Yaratan, Yeşaya’nın ikiye bölünmüş dünya ve maneviyat arasında sıkışıp kalmış olan yüreğini, “kalp noktasını” açmak suretiyle bir bütün haline getirmişti. Eğer yürek bir bütün haline gelirse ve Yaratan’ı görecek bir noktadan kendi içine ve kâinata bakarsa o yürek artık ruhsal seyahatine başlamış bir yürektir. Hazırdır ve Mesih’i yüreğine alan kişinin “yüce göreve” soyunması gibi, artık kişi, “Yaratan’la harekete başlamış” ve ateşlenmiş bir meşale gibi, ışığı taşıma sorumluluğunu yüklenmiştir.
Burada şimdi ikiye bölünmüş bir yürekle Yeşaya’nın Yaratan’ı görerek edindiği tek yüreği karşı karşıya gelmektedir. Ahaz’la Yeşaya arasında en büyük fark artık kişinin kendisinin üzerine bindiği bir yürekle, yüreğin Yaratan’la buluştuğu noktada kişinin üzerine bindiği yürektir.
Dikkat edilirse, Yeşaya bu nedenle Yaratan’ın “Kimi göndereyim?” şeklindeki sorusuna, “Hazırım, beni gönder” şeklinde bir cevap verebilmektedir. Bu Yaratan’ı edinme yoluna çıkmış İsrael’in yüreğidir. Kalpteki nokta açılmış ve üst ışık bu nokta üzerinde çalışmaya başlamıştır artık. O, Yaratan’dan haz almaya başlamış bir yürektir, ışığı ihsan için almaya başlamış bir yürektir. Oysa diğer yürekte gurur ve kaybetme korkusu vardır. Maneviyatta bile kendi çıkarını arayan bir yürektir. Korkusu, “beninin ıstıraplarıdır”, gururu ise “benin maneviyatta ne kazanacağıdır”.
Kişinin aslında iki yanı vardır, yani sağ ve sol, bütün bu anlatım aslında mecazî bir yaklaşımdır. Maneviyatta sağ yan ihsan, sol yan ise arzularımızdır. Yaratan’ı edinme yolunda çok kişi, Yaratan’ın gizliliğindeyse, sadece dinî seviyelerde kâr zarar hesapları peşindeyse, maneviyatı bile aslında kendi çıkarına bağlamışsa Yaratan bu kişi için gizlidir. İşte, bu durumda özellikle ihsan ve arzu karşı karşıya geldiğinde ve ikisinin karşı karşıya ve eşit kaldığı durumlarda gerçek Yaratan’ı edinme yolunda olan ve olmayan açığa çıkar.
Yaratan’ı edinme safhasından sonra artık kişi, Yaratan tarafındadır, yani ihsan onu çeker. Bu nedenle ışığı ihsan için almaktadır. Yeşaya bu nedenle kolaylıkla, “Ben hazırım” diyebilmektedir. Çünkü böylesi bir yola çıkış Mesih İsa’nın, “kendini inkâr et, haçını yüklen ve ardım sıra gel” (Matta 16:24; Markos 8:34; Luka 9:23) ifadesini yerine getirmektedir.
Ahaz ise bunlardan tamamen bihaber durumdadır. Yaratan, bu kişi için gizlidir. Gizli olduğu için de ihsan ve arzunun farkında değildir. İhsanı da arzuyu da yalnız, “alma arzusu” için almaktadır. Yaratan’ın bütün ışığı “alma arzusu” içinde erir.
Aslında bu dinî seviyede iman etme ve iman etmeme şeklinde ifade bulmaktadır. Oysa olay inanma ve inanmamanın daha da ötesindedir.
2. ve 5. bölümlerdeki vaat ve yargılara baktığımızda aslında bütün bunların insanları pek de motive etmediğini görüyoruz. Aynı dinî seviyelerde sürekli dersler, vaazlar, programlarla inananların bir yerlere taşınmaya çalışılması gibi. Ama çoğu zaman bunun hiç de başarılı olmadığını görüyoruz. Esas olması gereken 6. bölümde olan, yani Yaratan’ı edinme olayının yukarıdan verilmesidir. Bu yeniden doğuştur. Mesih’in Yaratan’ın ışığı olarak kalp noktasını açması ve bu yukarıdan gelişin tamamen kişinin transformasyonuna, değişimine neden olmasıdır. Bu yaşanmadıkça insanın konuşan düzeyde olması, Yaratan’ı edinmesi yani Yaratan suretine dönüşmesi mümkün değildir.
7.bölümden 9. bölüme kadar burada Ahaz’ın kimliğinde aslında bütün Yahuda için aynı nokta irdelenmektedir. Bedensel düzeyde sağ ve sol arasında kalma, arzu ve ihsan arasında kalma ve egonun çıkarına göre hareket etme burada gözler önüne sergilenmektedir. Bununla da günümüz kilisesinden bir çıkarım yapabilmek söz konusudur. Kilise içinde aynı Yahuda’da olduğu gibi küçücük bir bakiye söz konusudur Bu bakiye ihsanı, ihsanın kurtarışını anlayan çok küçük bir bakiyedir.
Zaman kaos zamanıdır. Aslında, “alma arzularının” kabardığı bir dünya her zaman kaostur ve kaos artarak devam etmektedir. Oysa Yaratan’ın vaadi, “Ben sana Tanrı, sen Bana halk olacaksın” vaadidir. Yaratan’a yönelen yürek için vaat nettir. Yeşaya bu nedenle gerilimi hissetmek yerine Ahaz’a vaadi hatırlatmaktadır. Vaat, “Baba ve Ben biriz”(Yuhanna 10:30) vaadidir. Yaratan’daki zaferini görmek yerine Ahaz kendi “ben”ini seçmekte ısrar ediyordu, çünkü Yaratan’ı edinme, “mana çalışmayı” gerektirmektedir. Oysa “ben”i çalışmak daha kolaydır. Bu, “ben”i daha ziyade soldan çalışmaktır, yani “kendim için alma arzusu” tarafından. Bu, geçici ve sonu tatminsizlikle biten anlık hazdır.
Günümüzde kilise aslında Ahaz gibidir. Kilise, Yaratan’ı Mesih’te edinme yerine, Mesih olma ve ihsan etme yerine, kendini inkâr edip haçı yüklenmek (Matta 16:24; Markos 8:34; Luka 9:23) yerine, sözünü geçirme kaygısı içindedir. Planlar, programlar, projeler, misyon konferansları, hep insan gücüyle ama sanki Tanrı adına, Mesih adına, hatta Ruh’ta yapılıyormuş gibi gösterilen ya da “kötü eğilimin” öyle gösterdiği bir perde altında bu işleri yapmaya gayret etmektedir. Dolayısıyla, Yeşaya’nın uyarısı hem Ahaz hem kilise içindir. O zaman Asur sizin üzerinizden geçecektir.
A. KARAR
Dikkatli ve sakin ol ve korkma!...Bana güvenmezseniz güvenlikte olamazsınız (7:4; 7:9)
Suriye ve Efraim küçücük Yahuda’ya karşı düşmanlıklarını bilediklerinde bu sorunlarda aslında Yaratan’ın ışığı Ahaz’ı kendisine davet ediyordu. Ve bu davet Yeşaya’nın çağrısıyla kendisine ulaştırılmıştı.
Aslında istenilen Ahaz’ın görüleni görmesi değil, görünmeyeni görüp görünmeyenin gücünü fark etmesiydi. Yaratan’ı Yaratan olarak algılayabilmek, işte olması gereken buydu. Bugün hepimizin keşfetmesi gereken de aslında budur. Mesih İsa’yı sözde değil, hakikaten kalbin içine tam olarak oturtmak, kalp noktasını ihsan ışığıyla iyice yerli yerine koymak, Mesih İsa’daki kurtuluşu gönenmek ve sözle değil, hayatın transformasyonuyla, “yeniden doğuş”la surete dönüşmek. Mesih İsa’nın sunduğu kurtuluşun düzeyi aslında bu denli derin ve bu denli yüksektir.
Burada Ahaz’ın “benliğine” Yaratan’ın ışığı ulaşmaya gayret etmiştir. Oysa Ahaz sadece “anı kurtarma” kaygısı içinde yüzde birlik bir fizik dünyası içinde karar vermiş ve yüzde doksan dokuzdan gelen o derinliği bir türlü algılayamamıştır.
Bazen bizlerde Mesih İsa’yı, Kutsal Ruh’u, göklerdeki Babamızın kurtarışını hep yüzde birlik bir bakış açısında değerlendiriyor ve yüzümüzdeki sivilceyi bile Kutsal Ruh’la bağdaştıracak kadar yüzde doksan dokuzluk muhteşemliği yüzde bir de, yani sadece küçücük “benlik” dünyamızda değerlendiriyoruz.
Bana güvenmezseniz güvenlikte olamazsınız.(7:9)
Burada, uyandırılmış bir yürek olmazsa yüreğin esas kaynağını göremeyeceği vurgulanmaktadır. Bu da Mesih’te, yani “kendinden kurtarılmış insanın” Yaratan’ı yüceltmek ve O’ndan sonsuza dek haz almak için yaratıldığı gerçeğinde olamaması demektir. Ve “acıların yolunda” kendi deneyimleriyle ilerlemeye çalışan birisi olması anlamındadır.
Oysa Yaratan’ı edinme yolunda olan, Yeşaya’nın deneyiminde dediği gibi, “Ben hazırım, beni gönder” diyebilendir.
İmanı Yaratan’la yaşamak ve imanı kendimiz yaşamak arasında büyük bir fark vardır. Bu noktada durup düşünmemiz gerekir. Acaba biz, “imanı kendimizle mi yaşıyoruz?” Acaba iman direksiyonumuzda da “o kükreyen aslan, o bize fark ettirmeden etrafımızda dönenen şeytan, yani benliğimiz mi” oturuyor. Yoksa imanın direksiyonu tamamen Yaratan’ın elinde ve biz bunun böyle olduğunu bilerek Yaratan’ı gerçekten biliyor muyuz?
Bu durum Mesih’e baktığımızda bize böyle yansıtılmaktadır: “Baba ve Ben biriz” (Yuhanna 10:30). Mesih İsa’da iman Yaratan’dadır. İman Yaratan’la yaşanmaktadır.
Mesih İsa’yı yüreğe almak, evet, kurtuluştur. Ama kurtuluşun giriş kapısı kalp noktasının açılımı o şekilde bir köşede bırakılabilir de. Esas bu noktayı tüm ışığı ihsan için alma haline getiren krizlerdir. Krizlerde perde yırtılmaya başlar. Işık önce kesilir, kap ışığı “ben” için almasın diye perdeyle kapatılır ve krizlerde kabın içinin karanlığı görülür. Işığa olan ama ihsan için ışığa olan ihtiyaç belirginleşir ve işte o zaman Kutsal Ruh, yani saran ışık artık ihsan için insanı doldurmaya başlar. Bütün bunlar hep her seviyenin alt ve üst ilişkileridir. Bu Mesih İsa’yla yükselmektir, Ruh’la dolmaktır. Yeniden doğuş sonrası mecazî manada on üç yaşına kadar geçen aşamalardır.
Yaratan bir manada her konuda, “Kendisinden başkası olmadığını ilan eder”. İman burada bilip güvenmek anlamındadır. Artık gerçekten inanıyorsan, biliyorsun demektir, biliyorsan güveniyorsun. O zaman krizler içinde, “gerçeği bilmenin” değişmediği, vaadin, “eşit forma dönüşenin Yaratan’ı edinmesi” olduğu hep göz önünde tutuldukça krizler üstüne çıkışın garantisidir. Güven bunu garantileyendir.
Ahaz’ın kararı kendi nesli üzerine kelebek etkisi yapmıştır. Onun güne göre ve hayata göre kararı ve “kendine göre alma arzusunu” işletmesi yukardan ışığı “kendi için alması” anlamına gelmiş ve ışık doğrudan “benliğe” ulaşmış ve Ahaz’ın da Yahuda’nın da mahvını getirmiştir. Yani “acıların yolu’na” terk edilmişlerdir.
RAB’den bir işaret iste, ölüler diyarı kadar derin, gökler kadar yüksek olsun.(7:11)
Aslında Yaratan, Ahaz’a ikinci bir fırsat daha vermekte ve niyetini, yani kabını çok geniş tutmasını, güvenle istemesini, dilemesini istemektedir. Efendimiz İsa’nın dediği gibi, “Dileyin alacaksınız, isteğin verilecektir”.
Ama Ahaz’ın “ben”inin ne kadar güçlü olduğu ve onun yüzde biri tercih ettiğini bir kez daha görüyoruz burada.
Hayır, istemem, RAB’bi sınamam (7:12)
Burada dinî terminolojiyi bir özür olarak kullanması ilginçtir. Bu, bir anlamda bize de önemli bir vurguda bulunmaktadır. İnsanlar çoğu zaman dinî terminolojiyi ya da birtakım dinî seviyelerde öğrendiklerini, “kendi egolarına kalkan” olarak kullanarak Yaratan’ın açık davetlerini görmezler ya da görmezlikten gelirler ya da hakikaten bu dinî terminolojiler ve seviyeler buna mani olur. Yeşaya’ya verilen dağıtım sorumluluğunda, “duyacak duyacak anlamayacaklar, görecek görecek görmeyecekler” (6:9) şeklinde bir sonucun da beraber ifade edilmesinde olduğu gibi.
Esasında Ahaz kontrolü kesinlikle kendi ellerinde tutmak istiyordu. Hepimizin kendi yaşamımızı birçok manevi çalışmalara tabi olsak bile bir türlü elimizden bırakmak istemeyişimiz gibi.
Yeşaya 11.ayette hâlâ, “Tanrın RAB’den” demektedir. Ama Ahaz’ın reddinden sonra Yeşaya “Tanrı’mın sabrını mı taşırıyorsunuz?” derken artık burada Yaratan’ın reddinden sonra kişinin kendi tanrılığıyla baş başa kaldığını vurgulamaktadır.