Niagara Çağlayanı’ndan, dakikada 168,000 m3, su ortalama elli metre yükseklikten aşağı dökülür. ABD’yi ziyaret eden bir Arap prensinin programında çağlayan gezisi de vardı. Prens bir süre hayran hayran izledikten sonra, ‘çok etkilendim,’ demişti, ‘artık kapatabilirsiniz.’ Ama bu durdurulamaz, karşı konulamaz korkunç bir güçtür. Gece gündüz,binlerce ve binlerce yıldır o su dökülmeye devam eder. Niagara nehrinde sürüklenen bir su molekülü olduğunuzu hayal edin. Uçuruma doğru hızla ilerliyorsunuz, kaçınılmaz olana doğru. Olacak mı olacak. Akıntıya karşı koyamazsınız. Sizi önüne katıp götürür.
Hayat da öyle. Doğduğumuz andan itibaren ölmekteyiz. Uçuruma doğru hızla gitmekteyiz. Kaçabilen, dönüp akıntıya karşı yüzebilen yok.
Evren de aynen böyledir ve ölmekte, için için çürümektedir. Giderek ilk baştaki mükemmeliyetten uzaklaşmakta, enerjisi düşerek çevresel hasarı yayılmaktadır. Bu süreç tersinemez bir süreçtir.
İnsanoğlunun hali de böyle. Çökmekteyiz. Modernizmle birlikte insanoğlunun gittikçe geliştiği zannedilmekteydi ta ki yirminci yüzyıla kadar. Fakat Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı, Komünizm, soykırımlar, yüz milyonlarca insanın yaşamına mal olunca birden bütün ümitler yitirildi. Hayır, insanoğlu gelişmiyor, ilerlemiyor. Gelişmesi eskisinden çok daha ölümcül silahlar yaratmak yönünde ilerliyor. Bireysel olarak, insan ırkı olarak, bir gezegen olarak, uçuruma doğru gitmekten bir kaçış yolu görünmüyor.
Mahvolmamız asla Tanrı’nın tasarında yer almıyordu. Biz ölümsüz olmak üzere yaratıldık. Peki ya dünyamız? Herşey itinayla ayarlanmıştı ve Aden Bahçesinde’yken Tanrı’yla beraberdik. Cennetteydik.
Adem ile Havva günah işleyip, bahçeden kovulana kadar her şey mükemmeldi. Sonra o günah anı geldi ve işte o zaman ölüm nehri akmaya başladı. Her şey Tanrı’nın huzurundan, mükemmeliyetinden, cennetinden uzaklaşmaktaydı. Uçuruma, ölüme, dipsiz kuyulara doğru akıyorduk hep birlikte. Doğduğumuz andan başlayarak bizleri kaçınılmaz ölüme doğru sürükleyen yerçekimi o zaman çalışmaya başlamıştı. Bu hepimizde var, vücutlarımız ölüme mahkum. Düşüncelerimiz günaha yatkındır ve insanoğlu Tanrı’dan uzaklaşmaya eğilimlidir. Yaratılış yozlaşmaya köle olmuştur. Bir yerçekimi var ve bizi aşağıya doğru çeker.
Peki, şöyle bir mucize düşünebiliyor musunuz: Niagara Şelalesinin geriye çevirilmesi, bu dehşetli çağlayanın akıntısının yukarıya doğru dönmesini hayal edebiliyor musunuz? Bu mümkün olabilir mi? Tabii ki hayır, imkan dahilinde bir şey değildir!
Markos Kitabı’nın son bölümüne geldik. Şimdiye dek sözü geçen müjdeler arasından en muhteşem, en akıl almaz, en görkemli müjde şudur: ‘İsa’nın ölümden dirilişi.’ O gün ki Rab Tanrı ölüm çağlayanını geriye çevirdi ve İsa ölümün çekim gücünü yendi. O Pazar günü, büyük geri dönüşümün ortaya çıkma günüydü. Çağlayanın tam tersine, yukarıya doğru akmaya başlayan gün ölüm tersine çevirildi.