Anlamsız sunular getirmeyin artık (1:13)
Allah’a yaklaşın O’da size yaklaşacaktır (Yakup 4:8), oldukça önemli bir ifadedir. Peki, bu yaklaşma nasıl olacaktır? Bu, aslında ibadetle ifade edilmektedir ama ne yazık ki, ibadetler çatışması haline dönmüştür. Hele Protestan kiliselerine baktığımızda, çağdaş mı, klasik mi şeklinde sürekli bir çekişme, bir çelişki söz konusudur. Ama acaba hakikaten Yaratan’la bizi yaklaştıran esas şey nedir? Ya da ibadetle kastedilen nedir? Mezmurcu bunu şöyle ifade ediyor:
Senin kabul ettiğin kurban alçakgönüllü bir ruhtur (Mezmur 51:17)
Bu noktada aslında Yeşaya iki konu üzerinde durmaktadır: İbadet ve pişmanlık. Bu iki nokta birbiriyle bağlantılıdır, çünkü “kendi benliğinin farkında olan kişi” öncelikle Yaratan’ın “BEN’inden” koparak, “günah” dediğimiz format kaybına uğramıştır. Ve bu durumda Yaratan’dan ayrı düşmüş, dolayısıyla, “ben” diyerek hemen kendisini yükselmiştir, çünkü doğal olarak, sınırlı, sınırsızın önünde, “ben” dediği anda, illa özel bir böbürlenmeye gerek olmaksızın bir “yükseltme” söz konusudur. Günah dediğimiz budur zaten ve bizi Yaratan’dan ayrı düşüren de budur. Şimdi bunun farkında olmak “BEN’i”, yanı Yaratan’ı fark etmek açısından önemlidir ama bu, fark edilene kadar geçerli olan bir durumdur. Yani “ben”ini fark etmek, “BEN’i” Yaratan’ı ve ihsanlarının görkemini fark etmek içindir. Bu fark edişten sonra artık küçük “ben”in, yani insanın, varlık etkisini ancak yaşamın gerektirdiği kadar kullanması gerekmektedir. İşte bu, yaratılmışın Yaratan’a yakınlaşmasının ilk adımıdır. Fark etmek ve bu farkı irdelemek aslında Yaratan’a bakıştır. İşte, bu bakış olması gerekenin, alçalmanın başlamasıdır. Tekrar gelinen noktaya dönmemiz bu yolladır. Dikkat edersek, geldiğimiz nokta, “beni fark etmekle”, kendimizi yükselttiğimiz noktadır ama esas Yaratan sureti olarak olmamız gereken nokta, “BEN”de olduğumuz nokta olduğuna göre, yeniden o başlangıca dönmemiz esastır. Kendimizi yeniden aşağıya, geldiğimiz noktaya çekmemiz gerekir. Bu noktaya çekiş, zaten Yaratan formuna dönüşüm, Yaratan’ı edinme noktasıdır. Bu hareketlilik hali aslında Yaratan için makbul olan ibadetin ta kendisidir.
Kelam’da ibadet ederken, “alçalma ve pişmanlıktan” bahsedilmektedir. Bunun işaret ettiği iki nokta vardır: “Benin görevini tamamladığının ilanı ve bir müddet dahi olsa ayrılığın pişmanlığı”. Kısacası, buna bakıldığında, ibadetin elle kolla şeklî ilanı önemli değildir. Aslında nerede, ne şekilde, hangi mezhep üzere, modern mi ya da klasik mi olduğu da önemli değildir. Önemli olan, hangi yürek ve düşünceyle, kısacası hangi niyetle ibadet ettiğimizdir. İbadet şekilleri esas maksadı taşıyan vasıtalardır.
Anlamsız sunular getirmeyin….yıkanıp temizlenin (1:13; 1:16)
Görüldüğü gibi, hareket noktası alçakgönüllü bir ruhtur. Aynı zamanda bu, yürek, fikir ve niyetle bütünleşen ibadetin başlangıç noktasıdır. Ve bu hareket noktasındaki hareketlilik, “daha önce neden bunu fark etmedim” şeklinde bir pişmanlığı da beraberinde getirdiği için, kişi, “ben”ine olan mahkûmiyetinden kurtulma sıçrayışlarına da başlamış olur. İşte, alçalış ve pişmanlıkla benlikten ruha geçiş devinimleri ve bu esnada yüreğin ilahiler, övgüler, yüceltme, yakarışlar ve pişmanlık nidalarıyla belli şekiller ve zaman aralıklarında Yaratan’a doğru ilerleme gayretleri, form değiştirme gayretleri, Yaratan’ı edinme, O’nunla eşit forma dönme gayretleri dolu dolu bir ibadettir. Belli bir düzen ve aşama aşama varlığını sürdüren kâinat içindeki kâinata uyum gereği, elbette kişinin bu transformasyonu da belli bir düzen içinde ve aşama aşama gerçekleştirilmelidir.
Şimdi bu noktada pişmanlığa baktığımızda, bunun Yaratan’dan ayrılık süreci ve bu sürecin bize, “bencilliğin” ağır getirilerinin farkındalığı olduğunu görmemiz mümkündür. Bu duruma dürüst ve net bir bakışla ve kararlı olarak, “alma arzumuzu” Yaratan’a çevirme niyeti, “tövbe” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yeşaya, bir anlamda, iyi haberi kötü haberden önce vermektedir, çünkü Yaratan’ın esas hedefi, yarattığı insanını, Kendi formunda Yeni Yeruşalim’e ulaştırmaktır. Ama bu formla insanlarının oraya ulaşması mümkün değildir. Bu nedenle, “çocuklar yetiştirdim bana başkaldırdılar” sözünü söylemiştir. Bu, aslında genelde dünya yaşantımızda aileler için de geçerli olan bir durumdur. Aileler çocuklarını yetiştirirler ama çoğunlukla belli bir yaştan sonra çocuk, “ben”ini fark eder ve başkaldırır. Bu süreç oldukça uzun da olabilir, ta ki, çocuklar belli bir olgunluk seviyesine ulaştıklarında artık anne ve babalarının ellerini öpmeye başlarlar.
İbadet bu durumun aksine bir başkaldırıştır, geriye başkaldırıştır, kaybolan oğlun babasını kucaklama yoluna çıktığı ve buna dikkat çekmeye çalıştığı andır.
Bu noktada Yeşaya, İsrael’in, yani Yaratan’a yürüyenlerin dikkatini ilk önce, “kendi arzularının ardı sıra koştuklarına”, yani günahlı olduklarına çekmiş ve ikinci olarak da ibadet konusuna yönelmiştir, çünkü burada da ibadetlerinin esastan uzak olduğunu vurgulamak istemektedir.
A. SORUNLA YÜZLEŞME
Allah’ın söylediklerini dinleyin
Muhtemelen o gün de insanlar bugünkü gibi, “Hamdolsun Allah’a inanıyorum, dinsiz de değilim” şeklinde Yeşaya’ya cevap veriyor ve kızıyorlardı. “Biz neden başkaldıralım ki?” Hatta belki de bu bazı konularda aydınlanmış olan şahsiyeti kendilerini yanlış anlamakla suçluyorlardı. Aslında burada sorun açıktır. İnsanlar genelde içinde bulundukları koşullara göre değerlendirmeler yapmaktadırlar. İsrael, Yaratan’a yürüyen olarak, Yaratan’a yürümeyenlerden ayrılmış olduğu için, kendini farklı hissediyordu. Doğal olarak, bu farklılığın getirdiği birtakım uygulamalarla da kendisini tamamen milletlerden ayrı görüyordu. Hatta “bencil” duygularıyla kendisini ayrıcalıklı, diğer milletleri ise aşağı seviyelerde görüyordu. Görüldüğü gibi, daha bu noktadan itibaren aslında İsrael, Yaratan’ın ihsan eden, doluluğundan veren, yaratan karakteriyle ters düşmekteydi. O zaman nasıl olur da Yaratan’ın karakterine ters olan bir şekilde Yaratan’ı yüceltmesi, O’na haz vermesi mümkün olabilirdi? Zaten burada da Yeşaya bu sorunu ortaya koymaktadır. Adeta şöyle demektedir: “Ey İsrael, ey Allah’a doğru gidenler! Siz doğru yol üzerinde olduğunuzu sanıyorsunuz ve buna dininizi ve dindarlığınızı gösteriyorsunuz ama esas Yaratan’ın dediklerine kulak asmıyorsunuz. ‘Alma arzunuzun’ Yaratan’a dönmesi ve O’nun suretine yaraşır bir hal alması gerekir. Bu noktada ibadetleriniz asıl istenilen yürek ibadeti değil, şekil ibadettir.”
B. SORUNUN SORUMLUSUNA İŞARET
Kurbanlarınızın sayısı çokmuş bana ne?(1:11)
Burada aslında yürek, düşünce ve niyet ibadet kavramıyla tam aynı yerde bulunmamaktadır. Aynı zamanda da Yaratan’ın esas yakınlaşma isteği, kendisinden kopup ayrılmış olan, küçücük zerresi olan insan ruhunun doğal olarak Kendisine doğru çekilmesidir ve İsrael’in, Yeşaya döneminde ibadetinde, bu çekilmede yürek, düşünce ve niyet bütünlüğü yer almamaktadır. İşte, bu nedenle acil bir uyarıda, acil bir farkındalık uyarısında bulunulmak istenmektedir. Kısacası, Yaratan’ın esas isteğinde yüreğin değişimi, ferdin transformasyonu talebi esastır. Form eşitliğine davet vardır. Oysa İsrael sadece elleriyle kollarıyla bir dinin formatını yerine getirip, Yaratan’la ilişkiyi bir anlamda idare ettiğini sanmakta ve tabi bunu da, kendi “paşa gönlü”, yani “bencil arzuları” doğrultusunda yapmaktaydı.
İbadette, “bencil arzu”yu biraz irdelememizde fayda vardır. Mesela, siz bir müzik âletini çalmayı çok sevebilirsiniz ve ibadetlerinizde illâ bu müzik âletini kullanmayı adeta şart koşmaya başlarsınız, hatta yavaş yavaş bu âlet olmaksızın ibadet edilemez gibi bir durum ortaya çıkar. İşte kalp, düşünce ve tam niyetle Yaratan’a yürüme olan ibadete İsrael kalp, düşünce ve tam niyet olmaksızın sadece belli dini kurallar ve uygulamalarla yaklaşmaktaydı ve dolayısıyla, Yeşaya, bu konuda farkındalık oluşturma sorumluluğuyla ortaya çıktı.
Bu ne yazık ki, günümüzde birçok Mesihî kilisenin ibadeti için de geçerlidir. Mesih İsa’nın dua ve ibadet ve Yeşaya’nın öze dönüş, Yaratan’a dönüş temeli üzerindeki öğretilerini artık birçok kişi neredeyse duymamakta ve bugün konferans tarzında ya da abartı müzikler ve danslarla icra edilen ya da aşırı teatral yapılarda sergilenen ibadetlerle Yaratan’a yaklaşıldığı zannı içinde bir din hayatı sergilenmektedir.
Huzuruma geldiğinizde… (1:12)
İbadetin esas manası aslında kendisini bu cümlede göstermektedir. Göremediğimiz görkem önünde eğilmek, yürekte ve eğer yüreğin ifadesi gerçekten bedeni zorluyorsa o zaman bedende de Yaratan’ın önünde eğilmektir.
Mesih İsa’nın da ibadet konusundaki hassasiyetini aslında Markos 11:15-16’da net bir biçimde görüyoruz. “Yük taşıyan hiç kimsenin tapınağın avlusundan geçmesine izin vermedi”(16), “ama siz onu haydut inine çevirdiniz”(17). Bu sözler ağır sözlerdir. Yeşaya’yı dinlerken aslında aynı şekilde günümüz İsrael’i olan kilisenin Mesih’in sözlerine de kulak vermesi esastır.
Burada Yeşaya, anlamsız sunulardan bahsederken, kişinin ibadetini, kendinde içsel bir değişim olmaksızın, sürekli görsel anlamda birtakım hareketler yapması, tövbe etmeksizin, yani kendi iç bencilliğini ıslah etmeksizin sürekli olarak “tövbe duaları okuması”, “kurtuluşu için dualar” etmesi gibi ya da o günkü ibadet modeline baktığımızda, kurbanlar sunmasının Yaratan için hiçbir anlam taşımadığını vurgulamaktadır. Yani Yaratan bizden yüreğimizi, fikrimizi ve niyetimizi Kendi ihsan eden anlayışına, yani tamamen suretine çevirmemizi istemektedir.
İlginç olan, belirli günlerde yapılan ibadetlerde, kişinin, esas yürek noktası açılmaksızın, samimi bir “alçalış ve pişmanlık” devreye girmeksizin, bu ibadetlere katılması da burada Yaratan için büyük bir gereksizlik olarak telkin edilmektedir. Hatta yürek tam anlamıyla Ruh’ta Rab’biyle buluşmuyor ve Mesihleşmiyorsa, sadece sözde ve yüreğe oturmamış bir kurtuluş telkin edilip duruluyorsa, o zaman aslında ibadetin o dış kabuğu olan binaya, teatral sunuma ya da müziğe, ilahilerin ahengine ya da pastoral teşviklere tapınılmaktan başka bir şey yapılmıyor demektir. Bu da tam anlamıyla putperestliktir.
Herhalde ibadetin ne kadar hassas bir konu olduğunu ve ne şekilde bir ibadetin kabul görebileceğini bu kadar net anlatan bu bölümden başkasını bulmak pek mümkün değildir. İsrael’e, sürekli dualarla ve sunularla Allah huzuruna çıkmanın bir anlam ifade etmediği açıkça söylenmektedir. İstenilen çok nettir, “alçakgönüllü ruh ve pişmanlık”. Bu da bizi dönüp dolaşıp hep aynı noktaya getirmektedir. Kişinin tamamen ruhta ve gerçekte değişmesi ve Mesihî bir forma dönüşmesi, dolayısıyla Yaratan’ı edinmesidir. Bu da ibadeti, ruhta ve gerçekte kişinin kendi hakikati haline getirmiş olacaktır.
“Kanlı eller” derken, Yahudi öğretişinde zina nasıl putperestlikle ifadelendirilebiliyorsa aynı şekilde cinayet de, sadece adam öldürmek olarak algılanmamakta, insan ilişkilerinin her tür bozukluğu ya da hak yeme gibi kavramlar da böyle ifade edilmektedir.
Günümüz kilisesinde de en büyük tehlike, ibadethanenin sosyal bir kulüp yapılanmasından artık ayrılamaz bir hale gelmiş olmasıdır. Kelam’a bu kadar bağlı olduğunu söyleyen birçok Protestan kilisesi bile, ne yazık ki, bu konuda dengeyi sağlamış değildir. Ama yaratılanın Yaratan’la bağ kurması ve yaratılanın yaratılanlarla bağ kurması kapsamında, samimî Mesih inançlılarına da Yeşaya’nın söylediklerinin Mesih’in sözleriyle birlikte rehber olacağı kesindir.
C. DAVET
Yıkanıp temizlenin (1:16)
Samimî tövbede ıslah, yani sadece o yapılması istenilmeyenin ortadan kaldırılması, yapılmaması değil, ıslah edilmesi de söz konusudur. Çünkü bir müddet sonra yapılmaması gereken şey yaşamın bir noktasında karşımıza yeniden çıkacaktır. Oysa ıslah edilirse, yani kaynağa gidip kaynaktaki, “alma arzusu” Yaratan’a yönlendirilip, o “alma arzusu” Yaratan’dan alınıp başkalarına ihsan edilebilirse, yapılması istenilmeyen o şey artık temelli ortadan kaldırılmış olacaktır. Aksi takdirde her şey gelip geçici olarak anlık iyileşmeler halinde kendisini gösterecektir. Hatta bu ıslahta daha önce bu başkaldırmanın, bu “bencilliğin” meydana getirdiği zararlar bile ortadan kaldırılmaya çalışılır, yalnız ileriye doğru değil, şimdi ve geriye doğruda ıslah çalışmaları yapılır. Bu da kişiyi, Mesih İsa’nın kurtarışının ve lütfunun verdiği gayretle, daha da çabuk Yaratan suretine uygun bir forma taşıyacaktır.
Gelin…pak olacaksınız (1:18)
Yeşaya’nın bu ilk metninde İsrael’e, yani Yaratan’a doğru gidenlere acil ihtiyaçlarının farkındalık olduğu ve bu farkındalıkta a) günah b) ibadet ve c) karakterin olması gerektiği hatırlatılmaktadır. Bu bölümde biz, ibadet konusundaki farkındalık uyarılarına bakarken, geldiğimiz noktada Yaratan’ın ihsanının ne denli yaratılışı çektiğini, bir örnek teşkil eden bu, “gelin…” sözcüğünde hatırlıyoruz. “Gelin… gelirseniz pak kılmaya hazırım”. Bağışlayan ve merhamet edenin, zaten Mesih İsa’yı kurtarıcı olarak göndermesinin ve Mesihî olarak bize doğruluğu giydirmesinin amacında da yine aynı muhteşem “ihsanı” ve “sevgiyi” görüyoruz.
Evet, Yaratan, insanın kendi “ben”inin farkındalığından sonra, o noktada kalmasını istemiyor ve gayretle bir an önce kendisini bulması konusunda davetiyesini gönderiyor. Özellikle Eski Antlaşma’daki bütün deneyimlerle karşıtlıkları, günahı, bazı kuralların gerekliliğini insanlar öğrenmişlerdi ve Eski Antlaşma’nın müjdelediği kurtarıcı Mesih İsa’nın gelmesiyle de, aslında bu davetin çok net olarak devam ettiğini görüyoruz.
Bu kapı ümitsizlik kapısı değildir, Mevlana’nın dediği gibi, “Gel, kim olursan gel…” Kısacası, davetten anlaşılacağı gibi, beklenilen, kişinin Yaratan’ı taklit etmesinden başka bir şey değildir. Ama bu taklit için öncelikle kendi benlik sorununu halletmesi esastır. Zaten bu nedenle, Yaratan, Oğlunu (Kelam’ını) dünyaya bahşetmiştir. O’na iman eden sonsuz yaşamı edinmektedir. Ama bu noktaya gelene kadar kişinin hakikaten davete icabeti esastır. Dikkat edilirse, bu bölüm Yaratan’a doğru yola çıkmış bir grup insana seslenmektedir. Dolayısıyla, bugün kilise adı altında, her Mesihî kişiye de ilan edilmektedir.
Acil ihtiyaç farkındalıktır. İnsanın dünya üzerinde boş geçirecek vakti yoktur. Kâinatın değerli bir noktası, bir zerresi olan insan, kendi değerinin farkında, Mesih’in kurtarışında ve Ruh’un rehberliğinde, Yaratan’ın muhteşem değerine bir asansör miktarı yükselecektir. Bu, ancak Mesih’in yol, gerçek ve yaşam (Yuhanna 14:6) olmasıyla söz konusudur.
D. KARAR
İstekli olur söz dinlerseniz…(1:19)
Daha iyi bir tabirle, Kutsal Ruh’un kalp noktasına dokunması, “her dizin çökmesi ve dilin demesi” (Romalılar 14:11) kapsamında gerçekleşirse, bu, her kişiye verilecek bir ihsandır aslında. Kişi eğer bu ihsana, “evet” der ve gayrete gelirse, kalp noktasında gayretle çalışarak, Mesih’in müjdesinde gelişerek, Ruh’un önderliğinde ilerleyerek, Kelam’ın manasını çalışarak devam ederse, elbette Yaratan’ı edinerek, yani O’nun suretine dönerek, yaratılış gayesinde O’na, oğlun babaya kavuşması tarzında kavuşacaktır. Mesih’in mecaz anlamda tahtın sağında oturmasıyla, Mesih İsa’da kurtuluş bulanlar ve bu kurtuluşu Ruh’la pekiştirip yaşamlarını Yaratan’ın formatına dönüştürenler vardır. Bu sonsuz yaşam bereketinin sembolüdür.