Geçmişte insanlar için belli başlı kahramanlar vardı. Ve o insanları hayallerinde canlandırırlar, o insanlara güvenirler, o insanlar gibi olmak isterlerdi. Ama artık insanların makineleri var, mekanik iletişim dünyasında kendilerine ait olan ve birçok insanın insan olarak içeri girmesine dahi müsaade etmedikleri yepyeni bir dünyaları var. Ve bu mekanik oyuncaklar içinde kendi doğal iletişimlerinin dışında harflerin, rakamların yapay ağları içinde iletişim kurmaya çalışan yepyeni bir insan topluluğu var. Doğal, sıcak, yürekte ve ruhta kaynayan ve yine doğal olarak Yaratan’ın doğal ışığından gelip yayılan bağ yerine artık bu toplulukta tamamen doğal olmayan ve hatta parmakların uçlarından dökülüp sadece görselliğe ve biraz da akla bağlı bir bağ söz konusu. O zaman şu soruyu gerçekten sormamız gerekiyor: Bize ne oluyor? Bize ne oldu? Bırakın, Yaratan’la ilişkiyi ve Yaratan’ı hissetmeyi, artık kendimizi bile hissedemeyecek bir duruma geldik. Yaşamın değer olarak bizlere öğrettiği her şeyi yavaş yavaş kaybetmeye başladık.
Oysa Yaratan bizi tamamen, “Kendi suretinde” çoğalalım ve hükmedelim diye yaratmıştı. Tamamen Kendisinin maddî âlem içinde ördüğü o muhteşem yapıda Kendisini bir ayna olarak yansıtmamız için ve dolayısıyla, O’nu yüceltmemiz ve O’ndan zevk alarak, aslında O’nunla eşit forma dönüşerek sorumluluğumuzu yerine getirdikten sonra, O’na dönmemiz için yaratmıştı.
Yaratan, Kendi “yüceliği için”, böylesi muhteşem bir sistem içinde muhteşem bir sistem olan beden makinesinin içindeki bizi, Ruh’undan bir parça olarak ve bir bütünün kırılmış bir parçası olarak yarattı. Bu muhteşem sistemi gözlerimizle gördüğümüzde, adeta beş duyumuzla içimize almamız gibi, Kendisine muhteşem bir benzerlikte yarattı. Ben, olduğum sürece kâinatı algılıyorum. Yani “ben varsam kâinat var” ve elbette ben algılarsam, “Yaratan var”. Ve aslında Yaratan beni sürekli olarak yepyeni bir ortama taşımak istiyor, yenileyerek, kendi “ben”imin farkına vararak, düşmüşlükten yeniden Kendi görkeminin yüksekliğine doğru ilerlememi ve her seviyemi, her halkamı ıslah ede ede yukarıya doğru Mesih’te biçimlenerek Kendisiyle bütünleşmemi istiyor.
Yeni bir yeryüzü, yeni bir gök yaratmak üzereyim; geçmişteki anılmayacak, akla bile gelmeyecek ( 65:18)
Aslında ruhumuz, O’nun Ruh’undan bir parça olarak yaratılarak, bedende bulunduğumuz koşul ve ortama geldiğimizde her şey bizim için yepyeni olmuştu. Ve biz Yaratan’la Mesih’inin formunda, Ruh’unun saran ışığında eşit forma dönüştüğümüzde ise yine, “yepyeni bir yeryüzü ve yepyeni bir gökle” yüz yüze gelmiş olacağız. Gözlerimiz yepyeni bir kâinata ve hayata açılacaktır. Bu bağlamda Yaratan’ın, bütün tabiatta da gördüğümüz gibi, yenileme hareketi içinde olduğunu görüyoruz. Siz artık on yıl önceki siz değilsiniz, çünkü bütün hücreleriniz tamamen yenilendi. Var oluşunuz, adeta bütün yaratılış sistemi içinde halkalar halinde döne döne bir seviyeden bir başka seviyeye sizi taşıyıp duruyor. Aynı şekilde ruhunuz da bir izlenimden bir izlenime doğru hep yenilenerek, yeni bir basamağa adım atarak halkalar halinde dönenip duruyor ve sizin ortamı ve koşulları algılamanıza göre, ya sizi aşağıya ya da yukarıya çekiyor. Kısacası, aslında Yaratan, bütün sistemlerini sürekli yenilediği gibi, yarattığı insanında da manevi transformasyonla, yani değişimle yüreği, “ben”den “BEN”e, Kendisine doğru çekiyor. Bu bir işlem, yani Ruh’un kendisinden kırılarak ayrılması, şekillenmiş madde isminde belli bir rolü yerine getirmesi ve sonra yeniden Yaratan’la eşit düzeye ulaştığı anda geldiği yere geri dönmesidir. Kâinattaki bu hareketle Yaratan, “Hay”, yani “diri” olduğu açıkça ifşa olmuş oluyor. Dolayısıyla Yaratan, madde içindeki “insanlarla” Kendisini kâinat içinde ifşa etmiş oluyor. Ve bunun somut görünümünü Efendimiz Mesih İsa’nın varlığında görüyoruz.
Yaratan bu reformasyonu, yeniden biçimlendirmeyi nereden başlatıyor? Bu reformasyonu, bu değişimi aslında Yaratan, saran ışık olan Ruh’unun kalp noktasını açmasıyla ve Mesih’in kurtuluş formatının yüreklere girmesiyle aslında yürekte başlatıyor. Bizim yerel ifademize göre, “gönül gözünün” açılmasıyla, bu yürekte Ruh’un işlemesiyle, Mesih’in nakşedilmesiyle her şey bizde başlıyor. Yenilenme, yeniden şekillenme, yani “reformasyon” esasında sadece ve sadece insanın yüreğinde başlıyor.
Bu yeniden şekillenmeyi iki seviyede gerçekleştiriyor:
a) Umutlarını kaybetmiş insanları yeniden şekillendiriyor ki, Yeşaya’nın bu bölümünden biz bunu öğreniyoruz ve,
b) bir sonraki konuda göreceğimiz gibi, Yaratan canlılıklarını yitirmiş camiaları ayağa kaldırıyor, yeniliyor. Demek ki, umutlarını yitirmiş, dibe vurmuş, Efendimizin “kaybolan oğul” (Luka 11:15-31) örneğinde olduğu gibi, tamamen her şeyini sıfırlamış kişileri aslında o noktada ışığıyla Kendisine yönlendirdiği görüyoruz. Hatta bütün bu koşulların sıfır noktasına gitmesi aslında insanı önce o tatmin olmak bilmez, “alma arzusunun” son noktasına getiriyor, “kendi için almanın” o akıl almaz tatminsizliği en üst noktasına varıyor ve umutların tükendiği o noktada aslında, “umut” doğuyor, “yeni yer ve gök ortaya çıkıyor”. Bu nedenle, aslında “düşüncelerin yenilenmesiyle yenilenmeden” ve “Mesih gelene dek Mesih’te büyümeden” bahsediliyor. Kâinatın yenilenmesi bizde yeniden forma giriş ve yeniden uyanışla başlıyor. Reformasyon, yani yeniden biçimlenme, yeni bir forma dönüşüm, Yaratan’ın bizdeki amacını yeniden keşfetmek oluyor. “Kendi suretinde yarattığı bizler”, O’nu ifşayla görevli olarak çoğalma ve hükmetme sorumluluğuyla dünyaya geliyoruz. Dolayısıyla, bu çoğalma ve hükmetme, Yaratan’ın varlığını maddeye taşıdığından ötürü, yüceltme ve kişi için haz oluyor. Sonra kişi hazza yöneldikçe hazzın kaynağında büyüyor, hazza, yani “ihsan ve sevgi” Olan’a ulaşmış oluyor. Yeniden uyanış ise Yaratan’ın yaşamını hayatımızda yeniden keşfetmemizdir. Böylelikle Yaratan’ın, amacının ve yaşamının bizde ifşasıyla kişi artık sınırlı “ben” yaşamından sınırsız ve mantık üstü ve madde üstü “mana yaşamında”, “BEN”de yaşamaya başlıyor. Bu, aslında geldiği sonsuzlukla sonsuzluğa kucaklaşması, daha doğrusu kişinin ruhunun yerini bulması demektir.
Görüldüğü gibi, aslında yeniden biçimlenme, insanın her koşul ve ortamında kendisini içinde bulması gerektiği bir durumdur. Efendimiz bu nedenle, “yeniden doğmalısın” (Yuhanna 3:3) ifadesini kullanmaktadır. Biz, bunu genelde yalnızca bir kez yaşadığımız bir tecrübe olarak görürüz ve sonra dinî seviyede takılır kalırız. Oysa Kutsal Yazılarda, “inayetinin her sabahında yenilenmesi” ifadesi doğrultusunda, aslında bize, “yenilenmenin sürekliliği” gerçeği vurgulanmaktadır.
Mesih’in yenileyiciliği, Ruh’un nuru içinde her sabahında, “sevgi ve ihsana”, yani Mesih İsa’nın kurtarışında ve Ruh’un rehberliğinde Yaratan’a yeniden doğuş gerekmektedir. Bu, “kalp noktasının” tamamen açıklığına ve bu noktadan hareketle, “mana çalışarak” Mesih’te ve Ruh’ta yaşam pratiği yaparak devam demektir.
Günümüzde birçok kişi, “Yaratılışımızın amacı Allah’ı yüceltmek ve O’ndan sonsuza dek zevk almak” şeklinde bir ifade kullandıklarında, aslında, “Yaratılışımızın amacı kendimi yüceltmek ve kendimden sonsuza dek zevk almak” şeklinde bir alt cümleyi ifade etmektedirler. Bu nedenle, yüreklerin en büyük ihtiyacı transformasyondur. Bir diğer ifadeyle, yüreklerin reformasyona ihtiyacı vardır. Her şeyden önce Ruh’un rehberliğine Mesih İsa’nın akıllara değil, yüreklere gelmesi gerekmektedir. Bu değişim, Efendimizin dediği gibi bizi, “Baba ve Ben biriz” (Yuhanna 10:30) formatına, form eşitliğine getirecek ve doğal olarak geldiğimiz sonsuzluktan gittiğimiz sonsuzluğa, esasa taşıyacaktır. Aksi takdirde iki sonsuzluk arasında takılıp kalma durumumuz ve bir daire halinde bu sıkışık alanda dönme sorunuyla başa çıkmamız gerekecektir. Burası da, “ağlayış ve diş gıcırtısı” noktasıdır (Matta 8:12; 13:41-42; 13:49-50; 22:13; 24:48-51; 25:30; Luka 13:28).
Yeşaya yeniden form üzerine yaptığı konuşmasını dört başlık altında değerlendirmektedir: Öncelikle insanın kişisel yenilenme konusundaki sorununu ortaya koymaktadır.
A. PROBLEM
Kulum kadar kör olan, gönderdiğim ulak kadar sağır olan var mı? (42:19)
Esasında bu bölümün başına bakılırsa, Yaratan’a ait olan İsrael, yani Yaratan’a doğru yürüyen kişi, aslında yaratanın ulağı olarak hizmet sorumluluğuna davet edilmiş kişidir. Burada daha da genelleme yapılırsa, aslında insana, kâinatta Yaratan’ı ifşa etme hizmeti verilmektedir. “O’nu bütün varlığıyla yüceltme ve O’ndan haz alma”. Bu dinî manada sürekli ibadet etme gibi bir koşul değil, aksine, “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevme”, “Yaratan’ı fark ederek yüreğin her aşamasının ıslahıyla Yaratan’a benzeme”, kısacası, “Baba ve Ben biriz” (Yuhanna 10:30) noktasına gelme sorumluluğudur. Oysa burada İsrael’de örneklenen bu, “Yaratan’da yaratılmışın sorumluluğu” durumunun 18-25 arası anlatımda tamamen yön değiştirdiğine tanık oluyoruz. Bu bölümde Yaratan’ın hizmetlisinin, ulağının sağır ve kör olduğunun söylendiğini görüyoruz. 1-4 ayetlerde dünyaya mükemmelliği getirme sorumluluğundaki hizmetlinin, 18-25’de düştüğüne tanık oluyoruz.
Bu nasıl bir durumdur? Aslında burada olan şey, “Yüce bir vazifeyle yaratılmış olanın, davet edilmiş olanın” öncelikle kendi “beni için alma” koşulunda kaybolduğu gerçeğidir. Bu durumda, öncelikle Kâinatın Efendisi’ni tam olarak bilmek için sıfır noktasına gelerek, kendi sınırlılığımızın farkındalığında, sınırsızı algılayabileceğimizi iyi anlamamız gerekmektedir.
“Yakup soyunun soyulmasına, İsrael’in yağmalanmasına kim olur verdi? Kendisine karşı günah işlediğimiz RAB değil mi?” (42:24) ifadesinde bu olura, yani “kişinin kendi alma arzusunda” sıfır noktasına inmesine müsaade edenin Yaratan olduğunu görüyoruz. “Kaybolan oğul”(Luka 15:11-31) meselinde Baba’nın evladına mirasını vererek gitmesine izin vermesinde olduğu gibi. Orada da oğul birtakım şeyleri kendi başına deneyimlemek istemiş ve bu nedenle babasından mirasını talep etmişti. Ve sonuçta kendisini, “domuz pisliğinin içinde bulduğunda” babasının evindeki en bayağı hizmetkârlık seviyesinin bile bu durumdan daha değerli olduğunu fark edebilmişti.
İşte, bu farkındalık için, Yaratan’a yürümek için yola çıkan İsrael, büyük bir sorumluluk taşırken, bir anlamda “farkındalığını” “fark etmeme” yolunu seçmesiyle kendisini alt seviyelerde bulmuştu. Bu onu, yeniden farkındalığa taşıyacak ve belki de düşmeden önce bulunduğu seviyenin de üzerine çıkmasına neden olabilecek bir seviyeydi.
Günümüzde birçok kişi ya da kurum ve kuruluş Efendimiz Mesih’in kurtarışının ve öğretilerinin en iyi savunucusu olduğunu düşünerek, ne yazık ki, bu mekanik asrın ortasında Efendimizin kurtarış ve öğretilerinden fersah fersah uzaklarda bir yerlerde ve yine Efendimizin, “kör kılavuzlar” (Matta 15:14; 23:16; 23:24) dediği, “belli bir din seviyesinde” kala kalmış ve yeniden biçimlenmeye muhtaç bir durumda bekleyip durmaktadır. Bu nedenle, gerçekten kişilerin olduğu kadar kurum ve kuruluşların da Yaratan’da, O’nun Mesih’inin kurtarışında ve Ruh’unda yenilenmelerine, yeniden biçimlenmelerine büyük ihtiyaçları vardır. Yeşaya’nın o gün tespit ettiği problem budur ve bugün de problem yine aynıdır, çünkü insan aynıdır. İnsanın ruhunun gelişimi hep Yaratan’ın ışığını almasıyla bağlantılıdır ve almadığı sürece sadece doğal ışıkta, ancak kendi “bencilliğinde” dibe vuracak ve ancak o zaman eğer Yaratan’ın o muhteşem ışığının fark eder ve kalp noktası açılırsa daha üst seviyelere doğru, Yaratan’ın suretine doğru, O’nunla eşit formu edinmeye doğru hareket edecektir.
B. ÇARE
Ey Yakup soyu, seni yaratan, ey İsrael sana biçim veren diyor: Korkma, seni kurtardım (43:1)
Burada enteresan olan şey Yeşaya’nın söyleminde, Yaratan’ın Yakup’u İsrael’e çevirdiğinin (Yaratılış 32:24-30; 35:10) hatırlatılmasıdır. Burada bir transformasyon,bir reformasyon,, yani değişim ve yeniden biçimlendirme söz konusudur. Bu daha önce İsrael’in, Yaratan tarafından Ruh’unun saran ışığıyla gerçekleştirilen durumudur. Bu nedenle İsrael vardır. “Cansız” düzeydeki insan, bitkisel ve hayvansal düzeylerden geçerek, “Ben kimim? Neyim? Neden yaratıldım?” gibi soruları sorarak, Yakup’tan İsrael’e değişim göstermiştir (Yaratılış 32:24-30; 35:10). Bu soruların kaynağı Ruh’u bahşedenden başkası değildir. Ruh önce kişinin kendisini tanımasına yol açmış, sonrada bu seviyelerde gezinen insan kendisine sorular sormaya başlamıştır. Bu noktada, “Yaratan’la güreşen”, “Ben kimim? Neyim? Nerden geldim ve nereye gidiyorum? Yaşamın amacı ne?” gibi sorular soran Yakup, sonunda Yaratan’ın dokunuşuyla, Ruhu’yla kalp noktasını açmasıyla, dolayısıyla Mesih’in yürekte zuhuru ve kurtarışıyla İsrael olmuştur (Yaratılış 32:24-30; 35:10), çünkü Mesih İsa, insan-ı kâmildir- İnsanoğludur, yani Yaratan’ın suretidir. İnsan insandır. Allah’ın insanda ifşasıdır.
Sulardan, ırmaklardan, ateşten ve alevlerden geçme seviyeleri, yani “acıların yolunda” seyahat ederken kişinin “kurtarılması” “O’ndan başkası yok” (Yeşaya 45:5) tarafından gerçekleştirilmiştir. Çünkü ancak insan artıyı, eksiyi ve nötr olanı hep “seviyeden seviyeye” izlenimleriyle algılayabilir, edinebilir. Her yaşam seviyesinde gelen izlenimlere insanın reaksiyonu aslında, Yaratan’ın yukardan insan üzerinde çalışmasıdır. “Yeniden doğmadıkça”, “mana yoluna”, yani Efendimizle bütün olmaya ve Yaratan’la yeniden aynı formda biçimlenmeye geçiş mümkün değildir.
Biz, O’na aidiz. O da bize. Bu, alıcı olmaksızın verici, verici olmaksızın alıcı olmamasının güzel bir yansımasıdır. Sulardan, ırmaklardan, ateşten, alevden bizleri geçirerek kemalat derecelerimizin artmasında bize ön ayak olan Kâinatın Efendisi aynı şekilde ve bütün seviyelerde bizi Yaratan, bize biçim veren, kurtaran ve ismimizle çağıran ve sahiplendikleri olarak yanımızdadır. Kısacası evvel ve ahir Olan hem bizde hem de biz O’ndayızdır.
Bu tablo, Yaratan’ın Ruh’unda kâinata takdim edilmiş bulunan Efendimizde çok nettir ve çağın sonunda beklenilen Mesih kavramında takdim olunan bir sonuçtur.
İnsanın tekâmülü şartsa ıslahı da şarttır. Islah şartsa disiplin de şarttır. Disiplin şartsa kemalat disiplinin doğru uygulamasında ifşa olunandır. Bu, bütün tabiatta böyledir. Bir bitkide, bir ağaçta bu böyledir. Bitki belli bir tekâmüle tabidir ve bu tekâmülde ıslah önemlidir. Islah için disiplin şarttır. Bitkinin büyümesi için bu büyümeyi engelleyen bütün engellerin doğal ya da suni yollarla ortadan kaldırılması ve sonra da güneşi, suyu belli bir disiplin içinde alması gerekmektedir. Elbette ondan sonra bitki meyvedar olacaktır. Ya bol gölge ve serinlik verecek ya meyvesi bol ve tatlı olacaktır.
Mesih İsa’nın, “Babam bağcı ve ben asmayım, sizlerse çubuklar ve çubuk asmada olmazsa meyve veremez” (Yuhanna 15:1, 5) tarzındaki ifadelerinde aslında yine aynı tablo görülmektedir. Tekâmül, yani gelişim, ıslah, yani yeniden biçimlenme ve elbette bunun için gerekli olan disiplin, yani koşulların ve ortamın oluşması ve bol ürün, yani sonucun belli bir mükemmeliyet getirmesi ve bir üst seviyeye ulaşılıp yeni bir tekâmül seviyesinin, ıslah ve disiplin seviyesinin açılması.
Gözümde değerli ve saygın olduğun için, Seni sevdiğim için (43:4)
Burada bütün bu iniş ve çıkışların, yukarıdan ve aşağıdan çalışmaların aslında gerekliliği, kâinatın yaşayan yapısı içinde insanın da bütün tezatlarıyla ve iniş ve çıkışlarıyla, alçalış ve yükselişleriyle bir seviyeden öbürüne dönüşümlerle yaşayan, diri bir can olması içindir. Çünkü Yaratan, “diri olandır”. Bu nedenle Efendimizi arayanlara, “diriyi ölüler arasında niye arıyorsunuz?”(Luka 24:5) sorusu sorulmuştur. “Diri olan”, yani “Yaratan”, ölü kurallarda, insan eliyle oluşturulmuş kurum ve kuruluşlarda aranamaz. Orada sadece, “ölü, durağan, canlı olmayan” cansız bir seviye hâkimdir. Oysa cansız seviye, yani toprağa düşmek, dirilişi getirmektedir. O zaman her düşüş bir çıkıştır. Yeter ki, bunun farkında olunsun, o zaman dikkat edersek bütün sular, ırmaklar, ateş ve alevler Efendimizin çölde denenmesindeki (Matta 4:1-11; Markos 1: 12-13; Luka 4:1-13) tabloda olduğu gibi, “Sen benim sevgili Oğlumsun” (Markos 1:11; Luka 3:21-22) durumunda, evladın hakikaten Yaratan’ı edinmesi için, “yeniden biçimlendirilmesi” nedeniyle vardır. Ve Yaratan’dan Yaratan’ı edinmek için takdim edilmektedir. Ve o zaman ozanların dediği gibi, “hamdım, piştim, yandım” tekâmül için gereklidir.
Ey sağırlar işitin, ey körler görün! (42:18)
Neden? Çünkü “gözünde değerli olanı ve saygın olanı” yaratmak, “O’nun Kendi iradesidir”. O’nu yaptıklarından biliriz. O’nu ancak, Mesih’inde yüreklere indiğinde biliriz. Baba, Oğul’da ifşa olunur ve Ruh Onlarda kaimdir, durur, vardır. İnsanın değeri, yaratılmasında barizdir ama o bunun farkında değildir. Yakup’ken İsrael olmuştur (Yaratılış 32:24-30; 35:10) ama o bunun farkında değildir. Daha da ötesi, “reformasyon”, yani yeniden biçimlendirme, “Mesih’te” doruğa, kurtuluş noktasına oturmuştur. İnsanın “beninden, yalnız kendi rızası için almasından” kurtulmasıyla, “sevgi ve ihsan” Olan’a benzemesi, “haç üzerindeki” ölümle tam olarak resimlenmiştir. “Kişinin dostları uğruna kendisini feda etmesinden” daha büyük bir şey olmamıştır. Ama sorun, dostların sağır olmaları, duymamalarıdır ve dostlar kördür, görmezler.
İhsan, yani Yaratan’ın lütfu, Yüce Allah’ın, Göksel Babamızın Mesih’teki ve Ruh’unun öncülüğündeki lutfü adeta sağanak yağmur gibi yağmaktadır. Ama gören göz yoktur. Bu Mesih’inde doruklardadır. Ama gören, işiten yoktur. Gören ve işiten olması için tek çare, “Ruh’un saran ışığının yüreklerde kalp noktasını açması ve Mesih’in kurtarışının o noktadan içeri girmesi ve bende biçimlenmesidir. Böylelikle “sevgi ve ihsan” bende ifşa olunacak ve bu durum beni Yakup olmaktan, yani “kendi beni için almaktan” kurtaracağı ve Mesihleştireceği gibi, Allah’ın Ruh’unun bende işlemesiyle kâinattaki sorumluluğumu, yani mükemmelleştirmeyi, Yaratan’ı ifşayı, O’nun sureti olarak O’nu edinmeyi ve sonluluktan sonsuzluğa geçmemi de sağlamış olacaktır.
C. NEDEN?
Tanıklarım sizlersiniz … beni tanıyıp bana güvenesiniz… Benim O olduğumu anlayasınız… (43:10)
Böyle bir probleme böyle bir çare bulmaya ne gerek var? Çok büyük gerek olduğu kesindir, çünkü daha önce de söylediğimiz gibi, bir bütünün parçası olarak Ruh’un bedenlerde ifşası söz konusu olduğuna göre, Yaratan’ın yeryüzünde ifşası, “çoğalma ve hükmetme” emri altındaki insandır. Esasında Efendimizin ifadelerinden de çok net anlaşıldığı gibi, mesele, kişinin “asmada” kalmasıdır. “Asma” da esasında tamamen “bağcıya” aittir. Anlaşılacağı üzere, “bağcı vardır” ve “asmayı” esasında merkeze oturtmuştur. “İnsan-ı kâmili”, yani Âdem’de “ben”ine kırılan, “Kendi suretindeki” insanın, esas olması gereken noktayı merkeze oturtmuş ve “çubukların” o “asmada” bağcıyla buluşmasına, yeniden “Baba’ya” dönmeleri için gerekli tekâmülü sağlamalarına neden olmuştur.
Esasında “yol, gerçek ve yaşam” (Yuhanna 14:6), bu tablo dışında yoktur. Bu yol, gerçek ve yaşam tamamen “yürekten” geçen, “yüreğin” Mesih’te biçimlenmesinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla bütün dinî seviyeler aslında, “insanın” çubuk olarak esas “asmayı” aradığı seviyelerdir. Dolayısıyla, çubuk asmasını bulmaksızın, “bağcının” formuna dönüşemeyecektir. Bunun dışında, aslında “ben”inde devam eden kişi için, yani bir anlamda henüz Yakup olan ve hatta Yaratan’la güreşen bir insan (Yaratılış 32:24-30) için, “ben”inin ürettiği birçok put vardır. Kariyer için koşturma, başarı için koşturma, para, hırs, cinsellik, gurur, benlik bile kişi için bir Yaratan olabilir. Kişi bu durumda esas yaratılış gayesinden elbette oldukça uzaklara gidebilir. Hatta Yaratan’a ibadet ettiğini ve kurtarıcı ve efendisi olarak Mesih İsa’yı izlediğini ve Ruh’un yönlendirişinde mucizelere tanık olduğunu sanan bir kişi bile, farkında olmadan Kendisini insanda ifşa etmeyi arzulayan Yaratan yerine, o inanca, o inancın o mezhebine, ilahiyat öğretilerine ya da mucizelere tapınmaya başlayabilir. Farkında olmadan bütün bu şeyler Yaratan’dan O’nun Mesih’inden ve Ruh’undan çok daha önemli unsurlar olmaya başlayabilir. Oysa Yüce Allah’ın görüşü nettir. “Benden önce bir Allah olmadı, benden sonra da olmayacak”. Bu net görüş doğrultusunda ve verilmiş olan yaratılmışlık sorumluluğu altında insana düşen, Yaratan’ı edinerek, O’na inanarak değil, O’nu bilerek, Yaratan’la aynı formda O’nu kendi varlığında Mesih İsa olarak ifşa etmektir. Bu da her tür, “kendi için alma arzusunun üstesinden” “Allah’ın Ruhu”yla gelen Efendimiz Mesih İsa’yla işlemektir. O zaman “tek yol, gerçek ve yaşam” (Yuhanna 14:6) kavramını, “O’ndan başkası yok” (Yeşaya 45:5) algısının netliğinde, “benin değişiminde BEN olarak” yaşamaktır. İşte, bu da ister dinî isterse din dışı olan her çeşit fikirden, hobiden ya da benzeri her şeyden oluşturulmuş her türlü putu, Yaratan’ın yerine konulan her tür unsuru kurban etmek demektir.
İnsanlar bütün yürekleriyle kendilerine bir ilah aramaktadırlar çünkü şöyle ya da böyle “ben”lerinin farkındadırlar. Bu farkındalık oldukça farklı seviyelerde kendisini gösterdiği için ve dışarıdan gerek kültürel, gerek toplumsal yönlendirişlerin sonucunda kişiler kendilerine gerek maddi, gerekse manevi birtakım ilahlar edinmektedirler. Ama bu, Kâinatın Efendisi’nin kişiyi kendi firavunundan, yani “ben”inden kurtardığını ve Mesih İsa’da sunduğu kurtarışıyla, “sevgi ve ihsan” Olan Kendisine çektiğini anladıkları, gördükleri ve bu Yaratan’ın yüreklerinden ifşa edilmesine müsaade ettikleri anlamına hiçbir zaman gelmemektedir, çünkü çoğunlukla insanlık sadece bir inanca inanmayı, bir dine inanmayı, Yüce Allah’ı hakikaten bilmeye yeğlemektedirler. Oysa esas Olan’ı hissettiğimizde değil, esas olarak bildiğimizde, gerçekten, “Yaratan suretinde yaratılmış olan” kendi doğamıza yeniden biçimlendirilmiş oluruz. Bu dönüşümde bizi gerçekten Yaratan’la bütünleyen ve sonsuz birlikteliğinde bizi esas sonsuzluk denizimize döndüren bir durum olmuş olmaktadır.
D. SONUÇ
Sultanınız RAB benim… (43:14)
Belli koşullar içinde belli bir amaç için yarattığı insanının bu amacı yerine getirebilmesi için belli koşullardan geçmesine izin veren Yüce Allah, Kâinatın Efendisi aslında bizlerdeki varlığıyla, her birimizin kendi varlığı içindeki renklerden parçalarla bütünü tamamlamaktadır. Bu tamamlayışta bütünlük vardır.
Yaratılmış olarak Yaratan’ın tanığı olmak, Mesih’i giyinmekle bağlantılıdır. Kişiler, Efendimizin standartlarında bir “sevgi ve ihsan” yaşamı sergilediklerinde ancak, “O’ndan başkası yok” (Yeşaya 45:5) durumuna dönüşebileceklerdir. Bu oldukça zor bir durum olmakla birlikte, Kâinatın Efendisi’nin belli iniş ve çıkışları içeren koşullarıyla alçalış ve yükselişle, alttan ve yukardan çalışılan bir koşulda kişi Rab’bine yönelebilmekte, Mesih’i giyinerek Ruh’unda, “ham durumdan, pişme durumuna, oradan da “yanma” durumuna geçebilir. Burada artık durum, “gel ve gör”, yani “Yaratan bizimledir” durumudur. Ve bu görev böylelikle kendiliğinden yerine getirilmiş olur.
Kısacası Yüce Allah ayna olarak yarattığı âlemde yarattığı insanlarının bütününde Kendini ifşa etme durumundadır ama bu ifşa için öncelikle insanın ferdi olarak, “ben”ini algılaması, tanıması ve iyi-kötü koşul testiyle test etmesi gerekir. Bu test ediş de, kişinin bulunduğu manevi seviyelerde, “acılar yolunu” gerektirmektedir. Bu da zaman zaman şiddetli düşüşler anlamındadır. O zaman bu düşüşlerde önemli olan, düşüşün farkındalığıdır ve zaten insanın bu derin bencilliğini fark ederek, “dibe vurması” demektir. “Dibe vurma” anı ise “yukardan” çalışılmasıdır. Dibe vuranın dönüşü, esasında, daha önce bulunduğu seviyenin de üstüne doğru bir seyahat anlamındadır. Bu da inanılmaz bir ıslahın habercisidir.
Bu iniş ve çıkış esnasında bizim hem iyi de hem kötü dediğimiz her düzeyde Yaratan aslında bizimledir.
Burada Babil’le imtihan etme neredeyse sona gelmiştir. Ve “düşüren ve kaldıran” aslında Yaratan’dır. Yeni yürümeyi öğrenen bir çocuğun etrafında anne-babanın tetikte durması ama aynı zamanda çocuklarına yürümeyi öğretme arzusu çocuğun üzerine bir yukarıdan çalışmadır. Bu aynen bizim için de geçerli olandır. Yaratan o muhteşemliği içinde Yakup’u İsrael yapmakta, “Aldatanı” “Yaratan’a yürüyen” haline getirmektedir (Yaratılış 32:24-30; 35:10). Öte yandan İsrael’in içinde bulunduğu duruma rağmen, sınırlılığından ve nefsine yenik düşmesinden kaynaklı olan körlüğü ve sağırlığı durumunda bile, acıların yolunda onu eğiten engellere müdahaleleriyle, “sevgi ve ihsan Olan” olduğunu göstermektedir. Bütün bunları İsrael’e olan sempatisinin diğer milletlere nazaran çok büyük olduğu ya da İsrael’in çok iyi ve hayırlı bir nesil olduğu için değil, örnek olarak onu seçtiği için yapmaktadır. “Yaratan, yalnızca ve yalnızca Kendisi istediği için bütün iniş ve çıkışlarda oradadır, sebeptir ve sonuçtur”.
Efendimizin, bizlerin kurtarılışının gerçeğinde haça gönderilmesinde de aslında bu olgu vardır. Çocuğuna “yürümeyi” öğreten anne-babanın heyecanı ya da bir anne kuşun yavrularına uçmayı öğretmesindeki heyecan gibi, Kâinatın Efendisi de, Ruh’unun kırılmasıyla kâinatı mükemmelleştirmek için, yarattığı insanını bu koşullarda, “Yaratan suretine” getirme gayreti içindedir. İndirir ve çıkarır, dağıtır ve toplar. Adeta bir bedende kanın pompalanması gibi, görünmeyen belli bir pompalama devam edip durmakta ve kâinatın canlılığı, diriliği korunmak istenmektedir. Bütün bunlar, bu nedenle, bir arzu olarak bir kap içinde oturan insan için yapılagelmektedir. Yeter ki, insan yaratılmasındaki gayeye geri dönüp, görev ve sorumluluklarını yerine getirsin. Hem de Yaratan’ı edinmiş olarak, “Baba ve Ben biriz” diyen Efendimizin şuurunda. “Bir olarak” ve “Allah’ın Ruh’unda” başka “ben”lere ve kâinata hükmedip çoğalarak.
Mısır’dan çıkış, Musa’nın günlerinde olan bu olay, aslında bir kerelik bir olay değildir. O noktada insan Yaratan’ın ışığının farkında bir firavun olarak kaçışına başlamıştır. Bu nokta Mesih İsa’nın haça gerildiği noktaya kadar süregelecek ve tekrarlanacak bir gerçektir. Çölde yüründüğü her an bazı zamanlar Mısır’a özlem kabaracak, bu özlem kabardıkça düşüşler yaşanacak, bu özlemde Musa’nın gücü değneğinde hissetmesi gibi, bazen din, bazen mezhep, bazen teoloji öne geçecek ve Yaratan’a karşı inkâr, putperestlik baş gösterecek, çölde hep geriye gitme, bir alt seviyeden bir üst seviyeye sıçrama yaşanacaktır. Bütün bu Mısır’a özlem ve yeniden vaat edilene bakış, gidiş gelişler ve iniş çıkışlarla kişinin iç yolculuğunda Golgota tepesine çıkışına kadar süregelecektir. Mısır’dan çıkış kalp noktasının, gönül gözünün açıldığı andır ama bu andan sonra Sina üzerinde Tora’nın, yani Kutsal Ruh’un saran ışığının alınması ve yüreğin Yaratan’ın kurtaran yasasına açılması gerekmektedir. Sonra Mesih’in haçının dibine gelinecektir. İşte, o noktada Babil bozguna uğrayacaktır. O noktada Yaratan, Mesih’in haç üstündeki ölümündeki zaferini, yani “kendi rızamız için alma arzusunu” “ben”imizi haç üzerinde Efendimizin bedeninde çaktığı gibi çakacaktır. “Yeniden doğan”, “Yaratan’ı edinmeye”, Mesih’in dirilişiyle ve Allah’ın Ruh’uyla biçimlenmeye başlayan insan artık “ihsan etmek için almaya” başlamış olacaktır.
Bu kişinin Yaratan suretine reforme olması, yeniden biçimlenmesidir. Bu, Yaratan’ın yaptığı reformasyondur. Birinci adamda düşen, kırılan ve parçalara ayrılan ruh, ikinci adamda Mesih’in bedeninde, yani Yaratan’ın suretinde yaratılmış insan olarak insan varlığında birlikten sıfıra, yani tamama ulaşmış olacaktır.