümüz sınırlıdır. Tanrı'nın yarattıkları üzerindeki gücü sınırlı değil; mutlaktır. Bu yüzden Tanrı'nın gücünün her şeye yettiğini söyleriz. Aynı şekilde, bizim bilgimiz sınırlı olduğu halde, O'nun gücü sınırlı değildir. Tanrı'nın her şeyi bildiğini söyleriz.

            Tanrı hakkında kullandığımız dil, hem O'nunla bizim aramızdaki benzerlikleri ve hem de aramızdaki farklılıkları göz önüne alır. Tanrı'nın anlaşılmazlığı, Tanrı'nın bizim tarafımızdan bilinen ve bilinmeyen yönlerine saygı göstermeye çalışır.

            Martin Luther, "saklı Tanrı" (Deus absconditus) ve "bildirilmiş Tanrı" (Deus revelatus) arasında bir ayrım yapmıştır:

 

            İlahi Varlık bilgisi ya da daha kesin söylemek gerekirse İlahi Varlık konusu üzerinde konuşulduğunda bir ayrım gözlemlenmelidir. Tartışma ya gizli (abscondita) ya da vahyedilmiş (revelato) Tanrı konusunda olmalıdır. Tanrı'nın vahyedilmediği noktalarda Tanrı'ya iman, Tanrı hakkında bilgi ve Tanrı'yı anlayış mümkün değildir. Bizden yukarıda olan bizim işimiz değildir. Çünkü daha üstün, daha yüksek ve Tanrı hakkında vahyedilenlerin dışında kalan şeyleri araştırmayı isteyen bu tür düşünceler şeytansıdır. Bunlar aracılığıyla kendimizi yıkıma atmaktan başka hiçbir şey başaramayız, çünkü bunlar bize araştırılması mümkün olmayan bir objeyi, vahyedilmemiş Tanrı'yı bilmeyi teklif ediyorlar. Böyle yapmak yerine Tanrı'nın buyruklarını ve gizemlerini saklı tutmasına izin verilmelidir._

 

            John Calvin de, Tanrı hakkında bilebildiklerimizle bizim için bilinmeyen kalanlar arasında bir ayrım yapmıştı. "O'nun özü, gerçekten de anlaşılmazdır; bütün insansal düşüncelerin tamamıyla üzerindedir; ama işlerinin her birinde yüceliği öylesine parlak, açık ve resim gibi harflerle kazılmıştır ki, ne derece anlayışsız ve bilgisiz olurlarsa olsunlar hiçbiri mazeret olarak bilgisizliklerini gösteremez."_

            Daha önce, Calvin sahip olduğumuz Tanrı bilgisini övmüştü: "Kusursuz mutluluk, Tanrı bilgisinden oluştuğundan, Tanrı, kimse mutluluğu alma yollarından mahrum edilmesin diye kafalarımıza daha önce sözünü ettiğimiz o din tohumunu ekmekten ve kusursuzluklarını evrenin yapısının tamamında göstermekten ve Kendisini, O'nu görmeye çağrılmadan gözlerimizi bile açamayacağımız şekilde, her gün gözümüzün önüne koymaktan hoşnut olmuştur."_

            Calvin ve Luther, Tanrı'nın anlaşılamazlığı doktrini konusunda, hem Tanrı bilgisinin ve hem de O'nun gizliliği ve Kendini bildirmesinin yönlerini savunarak Kutsal Kitab’ın öğretisine sadık kalmaya çalıştılar. "Gizlilik Tanrımız RAB'be özgüdür. Ama bu yasanın bütün sözlerine uymamız için açığa çıkarılanlar sonsuza dek bize ve çocuklarımıza aittir" (Tesniye 29:29).

            Reform Teolojisinin insan-merkezli değil, Tanrı-merkezli olduğunu önceden görmüştük. Aynı zamanda Tanrı konusundaki anlayışımızın, O'nun benzerliğinde yaratılmış olan insanlığı anlayışımızı radikal bir şekilde etkilediğinin de bilincindeyiz. İnsan bilgisi ve Tanrı bilgisi birbirleriyle bağlantılıdır. İkisi birbirine bağlıdır. Bir anlamda, kendimizin bilincine vararak kendi ölümlülüğümüzün ve yaratık oluşumuzun bilincine varıyoruz. Bağımlı yaratıklar olduğumuzu farkediyoruz. Düşmüş doğamızda bu yol işaretinden uzak durmaya ya da onu görmezlikten gelmeye çalıştığımız halde bu şeyler bizleri Yaratan'a yöneltiyor. Diğer bir anlamda, Tanrı'nın kim olduğunu yeterli bir biçimde anlayana dek kendimizin kim olduğunu anlamıyoruz.

            John Calvin, klasik eseri Institutes of the Christian Religion'un baştan itibaren şöyle diyor:

 

            Gerçek ve sağlam bilgelik kabul edilebileceği kadarıyla bilgeliğimiz, neredeyse tamamen, Tanrı bilgisi ve kendimiz hakkımızdaki bilgimiz olmak üzere iki kısımdan oluşuyor. Ancak bu ikisi birçok bağlarla birbirleriyle bağlantılı olduklarından hangisinin önde gelip öbürünü oluşturduğunu belirlemek kolay değildir. Çünkü ilk olarak, kimse düşüncelerini, Kendisinde yaşayıp hareket ettiği, Tanrı'ya yöneltmeden kendisini inceleyemez; çünkü sahip olduğumuz donanımların kendimizden olamayacağı tamamıyla kesindir; varlığımızın ta kendisi sadece Tanrı'da var olmaktadır._

Daha sonra Calvin dikkatini madalyonun diğer yüzüne yöneltir:

 

            Diğer yandan insanın, önceden Tanrı'nın yüzü üzerinde derin düşünmeden ve bu derin düşünüşten sonra da kendi içine bakmadan kendisi hakkında gerçek bilgiye hiçbir zaman erişmediği kesindir. Yeryüzünün ötesine bakmadığımız sürece, kendi doğruluğumuz, bilgeliğimiz ve erdemimizden hoşnutsuzdur; kendimize en övücü sözlerle hitap ederiz ve yarı-tanrılardan biraz aşağı görünürüz. Ama düşüncelerimizi Tanrı'ya yükseltmeye başlar başlamaz ve O'nun ne tür bir Varlık olduğunu ve o doğruluğun, bilgeliğin, erdemin kusursuzluğun ne kadar mutlak olduğunu ve bütün bunları birer standart olarak düşünür düşünmez, değişeceğiz. Sahte doğruluk şovuyla eskiden bize zevk veren şeyler en büyük kötülükle kirlenecek; bizlere bilgelik adıyla zorla yıkılanlar aşırı akılsızlıklarıyla bizi iğrendirecek ve erdemli enerji görünüşünde sunulanlar en zavallı güçsüzlük olarak kınanacaktır. İçimizde en kusursuz görünen nitelikler tanrısal paklığın yerini tutmaktan işte bu kadar uzaktırlar._

 

 

 

TANRI KENDİ KENDİNE YETER

 

Reform teolojisi, Tanrı'nın kendi kendine yeterliliğini büyük ölçüde vurgulayan bir teolojidir. Bu özellik, Tanrı'nın Kendi varlığının temelinin sadece Kendisi olduğu düşüncesi olan Tanrı'nın kendiliğinden meydana gelmesiyle bağlantılıdır. Varlığını Kendisi dışında hiçbir şeyden almaz. O Kendi kendine vardır. Konuşma dilinde sık sık, Tanrı'dan Üstün Varlık ve kendimizden de insansal varlıklar olarak söz ederiz. Her iki tanımda da varlık sözü geçer. Tanrı'yla insan arasındaki temel farkın üstün ve insan sıfatlarında bulunduğu sonucuna varabiliriz. Bir anlamda bu doğrudur.

            Ama bu sıfatlar, Tanrı'nın varlığıyla insanın varlığı arasındaki farklılığa işaret ederler. Tanrı, sadece saf bir varlıktır. O, olduğu Kişi, Eski Antlaşma'nın Yahvesi'dir. Buna tezat olarak bizim varlığımız alınmış, bağımlı ve şarta bağlıdır. Bizler var olmak için Tanrı'nın varlığına bağımlıyızdır. Kısaca, bizler yaratıklarız. Yaratık, tanım olarak varlığını bir başkasına borçludur.

            Tanrı'nın kendiliğinden var oluşu hakkındaki en sevdiğim anekdotlardan biri, iki çocuk arasında geçen bir konuşmadır. Birinci çocuk, "Ağaçlar nereden gelir?" diye sorar.

            İkinci çocuk, "Ağaçları Tanrı yapar?" diye yanıtlar.

            "Biz nereden geldik?"

            "Bizleri Tanrı yaptı."

            Birinci çocuk, "Peki öyleyse Tanrı nereden geldi?" diye sorar.

            İkinci çocuk hemen, "Tanrı kendini yaptı" diye yanıt verir.

            İkinci çocuğun ilk iki yanıtı doğruydu. Teolojik bakımdan başını derde sokan üçüncü yanıtıydı. Tanrı Kendini yapmadı. Tanrı bile kendini yapamaz çünkü böyle bir şeyin olabilmesi için işi yapmak için kendisinin önceden orada olması gerekir. Kendiliğinden meydana gelmenin önemli yanı Tanrı'nın yapılmamış olmasıdır. Kendisinden önce bir neden yoktur. Tanrı kendiliğinden meydana geldiğinden, kendi kendine var olduğundan sonsuzdur. Tanrı'nın var olmadığı bir zaman hiç olmamıştı. O Kendi içinde var olmanın gücüne sahiptir. O sadece varlığa sahip olmakla kalmaz, aynı zamanda Varlık'tır.

            Reform İnanç Bildirilerinden biri olan Westminster İnanç Bildirisi Tanrı hakkında şöyle der: "Tanrı, Kendi içinde bütün yaşama, yüceliğe, iyiliğe, kutluluğa kendisinde ve kendisinden sahiptir. Yaptığı yaratıkların hiçbirinden hiçbir şeye, ya da onlardan yücelik almaya ihtiyacı yoktur. O sadece Kendi yüceliğini onlarda, onlar aracılığıyla, onlara gösterir. O her varlığın kaynağıdır; her varlık Kendisinden, Kendisi aracılığıyla ve Kendisinedir; ve onlar üzerinde en egemen yönetime sahiptir, onlar aracılığıyla, onlar için ve onlar üzerine Kendi hoşnut olduğu şeyleri yapar."_

 

 

 

TANRI KUTSALDIR

 

 

Reform teolojisi, Eski Antlaşma'ya ve onun Hristiyan yaşamına uygunluğuna büyük önem verir. Eski Antlaşma'nın en büyük değerlerinden biri, Tanrı'nın karakterini zengin bir şekilde vahyetmesidir. Reform teolojisi Tanrı doktrinine çok önem verdiğinden Eski Antlaşma'ya çok ilgi göstermesi şaşırtıcı değildir. Kutsal Kitab’ın tümünün Tanrı'nın ilahi karakterini bize gösterdiği kesindir. Yine de Eski Antlaşma, Tanrı'nın görkemi ve kutsallığı hakkında canlı bir portre çizer.

            Tanrı'nın kutsallığı iki ayrı ama birbiriyle bağlantılı düşünceden söz eder. Kutsal terimi, ilk olarak Tanrı'nın "başkalığı"na, O'nun bizden farklı ve yüksek oluşuna dikkat çeker.

O'nun büyüklüğüne ve üstün yüceliğine dikkatleri çeker. Kutsallığın ikinci anlamı, Tanrı'nın paklığıyla ilgilidir. O'nun doğruluğunun kusursuzluğu O'nun kutsallığında gösterilir.

            Augustin, Thomas Aquinas, Martin Luther, John Calvin, John Owen ve Jonathan Edwards gibi büyük tanrıbilimcilerin eserlerinde Tanrı'nın ululuğu, heybeti işlenir ve bu konular onların eserlerinde büyük bir yer tutar. Bu, saygı ve tapınma dolu zihni durum Kutsal Kitab’ın sayfaları boyunca görülür. Calvin şöyle yazar:

 

Kutsal Kitab’ın birlik içinde bildirdiği gibi, kutsal insanlar Tanrı'nın varlığıyla karşı karşıya geldikleri her seferinde o korku ve hayretle çarpılmış ve dolmuşlardı. Daha önce sağlam ve güvenli bir şekilde duranların korkuyla titrediklerini, ölüm korkusunun onları sardığını, yutulmuş ve yok olmuş olduklarını gördüğümüzde bundan çıkarılacak sonuç, insanların kendilerini Tanrı'nın yüceliğiyle kıyaslayana dek önemsizlikleri konusunda hiçbir zaman gerektiği gibi ikna olmadıkları ve bu kendi üzerlerinde bir yer etmediğidir. Bu korku ve hayreti hem Hakimler kitabında ve hem de Peygamberler'in yazılarında görüyoruz (Hakimler 13:22; Yeşaya 6:5; Hezekiyel 1:28; 3:14; Eyüp 9:4; Tekvin 18:27; 1.Krallar 19:18); öyle ki, "Öleceğiz, çünkü Rab'bi gördük" sözü Tanrı halkı arasında yaygın bir söz haline gelmiştir._

 

            Tanrı doktrininin teolojisinin merkezi önemini bu kadar iyi yakalayan başka bir söz bilmiyorum. Calvin'in teolojisini ve kilisedeki işini güden tutkunun kiliseyi her tür putperestlikten kurtarmak olduğu söylenmiştir. Calvin, putperestliğin animist ya da totemleri olan dinlerde bulunan kaba ya da ilkel biçimlerle sınırlı olmadığını anlamıştı. Putperestliğin incelikle gizli ve sofistike olabileceğinin bilincindeydi. Putperestliğin özü, Tanrı'nın karakterinin çarpıtılmasıyla ilgilidir.

            Pavlus'un Romalılar'da bildirdiği gibi, putperestlik, Tanrı'nın yüceliğini bir yalanla değiştirmekten, yaratığı yükseltip Yaratıcı'yı lekelemekten oluşur. Pavlus: "Akıllı olduklarını iddia ederken akılsız olup çıktılar. Ölümsüz Tanrı'nın yüceliği yerine ölümlü insana, kuşlara, dört ayaklılara ve sürüngenlere benzeyen putları yeğlediler. Bu yüzden Tanrı, birbirlerinin bedenlerini aşağılasınlar diye, onları yüreklerinin tutkuları içinde ahlaksızlığa terk etti. Onlar Tanrı'yla ilgili gerçeğin yerine yalanı koydular. Yaradan'ın yerine yaratığa tapıp kulluk ettiler. Oysa Tanrı sonsuza dek övülmeye layıktır. Amin" der (Romalılar 1:22-25).

            Calvin, insan yüreğinin bir put fabrikası (fabricum idolarum) olduğunu söyleyerek putperestlik eğiliminin günahlı insanlığın yüreğinde derinden kökleri olduğunu vurgulamıştı. Tanrı'nın gerçeğinin yalanla değişimi, Tanrı'nın karakteri hakkında teolojimize yavaş yavaş (ya da belki de aniden) giren her çarpıtmada gerçekleşen bir şeydir. Bu, kıskançlıkla korumamız gereken bir şeydir. Calvin şöyle yazar:

 

            Tanrı'nın işlerinin aynasında hem Kendisi ve hem de ölümsüz krallığı hakkında verdiği gösterimler ne kadar parlak olursa olsun, bizim akılsızlığımız o denli büyüktür ve bu parlak gösterimler karşısında o denli kafasızızdır ki, bunlardan hiçbir yarar edinemeyiz...ama bunda hepimiz aynıyız, tek diri ve gerçek Tanrı'nın yerine O'nun hakkındaki korkunç uydurmaları koyarız...hemen hemen herkesin kendi putu olmuştur. Bilgisizliğin karanlığına küstahlık ve zevk düşkünlüğü eklenmiştir, böylece Tanrılığın yerine bir put ya da aslı olmayan bir şey koymamış olan birini bulmak zordur. Geniş ve bol bir kaynaktan fışkıran su gibi, insan kafasından büyük tanrı kalabalıkları çıkmıştır. Herkes kendi görüşlerine uymak üzere kendine özel bir tanrı yaratmak üzere kendisine tam izin vermiştir._

 

            Hristiyanlar, Tanrı'nın öğüdünün tümünü bildirmeye, öğretmeye ve ona inanmaya çağrılmışlardır. Tanrı'nın karakterinin herhangi bir çarpıtılışı teolojimizin geri kalanını zehirler. Putperestliğin nihai biçimi, her şeyin ölçüsü olarak insanı gören hümanizmdir. İnsan, hümanizmin en çok ilgi gösterdiği, odakladığı merkez ve hakim motiftir. Etkisi o kadar kuvvetli ve yaygındır ki, Hristiyan teolojisine her noktadan nüfuz etmeye çalışır. Ancak Kutsal Kitap'taki Tanrı doktrinine çok dikkat edip ona sadakatle bağlı kalarak bu zehiri tatmaktan hatta yutmaktan korunabiliriz.