“Şansına” oradan ticaret yapan bir Arap karavanı geçer. Akrabalarından birinin kanının ellerine bulaşmaması için Yusuf’un ağabeyleri onu Araplara satarlar. Bunu takip eden birkaç gün, belki de birkaç hafta içinde Yusuf, Arapların yanında bir köle olarak yolculuk eder. Her gece yıldızların altında yattığında, şüphesiz neden bütün bunların başına geldiğini merak edip durdu. Büyük büyükbabasının anlattığı öyküleri biliyordu. Tanrı’nın İbrahim’le birkaç kez konuştuğunu duymuştu. Muhakkak o da, Neden Tanrı şimdi benimle konuşmuyor?diye düşünmüştü. Ama Tanrı sessiz kalmıştı.
Mısır’da Yusuf, Firavu’nun korumalarının reisi olan Potifar’a satılmıştı. Efendisi Yusuf’un özel biri olduğunu anlamıştı. Yusuf’un el attığı her şey iyi gidiyordu. Sonunda Potifar onu bütün evinin kâhyası yaptı. Kutsal Kitapbize Potifar’ın evinde önüne konan yemekten başka bir şeyle ilgilenmediğini söyler, (Bkz. Tevrat:Tekvin39:6).
Şimdi bizler, Evet, tıpkı bir Kutsal Kitap öyküsü gibi; Yusuf için her şey en sonunda iyi oldudiye düşünebiliriz. Ama unuttuğumuz nokta Yusuf’un Potifar’ın evine pazartesi günü girip de cuma günü bütün evin kâhyası olmadığıdır! Anlayabildiğimiz kadarıyla Yusuf beş ile on yıl arası Potifar’ın hizmetinde çalıştı. Ve metinin gösterdiğine göre Yusuf’un bütün evin kâhyası olması çok uzun ömürlü olmamıştı. Kim bilir ne kadar zaman ahırlarda çalışıp ve domuzları beslemişti? Ne gibi bir yerde yatıp kalktığını ve burayı kiminle paylaştığını kim bilir? Ve Potifar’ın evinde en sonunda eriştiği payenin ne olursa olsun, Yusuf hâlâ bir köle konumundaydı. Hâlâ evinden çok uzaklardaydı. Ve bütün bunlar olup biterken Tanrı sessizdi!
Hiçbir Şey Sonsuza Dek Sürmez
Tevrat:Tekvin’in yazarı,
Ve Yusuf’un endamı güzel ve bakılışı da güzeldi, (Tevrat: Tekvin39:6)
dediğinde bizleri Yusuf’un yaşamının bundan sonraki bölümüne hazırlamaktadır.
Yakışıklı olması şüphesiz Yusuf’un kendi kabahati değildi. Potifar’ın evinin kâhyası olması da kendi seçimi değildi. Ama bu iki şeyin karışımı Potifar’ın karısının dayanabileceğinden fazla idi.
Efendisinin karısı Yusuf’a arzuyla bakıp, ona “Benimle yat!” dedi. (Tevrat:Tekvin39:7)
Yusuf bir kez daha doğru olanı yaptı. Ama doğru olanı yapmak başını derde soktu. Efendisinin karısıyla bir ilişkiye girmeyi reddetti. Kadın bu duruma o kadar kızdı ki, onu kendisine tecavüz etmeye çalışmakla suçladı. İşler tam iyiye gitmeye başlamışken Yusuf kendini hapiste buldu.
Durumu Anlayabiliyor Musunuz?
Umarım artık Yusuf’un durumunu biraz olsun anlamaya başlamışsınızdır. Ben çok iyi anlıyorum. Doğru olanı yapıp da her şeyin kötüye gitmesini seyretmekten daha şaşırtıcı bir şey yoktur. Ya da kontrolünüzün dışında olan şeylerin sonucu olarak sıkıntı ve zorluklarla karşılaştığınızda da durum aynıdır. Çocukluğunda olan bir olaydan ötürü acı çeken birisiyle her konuştuğumda, Rab’bim, o evde doğmak bu insanın kendisinin seçmiş olduğu bir şey değildi. Neden onun acı çekmesi gerekiyor?diye düşünürüm. Kanser ya da başka bir hastalıktan ötürü acı çeken insanların yataklarının başucunda durduğumda da kendimi aynı soruyu soruyor bulurum.
Anne-babanızı siz seçmediniz, buna karşın onların sorunlarından kaynaklanan bazı şeylerle başa çıkmak zorundasınız. Sizin hiç kabahatiniz olmayan bir durum ya da olaydan ötürü işinizi kaybetmiş olabilirsiniz. Ama tek acı çeken sizsinizdir. Belki de siz, kendisiyle yaşanması imkânsız olan bir kocaya doğru tepkilerde bulunmak için çabalayan bir kadındınız, ve şimdi de o sizi ve çocuklarınızı terketti. Bu tür durumlar zor soruları ortaya çıkarırlar. Kafamızda bize, eğer gökte bir Tanrı varsa, ben acı çekerken böyle sessiz kalmazdıdiyen düşünce biçimini haklı çıkartıyor gibidirler. Sıkıntı ve zorluklar yüzünden birçok insanın inancına çok büyük ve onarılması imkânsız darbeler inmiştir. Bu öykünün bu kadar önemli olmasının nedeni de budur.
Bir Adım İleri, İki Adım Geri
Yusuf’un hapiste ne kadar uzun bir süre kaldığını bilmenin hiçbir yolu yok. İki seneden fazla olduğunu biliyoruz (Bkz. Tevrat:Tekvin41:1). Sekiz ya da dokuz yıl da olabilir. Yaşamınızın bundan sonraki birkaç yılını yabancı bir ülkenin hapishanesinde geçirdiğinizi düşünün. Mahkemeye çıkmayı bile beklemiyorsunuz. Yusuf bir köleydi. Davayı daha yüksek bir mahkemeye götürmeye hakkı yoktu. Firavun’a çıkıp onu savunacak kimse yoktu. Kendisini ziyaret edecek ailesi de yoktu. Hapishaneye, orada çürümesi için yollanmıştı. Ve sebep neydi? Karşılığında kendisine pek de sadık davranıyormuş gibi gözükmeyen bir Tanrı’ya sadakat. Yusuf, Tanrı’ya olan imanını diğer insanlara bildirmişti (Bkz. Tevrat:Tekvin39:9). Tanrı’ya sadık kalmak için elinden geleni yapıyordu. Ama buna karşı Tanrı onu hiç kutsamamıştı. Durumlar sadece daha kötüye gitmişti. Ve Tanrı’nın suskunluğu ıstırap veriyordu.
Zaman geçtikçe Yusuf yeniden sorumluluk sahibi ve güvenilir biri olarak tanındı. Sonunda baş gardiyan Yusuf’u bütün hapishanenin yöneticisi yaptı. Ama, ne kadar zaman kendisine sıradan bir suçlu gibi davrandıklarını bilmediğimizi unutmayın. Tevrat:Tekvin’in yazarı iki ayette bizi Yusuf’un bir tutuklu olmasından hapishanenin yöneticisi olmasına taşıyor. Ancak Yusuf’un güvenilir bir kişi olduğunun anlaşılmasının aylar hatta yıllar sürdüğünü düşünmek gerçekçi olmayan bir düşünce biçimi değildir. Ve o zaman bile Tanrı sessizdi.
Birdenbire iki yeni kişiyle tanıştırılıyoruz, kralın fırıncısı ve başsakisi. Yusuf’un bu ikisiyle aynı hapishanede olmalarından başka aralarında başka bir ilişki olduğunu gösterir bir kanıt yoktur. Ancak Tanrı’nın isteğine göre, bu iki adam O’nun planını yerine getirmekte çok önemli bir rol oynarlar.
Bu adamların neden hapise atıldıklarını bilmiyoruz, sadece hapiste olduklarını biliyoruz. Hapishane müdürü “kader”in bir cilvesi olarak, bu iki adamı Yusuf’un yönetimi altına koymuştur. Yazar bizlere onların “bir süre” orada olduklarını söyler. Bu da burada anlatılan olayların uzun zaman dilimleri, belki aylar hatta yıllarla ayrıldığını gösteren başka bir işarettir. Hapiste bir süre geçirdikten sonra bu adamların her ikisi de birer rüya görür. Yusuf uyandıkları zaman her ikisinin de yüzündeki ifadeden bir şeylerin doğru gitmediğini anlamıştır. Onlara, “Bugün neden yüzünüz bozuk?” (Tevrat:Tekvin40:7) diye sorar. Onlar da, “Rüya gördük ve onu tabir eden yok,” (Tevrat:Tekvin40:8) diye yanıt verirler. Bir kez daha Yusuf’un Tanrı’ya olan sarsılmaz imanı kendini gösterir: “Tabir Allah’a mahsus değil mi?” der. (Tevrat:Tekvin40:8) Başından bütün geçenlerden sonra, hapisten bir daha hiç çıkmadan yaşama olasılığı ile karşı karşıya olduğu halde bile Yusuf’un imanı sağlam kalmıştı, ve Tanrı’ya olan bu imanını başkalarıyla paylaşmaya istekliydi.
Her iki adam da rüyalarını anlatırlarken Yusuf dikkatle dinler. Sonra da onlara rüyalarının anlamlarını anlatır. Fırıncı idam edilecek, başsaki ise eski saygın görevine iade edilecektir. Yusuf’un başsakiye verdiği yanıt bizlere Yusuf’un da bizler gibi insan olduğunu gösterir. Dedi ki:
“Sana iyilik olduğu zaman beni hatırına getir, rica ederim ve bana lütfet, ve beni Firavuna söyle ve beni bu evden çıkar; çünkü gerçekte ben İbraniler diyarından çalındım, ve burada bile zindana konulacak hiçbir şey yapmadım, (Tevrat:Tekvin40:14,15).
Yusuf’un Tanrı’ya imanı olabilirdi ama o da her birimizin isteyebileceği gibi hapishaneden çıkmayı istiyordu. Ama Tanrı bir kez daha Yusuf’u unutmuş görünüyordu. Başsaki hapisten çıkıp eski işine kavuşunca, Kutsal Kitapbize,
“Fakat başsaki onu hatırlamadı, ve onu unuttu,” (Tevrat:Tekvin40:23) der.
Siz de hiç Tanrı’nın sizi unuttuğunu düşündünüz mü? Belki Tanrı’ya eşinizin değişmesi için yalvardınız, ama hiçbir değişiklik görmediniz. Belki bir tür narkotik bağımlısısınız ve sanki dualarınız tavanı geçip Tanrı’nın katına çıkmıyor gibi. Her İnanlı’nın yaşamının herhangi bir noktasında kendisini unutulmuş hissettiğinden, Tanrı’nın kendisi için çok meşgul olduğunu, ya da kafasının başka şeylerle ilgili olduğunu düşündüğünden eminim.
Unutulmuş Bir Aile
Dallas’ta bir İnanlılar topluluğunun vaizi olan Dr. W. A. Criswell petrol işinin zirvede olduğu sıralarda ziyaret ettiği bir aileden söz eder. Bu aile petrol şirketlerinin insanların arsalarındaki petrol haklarını peynir ekmek gibi satın aldıkları bir bölgede yaşıyordu. Bütün bölgede ailelerin arsalarında petrol çıktıkça bu aileler bir gecede çok zengin insanlar arasına giriyorlardı. Ama Dr. Criswell bu ailenin arsasına geldiğinde tuhaf bir şeyin farkına vardı. Bu arsada petrol kuyuları yoktu. Arsaya bitişik arsalarda birkaç tane petrol kuyusu vardı, ama ziyarete geldiği ailenin hiç petrol kuyusu yoktu.
Kapıda doğru olarak evin hanımı olduğunu tahmin ettiği mahzun yüzlü bir kadın kendisini karşıladı. Kocası geldi, Dr. Criswell’e oturması için bir yer gösterdi ve “üzücü” öyküsünü anlatmaya başladı. “Rahip,” dedi, “Tanrı bizi unuttu. Bir sene kadar önce bu bölgede petrol bulundu. Mühendisler gelip, mahallemizdeki herkese sonunda en hayal bile edemeyeceğimiz bir biçimde zengin olacağımıza dair bize güvence verdiler. Bizler de bunu Tanrı’nın eli olarak gördük. Birkaç hafta sonra işçiler geldiler ve bu bölgedeki bütün arsaları kazmaya başladılar. Her yerde kuyular açıldı. Bizim arsamızı da kazmaya başlamalarının sadece zaman meselesi olduğunu biliyorduk. Ama bu hiç gerçekleşmedi. Dr. Criswell, Tanrı bizi görmemezlikten geldi. Arsamızın her iki tarafındaki arsalarda hatta arkamızdaki arsada bile petrol bulundu, ama bizim toprağımızdan bir damla bile petrol çıkmadı. Komşularımız evlerini satıp şehre taşınıyorlar, bizse burada tek başımıza kaldık.”
Mısır’daki o hapishanede tek başına otururken Yusuf’un da kendini epey yalnız hissettiğini tahmin edebiliyorum. Emin değiliz ama belki o da kendini ihanet edilmiş hissetti. Tahminine göre, başsaki Firavuna ondan kasten söz etmemişti. Yusuf bir kez daha doğru olanı yapmayı çalışmasının sonucu olarak acı çekiyordu. Bundan sonraki iki yılı da Mısır’da hapishanede geçirdi. İki yıl boyunca Tanrı’nın neden böyle bir şeyin başına gelmesine izin verdiğini düşündü. İki yıl boyunca başsakinin onu unuttuğunu mu, yoksa ona aldırmadığını mı düşündü durdu. İki yıl boyunca kafasında ağabeyleriyle, Potifar’la, Potifar’ın karısıyla ve şimdi de burada olup bitenlerle uğraştı. İki uzun yıl geçti — ve Tanrı sessizdi.
Bu Arada...
“Ve iki tam yıl sonunda vaki oldu ki, Firavun bir rüya gördü... Ve vaki oldu ki, sabahleyin, onun canı rahatsızdı; ve gönderip Mısır’ın bütün sihirbazlarını, ve bütün bilge adamları çağırdı; ve Firavun onlara rüyasını anlattı; fakat onları Firavuna tabir edebilen bulunmadı, (Tevrat: Tekvin41:1-8).
İşte tam o sırada başsaki nihayet Yusuf’u hatırladı. Onu hapisten çıkardılar, tıraş ettiler, temiz elbiseler giydirdiler ve Firavunun önüne çıkarttılar.
“Ve Firavun Yusuf’a dedi ki, ‘Rüya gördüm, ve onu tabir eden yoktur, ve ben senin hakkında ne zaman rüya
işitirsen, onu tabir edebilirsin diye işittim,’” (Tevrat:Tekvin41:15).
Kendinizi bir an için Yusuf’un yerine koyun. Siz olsanız Firavuna ne şekilde yanıt verirdiniz. Ben olsaydım ne diyeceğimi biliyorum: “Herhangi bir rüyayı yorumlamadan önce, küçük bir anlaşma yapmamız gerekiyor. Birincisi, bir daha hapishaneye dönmek istemiyorum!İkincisi, nerede o başsaki olacak adam...”
Ama Yusuf’un ağzından çıkan sözler bütün insanca açıklamalara parmak ısırttırıyor. Kalbinde acılık olması için her türlü nedene sahip olduğu halde, hiçbir acılık yoktu. Çok kızgın olabilecek bir durumdayken öfkeyle yanıt vermedi. Kendisine yapılan haksızlıklardan söz etmedi. Sadece o sırada dünyanın en güçlü insanı olan Firavun’a bakıp,
“Yanıtlar bende yoktur, Tanrı Firavuna hayırlı yanıtlar verecektir,” (Tevrat:Tekvin41:16) dedi.
Ve Tanrı Firavuna yanıt verdi. Firavun Yusuf’tan öylesine etkilenmişti ki, onu ülkenin ikinci güçlü adamı yaptı. Kısacık bir an içinde Yusuf çaresiz bir yabancı köle olmaktan yeryüzünün en güçlü ulusunun ikinci en güçlü adamı oldu. On üç yıl boyunca çekilen acıdan sonra en sonunda iyi bir şey olmuştu.
Sessiz, Ama Hareketsiz Değil
Olanlar, Yusuf’un hayal edebileceği her şeyden çok daha iyiydi. Yusuf, Tanrı’nın dünyanın kurtuluşu için planındaki çok önemli bir atılım için sahneyi hazırladığını bilmiyordu. Çünkü Tanrı soylarından Mesih’in çıkacağı seçilmiş ulusunu putperest bir ulusun esirleri olarak yetiştirmek, sonra da dünyayı avuç içinde tutan güçten onları kurtararak, her ulusa Kendisinin tek gerçek ve yaşayan Tanrı olduğunu göstermek istiyordu. Bunların yanı sıra, ulusu bir iman mirasına sahip olacak ve Mesih’in bir gün her ulus için neler yapacağını görecekti.
Sorun duruma insanca bakış açısından, Tanrı’nın ulusunu İbrahim aracılığıyla kendilerine verdiği diyardan nasıl alıp yabancı bir ulusa götüreceğiydi. İkincisi, oraya ilk vardıklarında hoş karşılanmaları ve birlikte yaşayıp çoğalmaları için kendilerine yeterli özgürlüğün verilmesi gerekiyordu. Bunun üzerine Tanrı bütün bunları tek bir adamın — Yusuf’un — aracılığıyla yerine getirmeyi seçti. Ülkenin ikinci büyük yöneticisi olduktan sonra artık yapamayacağı hemen hemen bir şey yoktu, buna bu olaydan birkaç yıl sonra “tesadüfen” gerçekleşen kıtlık sırasında ailesini yerleşmek üzere Mısır’a davet etmesi de dahildi. Yusuf sağ olduğu sürece onların güvenlik içinde ve özgür yaşamalarını sağlayabilirdi. Yusuf, bunun hiçbir zaman farkında olmasa bile kurtuluş öyküsünün en stratejik olaylarından birindeki başrolü oynuyordu!
Yusuf’un öyküsünden açıkça anlaşılacak bir şey varsa o da, Tanrı’nın sessizliğinin, O’nun bizim yaşamlarımızdaki etkinliğini ya da yaşamımızla ilgisini belirten bir şey olmadığıdır. Tanrı sessiz olabilir ama hareketsiz değildir. Bizler bir şey duymadığımız için O’nun herhalde bir şey yapmadığını düşünürüz. Tanrı’nın ilgi ve alakasını, gördüğümüz ve duyduğumuz şeylerle ölçeriz.
Aynı şekilde, durumumuzun iyiliği ve kötülüğüyle Tanrı’nın bize olan ilgisini ölçmekten de suçluyuzdur. Her şey çok iyi gittiği sürece, Tanrı’nın bizimle beraber olduğundan — bizi gözettiğinden, bizi koruduğundan, gereksinimlerimizi karşıladığından — hiç şüphemiz yoktur. Ama zorluklar yolumuza çıktığı anda, “Rab, neredesin? Neden bir şeyler yapmıyorsun? Benimle hiçilgileniyor musun?” diye sorarız.
Tanrı’nın yaşamlarımıza olan ilgi ve alakası içinde bulunduğumuz durumun şartlarıyla ölçülmez. Tanrı’nın bize olan ilgisi iki şeyle ölçülür: İlk olarak, karakterimizin gelişmesi, ikincisi ise, Tanrı’nın planının gerçekleşmesi. Yusuf on üç yıl boyunca bir sıkıntıdan çıkıp öbürüne girdi. Ve Tanrı her adımında onunla beraberdi. Tanrı bu sıkıntılar aracılığıyla Kendi iradesini gerçekleştiriyordu. Tanrı bizim yaşamlarımızda da Kendi isteğini gerçekleştirmek için sıkıntıları kullanacaktır.
Bu Arada...
“Peki, bu arada ben ne yapmalıyım?” diye sorabilirsiniz. Bunun yanıtını vermek çok kolay olmasa da yine de yanıt basittir. Tanrı’ya güvenin. Bu yanıt sizin zor ve karmaşık durumunuz için fazlasıyla basit gelebilir. Kitabımın geri kalan bölümünde konuyu daha da açacağım. Ama bu kitabımın son bölümü bile olmuş olsa, seçeneklerinizi gözden geçirin. Eğer Tanrı’ya güvenmeyecekseniz ne yapacaksınız? Durumu kendi elinize alırsanız yağmurdan kaçarken doluya tutulacaksınız. Bunu Yunus peygambere sorun, o iyi bilir! Aslında kendi deneyimlerinizin ötesine bile pek bakmanız gerekmez. Tanrı’ nın planına sırt çevirdiğiniz zamanların hangisinde bu işten kazançlı çıktınız?
Siz şimdi, “Ama siz benim durumumu anlamıyorsunuz,” diyeceksiniz. Belki de haklısınız. Ama bir de Yusuf’u düşünün. Hiçbir arkadaşı, bir İnanlılar topluluğu, hiçbir özgürlüğü, parası, Kutsal Kitap’ı ve Tanrı’dan aldığı hiçbir belirgin cevabı yoktu. Buna rağmen cennetsel Babası’na sadık kaldı ve cennetsel Babası da ona sadık kaldı.
Tanrı sessiz olduğunda bir tek mantıklı seçeneğiniz vardır —o da O’na güvenmek, sadık olmak ve O’nun bir şeyler yapmasını sabırla beklemektir. Tanrı sessiz olabilir ama sizi terk etmemiştir.
Teksas’a Dönelim
Şimdi sizlere topraklarından petrol çıkmayan aileye ne olduğunu anlatmak istiyorum. Birkaç yıl sonra Dr. Criswell ailenin babasını görmüş. Adamın yüzünde çok büyük bir gülümseme varmış. Dr. Criswell herhalde sonunda topraklarında petrol çıktığını sanmış. Adam, “Tam tersine, toprağımızda hiç petrol bulunmadı ve buna da çok memnunum” demiş. Bu yanıt Dr. Criswell’i şaşırtmış. Adam şöyle devam etmiş: “Çok tuhaf bir şey oldu. Bütün dostlarımız şehre taşındılar, büyük ve pahalı evler ve arabalar aldılar. Çocuklarını en iyi okullara yolladılar. Çoğu şehir kulüplerine üye oldular. Ama çok geçmeden bu tür bir yaşam biçimi etkisini gösterir. Hepsinin evlilikleri birer birer bozuldu. Çocukları asileştiler. O ailelerden hiçbirinin düzenli bir şekilde bir İnanlılar topluluğuna devam edip etmediklerini bilmiyoruz. Rahip, Tanrı toprağımıza petrol koymamakla bize büyük bir iyilik yaptı. Biz hâlâ bir aradayız ve birbirimizi şimdiye dek hiç sevmediğimiz bir biçimde seviyoruz. Bize önemli olanı verip bizi önemli olmayandan koruduğu için Tanrı’ya her gün teşekkür ediyoruz.”
Tanrı bu aileyi unutmamıştı. Ama bunu anlamak onların biraz zamanını aldı. Tanrı sizi de unutmadı, dostum. O, sessiz olabilir ama hareketsiz değildir. Tanrı’nın sessizliğinin her zaman bizim sıkıntımızın acısıyla daha da büyük gözüktüğünüanımsayın. Ama en büyük sıkıntılar aracılığıyla bile Tanrı, sizin karakterinizi geliştirmek ve yaşamınızda Kendi isteğini yerine getirmeye çalışmaktadır.