Giriş


Ülkemizde “en popüler sözler” adında bir yarışma yapılsa, mutlaka “Yeter ki insan olsun!” sözü ilk beş arasında yer alır. İster sosyal muhabbetler olsun, isterse felsefi ya da dini tartışmalar olsun, mutlaka sohbetin bir yerinde bu söz yüzeye çıkar. Neden? Çünkü bizim için insan olmak en üstün değerlerimizden biridir. Bunu örneklemek için başımdan geçen bir olay anlatayım:

Birkaç ay önce ev ararken çok efendi bir emlakçıya denk geldim. Emlakçı Hamza bey bana hemen çay ısmarladı ve uzun bir sohbete daldık. Aslında sohbetten çok monologdu çünkü sadece kendisi konuşuyordu. Emlakçı çok masum bir tutumla etraftaki esnafların ne kadar bencil ve menfaatçi olduklarını anlatmaya başladı. “Keşke herkes insan olmayı başarabilse… ama insan her şeyden önce dürüst olmalı” diye vurguladı. Sonra kendisinin en zor durumlarda bile sözüne nasıl sadık kaldığını ve hep dürüst davrandığını söyleyip “İşte insan olmak lazım!” diye son noktayı koydu. Adam çok güzel konuştu – gerçekten etkilendim. Adam cağız emlakçı değil, vaiz olmalıydı diye düşündüm. Fakat birden eski bir müşterisi bağırıp çağırarak dükkanı bastı. Neredeyse emlakçıyı dövecekti. Anlaşılan şu ki “örnek” emlakçımız bu vatandaşa istemeyerek de olsa haksızlık yapmıştı. Sonunda emlakçı kendini şu sözle savunmaya çalıştı: “Ne yapayım işte ben de bir insanım!”

Ne ilginç değil mi… İnsan kavramını hem olumlu hem de olumsuz olarak kullanıyoruz. Bir taraftan insanlığımızla övünüyoruz, ama bir diğer taraftan da insanlığımızı öne sürerek kendimizi aklamaya çalışıyoruz. Bu sadece kendini “örnek bir insan” olarak gösteren emlakçımız için geçerli değil, hepimiz ara sıra kendimizi bu ikilemde buluyoruz. Evet, insan olmak çok onurlu ve ayrıcalıklı bir konum, ama çoğu zaman insan insanlığına yaraşır bir şekilde davranmıyor.

İnsanlar olarak gerçekten çok garip varlıklarız. Bir taraftan tüm evrende insan kadar akıllı, yaratıcı ve çalışkan bir varlık yoktur. Fakat diğer taraftan da etrafımıza ve kendi yüreğimize samimi bir şekilde bakarsak, evrende insan kadar çürük, menfaatçi ve çevresine zarar veren bir varlığın olmadığını da kabul etmek zorunda kalırız. İnsan başlı başına bir tezattır; hem inanılmaz araçlar icat eder hem de o araçlarla bulunduğu dünyayı mahveder. Atasözünün dediği gibi, “İnsan, insanın şeytanıdır”.

İnsan olağanüstü kabiliyetlerle donanıp muazzam ve yüce amaçlar için yaratıldığının farkında olsa bile, günbegün Yaradan’ın içine yerleştirdiği ve vicdan diye adlandırdığımız ‘ahlak yargıcına’ aykırı olarak yaşamaktadır. İşte tam bu noktada Allah’ın isteklerini yerine getiremeyeceğimizi anladığımızda ‘insanlığımıza’ sığınırız: “Hiçbir insan mükemmel değildir, hatasız kul olur mu?... Yeter ki insan olsun!” diyerek kendi kendimizi avutmaya çalışırız.

Tanrı’nın içimize koymuş olduğu vicdana ayak uyduramadığımız kaçınılmaz bir gerçektir. İşte bu yüzden birçoğumuz kendimize daha uygun bir takım kurallar uygulamaya çalışırız. Bunlar, “İnsanlık” kuralları, yani, yalan söylememek, dürüst davranmak ve öfkelenmemek gibi evrensel olarak kabul gören bariz kurallardır. Evet, bunlardan çok bahsederiz, komşularımıza sık sık nasihat ederiz ve çocuklarımıza bıktırırcasına anlatırız. Fakat laf bitip de icraata gelince kendimiz bile bunları tam anlamıyla yerine getiremiyoruz.

Siz ise “Ben farklıyım. Ben zaten iyi bir insanım” diyebilirsiniz. Tamam, bunun çok basit bir sınavı var: Bir insanın nasıl davranmasını istediğinizi bir kâğıda yazınız. Sonra yazdığınız o kurallara sadece bir hafta boyunca sadık kalmaya çalışınız. Bu yazdığınız kuralları tutarlı olarak uygulamaya çalıştıkça aslında ne kadar aciz ve tutarsız olduğunuzu fark edeceksiniz. Çünkü hiç birimiz insanlarca kabullenen ve kendimizin de benimsediği bu basit kuralları düzenli ve devamlı olarak yerine getiremiyoruz. Yani bu kadar övündüğümüz insanlığın en basit ve en açık prensiplerini bile beceremiyorsak, demek ki, “Yeter ki insan olsun” sözü bizi kurtarmıyor.

İşte insanın bulunduğu ikilem: Aklımızla onayladığımız o dürüst insan gibi olmak istiyoruz, ama ne kadar çabalarsak çabalayalım bu arzuyu hayatımızda bir türlü gerçekleştiremiyoruz. Durum böyle olunca kendimizi etrafımızdaki insanlarla kıyaslayarak biraz teselli bulmaya çalışırız.“En azından bu komşum ya da şu kaynanam kadar kötü birisi değilim” deriz. Evet, etrafımızdaki çoğu insandan kendimizce çok daha iyi görünebiliriz, fakat bu esas içimizdeki eksikliği tamamlamaz. Sonuçta eksikliğimiz az ya da çok olsa da hiç birimiz tam anlamıyla mükemmel insan değiliz. En basitiyle hangimiz kendimizden insan olarak memnunuz? Artık bahaneleri bırakıp gerçeklerle yüzleşme zamanı geldi.

Bu sorunun kökenine inmek için düşünmemiz gereken sorular vardır: “İnsan nedir? İlk başta insan hangi özelliklerle yaratıldı? Nasıl oldu da böyle hüsrana uğradık? Peki, gerçekten ‘iyi bir insan’ olunabilir mi?” Evet, tabii ki olunabilir, ama bunun cevabını ancak insanı yaratan Allah’ın bize vermiş olduğu Kutsal Kitap’tan öğrenebiliriz. “İnsan” dediğimiz bu varlığı Kendisi yarattı ve en uygun olarak nasıl yaşaması gerektiği konusunda ancak Allah bizlere rehberlik edebilir.

Bu küçük kitapta insanın yaradılışını, amacını ve geleceğini keşfedeceğiz. Belki beklediğinizden çok farklı gerçeklerle karşılaşacaksınız, ama inanıyorum ki bu gerçekler size insanlığın sırrını ve kendi hayatınızın amacını çözmede yardımcı olacaktır. Çünkü insan gerçekten muhteşem işler yapmak ve mutlu bir hayat sürmek üzere yaratıldı, ama sadece insana şekil ve soluk veren Yaratıcımız bunun sırrını bizlere açıklayabilir. Gelin, nasıl ‘iyi bir insan olacağımızı’ beraber öğrenelim.