2. Perspektifin Gücü

Ben bu satırları yazarken, en iyi arkadaşlarımdan biri karısının kanserden ölüşünü seyrediyor. Doktorlar umut yok dediler. Bizler kendisi için defalarca dua ettik ama Tanrı’nın iyileştirici elinin hiçbir işareti görünürlerde yok. Jim karısının yanında bütün gün, her gün oturuyor. Karısını biraz daha rahat ettirebilmek için elinden gelen her şeyi memnuniyetle yapıyor. Ancak en çok istediği şey olan karısını iyileştirmek işini yapmakta tamamen güçsüz.

Jim’i dua ederken işittim. Onu acı çekerken gördüm. İmanı paramparça değil ama üzerine büyük bir darbe inmiş durumda. Bunu atlatacak. Ama, “Bu neden oldu? Nedeni ve anlamı neydi? Neye yaradı? Böyle bir üzüntü neden böylesine adaletsiz bir şekilde Tanrı’dan bu kadar çok korkan bir ailenin başına geldi?” sorusu hep aklında olacak.

Jim ve ailesi bu tür acı dolu ve karmaşık soruları soran ilk kişiler değiller. Ve kendileri de bunun iyice farkındalar. Bu tür durumlardan ötürü ortaya çıkabilecek soruları önceden bilerek Tanrı bizlere Jim’in karşı karşıya olduğu türden trajediler karşısında gerekli perspektifi kazanmamız için İncil:Yuhanna’daki anlatımı vermiştir.

Kutsal Kitap’tan herhangi bir bildik bölümü etüt ederken sorun, öyküdeki kişilerin neler hissettiklerini hissetmemize izin vermeyişimizdir. Neden verelim ki? Genellikle sonunda ne olduğunu biliyoruz. Ne yazık ki, Kutsal Kitap’ı bu kadar iyi bilmek bazen bizi onun varmamızı istediği sonuçlardan alıkoyar. Başlangıçtan Davut’un zaferi kazanacağını bildiğimizden Davut’un Golyat karşısında hissettiği korkuyu hissetmemiz zordur. Musa’nın hayatını kurtarmak için Mısır’dan kaçtığında hissettiği yalnızlığı yakalayamayız. Çünkü sonunda bir kahraman olduğunu biliriz. Siz de İncil:Yuhanna11’deki bu bildik öyküye yaklaşımınızda öykünün sonunu unutmaya çalışın. Kendinizi o insanların yerine koymaya çalışın. Neler olduğunu okuyup da neler hissedildiğini düşünmeyi ihmal ederseniz, bu öykünün en zengin yanlarından bazılarını kaçırırsınız.

Sevdiğin Kişi Hasta”

Meryem ile kız kardeşi Marta’nın köyü olan Beytanya’dan Lazar adında bir adam hastalanmıştı. Meryem, Rab’be hoş kokulu yağ sürüp saçlarıyla O’nun ayaklarını silen kadındı. Hasta Lazar ise Meryem’in kardeşiydi. İki kız kardeş İsa’ya, “Rab, sevdiğin kişi hasta” diye haber gönderdiler. (İncil:Yuhanna11:1-3)

Meryem’le Marta’nın evi, İsa ve havarilerinin Yahudiye bölgesine her geldiklerinde büyük bir konukseverlikle ağırlandıkları bir yerdi. Belli ki, Lazar zengin bir insandı ve zenginliğini de Mesih’in hizmetini desteklemekte kullanıyordu. Lazar hasta olur olmaz Meryem’le Marta’nın İsa’yı çağırmış olmaları gerçeği onların İsa’nın gücüne olan imanlarını gösterir. Şüphesiz, eğer İsa kendisine tamamen yabancı olan insanları iyileştiriyorsa dostu olan birini iyileştirme fırsatını kaçırmazdiye düşünüyorlardı. Ama durum böyle değildi.

İsa bunu işitince, “Bu hastalık ölümle sonuçlanmayacak, ama Tanrı’nın yüceliğine ve dolayısıyla Tanrı’nın Oğlu’nun yüceltilmesine yarayacak” dedi. İsa, Marta’yı, kız kardeşini ve Lazar’ı severdi. Bu nedenle, Lazar’ın hasta olduğunu işitince bulunduğu yerde iki gün daha kaldı, (İncil:Yuhanna11:4-6).

İnsanların bakış açısından bakıldığında bu ayetler çok anlamsızdır. Bu öyküyü sevmemin nedenlerinden biri de budur, çünkü sıkıntıların çoğu da bizim bakış açımızdan ancak bu öykününkü kadar anlamlıdır. İsa’nın bu aileyi sevdiği açık bir şekilde söylendiği halde, onların acısını yok etmek için hiçbir şey yapmaz. Bunu anlayabiliyorum. İşler iyi gitmediğinde Kutsal Kitap’ta bana Tanrı’nın sevgisini hatırlatan ayetler arayışına çıkarım — ancak Tanrı bazen onları davranışlarıyla desteklemez.

Burada bir an duraksamamız gerekecek, çünkü anlatımın tam bu noktasında çok büyük bir mücadeleye gireriz. Tanrı’dan yardım istediğimiz noktayla Tanrı’nın bize yardım ettiği nokta arasındaki zaman diliminden söz ediyorum. “Bulunduğu yerde iki gün daha kaldı” sözlerini okumak kolaydır. Ancak bu gecikme Meryem’le Marta için sonsuzluk gibiydi. Kutsal Kitap, Meryem’le Marta’nın İsa’nın o sıralarda halka hizmet etmekte olduğu yeri bildiklerini söyler. Oradan Beytanya’ya gelmenin ne kadar süreceğini de biliyorlardı. Bunun üzerine beklediler. Saatler geçtikçe, kardeşlerinin gitgide kuvvetten düşüşünü seyrettiler.

Sonunda, normal yolculuğa göre İsa’nın gelmesi gereken gün geldi. Şüphesiz Lazar’ın başında sırayla beklemişlerdi. Öyleyse bir tanesi yola çıkıp İsa’yı bekleyebilirdi. O taraftan gelmekte olan bütün insanlara bu tarafa gelmekte olan on iki on üç kişi görüp görmediklerini sormuş olduklarını düşünebiliyorum. Herkes “hayır” anlamında başlarını salladığında, kız kardeşlerin umudu biraz daha söndü. “Neden gelmedi? Belki mesajımızı hiç almadı. Belki bize haber yollamadan oradan ayrıldı. Acaba nerede? O’nun için bütün yaptıklarımızdan sonra bizim için yapabileceği en küçük şey buydu,” diye düşünmüş olabilirler. Yine de onlar O’nu beklerken O gelmedi.

Lazar öldü. Belki Meryem bir sabah erkenden uyanıp ona bakmaya gittiğinde onu ölü buldu. Belki de öğleden sonra hem Meryem hem de Marta başucunda otururken son nefesini verdi. Nasıl olduysa, her iki kadın da her zaman ölümle birlikte gelen o boşluk ve çaresizlik hissini tattılar. Bitmişti. Lazar ölmüştü. Çok geçmeden düşünceleri İsa’ya döndü. Neden gelmemişti? Neler çektiğimizi bildiği halde nasıl gelmeyebildi?

Şüphesiz bunlar sizin de kendi yaşamınızda sıkıntı ve zorlukların ortasında olduğunuz anlarda Tanrı’ya yakarırken O’na sorduğunuz sorulardan bazılarıdır. Sevgi Tanrısı nasıl olur da arkadaşım ve karısının bu şekilde acı çekmesine izin verir ve bu konuda hiçbir şey yapmaz? Kadınlar fiziksel ve cinsel yönden kötüye kullanıldıklarında nasıl olur da cennetin balkonundan olup bitenleri seyreder? Kocaların karıları ve çocuklarını terk etmelerini nasıl seyirci kalabilir? Tanrı burada neler olup bittiğini biliyor mu?

Bu anlatım bir kez daha işe yarıyor. İsa neler olup bittiğini çok iyi biliyordu. Meryem’le Marta’nın neler çektiklerini biliyordu. Dostunun durumunun kötüleştiğini de biliyordu. Ve Lazar’ın öldüğü anı da biliyordu.

Bu sözleri söyledikten sonra, “Dostumuz Lazar uyumuştur” diye ekledi, “ama ben onu uyandırmaya gidiyorum.” (İncil:Yuhanna11:11)

Buna karşın hiçbir şey yapmadı! Lazar’ın sokaktaki herhangi bir adam olmadığını hatırlayın. Lazar İsa’yı evine davet etmişti. Mesih’e ve yaptıklarına olan imanını dile getirmişti. İyi bir adamdı. Şüphesiz İsa’nın iyileştirmiş olduğu insanların çoğundan daha çok imanı vardı. Onlardan bazıları Mesih’in kim olduğunu bile bilmiyorlardı (bakınız İncil:Yuhanna9). Ama Lazar’ın O’na en çok ihtiyacı olduğu sırada İsa etrafta yoktu.

Durumu daha da kötüleştirecek biçimde, İsa havarilerine bir de şunu söyleyebildi:

Lazar öldü. İman etmeniz için orada bulunmadığıma sizin yararınıza seviniyorum. (İncil:Yuhanna11:14-15)

İsa “seviniyor” muydu? Böyle bir şeyi nasıl söyleyebilirdi? En iyi arkadaşlarından ikisi büyük duygusal fırtınalar yaşıyorlar; bir diğeri ölüyor; ve İsa sevindiğini mi söylüyor? Ne düşünüyor olabilirdi? Kafasından neler geçiyor olabilirdi?

Sevgili okur, bu sorunun yanıtı bu yaşamdaki trajedi gizeminin çözülmesine yol açan anahtardır. Böyle bir durumda Mesih’in ve Tanrı’nın düşüncelerini anlamak bütün yaşamı hem şimdi ve hem de sonsuza dek bir arada tutan evrensel ilkeyi keşfetmek demektir. Mesih’in böyle yapmakta bir amacı vardı ve bu öylesine önemli bir amaçtı ki, Meryem ve Marta’nın yaşamak zorunda olduğu duygusal acılara değerdi. İmanlarının yok olmasını riske atmaya değerdi. Sadık bir dostun ölümüne bile değerdi. Cennetsel Baba’sıyla birlikte İsa’nın kafasındaki düşünce o kadar harikulade bir şeydi ki, olayı çevreleyen acının içinde bile İsa, “Bunun böyle olduğuna seviniyorum” diyebilmişti. Bir başka deyişle, “Dinleyin, birazdan göreceğiniz şey o kadar harikulade bir şey ki, sevgili arkadaşımın acısına ve ölümüne değer,” demişti. Eğer onlar da bizim gibi insanlarsa onlar da, “Bütün bunlara değecek ne olabilir?” diye düşünmüşlerdir.

Eğer Sen Burada Olsaydın”

Beytanya, Kudüs’e on beş ok atımı kadar uzaklıktaydı. Yahudilerin birçoğu Marta ile Meryem’i kardeşlerinin ölümünden dolayı teselli etmek için yanlarına gelmişlerdi. Marta İsa’nın geldiğini duyunca O’nu karşılamaya çıktı. Meryem ise evde kaldı. Marta İsa’ya, “Rab” dedi, “burada olsaydın, kardeşim ölmezdi. Şimdi bile, Tanrı’ dan ne dilersen Tanrı’nın onu sana vereceğini biliyorum.”

Bunu söyledikten sonra gidip kız kardeşi Meryem’i gizlice çağırdı. “Öğretmen burada, seni çağırıyor” dedi. Meryem bunu işitince, hemen kalkıp İsa’nın yanına gitti.

Meryem İsa’nın bulunduğu yere vardı. O’nu görünce ayaklarına kapanarak, “Rab” dedi, “burada olsaydın, kardeşim ölmezdi.” (İncil:Yuhanna11:18-21, 28-29, 32)