Şimdi bana soracaksınız: ‘Ama bu bütün dinlerde ortak bir değer. Her dinde yoksullara bakmamız, bağış vermemiz emredilir. Her din bu konuda kendimizi suçlu hissettirir. Tamam, şimdi de kendimizi suçlu hissediyoruz. Bugün bir dilenciye yüz lira bile versem, yarın yine kendimi suçlu hissedeceğim. Böyle mi olsun istiyorsun?’
Aslında Eski Antlaşma’daki Yasa’nın işlevi şudur:
Bize kötü hissettirmek.
Tanrı’nın nasıl bir Tanrı olduğunu göstermek.
Standartların ne denli yüksek olduğunu açıklamak.
Kendi çabamızla O’nu hoşnut etmenin ne kadar imkansız olduğunu,
Toplumumuzun O’nun standartlarından ne kadar yoksun kaldığını,
İnsanlığın durumunun ne kadar vahim olduğunu,
Bir Kurtarıcı’ya ne kadar muhtaç olduğumuzu ispatlamaktır.
Yasa’nın işlevi O’dur. Bizi Kurtarıcı’ya doğru itmek.
Pavlus’a göre;
Yaşam sağlayabilen bir yasa verilseydi, elbette insanlar yasayla aklanırdı.
Gal 3.21
Fakat Yasa bize yaşam sağlamaz. İçimizi değiştiremez. Bize yardım edemez ve bizi aklayamaz. Paklayamaz.
Bu yüzden Kurtarıcı geldi. Bu yüzden kusursuz bir hayat sürdükten sonra çarmıhta öldü ve ölümden dirildi. Öyle ki O’nun mükemmel yaşamı bize aktırılsın, sanki biz onu yaşamışız gibi.
İsa Mesih geldiğinde: ‘Beni görmüş olan, Babamı görmüş olur.’ diye ilan etti. İsa fakir bölgelerde dolaşıp şifa ve umut dağıttı. Kalabalıklara acıdı.
Babanız merhametli olduğu gibi, siz de merhametli olun.
Luka 6.36
Öğretişlerinde zenginlere de uyarıda bulundu.
"Zengin bir adam vardı. Mor, ince keten giysiler giyer, bolluk içinde her gün eğlenirdi.
Her tarafı yara içinde olan Lazar adında yoksul bir adam bu zenginin kapısının önüne bırakılırdı; zenginin sofrasından düşen kırıntılarla karnını doyurmaya can atardı. Bir yandan da köpekler gelip onun yaralarını yalardı.
"Bir gün yoksul adam öldü, melekler onu alıp İbrahim'in yanına götürdüler. Sonra zengin adam da öldü ve gömüldü.
Ölüler diyarında ıstırap çeken zengin adam başını kaldırıp uzakta İbrahim'i ve onun yanında Lazar'ı gördü.
'Ey babamız İbrahim, acı bana!' diye seslendi. 'Lazar'ı gönder de parmağının ucunu suya batırıp dilimi serinletsin. Bu alevlerin içinde azap çekiyorum.'
"İbrahim, 'Oğlum' dedi, 'Yaşamın boyunca senin iyilik payını, Lazar'ın da kötülük payını aldığını unutma. Şimdiyse o burada teselli ediliyor, sen de azap çekiyorsun.
Luka 16.19-25
Bu hikayede yoksulun adını biliyoruz; fakat zengin adamın adı eksik. Yani, doğu kültürü olduğu için, İsa Lazar’ı onurlandırıyor; fakat zengin adamı yok sayıyor gibi geliyor. Lazar ne demek? ‘Tanrı’nın yardım ettiği kişi.’demektir.
Zengin adamın günahı nedir? Görmemezlikten gelmek. Aldırış etmemek. Yardım etmemek. Aslında sonradan görüyoruz ki Lazar’ın adını biliyor; ama yine de görmemezlikten geliyor.
Zengin adam soyuna ve tabakasına değer verdi; ama boşuna. ‘Babamız İbrahim benim toprağım!’ O bizden! Bir torpilim olmalı; ama olmadı. Lazar alt tabakadan olduğu için onun görevinin zenginlere hizmet etmek olduğunu düşündü. Büyük bir yanılgı!
Şunlar yanlış formüllerdir:
Zenginlik = Tanrı’nın bereketi,ya da
Fakirlik = Günah
Tanrı’nın cezası tamamen reddedilir.
Zenginlerin sorumluluğu. Lazar’ın arkadaşları onu her gün zengin adamın kapısına götürdüler. Neden? Çünkü kasabada Lazar’ın hastalığını iyileştirebilecek tek adam O’ydu; ama sorumluluğundan yosun kaldı. ‘Örümcek Adam’ filiminde ‘Büyük güçle birlikte büyük sorumluluk gelir.’ denir.
İsa hikayeler anlatarak ne yapmaya çalışıyordu? İçinde bulunduğu kültürün dünya görüşünü değiştirmeye çalışıyordu. Tanrı dünyaya bizden farklı bakıyor! Biz zenginlere değer veriyoruz, yoksulları hiçe sayıyoruz; ama Tanrı tamamen farklı bakıyor. İsa oradaki topluluğun sadece davranışlarını değiştirmek istemedi; yüreklerini de değiştirmek istedi. Dünya görüşlerini değiştirmek istedi.
İsa kendimizi dünya nimetlerinden çekmemizi istemedi, dünyadan elimizi ayağımızı çekmemizi istemedi. Fakir olmamızı istemedi.
Verin, size verilecektir. İyice bastırılmış, silkelenmiş ve taşmış, dolu bir ölçekle kucağınıza boşaltılacak. Hangi ölçekle verirseniz, aynı ölçekle alacaksınız.
Luk 6:38
İsa eldekiyle yetindi; ama düğünlere partilere de gitti. Bazı kişiler onu obur ve ayyaş olmakla suçladılar. Zengin kadınlardan destek aldı. Bir seferinde bir kadın çok pahalı bir parfümü getirip İsa’nın başına döktü. Öğrenciler bunu görünce kızdılar; çünkü
‘Bu yağ pahalıya satılabilir, parası yoksullara verilebilirdi."
Söylenenleri fark eden İsa, öğrencilerine, "Kadını neden üzüyorsunuz?" dedi. "Benim için güzel bir şey yaptı.
Yoksullar her zaman aranızdadır, ama ben her zaman aranızda olmayacağım.
Mat 26.9-11
Peki, İsa bizden ne istiyor o zaman? Yoksulları görmemezlikten gelmek günah; ama İsa bizim bağnaz, katı, yobaz olmamızı da istemiyor.
Cevap:
“Bir kimse yeniden doğmadıkça Tanrı'nın Egemenliği'ni göremez”. Müjde şudur: Ancak yeniden doğduğun zaman Tanrı’nın egemenliğini görebilirsin. Ancak yeniden doğan bir halk arasında Tanrı’nın istediği eşitlik ve adalet yerine gelebilir. Yeni doğuşun sağladığı adalet ve umudu, ne Marksizm ne de Kapitalizm sağlayabilir.
Neden? Çünkü yeniden doğduğunda Tanrı hayatına bir tohum eker. Böylece biz de Tanrı’nın yapısına sahip oluruz.
İçinize ekilmiş, canlarınızı kurtaracak güçte olan sözü alçakgönüllülükle kabul edin.
Yakup 1.21
Tanrı’nın etkili sözü içimize ekildi ve bizi değiştiriyor, bizi Tanrı’ya benzetiyor, kutsallaştırıyor.
Tanrı günahtan uzak kaldığı gibi biz de günahtan uzak kalmaya başlıyoruz.
Tanrı yoksulları sevdiği gibi biz de yoksulları sevmeye başlıyoruz; farklı gözlerle bakmaya başlıyoruz.
O'nun yüceliği ve erdemi sayesinde bize çok büyük ve değerli vaatler verildi. Öyle ki, dünyada kötü arzuların yol açtığı yozlaşmadan kurtulmuş olarak, bu vaatler aracılığıyla tanrısal özyapıya ortak olasınız.
2.Pet 1.4
Yeniden doğduğumuzda yeni bir yapıya sahip olduk. Babamızın DNA’sına sahip olduk. Babamıza benzemeye başladık ve gittikçe O’na daha da çok benzeyeceğiz.
Baban sarışınsa sen de büyük ihtimalle sarışın olacaksın. Benim babam kel, yapacak bir şey yok!
Bizim babamız iyiliksever olduğu için, biz de onun gibi olacağız; hem yapımızdan dolayı hem de O’nu sevdiğimiz için O’nun gibi olmak istiyoruz. O’nu hoşnut etmek istiyoruz. Bu, Yasa altındayken olanaksız olduğu halde, artık lütuf altında, Mesih sayesinde mümkün!
İnsan benliğinden ötürü güçsüz olan Kutsal Yasa'nın yapamadığını Tanrı yaptı. Öz Oğlu'nu günahlı insan benzerliğinde günah sunusu olarak gönderip günahı insan benliğinde yargıladı.
Öyle ki, Yasa'nın gereği, benliğe göre değil, Ruh'a göre yaşayan bizlerde yerine gelsin.
Rom 8.3-4
İlk Kiliseye baktığımız zaman iyilikseverlik konusunda acayip etkili olduklarını görüyoruz.
İmanlıların tümü bir arada bulunuyor, her şeyi ortaklaşa kullanıyorlardı.
Mallarını mülklerini satıyor ve bunun parasını herkese ihtiyacına göre dağıtıyorlardı.
Elç 2.44,45
Hiç kimse sahip olduğu herhangi bir şey için "Bu benimdir" demiyor, her şeylerini ortak kabul ediyorlardı.
Elçiler, Rab İsa'nın ölümden dirildiğine çok etkili bir biçimde tanıklık ediyorlardı. Tanrı'nın büyük lütfu hepsinin üzerindeydi.
Aralarında yoksul olan yoktu. Çünkü toprak ya da ev sahibi olanlar bunları satar, sattıklarının bedelini getirip elçilerin buyruğuna verirlerdi; bu da herkese ihtiyacına göre dağıtılırdı.
Örneğin, Kıbrıs doğumlu bir Levili olan ve elçilerin Barnaba, yani Cesaret Verici diye adlandırdıkları Yusuf, sahip olduğu bir tarlayı sattı, parasını getirip elçilerin buyruğuna verdi.
Elç 4.32-37
Herkes her şeyi satmadı; çünkü sonrasında ‘Bu ya da şu kişinin evinde toplandılar.’ diye yazılıyor; fakat büyük bir cömertlik, eşitlik, paylaşma söz konusu; çünkü herkes babasına benzemeye başladı. O’nun Ruhuyla doldular. O’nun lütfuyla harekete geçtiler.
Olay devam etti. Elçiler’in 6. bölümünde dullara günlük yardım dağıtıldığını görüyoruz.
11. Bölümde Antakya’daki kilisenin MS.46 yılındaki kıtlığın sonucu olarak, yardım toplayıp Pavlus aracılığıyla Kudüs’e gönderdiğini görüyoruz.
Biz de uluslar arası bir kiliseler ailesi olarak, arada sırada durumları kötüleştiğinde Kenya’daki kiliselerimize ya da Zimbabve’deki kiliselerimize yardım göndererek katkıda bulunduk. Neden? Çünkü aileyiz. Bir üye acı çekerse bütün vücut acı çekmiş olur.
Elçiler için bu onların hizmetlerinin vazgeçilmez bir göreviydi.
Pavlus bir kaç yıl dolaşıp kilise kurduktan sonra diğer elçilerle görüştü. Onların onayını aldıktan sonra Ona dediler ki:‘Tanrı’nın seninle olduğu apaçık belli. Devam et. Yalnız yoksulları anımsa.’ (Gal 2)
Yakup için,
Baba Tanrı'nın gözünde temiz ve kusursuz dindarlık, kişinin sıkıntı çeken öksüzler ve dullarla ilgilenmesi ve kendini dünyanın lekelemesinden korumasıdır.
Yak 1:27
Yuhanna da,
Dünya malına sahip olup da kardeşini ihtiyaç içinde gördüğü halde ondan şefkatini esirgeyen kişide Tanrı'nın sevgisi olabilir mi?
1.Yuh 3:17
diye sordu.
Bütün tarih boyunca, gerçek Hristiyanlığın olduğu yerlerde, samimi ve ikiyüzlü olmayan kiliselerde, iyilikseverlik her zaman vardır. Neden? Çünkü kilisenin görevi Tanrı’yı olduğu gibi yansıtmaktır.
Böylelikle tarihçilere göre MS 250 yılında Roma’daki kilise 1500 yoksul kişiye destek veriyordu.
Ertesi yüzyılda Roma İmparatoru Julius Hıristiyanlar’ı şikayet etti:
‘Bu dinsiz Hristiyanlar sadece kendilerini değil, bizimkileri de destekliyorlar. Bizde yardımın eksik olduğunu herkes görebilir.’
Kilise geleceğin çocuklarıdır.
Sevgili kardeşlerim, daha şimdiden Tanrı'nın çocuklarıyız, ama ne olacağımız henüz bize gösterilmedi. Ancak, Mesih göründüğü zaman O'na benzer olacağımızı biliyoruz. Çünkü O'nu olduğu gibi göreceğiz.
Mesih'te bu umuda sahip olan, Mesih pak olduğu gibi kendini pak kılar.
1.Yuh 3.2,3
Mesih’i yüz yüze göreceğimiz zaman, sadece o zaman O’na ait olan herkes tamamen O’na benzer hale gelecek. O zaman Tanrı’nın egemenliği tamamen gelecek; çünkü günah ortadan kalkacak, adaletsizlik ortadan kalkacak, fakirlik ortadan kalkacak, her şey yenilenecek ve biz tamamen mükemmel olacağız, babamıza benzeyeceğiz ve sevgimiz tam ve yetkin olacaktır.
Kilise geleceğin çocuklarıdır. Geleceğe aidiz. Kesinlikle gelecek olan mükemmeliyeti gözlerimizin önünde tutarak, elimizden geleni yaparak, dua ederek, geleceği bugünden belirginleştiririz.
Bize gelince, Yaşam Kilisesi olarak, acaba Tanrı’nın iyilikseverliğini nasıl göstereceğiz? Kutsal Ruh bizi nasıl yönlendirecek? Yoksullara yardım etmek, sahip olduğumuz değerlerden biri olmalı. Bu kaçınılmazdır.