Sahne kuruldu, peygamberlerin sözleri ortada, artık insanların beklediği kurtarıcının ortaya çıkma zamanı geldi. İnsanlık tamamen yozlaşmıştı ve kendi çabalarıyla kurtulamayacağı kesinleşti. Ancak Tanrı’nın vaat ettiği kurtarıcı her şeyi değiştirip doğru haline döndürebilir. Yalnızca O insanlığı eski gönencine kavuşturabilir. Tüm insanların gözleri saraylarda ve tahtlarda vaat edilen Kralı beklerken, esas kurtarıcı orada görünmüyor. Tanrı’nın söz verdiği kurtarıcı, krallar arasında değil, sıradan çobanlara müjdeleniyor ve insanlar ona değer vermediği için hayvanlar arasında sade bir ahırda dünyaya geliyor. Genç annesi onu bezlere sarıp basit bir yemliğe yatırdı. Gerçekten tüm insanları kurtaracak kişi bu olabilir mi?
Aslında bu bebek daha doğmadan önce Rab’bin meleği Cebrail, Meryem adında genç ve yeni nişanlanmış bir kıza göründü. Meryem şaşıp kalmışken Cebrail ona şöyle seslendi:
“Bak, gebe kalıp bir oğul doğuracak, adını İsa koyacaksın. O büyük olacak, kendisine ‘Yüceler Yücesi’nin Oğlu’ denecek. Rab Tanrı O’na, atası Davut’un tahtını verecek. O da sonsuza dek Yakup’un soyu üzerinde egemenlik sürecek, egemenliğinin sonu gelmeyecektir.”
Meryem meleğe, “Bu nasıl olur? Ben erkeğe varmadım ki!”
Melek ona şöyle yanıt verdi: “Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, Yüceler Yücesi’nin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı’nın Oğlu denecek.” (Luka 1:31-35)
Ne ilginç! İsa Mesih daha doğmadan önce kendisiyle ilgili birçok olağanüstü bilgi annesine bildirilmişti. İsa’nın ismi bile, ‘kurtarıcı’ anlamına gelir. Ayrıca bu çocuğa atası Davut’a vaat edilen sonsuz egemenliğin teslim edileceği de belirtilir. Belki de en şaşırtıcı olay, Cebrail’in İsa’yı “Yüceler Yücesi’nin Oğlu” olarak tanıtmasıdır. Evet, bu çocuk kesinlikle sıradan biri olmayacaktır. Daha doğmadan önce peygamberlerin sözleri doğrultusunda Kurtarıcı, Kral ve Tanrı’nın Oğlu olarak ilan ediliyor. İlginçtir ki, Kutsal Kitap’ta İsa Mesih’ten başka sadece Adem için Tanrı’nın Oğlu unvanı geçiyor (Luka 3:38). Neden? Çünkü yalnız Adem ve Mesih babasız olarak dünyaya geldiler, dolayısıyla doğal olarak Tanrı’nın Oğlu sayılıyorlar. Fakat göreceğiz ki, İsa Mesih daha birçok sebepten dolayı Tanrı’nın Oğlu sıfatına layıktır.
Mesih’in hayatının devamına baktığımızda aynen beklediğimiz gibi, Tanrı’nın Oğlu’na yarışır bir yaşam sürüyor. İlkin, diğer tüm insanlarda olduğu gibi, İsa Mesih’te hiçbir günah yoktur. İlk Adem’in o henüz bozulmamış günahsız ve kutsal yapısı gibi Mesih de kusursuz ve mükemmel bir hayat sürüyor. Şeytan’ın O’nu defalarca günah tuzağına düşürme çabasına rağmen, Mesih bir kere bile günah işlememiştir. Ayrıca İsa Mesih tabiat ve her türlü güç üzerinde müthiş bir yetki de sergiliyor. Tek bir sözle fırtınaları dindiriyor ve cinleri kovabiliyor. O’nu dinlerken insanlar olağanüstü yetkisinden dolayı şaşıp kalıyorlar. Yaptığı mucizeler sayısızdır. Her türlü hastalık ve illeti tek bir emriyle iyileştiriyor, hatta ölüleri de diriltebiliyor. Gücü, yetkisi ve kutsallığının yanı sıra Baba diye seslendiği Tanrı’yla mükemmel bir ilişkisi vardır. Mesih bazı geceler hiç yatmadan sabaha kadar dua ederek geceyi geçirir. Babası olan Tanrı ile kesintisiz bir iletişimi vardı.
Aslında Mesih’in hayatında binlerce sene önce günaha düşmüş o ilk insan Adem’in masum ve mükemmel şekli yine gözümüzün önünde canlanıyor. Hatta Kutsal Kitap İsa Mesih’e “İkinci İnsan” ve “Son Adem” lakabını veriyor. (1.Korintliler 15:45-47).
Evet, Aden bahçesinde Adem’in isyanı yüzünden yitirdiğimiz insanın gerçek yüzü ve karakteri bir daha Mesih’te ortaya çıktı. Böylece Adem’den sonra ve bugüne dek tarih boyunca sadece İsa Mesih tam anlamıyla insandı, çünkü yalnız İsa Mesih Tanrı’nın ilk insana bağışladığı kutsal, yetkin ve mükemmel Tanrı benzerliği eksiksiz görünüyor. Nihayet gerçek bir insan yeryüzünde belirlendi!
Fakat İsrail halkı, Mesih’in bu kutsallığını çekemedi. Bir atasözümüzün dediği gibi, “Meyve veren ağaç taşlanır.” Özellikle Yahudilerin ileri gelenleri, halkı İsa’ya karşı kışkırtıp Romalı yetkililere teslim etmesi için uzun bir süre uğraştılar. Peki, Mesih’in suçu neydi? Aslında hiçbir suçu yoktu, yalnız gerçeğe tanıklık ettiği için ve bilge adamların günahlarını ortaya çıkartıp gözlerine battığı için tutuklandı. Yahudi önderler onu sorgularken, kendisinde hiçbir suç bulunmadığı için sonunda Başkâhin ona ant içirterek şöyle sordu:
“Söyle bize, Tanrı’nın Oğlu Mesih sen misin?”
İsa, “Söylediğin gibidir” karşılığını verdi. “Üstelik size şunu söyleyeyim, bundan sonra İnsanoğlu’nun Kudretli Olan’ın sağında oturduğunu ve göğün bulutları üzerinde geldiğini göreceksiniz.” (Matta 26:63-64)
Mesih’in bu sözü üzerine Yahudi yetkililer Mesih’i öldürmeye karar verdiler. O zaman Yahudi yetkililerin gözünde, İsa’yı suçlu kılan, Tanrı’nın Oğlu olduğunu kabul etmesiydi çünkü İsa’nın gerçek kimliği buydu. Böylece Mesih’i Roma yetkililerine teslim edip çarmıha gerilmesini istediler. Roma Valisi Pilatus, Mesih’i sorguya çekti, ama yine de kendisinde en ufak bir suç bile bulamadı ve onu özgür bırakmaya niyetliydi. Fakat Yahudi önderlerin kışkırtması sonucunda ayaklanmak üzere olan halktan korktuğu için, Pilatus önce Mesih’i kırbaçlattırdı, sonra da çarmıha gerilmek üzere Yahudilerin ellerine teslim etti. Böylece suçsuz ve günahsız olan İsa Mesih çarmıhını sırtına alıp Golgota tepesine çıktı. Orada çarmıha gerildi. Saatlerce halkın hakaretlerine ve çarmıhın işkencesine katlandı. Tek karşılığı şu sözlerdi: “Baba onları bağışla çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.” En sonunda “Tamamlandı” diye haykırarak ruhunu Tanrı’ya teslim etti.
Peki, İsa Mesih dünyanın kurtarıcısı olmayacak mıydı? Acaba Tanrı’nın tasarısında bir aksilik mi oldu? Hayır! Tam aksine peygamberlerin sözlerini daha dikkatli bir şekilde incelediğimizde aslında Mesih’in ölümü çok önceden bildirildiğini görüyoruz. Örneğin peygamber Yeşaya 700 sene öncesinden şöyle yazdı:
“Aslında hastalıklarımızı O üstlendi, acılarımızı O yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, vurulup ezildiğini sandık. Oysa, bizim isyanlarımız yüzünden O’nun bedeni deşildi. Bizim suçlarımız yüzünden O eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza O’na verildi. Bizler O’nun yaralarıyla şifa bulduk. Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık. Her birimiz kendi yoluna döndü yine de RAB hepimizin cezasını O’na yükledi.” (Yeşaya 53:4-6)
Demek ki Mesih’in ölümü, bir kaza ya da tesadüf değil, Tanrı’nın insanlığı kurtarma tasarısının doruk noktasıydı. Mesih’in ölmesi gerekiyordu, çünkü insanlığın üzerindeki günahın laneti ancak böyle yok edilebilirdi.
İsa Mesih bizim suçumuzu ve ölüm cezamızı kendi üstüne alarak insanlığın kurtuluşunu sağlayabildi. Ölerek ölümü yendi ve zaferinin ispatı da öldükten üç gün sonra ölümden dirilmesiydi. Evet, ölüm onu esir tutamadı çünkü kusursuz ve kutsal biri olarak ölümü hak etmemişti. Dolayısıyla üç gün sonra görkemli bir şekilde dirilip mezarından çıktı ve kendisini diri olarak havarilerine gösterdi. Kırk gün daha öğrencilerinin arasında kaldı. Ardından, “geri döneceğim” vaadini verdikten sonra göğe yükselerek Babasının yanına döndü.
Bu zafer sadece Mesih’in değil, tüm insanlığın zaferiydi. İsa Mesih gelene kadar her insan günaha esir olarak hayatını sürdürüp sonunda zavallı ve çaresiz bir şekilde ölüme boyun eğerdi. Hiç kimse günaha karşı direnemedi. Dahası hiçbir insan ölümü yenemedi. Tüm dünya Şeytanın egemenliğinde sürünüp gidiyordu ta ki Mesih gelene kadar. İsa Mesih bir kerede günahı, ölümü ve Şeytanı bozguna uğrattı ve aynı anda tüm insanlara bir umut sağladı. Demek ki günaha karşı konulabilir. Demek ki ölüm yenilebilir. Demek ki Şeytan alt üst olabilir. Demek ki insan olma vardır. Evet bir umut vardır!