Bir kişi tarihe adını yazdırmak isterse normalde elle tutulur, gözle görülür bir eser bırakır; bir kitap yazar; adına köprü yaptırır ya da bir şirket kurar. Yaptıkları unutulmasın diye arkasında kalıcı bir miras bırakır.
Acaba siz ne tür bir miras bırakmak istiyorsunuz? Niçin çabalıyorsunuz, çalışıyorsunuz ve yoruluyorsunuz; ne amaçla? İstanbul’a, Türkiye’ye, topluma bırakacağınız miras nedir?
Rab İsa belli bir niyetle dünyaya geldi. Belli bir yapı kurdu. Ve biz, 2000 sene sonra, hala aynı mirasa sahibiz. Kurduğu yapı hala ayakta. Fakat bu, bir kitap değil, bir müessese değil, bir bina hiç değil. Peki nedir bize bıraktığı diye soracak olursanız, onun adı, Kilise. Rab İsa ‘ben kilisemi kuracağım’ dedi ve öyle de yaptı.
Ne zaman ki kilise kelimesi geçse, herkesin aklına gelen düşünceler farklıdır ve çoğu da yanlıştır.
Bazılarımız kilisenin bir bina olduğunu düşünüyoruz. Bunu aramızda bile duydum – ‘Salı günü kilisede mi olacaksın?’ Peki yanlış bunun neresinde?
İsa ‘kilisemi kuracağım’ derken kurduğu bir bina mıydı?
Bu çok nesnel bir görüş, zira kilisenin eşyalardan, duvarlardan ibaret olduğunu düşünürsek, anlayışımız da hep o şekilde yapılanır.
Bir bina kiralayarak bu kiliseyi kurmuş olduğumuzu düşünebilirsiniz – fakat gerçeği şu ki – hâlâ bu kiliseyi kurmaktayız. Hatta henüz temellerini atmaktayız.
Bu binada gösterdiğimiz faaliyetlerin daha önemli olduklarını zannedebiliriz. Bizim için ev toplantılarımız (yaşam grupları) da aynı derecede önemlidir.
Kısacası bu yanlış bir algılamadır. Odağımız bina kurmaksa, hedefimiz yanlış olur. Vaktinden önce rahatlamış oluruz ve gerçek hedefimizden yoksun kalırız.
Bazılarımız kilisenin bir müessese (kuruluş) olduğunu zannediyoruz, ya da bir kurum. Bakanlı, müsteşarlı, seçimleri olan bir kuruluş. Ama öyle değil. Çünkü tarihte kilise her ne zaman güçlü bir müesseseye dönüşmüşse dünyanın en büyük problemlerinin de kaynağı olmuştur. Bir kuruluşta güç mücadelesi veya gruplaşma olması kaçınılmazdır. En büyük problemler iktidarı ele geçirmek konusunda, kontrol hakkında, yetki hakkında olur, ama bunların hiçbiri İsa’nın asıl niyeti değildi.
Bazılarımız da kilisenin Hristiyanlar için bir kulüp olduğunu düşünüyorlar. İmanlıların bir araya toplanarak paylaşımda bulunmak, sohbet etmek, altın günü yapmak, kısacası iyi hissetmeleri için bir kulüp. Başpiskopos William Temple ‘üyesi olmayanların menfaati için çalışan bir tek kulüp vardır – o da kilise,’ der. Yani kilisenin sadece imanlılar için çalıştığını düşünürsek, temel amaçlarımızdan birini kaybederiz ve bu büyük bir yanılgı olur.
Markos’un üçüncü bölümünde Rab İsa kilisesini kurar. Attığı temel ile ‘Embriyonik Kiliseyi’ başlatır. Bu yüzden okuduğunuz kitabın adı ‘Müjdeler Olsun,’ şeklindedir ve Rab İsa’nın kilisesini kurmak gerçek bir müjdedir. Bu nedenle hem bizler için, hem de bulunduğumuz şehir İstanbul için kilisenin hayırlı olmasını arzu ediyoruz.