Eski işyerimde, benim ofisim mutfağın yanındaydı. Ne zaman insanlar bir çay yapmak için mutfağa gelse, beş dakika durup benimle konuşurlardı. İçlerini dökerlerdi: ‘Şunlar şunlar oldu, bebek yapmaya çalışıyoruz; ama olmuyor, borcum var, karım benden ayrılmak üzere... seninle neden derleşiyorum bilemiyorum...’
Ama ben biliyorum. Tanrı’nın varlığı bizimle, bizi farklı kılar. İnsanlar bunun ne olduğunu bilmiyorlar; ama onun etkisinin farkındalar. Kiliseye misafir gelince bunun ne olduğunu bilmiyorlar; ama yine de farkındalar. Bu herhangi bir dinden çok daha farklıdır; çünkü O bizimle.
O yüzden toplantılarımızda Kutsal Ruh’un varlığı gelsin diye can atıyoruz. Ruh’un etkinliklerini görünce seviniriz. Biri bilinmeyen dillerde dua ediyor, başka biri çeviriyor, biri doğaçlama bir ilahi söylemeye başlıyor, başka biri gördüğü bir resmi, bir görümü anlatıyor... Oooo. Birden Rab’bin varlığı aramızdadır. Böylece ölü bir din olmadığının, diri bir ilişki olduğunun farkına varırız.
Ne yazık ki bazı kiliselerde bu tecrübeler yaşanmıyor. Bunların olması beklenmiyor. Biz Musa’yla özdeşleşiyoruz; ‘Eğer varlığın bize eşlik etmeyecekse, bizi buradan çıkarma’.