Egemenliğinin ve esenliğinin büyümesi son bulmayacak. (9:7)
O’ndan başkası yok. Bu ifade her şeyin ve her görünenin temelinin ne olduğunu açıkça belirten bir ifadedir. Gerçekten de O’ndan başkası yok. Zaten 9.bölüme geldiğimizde şu sözler bunu göstermeye yetmektedir:
Her Şeye Egemen RAB’bin gayreti bunu sağlayacak.(9:7)
Orduların RAB’bi böyle bir gelişim sürecinden bahsediyor. Bütün Yaratılış belli bir düzende ve Yaratan’ın oluşturduğu formül üzerinde biz istesek de istemesek de tamlığa doğru hareket edecektir. Bu ihsanın son noktası, “göklerin egemenliği”dir ve bu nokta tamlıktır, yaratılanın Yaratan’a kavuşma noktasıdır. Bunun öncüsü olan Efendimiz Mesih İsa’nın sözlerinde de hep bu vakte hedeflenmek ve bakmak esastır.
Bizler bu dünyada bilerek eksik bırakılmış olanları tamamlamakla sorumlu bir gayretin içinde Yaratan’ın yansımalarıyız. Efendimizin dağdaki vaazında dediği gerçekleri arzulamamız ve o hedeflere yürümemiz Yaratan’ın evlatları olmamız anlamındadır. Bu da bizim esasında kendi başımıza ancak verilen kadar almamız demektir. Tamlık O’nun bize sunduğu kadardır. Oysa esas O’nun ihsanındaki tamlıktır.
Egemenliğinin ve esenliğinin büyümesinin sonu olmaması ve Yaratan’ın kendi tutkusu, arzusu, doluluğundan olan taşkınlığının bunu istemesi ise bütün kâinatın, “O’ndan başkası yok” (Yeşaya 45:5) ilkesine gelmesi anlamındadır. Şu an gelemeyenler bile sonunda, “her diz çökecek, her dil diyecek” (Romalılar 14:11) kavramında o noktaya getirileceklerdir. Bu lütuftur. Kendi güçleriyle gelmeye kalkanlar bir müddet sonra kendilerini bütün dindarlıklarına, bütün dinî tavırlarına, teolojilerine, okudukları dinî kitaplarına, peygamberliklerine rağmen kapıda kalacaklardır. Ta ki, “ihsan ve sevgi” kavramının Yaratan olduğunun bilincine varıp kutsallığı birbirlerinde, “ihsan ve sevgi” olarak bulana dek bu böyle gidecektir.
Kısacası, eğer her şey o muhteşem, “Aklın, zekânın ve hazzın” sonucu ise Yaratan’ın ışığı bu ise o zaman doğal olarak her şey aslına özlem duyacak ve aslını arayacaktır. Kayadan kopan kaya parçası kayanın aslını çağrıştırmakta, adeta aramaktadır. Çünkü o küçücük parça o koskocaman kayanın bütün özelliklerini, elementlerini çok küçük bir formatta ifşa etmektedir. Kaya parçası kayanın kendisi değildir ama bir küçücük parçasıdır, örneğidir. Efendimiz İsa’ya olan Yaratan özleminde, Baba’nın, yani özün Oğul’a, Kendinden kopan parçaya olan özleminde aradaki bağı Ruh dediğimiz o çekim gücü oluşturmaktadır. Aslında bunlar ne eril anlamda Baba, ne de eril anlamda Oğul şeklinde algılanacak kavramlar değildir, aradaki bağın kaya ve kaya parçası örneğinin dünyevî tarifinden başka bir şey değildir. Bu muhteşem üçlükte teklik aslında muhteşem bağı ve insanın Yaratan suretine dönüşmesinin tek yolunu ifade etmektedir. Bu da, Yaratan’ın, “tamamen karşılıksız ihsan, lütuf ve sevgi” formatına dönüşmektir. Bunun en muhteşem örneği de Efendimiz Mesih İsa’nın kurtarışında ifşa edilmiştir. Bunu almak, gönenmek ve yaşam edinmek kurtuluşun kendisidir. Bunun sizden ifşası, yani yaşamla ilan edilmesi ise Müjde’dir.
Efendimiz İsa, tapınağı bir alışveriş merkezi haline getirenlere büyük tepki göstermişti. Çünkü O, esas olanın Yaratan’a “ruhta ve gerçekte”, yani “mana ilminde” yaklaşma olduğunu ve bunun önemini vurguluyordu. Bu noktada öğrenciler, “Evin için gösterdiğim gayret beni yiyip bitirecek” sözlerini hatırlıyorlardı. Yani Efendimiz, “Yaratan’ı için, O’nun mabedi için, doğru bir inanç ve tapınma için, büyük bir gayret ve tutkuyla kurtarışına” sorumlu olduğu görevine yapışıyordu (Yuhanna 2:13-17). Buradan her insanın aynı değere yükselmesi gerektiği aşikârdır. Ancak Yaratan’ın varlığına dönüş o vakittir.
A. LÜTUF
Yeşaya’nın, o muhteşem tecrübesinden sonra yepyeni bir vurguyla karşımıza çıktığını görüyoruz. Bu vurgu da, Yaratan’ın ancak küçük bir bakiyeyle yeryüzünde işlediği vurgusudur. Efendimiz Mesih İsa da bunu söylemektedir: “Ey küçük sürü” (Luka 12:32), “Yeryüzünün tuzu sizsiniz” (Matta 5:13), “Kimse kandil yakıp tahıl ölçeğinin altına koymaz” (Matta 5:16) gibi bütün bu sözler bunu açıkça net ifade eden sözlerdir.
Her şeye egemen RAB bazılarımızı sağ bırakmamış olsaydı, Sodom ve Gomora gibi olur, Gomora’ya benzerdik (Yeşaya 1:9)
İnsan Yaratan’ın karşısında yer alıyor. Çünkü öncelikle “kendi benini fark etmesine” müsaade ediliyor. Bu olmak zorunda, çünkü bunu fark edecek ki, bundan sonra Yaratan’ı yani bütün kâinatta esas olan “BEN’i” fark edebilsin. İşte, bütün bu fark ediş esnasında kendisine verilen arzu kabı içinde, yani bedeninde sürekli olarak “bencillikleriyle”, yani “kendisi için alma” peşinde koşuyor, yani “herkes günah işledi” sözü işliyor. Bu sürekli olarak fark etmeye doğru itici bir güç olmakla birlikte. Yaratan’ın ışığının doğrudan yüreğe teması halinde kişi, “fark etme” noktasına geliyor. İşte, o noktada artık kişi yavaş da olsa az da olsa “kendisi için almayı durdurmasının” gerekliliğini fark ediyor. “Yaratan’ın ihsan ve sevgi olduğunu” algılamaya başlıyor ve bu ışıkta “yani Efendimiz Mesih’in ışığında” kurtuluş yüreğine lütuf olarak bir nokta açıyor ve bu noktadan hareketle, “düşüncenin değişimi”yle yenilenme ve yeni doğuş ve büyüme süreci başlıyor.
Görüldüğü gibi, bu kalp noktasının belirme anıyla, Yaratan’la tezat olduğunun farkına varan her kişi aslında “bakiyeyi” oluşturuyor. “gerçek (mecazî manada) İsrael’i, yani Yaratan’a yürüyeni” oluşturuyor, bir başka tabirle, “Mesih’in bedenini” oluşturanlar ortaya çıkıyor. Bu, çok küçük bir azınlıktır. Her kiliseye giden, her “İsa benim kurtarıcım, efendimdir” diyene nasip olmayan bir şeydir bu… Çünkü dinî manada aynı kelimelerin tekrarı kişinin kendini Hristiyanlık dini içinde hissetmesiyle Efendimizin esas kurtarışı ve söylemek istediklerinin yürekte işleyişi arasında çok ama çok büyük uçurumlar vardır. Bu o günün İsrail’inde de böyleydi, o nedenle Yeşaya bu konuları yürekten anlayan ve yürekten değişenler “bakiye”yle dışarıda kalan ve dini yaşayan Yahudileri ayırıp durmaktadır. Eğer Kutsal Yazılarda bu fark edilmiyorsa, ne yazık ki, yaşanan, her insanın kendi inançları ardı sıra koşması tarzında bir dinî inanış olmaktan ve biraz yüreği yatıştırmış olmaktan başka bir şey olmayacak, bir dış müdahaleden başka bir şey olmayacaktır.
Oysa “ruhta ve gerçekte ibadet” tam ama tam olarak kişinin içsel ıslahı, değişimi, düşüncesinin, yaşamının, günlük her adımının artık farklı olması, “ihsan ve sevgi” dağıtan ve bunu hiçbir beklenti olmaksızın yapması, kısacası, İsa Mesih olması anlamındadır. Bu esas zor olanı, esas mana yoludur. Öbürü kafayı vura vura bir yaşam olarak biraz din, biraz dünya, biraz anlam vermek, biraz korku halinde yaşanacak “acılar yoludur”.
1. Lütfu algılayan bakiye, Yaratan’a tam güvenip güvenlikte olanlardır.
Bana güvenmezseniz güvenlikte olamazsınız (Yeşaya 7:9)
Eğer bu farkı görmek istiyorsak inandığını söyleyen birçok insana bakın, onların çoğu zaman “titrediklerini” göreceksiniz. Oysa gerçek bakiye çoğunlukla, “İmmanuel- yani Tanrı bizimledir” (Yeşaya 7:14; Matta 1:23) diyecektir. Bu iki fark büyük bir farktır. İhsanın doluluktan döküldüğü ve vermenin almaktan çok büyük bir haz olduğunun farkında, “ben için almadan”, aldıkları ışığı önce “BEN’e”, yani Yaratan’a ve sonra da “yaratılana” yansıtanlar, işte onlar, “Tanrı bizimledir” diyenlerdir.
Lütfu aldığınızın işareti, “Tanrı bizimledir” sözünün sizde Mesih İsa olarak yansımasıdır. Bunun sözle ifadesi değil özle ifadesidir.
Çünkü Allah’tan doğmuş olan herkes dünyayı yener. Bize dünyaya karşı zafer kazandıran imanımızdır (1.Yuhanna .5:4).
2. Lütfu algılayan bakiye Yaratan’ın muhteşemliğinin korkusunda ayrılandır
Onların entrika dediği her şeye siz entrika demeyin, onların korktuğundan korkmayın, yılmayın. Her şeye egemen RAB’bi kutsal sayın, korkunuz, yılgınız O’ndan olsun (Yeşaya 8: 11-13).
Yaratan’ın ışığının kalp noktalarını açtığı kişiler, yüreğini hakikaten Efendimizin kurtarışıyla donatmış olanlar, aslında hiç korkusuz, hiç kaygısız kişiler değillerdir. Onların korkuları, kaygıları, sonsuzluğun bilincinde olmalarından ve kâinatın muhteşemliğinin ve sahibinin muhteşemliğinin farkındalığındandır. Diğerleri gibi, ölüm korkusu, güncel kaygılar, entrikalar peşinde koşmazlar ve dünyevî kaygılara çok fazla yol açmazlar. Kısacası, tam korkusuz değillerdir. Sadece tepkileri sokaktaki insandan farklıdır. Yeşaya bu nedenle şöyle yazmaktadır:
RAB beni halkın tuttuğu yoldan gitmeme konusunda uyardı. (8:1)
Bu farklı bakış açısında İbranilerde denildiği gibi, görülenin arkasında hep bir görünmeyen olduğunun farkındadırlar. “O’ndan başkası yok” (Yeşaya 45:5) ifadesini anlık hissederek yaşamaktadırlar. Daha iyi bir ifadeyle, Yaratan’ı Yaratan kabul etmiş olmak ve Mesih’te O’nunla eşit forma dönüşmek aslında kutsal mekâna girmektir, Yaratan’ı tarif eden bu iki noktayı, yani “ihsan ve sevgi”yi kendi küçük dünyamın ilkesi yapmaktır. İnsanlar şu ya da bu yolla kendi düzeylerinde Yaratan’la karşılaşmaktadırlar. Ama çok azı gerçekten Mesih İsa’nın tecrübesini edinmektedirler. Müjde’yi gönenmek, “kalp noktasının” açılmasıyla alakalıdır. Ruh’un, yani Yaratan’ın ışığının içsel etkileşiminin saran ışık olarak kalbi donatması, Mesih’in, yani ışığın, “ihsan ve sevgi”nin insan formatı halinin içeriye tam sirayet etmesine yol açar. O zaman insan işte, dünyanın kaygılarından ziyade üst kaygılara, Yaratan’la eşit formatta “babaya kavuşan kaybolan oğul”(Luka 15:11-31) gibi, daha üst “babanın kaygılarına” kavuşur. O zaman O’ndan uzak kalma korkusuyla, O’na saygı duyma korkusuyla donanır. Bu korku bambaşka bir korkudur. Bakiyenin sokaktaki insan kardeşlerinden farkı bu noktada da oldukça net olarak ortaya çıkar.
Bu taşın üstüne düşen paramparça olacak, taş da kimin üzerine düşerse, onu ezip toz edecek (Matta 21:44).
Görüldüğü gibi, Yaratan’la eşit formata dönüşmek O’na dönüş nedenimizdir. Sonsuz yaşam ancak bu şekilde elde edilecektir. O zaman Mesih İsa’nın kurtarışı bu noktada ya hep ya hiçtir. Formata dönüşmek Mesih İsa’dır. O üzerimize düşen Yaratan arzusu, gölgesidir. İnsan-ı kâmillik ölçüsüdür. Mesih’in bedeninde bağ birliği oluşturulamazsa dünyadaki insan için bir ölçü söz konusu değildir. Kimi hangi ölçüye, hangi ahlak kuralına göre ölçebilirsiniz? Kutsal Yazıları herkes farklı yorumlarken ölçüyü nasıl tutturacaksınız? Çok net bir yaşamla, “kurtarmak için Kendini feda eden, ölüp gerçekten dirilmiş Olan”, Kendini Yaratan’a teslim edip feda eden “ihsan ve sevgiyi” karşılıksız yaşayanla… Mesih İsa, bu nedenle gölgedir; üzerimize düştüğü anda eğer ölçülerimiz o seviyeye dönüşüyorsa bu kurtuluş olacaktır. Ama ölçü kısa kalıyorsa bu hâlâ, “acıların yolunda” olduğumuz anlamındadır.
3. Lütfu algılayan bakiye Yaratan gerçeğinde ayrılandır.
Ahaz dönemine baktığımızda, Yaratan’ın kurtarış müjdesinin pek geçerli olmadığını görüyoruz. Ahaz, bazı dindarlık işaretleri gösteriyor ama kendi “ben”inin algıladığı doğrultuda. Bu nedenle 8:16’da Yeşaya’nın duasında oldukça farklı bir yakarış görüyoruz. Müjdenin üzerine oturan Yaratan’ın gerçeğini yürekte algılatan bir yakarış;
Ya RAB, öğrencilerim arasında bildirimi koru, öğretimi mühürle! (8:16)
Dikkat edilirse samimî bakiye, Yaratan’da Mesih’in bedeni olan, aralarından Mesih doğan grup, samimî Mesih inananları Mesih’in o günkü demek istediklerini sürekli koruyup, kalplerinde yaşam olarak mühürleyenlerdir. Bu kişiler Yaratan gerçeğinde diğer insan kardeşlerinden ayrılırlar. Hatta dindarlar bu kişileri hoş görecek değillerdir. Çünkü Mesih İsa’yı yaşamak bugün hangi mezhep olursa olsun birçok dinî kavrayışın çok üstüne çıkıp, “bol yaşamı” edinmek anlamındadır. Bu da, “kilise tarihinin” oluşturduğu Hristiyanlık dini hiç değildir. Mesih İsa’nın temelini oluşturduğu Yaratan’la bütünleşme olan Öz, Söz ve Ruh’ta tek bir Yaratan’la sonsuzluğa taşıyan “yol”dur. Gerçek Yaratan’ın İbrahim’le yaptığı o tek antlaşmanın devamlılığında gerçek, hakikî anlamında (Yaratan’a yürüyen) İsrael olmaktır. Ve bütün insanlığı ayırmadan onlara hakikî ışık olmak, tuz olmaktır. Kısacası Mesih İsa’da Mesihleşerek Mesih olmaktır. İşte bakiyenin farkı budur.
Bakiyenin bütün bu farklılığına rağmen kendini bakiye zanneden ama aslında karanlığın mahkûmu olmuş kişiler hep olacaktır. Onlar şunun farkında değillerdir; Mısır’da kalınca İsrael olmak mümkün değildir. Onlar Mısır’dadırlar ama kendilerini İsrael sanmaktadırlar.
İnsanlar aç kalacak ve doymayacaklar
Şunu sorgulamak çok önemlidir. İman Yaratan’a iman mı yoksa yaratığın yarattığına iman mı? İşte bu noktada bakiyenin içinde bile, bazıları aydınlık içinde karanlıkta kalabilirler. Onlar “alma arzularının köleleridirler”. İnancı bile sırf, “alma arzularını tatmin için”, “biz dışarıda kalmayalım”, “toplumda, Tanrı’da kabul görelim” niyetiyle değerlendirirler. Ve onlar doymak bilmeyen arzularıyla kolay kolay gerçek Yaratan’ı Mesih’indeki kurtarışını, Kutsal Ruh’u “ihsan ve sevgi” bağlamında algılayabilecek bir kapasitede değillerdir. Onlar Kutsal Yazıları bile sadece anlatılan öyküler düzeyinde algılamakta ve görünen arkasında görüneni asla fark edememektedirler.
Bu nedenle Elçi Pavlus şöyle dua etmektedir:
O’nun çağrısından doğan umudu, kutsallara verdiği mirasın yüce zenginliğini ve iman eden bizler için etkin olan kudretinin aşkın büyüklüğünü anlamanız için, yüreklerinizin gözleri aydınlansın diye dua ediyorum (Efesliler 1:18-20).
B. BAKİYENİN ZAFERİ
Sıkıntı çekmiş olan ülke karanlıkta kalmayacak…büyük bir ışık görecek… yaşayanların üzerine ışık parlayacak (Yeşaya 9:1-2)
Celile diyarı Asur saldırıları altında ilk düşen diyardı. Bir başka deyişle köleliğin zulmü altına ilk bu diyar girmişti. Mesih İsa’da manevî manada kurtuluşu, ışığı gören Mesih’i kurtarıcıları ve efendileri olarak kucaklayan ilk bölge yine Celile bölgesidir. Dikkat ederseniz burada yine maddî bir zulüm anlatılırken aslında kölelik altında olan halkına Yaratan’ın ışığını sunacağı müjdesi verilmektedir. Öyle de olmuştur. Kişisel “alma arzusu”nun baskınlığı altında yaşayan halk Yaratan’ın büyük lütfuyla, ihsanında özgür olmuştur.
Aslında ışığa layık oldukları için değil ama diğer taraftan kayadan kopan taş misali ana kayanın kendi parçasını özlemesi gibi, Baba’nın Oğlu’nu aradaki Ruh’la arzulaması gibi.
Ya RAB, ulusu çoğaltacak, sevincini artıracaksın…(9:3)
Kurtarış Yaratan’a aittir. Bu bağlamda Yaratan, Kendi ışığında, ihsanında, milletleri bir araya getirmektedir. Kuzu, Kendisini tamamen lutfa, ihsana teslim ederek yüceltilmeye layık görülmüştür. Bu, tamamen layık görülmedir. Aslında Yaratan’a zıt olan alma arzusu, yani beden Mesihi lütufla ihsana yönelmiş ve kuzu benzetmesiyle Yaratan formatına dönüşmüş olduğu belirtilmiştir. Bu Mesih İsa’nın kurtarış tablosudur. Ve bu tabloda kurtulan “küçük sürü” Mesih’in bedenidir. Yaratan formunda bir bağ gurubudur. Mesih’e ait ve dolayısıyla Yaratan’da olan bir guruptur.
Burada Midyan örneği verilmiştir. Midyanlıların yenildiği gün gibi… Bununla bize hatırlatılmak istenilen aslında Gidyon’dur. Gidyon ilginçtir ki, İsrael kendisiyle övünmesin diye küçük bir orduyla Midyan’a karşı zafer kazanmıştır. Yani az olan, çoğa karşı zafer kazanmış hem de gururlanamayacak bir biçimde. Midyan görünürde güçlüydü fakat Gidyon bu gücü kırdı. Midyanlılar Gidyon’u güçlü sandılar. Aslında Gidyon güçlüydü. Çünkü elindeki metot Yaratan’ın metoduydu. Panik esnasında Midyanlılar kendi adamlarını öldürmüşlerdi (Hakimler 6-7).
Sürekli kendi çıkarları peşinde koşan insanlar özellikle kendilerinden güçlü gördüklerinin önünde daha da bir paniklerler ve ihsanların tamamını öldürürler. Bu da elbet onları kaybedenlerden kılmaktadır.
Bakiye kalanlar, yani kalplerinde Mesih olanlar, kalp noktaları açılmış olanlar aslında yeni doğuşu gerçek yeni doğuşu almış olanlardır. Onlara gerçekten yepyeni bir çocuk doğmuştur. Yeni bir hayat başlamıştır. Bu kişiler Yaratan’ın farkındadırlar. Artık büyük “BEN” onlardan ifşa olunmaktadır.
Bu bağlamda, eğer insanlar Yaratan’la aynı formata dönüşüyorlarsa ve Mesih İsa’yı yüreklerine alıp Mesihleşiyorlarsa o zaman Mesih çağı geliyor demektir. İşte o çağda kurtla kuzu bir arada yaşayacak (Yeşaya 11:6) demektir.
Yeşaya burada ancak Yaratan’la kalp noktaları açılmış olan kişilerin yüz yüze geleceğini ve bu kişilerin Yaratan’ın Müjdesi’nde özellikle üç noktada – Yaratan’a güvenme, Yaratan’dan korkma ve Yaratan’ın gerçeğinde olma gibi konularda - bakiye olarak dünyaya tuz ve ışık olacaklarını ve sonunda da Mesih çağına yol açacaklarını bildirmektedir.
Özet
“Ben” farkındalığında kırılan, aslında özüne çekiliyor. Yer çekimi insanı nasıl çekiyorsa Yaratan da insanını kendine doğru çekiyor. Bu tutkunun yansımasını Mesih’te görüyoruz. “Yaratanın evi için olan gayret Mesih’i adeta bitiriyor”. Çünkü kutsallığı bina etmek istiyor. Kutsallığı, yani “ihsan ve sevgiyi”… Bu aslında Yaratan’ın doğası. Bunun bir ucu bizde de var. Güneş doğası gereği ışığı sunuyor, bitki doğası gereği ışığa özlem duyuyor.
“Bakiye çekiliyor, korunuyor ve az bir sürü her zaman var olacak”, çünkü Yaratan’ın devir daimi hep sürdürmesi gerekiyor. Yaratan kâinattaki insanında hep bir bakiye görüyor, o bakiyeyle çalışıyor.
İnsan yaratılış itibariyle “alma arzusunda” ve Yaratan’a tezat. Bu tezat, “itme ve çekme”, aslında yaşamı kıvılcımlıyor. Bu meyve veriyor. Kelebek de, dikkat ederseniz, koza örüyor, kelebek oluyor ve gidiyor sonra koza kalıyor, ipek oluyor. Yaşam sürüyor. Lütfu fark edince tezat kozayı deliyor.
Yeşaya, Yaratan’ın tahtı önünü tecrübe ettiği anda, yani kalp noktası açıldığı anda artık tezat olma durumundan tek yürek olma durumuna dönüyor.
Ahaz örneğinde gördüğümüz ise Yeşaya’nın da hepimizin de genel hali, dini kullanarak yaşam kontrolünü elimde bulundurduğum o çift yürek hali. Sağa ve sola meyledip duran, iyi ve kötü eğilimi hep ben için kullanan. Aslında Yaratan orta yolda, yani sağ ve solu hep ihsan ve sevgi için kullanma yolunda.
Bu bağlamda bakiye hep güvenen, saygıdan korkan ve gerçeği ifşa eden olarak karşımıza çıkıyor. Bir anlamda bakiye sokaktaki insan kardeşlerine göre tepkisi farklı olan olarak karşımıza çıkıyor.
O zaman Yeşaya buraya kadar İsrail’e bakıp şöyle haykırmış oluyor:
Günah içindesiniz, yani “ben için alıyorsunuz”- dolayısıyla yanlış ibadet sunuyor ve sonunda da karaktersizlikler içinde kalıyorsunuz.
Umudunuzu unutmayın. Yaratan’la antlaşmanız var, eğer kalp gözünüz biraz açıldı ise antlaşmanız var ama bunu fark etmeniz için alçaltılmalısınız herhalde yoksa fark edecek değilsiniz.
Düzensizlik ve güzelliğinizin biraz zarar görmesi sizi alçaltacaktır. Farkında kılacaktır.
İşte bu noktada Yeşaya, Yaratan’ı ediniyor. Kalp noktası açılıyor. Farkındalık artık belirgin oluyor. Kirlinin içimizde görülmesi bu farkındalık oluyor. Ve dışa aksi. İşte o zaman Yeşaya, “Ben değişmeliyim” demeye başlıyor. Bu dönüşüm noktasında içinde belirgin olan Mesih, ışık, haz Yeşaya’ya, “Ben hazırım” sözünü veriyor. Dağıtıma hazırım…
Duymayacaklara ve anlamayacaklara gönderiliyor hem de, hem de bile bile..
Neden?
1.Çünkü duymaları ve anlamaları Yaratan’ın işi,
2. Kimseyi değiştirmek benim görevim değil,
3. Gittiğimde amaç onların değil, benim değişmem de ondan,
Bu gidenler, değişenler grubunu oluşturuyorlar ve işte, bu grup bakiye, diğer bir deyişle “aravut”.
Bunlar kim?
Kalp gözü açılıp güvenenler, “Benim isteğim değil, senin isteğin olsun diyenler”.
a) Yaratan’ın içine ayrılanlar, b) Yaratan’ın korkusuna ayrılanlar, c) Yaratan gerçeğine ayrılanlar.
Bunlar yeni doğuşu edinmiş kişiler – bir çocuk doğuyor- Yaratan bizimle…