Acı çektiğimizde nasıl tahammül edebiliriz?
‘Ağrının ilacı küfür’ manşeti altında yazılmış ilginç bir röportajı okudum. İngiltere’deki Keele Üniversitesi’nin psikolojisi bölümünün uzmanları, küfür etmenin acıyı hafiflettiğini iddia etmişler. Yapılan deneyde, küfür edenlerin ellerini buz gibi soğuk suda iki dakika tutabildikleri görülmüş. Küfür yerine normal sözcükler kullananlar ise ellerini sadece bir dakika soğuk suda tutabilmişler!
Markos’un 14’ncü bölümünde, Rab İsa çarmıha gerilmek üzeredir. Peki, İsa’nın öldürülmesinden sorumlu olan kimdi, suç kimdeydi?
Bu bölümde üç ayrı şahıs sorumlu olarak görünmektedir. İsa Mesih üç taraftan ihanete uğradı; Yahuda İskariot, bütün öbür öğrenciler ve Yahudi Yetkilileri.
Bunların hepsinden bu bölümde söz edilir. Onlara tek tek göz atarak Rab İsa’nın eşsiz dayanma gücünü, sabrını ve yumuşak huyunu göreceğiz. Hristiyan erdemliği nereden kaynaklanır, biliyor musunuz: kurallardan, koşullardan değil, tam tersine Rab İsa’ya bakarak değişim geçirmekten. O’nu hem örnek olarak alıyoruz, hem de kendisinden, kişiliğinden hayatlarımızı değiştiren gücü elde ediyoruz.
Tanrı’nın eşsiz sözünde, Tanrı’nın bize sunduğu Oğlunu, Kurtarıcımız İsa Mesih’i inceleyerek, bizim de değişeceğimize inanıyor musunuz?
Bu arada Onikiler'den biri olan Yahuda İskariot, İsa'yı ele vermek amacıyla başkâhinlerin yanına gitti.
Onlar bunu işitince sevindiler, Yahuda'ya para vermeyi vaat ettiler. O da İsa'yı ele vermek için fırsat kollamaya başladı.
Mar 14.10-11
Akşam olunca İsa Onikiler'le birlikte geldi.
Sofraya oturmuş yemek yerlerken İsa, "Size doğrusunu söyleyeyim" dedi, "Sizden biri, benimle yemek yiyen biri bana ihanet edecek."
Onlar da kederlenerek birer birer kendisine, "Beni demek istemedin ya?" diye sormaya başladılar.
İsa onlara, "Onikiler'den biridir, ekmeğini benimle birlikte sahana batırandır" dedi.
"Evet, İnsanoğlu kendisi için yazılmış olduğu gibi gidiyor, ama İnsanoğlu'na ihanet edenin vay haline! O adam hiç doğmamış olsaydı, kendisi için daha iyi olurdu."
Mar 14.17-21
Tam o anda, İsa daha konuşurken, Onikiler'de biri olan Yahuda çıkageldi. Yanında başkâhinler, din bilginleri ve ileri gelenler tarafından gönderilmiş kılıçlı sopalı bir kalabalık vardı.
İsa'ya ihanet eden Yahuda, "Kimi öpersem, İsa O'dur. O'nu tutuklayın, güvenlik altına alıp götürün" diye onlarla sözleşmişti.
Gelir gelmez İsa'ya yaklaştı, "Rabbî" diyerek O'nu öptü.
Onlar da İsa'yı yakalayıp tutukladılar.
Mar 14.43-46
Markos bunu açıkça söylemiyor ama hem Luka hem de Yuhanna Şeytan’ın Yahuda’nın yüreğine girdiğini söylüyorlar. İsa’nın Yahuda tarafından ihanete uğraması Şeytani bir olaydı. Tam olarak yüksek dozda bir kötülük, bir kahpelik, bir arkadan hançerlemeydi. Göz göre göre bir ihanetti. Yahuda, utanmazca İsa’yı öperek idam kararını imzalattı. Kutsal Kitap bu konuda açıktır, olayın arka planında Şeytan var. Şeytan İsa’nın ölmesini istedi, O’nun ölmesine sebep oldu. Karanlık, Işığın’ın peşini kovalıyordu ve nihayet onu yuttu.
Bu arada İsa öğrencilerine, "Hepiniz sendeleyip düşeceksiniz" dedi. "Çünkü şöyle yazılmıştır: 'Çobanı vuracağım, Koyunlar darmadağın olacak.'
Ama ben dirildikten sonra sizden önce Celile'ye gideceğim."
Petrus O'na, "Herkes sendeleyip düşse bile ben düşmem" dedi.
"Sana doğrusunu söyleyeyim" dedi İsa, "Bugün, bu gece, horoz iki kez ötmeden sen beni üç kez inkâr edeceksin."
Ama Petrus üsteleyerek, "Seninle birlikte ölmem gerekse bile seni asla inkâr etmem" dedi. Öğrencilerin hepsi de aynı şeyi söyledi.
Sonra Getsemani denilen yere geldiler. İsa öğrencilerine, "Ben dua ederken siz burada oturun" dedi.
Petrus'u, Yakup'u ve Yuhanna'yı yanına aldı. Hüzünlenmeye ve ağır bir sıkıntı duymaya başlamıştı.
Onlara, "Ölesiye kederliyim" dedi. "Burada kalın, uyanık durun."
Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp dua etmeye başladı. "Mümkünse o saati yaşamayayım" dedi.
"Abba, Baba, senin için her şey mümkün, bu kâseyi* benden uzaklaştır. Ama benim değil, senin istediğin olsun."
Öğrencilerinin yanına döndüğünde onları uyumuş buldu. Petrus'a, "Simun" dedi, "Uyuyor musun? Bir saat uyanık kalamadın mı?
Uyanık durup dua edin ki, ayartılmayasınız. Ruh isteklidir, ama beden güçsüzdür."
Yine uzaklaştı, aynı sözleri tekrarlayarak dua etti.
Geri geldiğinde öğrencilerini yine uyumuş buldu. Onların göz kapaklarına ağırlık çökmüştü. İsa'ya ne diyeceklerini bilemiyorlardı.
İsa üçüncü kez yanlarına döndü, "Hâlâ uyuyor, dinleniyor musunuz?" dedi. "Yeter! Saat geldi. İşte İnsanoğlu günahkârların eline veriliyor.
Kalkın, gidelim. İşte bana ihanet eden geldi!"
Mar 14.27-42
O zaman öğrencilerinin hepsi O'nu bırakıp kaçtı.
Mar 14.50
Petrus aşağıda, avludayken, başkâhinin hizmetçi kızlarından biri geldi. Isınmakta olan Petrus'u görünce onu dikkatle süzüp, "Sen de Nasıralı İsa'yla birlikteydin" dedi.
Petrus ise bunu inkâr ederek, "Senin neden söz ettiğini bilmiyorum, anlamıyorum" dedi ve dışarıya, dış kapının önüne çıktı. Bu arada horoz öttü.
Hizmetçi kız Petrus'u görünce çevrede duranlara yine, "Bu adam onlardan biri" demeye başladı.
Petrus tekrar inkâr etti. Çevrede duranlar az sonra Petrus'a yine, "Gerçekten onlardansın; sen de Celileli'sin" dediler.
Petrus kendine lanet okuyup ant içerek, "Sözünü ettiğiniz o adamı tanımıyorum" dedi.
Tam o anda horoz ikinci kez öttü. Petrus, İsa'nın kendisine, "Horoz iki kez ötmeden beni üç kez inkâr edeceksin" dediğini hatırladı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Mar 14.66-72
Rab İsa öğrencileri tarafından - arkadaşları tarafından - hüsrana uğratıldı, inkar edildi, terk edildi.
Bu durum birinci durumdan farklıdır. Yahuda’nın yaptıkları kasten, art niyetli, açık bir şerden ibaretti. Öbür öğrenciler İsa’yı terk etmek istemediler, ama yine de oldu. Evet, bu bir günah, ama söz konusu olan istem dışı günahtı.
Bahçedeyken, Petrus, Yakup ile Yuhanna dua etmek istediler, ama yorgunluktan edemediler. ‘Ruh isteklidir, ama beden güçsüzdür.’ Maalesef bu bütün insanoğlunun yapısında ortak olarak mevcuttur. Hepimiz beden sahibiyiz ve ruhlarımız ne kadar iyilik yapmak isterse de, bedenlerimiz hep engel olur. İnsani zayıflık herkestedir. Sen insan mısın, o halde sende zayıflık vardır, sen de yapmak istemediğin şeyleri yaparsın. Topraktan ve ruhtan yaratıldık, o yüzden ruh bizi yükseltmek istese de toprak bize yüklenir ve düşürür.
Bunu kabul edelim, hepimiz arada sırada birbirimizi hüsrana uğratıyoruz. En yakın arkadaşlar bile birbirlerini incitirirler. Olur böyle şeyler, hiç şaşırmayalım. Rab İsa burada hiç de şok yaşamamıştı.
Kilisemize katılmak, üye olmak isteyenlere, bir vaatte bulunurum: ‘Seni hayal kırıklığına uğratacağız. Pek sık değil inşallah - ama olacaktır - ve sen de başka kişileri inciteceksin. İsteyerek değil, göz göre göre değil, ama insani zayıflığımızdan dolayı bunlar yaşanacak!’
Rab İsa bunu bilmesine karşın yine de acısını yaşadı. Her insan dibi boyladığı zaman dostlara muhtaçtır; Rab İsa dahil. O gece bahçedeyken, insanlığının etkisiyle tek başına kalmak istemedi. O’nun istediği arkadaşlarının refakatiydi ama onlar uyumuştu ve üzüldü.
Hepimiz zayıfız, fakat bundan dolayı kendimizi çekmeyelim, başka insanlardan yüz çevirmeyelim, katılaşmayalım. En yakın arkadaşlarımız, akrabalarımız bizi incitecekse bile, onlara ihtiyacımız var. İnsan olmak zor iş.
Ama Petrus üsteleyerek, "Seninle birlikte ölmem gerekse bile seni asla inkâr etmem" dedi. Öğrencilerin hepsi de aynı şeyi söyledi.
Mark 14.31
O zaman öğrencilerinin hepsi O'nu bırakıp kaçtı.
Mark 14.50
Öğrencilerin hepsi ‘seni inkar etmeyeceğiz’ diye söz verdikleri halde, sonunda hepsi de O’nu bırakıp kaçtı.
Bazen bu konuda Petrus’u suçlarız, değil mi? Ama aslında herkesten daha cesurdu. Diğerleri oradan uzaklaşırken,- ki herhalde çoğumuz diğer öğrenciler gibi davranırdık - Petrus doğrundan aslanın ağzına doğru koştu. İsa’nın uğruna tehlikeye atıldı. Ama en sonunda Petrus bile korkuya kapılıp Rab’bi inkar etti. Çünkü en gözü pek olan bile zayıflığa yatkındı. Bizim şansımız nedir sizce?
İsa'yı görevli başkâhine götürdüler. Bütün başkâhinler, ileri gelenler ve din bilginleri de orada toplandı.
Petrus, İsa'yı başkâhinin avlusunun içine kadar uzaktan izledi. Avluda nöbetçilerle birlikte ateşin başında oturup ısınmaya başladı.
Başkâhinler ve Yüksek Kurul'un öteki üyeleri, İsa'yı ölüm cezasına çarptırmak için kendisine karşı tanık arıyor, ama bulamıyorlardı.
Birçok kişi O'na karşı yalan yere tanıklık ettiyse de, tanıklıkları birbirini tutmadı.
Bazıları kalkıp O'na karşı yalan yere şöyle tanıklık ettiler: "Biz O'nun, 'Elle yapılmış bu tapınağı yıkacağım ve üç günde, elle yapılmamış başka bir tapınak kuracağım' dediğini işittik."
Ama bu noktada bile tanıklıkları birbirini tutmadı.
Sonra başkâhin topluluğun ortasında ayağa kalkarak İsa'ya, "Hiç yanıt vermeyecek misin? Nedir bunların sana karşı ettiği bu tanıklıklar?" diye sordu.
Ne var ki, İsa susmaya devam etti, hiç yanıt vermedi. Başkâhin O'na yeniden, "Yüce Olan'ın Oğlu Mesih sen misin?" diye sordu.
İsa, "Benim" dedi. "Ve sizler, İnsanoğlu'nun* Kudretli Olan'ın sağında oturduğunu ve göğün bulutlarıyla geldiğini göreceksiniz."
Başkâhin giysilerini yırtarak, "Artık tanıklara ne ihtiyacımız var?" dedi. "Küfürü işittiniz. Buna ne diyorsunuz?" Hepsi İsa'nın ölüm cezasını hak ettiğine karar verdiler.
Bazıları O'nun üzerine tükürmeye, gözlerini bağlayarak O'nu yumruklamaya başladılar. "Haydi, peygamberliğini göster!" diyorlardı. Nöbetçiler de O'nu aralarına alıp tokatladılar.
Mark 14.53-65
İsa’yı ihanet eden üçüncü taraf Yahudilerin Yüksek Kuruluydu.
Bir tarihçiye göre, ‘Yüksek Kurul, İsa’nın mahkemesi süresince kuşkusuz bütün kurallarını bozmuştu.’
Sanhedrin yönetmeliklerini Mişna’dan biliyoruz;
Ancak ‘Tapınaktaki Yontulmuş Taştan Salonda’ alınan kararlar bağlayıcıydı, ama burada Kurul Başkahinin evinde toplandı.
Duruşma gece vakti yapılamazdı, fakat burada geceleyin toplandılar.
Mahkeme bir bayram günü yapılamazdı, fakat burada Fısıh Bayramında toplandılar.
Tanıklar ayrı ayrı sorgulanmalıydı ve her ayrıntıda tanıklıkları birbirini tutmalıydı ama burada bu şekilde yapılmadı.
Eğer karar idam cezası yönündeyse, infazdan önce bir gece geçmeliydi ki jürinin, kararını değiştirmek, merhamet göstermek için bir fırsatı olmalıydı, yani kararın üstesinden yirmidört saat geçmeliydi. Ama buna bile uymadılar.
İsa Mesih’i yok etmeye azmetmiş Yüksek Kurul kendi talimatlarına aykırı bir şekilde davrandı. Bu bir mahkeme değildi, bu bir cinayet, bir kıyımdı. Eğer kurulun görevi adalet idiyse, görevini ihmal etti, vazifesini yapmadı.
İsa’nın öldürülmesinden sorumlu olanlar bunlardı.
Bizler de yetkili kişilerden zarar görebiliriz; hatta belki sizin de başınıza gelmiştir. Patron hakkınızı yemiş, yok yere suçlanmış, iftiraya uğramış olabilirsiniz. Hakkınızı aramaya kalktığınızda, sözde ‘adaleti sağlamakla görevli’ kişilerin hakkaniyetle bağdaşmayan uygulamalarına maruz kaldınız ve umutsuzluğa kapıldınız.
Doksanlı yıllarda, zamanın başbakanının eşi Rahşan Ecevit’in yönlendirmesiyle genel af ilan edilmiş, onbinlerce suçlu serbest bırakılmıştı. Rahşan Hanım’a göre bu suçlular kader kurbanlarıydı yani istemeden suç işlemek zorunda kalmışlardı. Fakat serbest kalanların yüzde sekseni tekrar tecavüz ederek, soygun yaparak, cinayet işleyerek bir sene içinde yeniden cezaevine döndü. Buna ‘adalet’ diyebilir miyiz?
2011’de Norveç’te 77 kişiyi birden toplu halde öldüren Anders Behring Breivik’e şizofreni teşhisi konuldu. Bu durumda cezai ehliyetinin olmadığı yani olay anında akli dengesinin bulunmadığı gerekçesiyle hakkında işlem yapılamıyordu. Bu ‘adalet’ olarak adlandırılabilir mi? Kurbanların yakınlarının adalet özlemi ne yazık ki karşılanamadı.
Arkadaşlar, dünyanın sistemi bozulmuş. Doğru çalışmıyor. Banliyö trenlerinde şöyle bir tabela görürsünüz: ‘kapılara yaslanmayın’. Çünkü trenler çok eski ve kapıları bozuk olabilir. Bizler için bu uyarıyı şöyle geliştirebiliriz: ‘dünyaya yaslanma, çünkü güvenilmez ve sağlıksızdır. Dünya seni hüsrana uğratırsa sakın şaşırma!’
İşte İsa Mesih’in ölmesinden sorumlu olan üç taraf:
Şeytan, Yahuda’yı kullanmak yoluyla: Tam bir şer, açık saldırı.
İsa’nın arkadaşları. Onlar tarafından düş kırıklığına uğratıldı; insani zayıflık.
Yetkililer: Vazifelerini yapmadılar ve İsa adaletsizlik çekti, masum olmasına rağmen hüküm giydi; Dünyanın adalet sistemi - bir kez daha - arıza yaptı.
Çektiğimiz sıkıntıların çoğu bu üç taraftan kaynaklanır; her zaman değilse de çoğunlukla sorumlular bunlardır.
İçimizden kim şerle, yani açık ve nedensiz kötülükle yüz yüze gelmemiş olabilir ki? Sizlere söylenen yalanları, göz göre göre hileli mala yönlendirilmenizi , cinsel yönden istismara uğramanızı, aldatıldığınızı hatırlamaya çalışın. Bir rapora göre Türkiye’deki kızların yüzde 90’dan, erkeklerin yüzde 80’den fazlası çocukken cinsel tacize maruz kalıyormuş. Masumiyetleri çalınmıştır ve bu kesinlikle şeytanidir. Asla mazur görülemez.
İçimizde insanlar tarafındanyaralanmayan bir kişi var mı? Sanırım cevap ‘yok’ şeklinde olacaktır. Hepimiz insan zayıflığı yüzünden yaralandık, acı çektik. Belki içimizden birileri şu anda bile hala o yaraların acısı içindedir. Öfke kaynaklı bir söz, bir vefasızlık, bir hayal kırıklığı... Ve kuşkusuz hepimiz de bir şekilde başkalarını incittik. Hatta bu günlerde, belki istem dışı da olsa bunu yaptık ve ardından pişman olduk, ‘Keşke yapmasaydım. Keşke söylemeseydim!’ Unutmayın, ‘Ruh isteklidir ama beden güçsüzdür.’
Bazılarımız da yetkililerin görevlerini yerine getirmediğinden dolayı acı çektik. Adaletsizlik yüzünden bir şeyler kaybettik.
Çoğunlukla Dünyadaki acılar bu üç nedenden kaynaklanır ve hayatlarımızdaki çoğu sıkıntılar bu üç taraftan gelir. Rab İsa da bu üç taraftan çarmıha doğru itildi.
Ama gizli bir oyuncu daha vardı; dördüncü bir taraf, bir sorumlu şahıs daha. Bu gizli oyuncuyu yirmi birinci ayette görebiliriz.
"Evet, İnsanoğlu kendisi için yazılmış olduğu gibi gidiyor, ama İnsanoğlu'na ihanet edenin vay haline! O adam hiç doğmamış olsaydı, kendisi için daha iyi olurdu."
Mar 14.21
Bu ayette bir çelişki varmış gibi görünür ilk bakışta - ön planda Yahuda sorumludur ve yaptıklarının cezası çekecektir - ama altta yatan sebep ‘yazılmış olduğu gibi,’ Tanrı’nın kendisidir. Tanrı’nın seneler evvel peygamberler aracılığıyla belirtilen planına göre İnsanoğlu dünyayı kurtarmak için canını verecekti.
Fakat aynı zamanda Yahuda da suçludur ve cezasını çekmeyi hak etmektedir. Çünkü ‘Hükmeden Tanrı’ kendi planını yerine getiriyor.
Bu arada İsa öğrencilerine, "Hepiniz sendeleyip düşeceksiniz" dedi. "Çünkü şöyle yazılmıştır: 'Çobanı vuracağım, Koyunlar darmadağın olacak.'
Mar 14.27
Bu ayette aynı gerçek görülmektedir. Öğrenciler İsa’yı terk edeceklerdir ve Tanrı bunu önceden bilmekle kalmayıp, olaydan 600 yıl evvel Zekeriya peygamber aracılığıyla ilan etmiştir.
İsa onlara, "Niçin bir haydutmuşum gibi beni kılıç ve sopalarla yakalamaya geldiniz?" dedi.
"Her gün tapınakta, yanıbaşınızda öğretiyordum, beni tutuklamadınız. Ama bu, Kutsal Yazılar yerine gelsin diye oldu."
Mar 14.48-49
Burada Rab İsa, Yüksek Kurul’a ve kendisi tutuklayan yetkililere hitap ederek hem onları suçluyor, hem de gerçek sebebin Tanrı’nın Hükümdarlığı olduğunu biliyordu.
Bunu bilelim arkadaşlar, çünkü butam bir muamma! Aklımıza öyle kolayca yatacak bir durumla karşı karşıya değiliz. Ama sana dokunan ne kötülük varsa, ne acı varsa, ne ızdırap varsa - şeytani,insani ya da dünyevi - unutmayalım ki Tanrı’nın mükemmel tasarısı gerçekleşmektedir .
Arkadaşımız PJ Smythe, Johanesburg’ta kardeş kiliselerimizden birinin önderidir, birkaç yıl önce kendisine kanser teşhis konuldu. Kendisi hastalığını şöyle yorumladı:
Bana soracaksın, ‘Tanrı’nın, kanserinden sorumlu olduğunu mu söylemek istiyorsun? O halde teselliyi O’nda arama.’
Aynen dediğim gibidir ama teselli yine de Onda’dır. Kanserim Tanrı’nın hükmü dışında gelişmiş ise, o zaman beni iyileştiremez ki. Çünkü bu kanseri engellemek için hükmü geçmiyorsa, onu kaldırmaya da hükmü geçmeyecektir.
Tanrı’yı bu ızdırabın sorumluluğundan kurtarmaya kalkışırsan, O’nun Tanrılığını da sorgulamış olursun ve o zaman bu hiç de teselli edici olmaz!
"Abba, Baba, senin için her şey mümkün, bu kâseyi benden uzaklaştır. Ama benim değil, senin istediğin olsun."
Mar 14.36
Bu öğretişteki acılı duruma nasıl tahammül edebiliriz ki? Oysa bütün cevap bir kelimede saklıdır: ‘Baba!’ O bir tek kelime her şeyi değiştirir. Eğer Tanrı’ya ‘baba’ diyebilirsek herşeye tahammül edebilecek hale geliriz. Çünkü o kelimeyi kullanırsak:
Kısmet ya da kader söz konusu olamaz. Onlar kişiliğe ait kavramlar olmadığı için, acıyan, merhamet eden de olamaz. Çünkü kaderle konuşamıyoruz ve ona dua edemiyoruz.
Tanrı umursamaz, acımasız, vurdum duymaz değildir. Tanrı bizim zayıf dünyasal babalarımız gibi hiç değildir. Mükemmel, kararlı, değişmez, kötülükten uzak, eksiği olmayan bir babadır. Tanrı dört dörtlük bir babadır.
Baba kelimesi, herhangi bir acının resmini bir şahesere dönüştürmeye yeter.
Tanrı'nın, kendisini sevenlerle, amacı uyarınca çağrılmış olanlarla birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz. Rom 8.28
Eski imanlılara göre bu ayet bizim savunma kalemizdir. Acı çektiğimiz zaman onun içine saklanırız.
Her durumda;
Tanrı kendi amacını yerine getirir,
Senin iyiliğin için çalışır.
Rab İsa için bu ayet (henüz yazılmamış olsa bile) geçerliydi!
1.Tanrı’nın amacı gerçekleşiyordu. Tanrı oğlunu ölüme teslim ederek dünyayı kurtarmaya niyetliydi.
2.Tanrı İsa’nın iyiliği için uğraşıyordu. Tanrı O’nu ölümden diriltecek, yüceltecekti. Bu acının ertesinde, bu acıyı yaşadığı için, İsa’yı ait olduğu yüceliğe kavuşturacaktı.
Böylece görebiliriz ki Tanrı’nın İsa için hazırlamış olduğu tasarısı mükemmeldi. Böylelikle İsa’nın iyiliği ve Tanrı’nın yüce amacı aynı anda yerine gelmiş oldu.
İsa’yı kim öldürdü: ‘Tanrı, kendi babası.’ Rab İsa bile, bahçedeyken bu düşünceye tahammül etmekte zorlandı. Arkadaşları, toplumu, dindaşları onu terk ettiler. Üstelik kendi Babası, Yüce Tanrı da onu terk etti ve onu ölüme teslim etti - bu konu, şu an için bütünüyle başka bir mesele - Rab İsa için en zor olan şey zaten buydu!