Birinci bölüme sıkıntının olası nedenlerine bakarak başlamış ve Tanrı, Şeytan ve günah olarak üç nedeni olduğunu görmüştük. Ancak sıkıntımızın kaynağının ne olduğunu anlamak her zaman kolay değildir. Kutsal Kitap’ta bu nedenlerin birbirleri üzerine geldiği durumları bile görmüşüzdür. Tanrı’nın en çok ilgilendiği şeyin her zaman bizim sıkıntımızın kaynağını anlamamız olmadığı bellidir. Yoksa bu konuyu çok açık seçik bir biçimde ortaya koyardı. Ancak Tanrı, bizim sıkıntıya karşılık verme biçimimizle çok ilgilenir, çünkü bizim sıkıntıya verdiğimiz karşılık, sıkıntının istenilen sonucu verip vermeyeceğini belirler.
Sıkıntımızın ne olduğu, tek başına onun yaşamlarımızdaki ruhsal değerini belirlemez. Acı çekmeyi değerli kılan bizim ona verdiğimiz karşılık, onu ele alış biçimimizdir. Hepimiz zor günler geçirip çektikleri sıkıntıların baskısının altında iki büklüm olan insanlar görmüşüzdür. Bazıları kendilerini toplarlar ve Tanrı’nın kendilerine öğretmek istediği diğer şeylere doğru yollarına devam ederler. Diğerleryse asla bir daha doğrulamazlar.
Suç Atma Oyunu
Başımıza bir sıkıntı geldiğinde bazen verdiğimiz ilk karşılık suçu başka birisine atmaktır. Bir araba kazasının yanında durup üniversiteli gencin neden kadının önünde döndüğünü polise açıklamaya çalışmasını dinlediğimi hatırlıyorum. Suçun kendisinde olmadığından emindi, trafik ışığının açısıyla ilgili bir şey onu şaşırtmıştı. Aslında suçlu olduğu besbelliydi. Ama bu genç adam arabasını mahvettiği için o denli kızgındı ki suçun kendisinde olduğu düşüncesine katlanamıyordu bile.
İşler iyi gitmediğinde, ya da incindiğimizde hepimizin etrafımızdakilere çatmaya meyili vardır. Meryem’le Marta’nın verdikleri yanıtı hatırlayın: “Rab, eğer sen burada olsaydın...” Bazı insanlar Tanrı’yı suçlarlar. Diğerleri Şeytan’ı suçlarlar. Ama genellikle kişisel sorumluluğumuzdan kaçmak için suçu başka birine atarız.
Eğer başka birini suçlamak bizi hiçbir yere götürmüyorsa, kendimizi sorunla savaşır buluruz. Kendimizi acı ve rahatsızlıktan kurtarmak için durumumuzu değiştirmeye ve yeniden biçimlendirmeye çalışırız. Birçok mahkeme davasının arkasındaki neden budur. Bir işten atılan ya da terfi etmeyen insanlar çalıştıkları şirketi mahkemeye verebilirler. Kendilerini hakları için savaşmaya sevk ederler.
İnsanların trajediye karşılık vermelerinin diğer bir biçimi de, inkâr etmektir. Olup bitenlerle yüz yüze gelemezler. Hiçbir şey kötüye gitmiyormuş gibi davranırlar. Bunu birisinin sevdiği birini kaybettiği durumlarda görürüm. Anne ya da baba ya da arkadaş, ayrılığı kalıcı bir şey olarak görmeyi reddeder. Bu genellikle geçici bir durumdur. Zamanla, insanların çoğu neler olup bittiğini kabul edebilirler.
Yukarıda gösterilen karşılıklardan herhangi biri kolaylıkla acılığa — sıkıntının kaynağı olan o kişiye ya da organizasyona hatta Tanrı’ya karşı acılığa — dönüşebilir. İnsanlar acılıkla dolduklarında kendilerini üzen insanın düşüncesi bile midelerini bulandırır. Acılık, insanların kendileri aracılığıyla acı çektikleri kişileri kendilerine hatırlatan durumlara fazlasıyla tepki göstermelerine neden olur.