Kapının çarptığını duyduğumda cumartesi günü saat 5’ti. Ayak seslerinden bunun benim oğlum olduğunu biliyordum. O zaman yedi yaşındaydı. Kalemimi masaya koydum, onun yatak odasına gittim, ve düşüncelerimi toplamak için kapının dışında bir an durakladım. Bir baba olmanın benim için en hoş olmayan yanı çocuklarımı disipline sokmaktı. İçimde hep disiplin aracılığıyla onlara verdiğim acının bir gün onları bana karşı çevireceğine dair o korku vardı. Ancak bu düşünceler her zaman onların büyüyüp kötü şeyler yapabilecekleri ve günahın hiçbir cezası olmadığını düşünecekleri korkusuyla gölgeleniyordu.
Andy’nin odasına girdiğim zaman, her zaman verdiği karşılığı verdi. “Bir dakika bekle, sadece bir şey söylemek istiyorum.” Vakit kazanmaya çalışıyordu. Biliyordum, biliyordum, ama başının derde girdiği her seferinde bu kaçınılmaz bir rutindi. İtaatsizliği beni bu kadar çok üzmeseydi, eminim her şeyin komik olduğunu düşünebilirdim. Poposuna birkaç şaplak atmak üzere kapıda duruyordum. Odanın her tarafına bakıp kaçacak bir yer arıyor ve saniyede otuz mil hızla konuşuyordu. “Bekle, baba, sadece bir şey söylemek istiyorum.” Olacak şeyin kaçınılmazlığını o anda anlamış bulunuyordu. “Ne söylemek istersin?” derdim hep. Gözyaşları gözlerini doldururken, “Beni dövme!” derdi.