Ferisiler'den bazı din bilginleri, O'nu günahkârlar ve vergi görevlileriyle birlikte yemekte görünce öğrencilerine, "Niçin vergi görevlileri ve günahkârlarla birlikte yemek yiyor?" diye sordular.
Markos 2.16
Nihayet Ferisiler de geliyorlar, tam da yemek sırasında. Şimdi bir ‘Haydaa!’ diyebiliriz. Çünkü Ferisiler o zamanlarda, Kutsal Yasa’yı uygulayan, oruç tutan, tutucu, sürekli din hakkında konuşan insanlardı. ‘Ferisi’ kelimesi İbranice’de ‘ayırmak’tan türemiştir, yani ‘ayıran’ kişiler. Onlar sürekli herşeyi ayırmaktaydı. Bu temiz, şu murdar; bu yasal, şu yasak... Dünyaları, siyah ve beyazdan ibaretti, ‘bunlar iyi kişiler, şunlar günahkarlar,’ şeklinde yargıda bulunurlardı. En sevdikleri şey araya bir çizgi koymaktı.
Dindar kişiler her zaman böyle yaparlar. Genellikle onları sorularından tanıyabilirsiniz.Mesela Yeni Antlaşma zamanlarında Pavlus’a şu soru her zaman soruluyordu: ‘putlara adanmış eti yemek yasak mı, yasal mı?’ Pavlus bu tür sorulara hiç bir zaman siyah-beyaz bir cevap vermezdi. Her zaman kişiye göre, duruma göre, açıklamaya çalışırdı. Çünkü Tanrı’yı hoşnut etmek hiçbir zaman yasayla ilgili değildir.
Ferisiler için iki tür kişi vardı: iyi kişiler ve günahkarlar. Ferisilerin kafalarındaki cennet imgesi de şöyleydi: içerde doğru, temiz, dindar kişiler, dışarda günahkarlar.
Fakat burada durum tam tersiydi. Mesih’le beraber sofraya oturan vergi görevlileri, günahkarlar, hak etmeyenler içerdeyken, doğru kişiler, dindarlar yani kendileri Ferisiler dışarda kalmışlardı. Anlamadılar, kıskandılar, öfkelendiler ve sorguladılar, ‘Bu ne demek şimdi, bize yapılan haksızlık, insafsızlık, adaletsizlik!’
Ruhsal kıskançlık kötü bir durum. Bir kimse Rab’be bizden daha yakın görünüyorsa, şöyle düşünebiliriz: ‘Ya ben? Ben daha çalışkanım, ben daha çok dua ettim, kendini daha çok feda eden benim.’ Kısacası aklımızdan ‘ben daha çok hak ediyorum. Bu bir haksızlık!’ diye geçirebiliriz. Unutmayalım arkadaşlar, Tanrı’dan aslında hak ettiğimiz karşılık neydi: Ceza!