Afrikalı bir arkadaşla konuşuyordum. Farklı kültürlerden geldiğimiz için bazı konulara farklı gözlerle bakıyoruz. Dünya görüşlerimiz tamamen farklı hatta ters olabiliyor. Mesela söz konusu maymunlar olunca, bana göre maymunlar cana yakın, sevimli, biraz yaramaz ama zararsız canlılar olarak görünüyor. Afrikalı arkadaşıma göre ise baş belası, zararlı, tehlikeli ve yok etmeye değer. Aynı şeye bakıyoruz, fakat gördüklerimiz farklı. Çünkü kültürlerimiz ayrı.
Aynı şekilde, bir kişi Rab İsa’yla bir ilişkiye girdiğinde benzer problemlerle karşılaşır. Dünyayı farklı gözlerle görüyoruz. Çünkü biz yeryüzünden geldik, Rab ise cenetten geldi. Bu yüzden bizim dünya görüşümüz apayrı.
Markos’un sekizinci ve dokuzuncu bölümlere kadar geldik ve Markos Kitabı öyle yazılmıştır ki bu iki bölümde öğrencilerin bütün hataları, yanılgıları, aptallıklarını görebiliriz. Unutmayalım, Markos Kitabı aslında elçi Petrus’un görgü-tanıklığıdır ve bu bölümlerde özellikle Petrus çok ‘avanak’ biri olarak tasvir edilir. Sanki hiç bir şey öğrenmemiş, sanki hiç bir şey anlamamış gibidir.
Bundan dolayı bu bölümlerin kitabın en düşük noktası olduğunu düşünebilirdik, ama değildir. Bu bölümlerde Rab İsa için her şey rayına oturuyor, hatta O’nun üç yıllık hizmeti içerisindeki en olağanüstü anlarından biri yaşanıyor.
Markos bu iki gerçeği bir araya getirerek bize şunu anlatmaktadır: ne kadar aptal, zayif, yararsız olursak, Tanrı’nın yüceliği daha da belirginleşmektedir.
Şimdi ele alacağımız üç küçük hikayede bu konuyu işleyeceğiz. Bu üç hikaye, Tanrı ile bizim dünya görüşümüz arasındaki farklılıkları net bir şekilde ortaya koymaktadır.