Tanrı’nın sessizliği O’nun yaşamımızdaki etkinliği ya da yaşamımızla ilgisini belirten bir şey değildir.
Sorular... Sorular... Sorular
Bütün bunlar iki temel soruyu ortaya çıkarırlar. Birincisi, biz bu kadar acı çeker ve O’ndan bir şeyler işitmeye ihtiyacımız olduğunda acaba Tanrı ne yapmaktadır?İkincisi, bu arada, yani beklerken bizler neler yapmalıyız?Eğer zorluklarla başarılı bir şekilde başa çıkacaksak bu soruların yanıtlarını bilmemiz çok gereklidir. Tanrı’nın nerede olduğu ve bizim durumumuza olan tepkisi konuları belirsizlik içinde olduğu sürece, her zaman şüpheye yer olacaktır. Ama O’nun olayla olan ilgisinin var olduğu hakkında güvence edinmek de tek başına işe yaramaz. Yol gösterilmeye de ihtiyacımız vardır.
Bu bölümün amacı bu iki soruyu yanıtlamaktır. Bunları yanıtlayarak, Tanrı’nın kalbinizdeki O’nun sizin acınızla ilgilenmediği, O’nun ilgilenmesi gereken çok daha önemli şeyler olduğu hakkındaki o korkunç korkuyu sonsuza dek silmesi için dua ediyorum.
Bu soruları yanıtlamak için Yusuf’un yaşamına bir bakacağız. Sizlere yeniden kafanızın bu anlatımların sonuna doğru yarış etmemesi gerektiğini hatırlatayım. Eğer öyle yaparsanız Tanrı’nın söylemek istediği şeyi kaçıracaksınız. Kutsal Kitapbelirli bir kişinin yaşamını sunduğunda, yazar izlemekte olduğu konuya uygun olayların üzerinde durur. Bu da sık sık bu kişilerin yaşamlarının doğaüstü olay üstüne doğaüstü olayla dolu olduğu izlenimini verir. Ama durum hiç de böyle değildir. Arada hiçbir özel şeyin olmadığı haftalar, aylar ve hatta yıllar geçmiştir. Tevrat’taki bu öyküyü etüt ederken kendinizi öykünün kahramanı olan Yusuf’un yerine koyun. Yusuf da bizler gibi çok büyük sıkıntılar içindeyken Tanrı’nın sessizliğiyle karşılaşmıştır.
O’na En Çok İhtiyacı Olduğu Zaman
Yusuf’un sıkıntıları ilk gençlik yıllarında başladı. On yedi yaşındayken babası bütün kardeşlerinin içinden en çok onu seviyordu ve kendisinden büyük olan on ağabeyi bu durumdan hiç de hoşnut değildir. Onu kıskanıyorlardı ve bu kıskançlık zamanla nefrete dönüştü, (bkz. Tevrat:Tekvin37:4). Bu da yetmiyormuş gibi Yusuf bir gün bütün ailesinin onun önünde eğilip saygı göstereceklerini ima eden bir rüyalar dizisi görmüştü. Genç ve belki de dikkatsiz olduğundan bu rüyalarını babasına ve ağabeylerine anlatmıştı. Metinden anlaşıldığına göre, rüyalarını anlatması ağabeyleri için bardağı taşıran son damla olmuştu.
Bu olaylardan bir süre sonra babası Yusuf’u, sürüleri otlatmak için Şekem’e gitmiş olan ağabeylerini ve sürüleri kontrol etmeye yolladı. Bir yabancı kendisine ağabeylerinin Dotan’a gittiklerini söyledi. Kendisine verilen görevi yerine getirmeye azmeden Yusuf ağabeylerini aramak için kırk kilometre uzaklıkta olan Dotan’a doğru yola çıktı. Ağabeyleri onun geldiğini gördüklerinde onu öldürmeyi tasarladılar. Yusuf yanlarına geldiğinde onu soydular ve boş bir kuyuya attılar. Sonra da yemeğe oturdular.
Anlatımın burasına geldiğimizde olaya Tanrı’nın el koymasını bekliyoruz. Tanrı onu kurtarmasa da her nasılsa olayların sonunda düzeleceğini belirten bir şeyler bekliyoruz. Ama hiçbir şey olmuyor. Tanrı sessiz. Yusuf diri olarak sabahlayabileceğini bile bilmeden boş kuyunun dibinde yalnız başına oturuyor. Kendisini bu duruma düşüren olayları kafasında tekrar ettiğine şüphe yok: Babasının sözünü dinlemesi, kardeşlerini bulmak için fazladan yol yürümeye istekli oluşu ve şimdi de bu. Bütün bunlara bir anlam veremiyordu; eğer babası kendisini diğerlerinden daha fazla seviyorsa bu onun kabahati değildi. Bu hiç de adil olmayan bir durumdu. Ve Tanrı hâlâ görünürlerde yoktu.
Mısır Yolunda