Dikkatimizi çeken şey bu metinde Tanrı tarafından yapılacak eylemler, fiillerdir. Eğer sevdiğin ya da değerli biri sana bir şeyler söylerse, o sözleri hayatın boyunca unutmayacaksın. Sır gibi saklayacaksın. O sözler beynine kazılacak. Bana yazılan ilk aşk mektubu ezberledim. Böylece Tanrı Musa’yla konuştu ve kullandığı fiiller o kadar tatlı, canlı, net ve çarpıcıydı ki Tevrat yazıya dökülene kadar bu kelimeler hazine gibi değerlendirildi.
Bu fiil ‘Bir şeyin altından çıkarmak’ anlamına gelir. Mesela 2011 yılında Van’daki depremden 46 saat sonra Azra bebeğin bulunmasını ve çıkarılmasını unutabilir miyiz? Arayanlar 14 günlük bebeği enkazdan sağ salim çıkardılar. Ardından annesi ve babaannesi de kurtarıldı.
İsrailoğullarına gelince, 400 sene Mısır’da azınlık olarak yaşadılar. 400 Senedir bu boyunduruğun altındayız, bu haksızlığın etkisi altındayız, bu acımasız köleliğin altındayız, bu öfkenin altındayız. Düşünsenize, 400 sene! Zaman insanların psikolojisini acayip etkiler.
Mesela Güney Afrika’ya bakalım, oradaki Apartheid ‘ayırma’ sistemine göre beyaz tenli kişilerle siyah tenli kişiler arasında kocaman bir fark oluşturuldu. Bu şeytani sisteme göre hiç eşit değillerdi. Siyahların beyazlarla eşit olmadığına onları inandırdılar. En sonunda Nelson Mandela 1994’te gelip onları o kölelikten kurtardı; fakat hukuki hakları sağladıktan sonra o psikolojinin altından çıkmak çok güçtü ve hala sürmektedir. Neyse ki sistem yüz sene bile sürmedi! İsrailliler’in köleliği 400 sene sürdü! Oldum olası durum böyledir.
Tanrı diyor ki: ‘Ben sizi o enkazın altından çıkaran bir Tanrı’yım.’ Azra bebeğin çıkarılması gibi, bizi de çıkarmak istiyor.
Bizi yanlış kültürel düşüncelerden çıkarmak istiyor. Mesela para sevdası. ‘Ama senelerce, kuşaklarca biz böyleyiz baba, değiştiremezsin’ desen bile, yine de günahtır.
Bizi kişisel olarak inandığımız yalanlardan çıkarmak istiyor. Belki annen her zaman ‘Yaramazsın, hiç bir işe yaramayacaksın, senden adam olmaz!’ demekle seni buna inandırdı. Belki hayatın boyunca ‘Sen çirkinsin, şişmansın, hiç güzel değilsin.’ yalanını kabullenmişsin ve bunun altında kaderine razı olurcasına yaşıyorsun.
Belki de biri sana çok kötü bir şey yaptı ve onu affetmedin, affedemedin ve hala o şeyin etkisi altında yaşıyorsun. İnsanlara güvenmek zor.
Rab: ‘Sizi çıkaracağım’ diye söz veriyor. Yani o şey ne kadar ağır olursa olsun, onu kaldırmak ne kadar imkansız olursa olsun, kendini asla çıkaramazsın; ama Tanrı seni mutlaka çıkaracaktır!
Kölelik ne demek? Sana emir veren kişiye hayır diyemez durumda olmak demek. Efendin emrederse, söz dinlemek zorundasın, bunun başka bir yolu yoktur. Asla ‘Şu maçı izleyeyim, sonra yapayım.’ deme şansımız yoktur.
İsa Mesih’e göre bir kimse günah işlerse, günahın kölesidir. Bu düşündüğümüzden başka bir günah imgesidir. Normalde günahın küçük olduğunu düşünmekteyiz. İşlediğimiz günahların eylemlerimizden, sözlerimizden, zihinlerimizden kaynaklandığını sanıyoruz; fakat İsa’ya göre günah kocaman ve çok güçlü bir canavar ve hepimiz onun köleleriyiz. ‘Bunu yap.’ diye buyruk verince onu yaparız. Ona hayır diyemeyiz. Firavun nasıl İsrailloğulları’nı zorlayarak kendi şehrini inşa ettirdiyse, günah da bizi acımasızca kullanarak bize kendi şehrini inşa ettirir.
Hikayede iki kişi güreşecek. Sen kazanırsan bana ait her şey senin olur, ben kazanırsam, sana ait her şey benim olur; fakat insanlık tarihi boyunca günaha galip gelen yoktur.
Bana inanmazsanız eğer, bu hafta bir deneyin. Bir günahla güreşin. Neye hayır diyemiyorsun? İçkiye mi? Öfkeye mi? Kredi kartına mı? Şehvete mi? Pornografiye mi? Sigaraya mı? Facebook’a mı? Elçi Petrus söyle demişti: ‘İnsan neye yenilirse onun kölesi olur.’ 2.Pet 2.19 (1 Kor 6.12). Bir hafta boyunca o şeye hayır demeye çalış, göreceksin.
Tanrı diyor ki: ‘Onları köle olmaktan kurtaracağım.’ Onlar kendilerini kurtaramadıkları için, Tanrı onları kurtardı. Onları özgür kıldı.
Diyelim ki; zavallı bir Yahudi Mısır’dan çıktıktan sonra, geri dönüp Mısırlılar’ın onları kovaladığını gördü. Onlar arasında eski efendisini gördü. ‘Ooooo eski efendim geliyor.’ Ama kardeş özgürsün artık. O adam senin efendin değil artık. Bu da çok önemli arkadaşlar. İsa Mesih’e iman ederek günahın gücünden özgür kılındık. Artık günaha değil, Rabbe bağlıyız (Rom 6).
Neden? Çünkü İsa Mesih günahla güreşti ve günahı yendi! Şeytanla güreşti ve Şeytan’ı yendi. Ölümle güreşti ve ölümü yendi.
Örneğin Arda Turan, Galatasaray’dan Real Madrid’e gitti, değil mi? Peki eski antrenörü Fatih Terim ona telefon açıp: ‘Gel de bizim için bir maç oyna.’ derse nasıl bir cevap vermeli? ‘Hocam, size saygı duyuyorum; ama artık sen benim efendim değilsin, sözünü dinlemek zorunda değilim. Yeni bir patronum var artık!’
Ya da askerliğini bitirdiğin gün. Artık tezkereni alıp, sivil kıyafetler giydin ve askerlikten ayrılıyorsun. Artık bir sivilsin. O zaman başçavuş seni görüyor: ‘Asker dur! Hazır ol! Nereye gidiyorsun? Hemen elli tane şınav çek!’ Bırak bağırsın, artık ona itaat etmek zorunda değilsin! ‘Bana emredemezsin. Bana şınav çektiremezsin.’
Mesih bizi özgür olalım diye özgür kıldı. Bunun için dayanın. Bir daha kölelik boyunduruğuna girmeyin.
Gal 5.1
Evime yakın bir duvar yazısı var; ‘En ümitsiz kölelik kendini özgür sandığındır.’ Ben katılmıyorum. En ümitsiz kölelik kendini köle sandığındır. Birçok imanlı hala kendilerinin günahın emrinde olduğunu sanıyor; ama değiller.
Ne yazık ki Türkçe’de bunun için net bir kelime yoktur.
Eski Antlaşma’da ‘Fidye vererek kurtarmak’ kelimesi, anlamı en güzel ve çok önemli olan kelimelerden biridir. Dikkatimizi çeken iki nokta var.
Birincisi ‘Bedelini verip geri almak’. Mesela arabamı yanlış yere park edersem, zabıta gelip onu alır. Onu geri almak için ne yapmalıyım? Belli bir ücret ödediğimde onu geri alabilirim. Fidye. Kefaret.
İkincisi, o fidye ödeyen kişi kim olmalıydı? Yahudi kültüründe en yakın akrabanın bir sorumluluğu vardı. Mesela eğer zora düştüğümde arsalarımdan birini satmak zorunda kalırsam, o arsa ailemizde kalsın diye en yakın akrabam onu geri almak zorundaydı. Türkiye’nin güney doğusunda da, buna benzeyen bir gelenek vardır: İki kardeşten biri öldüğünde sağ kalan kardeş, geleneklere göre ölen kardeşin eşiyle evleniyor ve kardeşinin çocuklarına baba gibi sahip çıkıyor.
Bir sorumluluk, bir yükümlülük vardı; ağabeylik gibi. Aile namusu lekelenince ağabey namusu geri kazanmakla yükümlüdür. O damgayı, o ayıbı silmekle yükümlüdür. Cenazede en yakın akrabanın belli bir sorumluluğu vardır. Anne baba yaşlanınca çocukları onlara bakmak zorundalar.
Bunu kaçırmayalım. Tanrı burada kendini insanlığın en yakın akrabası olarak tanımladı. Bunu yapmak zorunda değildi. ‘Siz günahın köleleri misiniz? Geçmiş olsun. Bana ne? Benim umurumda değil.’ diyebilirdi. Her koyun kendi bacağından asılır. Ne ekersen onu biçersin.
Fakat Tanrı böyle yapmadı. Uzakta durmadı. Tanrı kendini bizi geri almaya mecbur hissetti. En yakın akrabanın yükümlüğünü üstlendi ve İsa Mesih, ağabeyimiz olarak geldi, çarmıhta ölerek kefaretimizi ödedi, cezamızı çekti. Canıyla bu bedeli ödedi. Daha büyük bir ağabeylik olabilir miydi? Utancımızı ilk ve son olarak sildi. Artık Babamızın huzuruna lekesiz, utanmadan çıkabiliriz.