Hiçbirimiz kendimiz için yaşamayız, hiçbirimiz kendimiz için ölmeyiz- Rom.14:1
İnsanlar kesinlikle yalnız yaşamak için yaratılmış değillerdir. Her şeyden önce bir bütünün parçaları olarak belli bir sorumluluk için ve plan dahilinde yer yüzündedirler. Gaye Yaratan’ın doluluğundan sunduğu “sevgi ve ihsanı” almak ve aynı şekilde de bunu yansıtma gayesidir. Bu gayede de “ben” farkındalığı için en karanlık noktaya yani “boş, şekilsiz ve karanlık” dediğimiz noktaya inmeleri gerekmektedir. Bu noktada insan bütünden ayrı kaldığı zaman yalnızlığını keşfetme durumundadır da zaten ve yalnızlık dehşettir. Halk içersinde insanlar yanlış bir kavramı sürekli dile getirmektedirler; “Yalnızlık Allah’a mahsus” demektedirler. Bu Yaratan’ı tanımamaktan ve onu hala “bir insan formunda” düşünmekten kaynaklanmaktadır. Oysa Yaratan bizim düşündüğümüz şekli ile bir insan değildir ki yalnız olsun. Buna yeterli olmamakla birlikte bir benzetme yapacak olsak bu benzetme aslında bir anlamda “kendi sürekli düşünmekle meşgul olan” aklımız şeklinde bir benzetme yapabiliriz ki, düşünceler de görüldüğü gibi kişi olmadıkları için sürekli düşünme modundadırlar.
Bu bağlamda insan bütünlüğün farkında olduğu sürece yalnız olmadığının ve büyük bir plan dahilinde varlığının da farkında olacaktır. Ama bu bütünü böldükçe aslında dağınıklık içinde her birim kendi ile ayrı ayrı bir bütünleşme arayacağı için sonunda bu birimler arasında kişi olarak sıkışmış ve yalnız kalmış ve daha doğrusu yalnızlığa itilmiş bir insanla karşılaşmış olunacaktır. O zaman parça ve bütün arasındaki büyük fark yalnızlık ve yalnız olmama gibi büyük bir fark hem ruhsal hem fiziksel yaşam ayrımı ya da bütünlüğü gibi de büyük bir denge ya da dengesizlik şeklinde bizde yansıyacaktır.
Oysa günümüzde “ben” üzerine ve “alma arzusu” üzerine inşa edilmiş olan maddi temelli yaşam biçimi içersinde gözlemlediğimiz yaşam biçimleri sanki sürekli bir biçimde derinlemesine ve oldukça çabuk bir biçimde aşağıya doğru, yalnızlığa doğru çekilmektedir. Mesela bir nostaljik özlem şeklinde algılamadan geçmişe bakarsanız bir yolculuk esnasında taşıtlar içinde insanların hayatlarını paylaştıklarına en azından bugünden daha çok hayatlarını paylaştıklarına tanık oluyorduk. Oysa günümüzde hava limanlarında, hatta üniversite kahvehanelerinde bile insanların elektronik bir ağ içinde kendilerini hapsettiklerine tanık oluyoruz. Artık insanlar konuşmuyor. Makinelerden para çekiyor, elektronik mektuplar yazıyor ve elektronik konferanslara katılıyoruz. Yani zaten ilizyon olarak yaşadığımız dünyamızı şu anda daha da fazla bir ilizyon haline getirmiş durumdayız. Bu durum elbette Yaratan’ı edinme yolundaki insanı ve Mesih’le bütünleştiğini söyleyen ve imanlı olduğunu ifade eden insanı da etkilemektedir. Zaten dini seviyede kendisini dünyadan soyutlayan inanan bu kez bir de bu teknolojik olgularla ördüğü dini iletişim ağı içersinde kendisini bir kez daha kapamış olmaktadır. Dolayısı ile yalnızlaşması “ben ve beni” üzerinde bir katman daha oluşturmakta ve Pavlus Resul’ün burada ifade ettiği düzeye esasında oldukça yabancı kalmaktadır.
İNANAN VE ONLAR
Sen kimsin ki, başkasının kulunu yargılıyorsun?- Rom.14:4
Romalılar 14.bölüm esasında özellikle “Mesihi” grup içinde iman algıları ve yaşamı itibariyle daha zayıf olan kişileri kabul edip etmeme konusunda bir tartışmayı gündeme getiren bölümdür. Dolayısı ile her insanı Mesih’i düzeye gelmesi gereken insan olarak görürsek esasında insan ve iman kardeşimiz diye bir ayrıma bile çok fazla güvenmeksizin “elimizden geldiğince bütün insan kardeşlerimizle” iyi geçinen, onlara “sevgi ve ihsanı” sunan bir yaşam modelini inşa etmemiz esas olmaktadır. Ama ne yazık ki, insanlar “gurup oluşturduklarında” her ne gurup olursa olsun hemen kendilerini bütünden birime taşımaktadırlar. Yani bu taşımada “ben ve sen” ayrımı “biz ve onlar” haline dönüşmektedir. Oysa esas olan “ben, sen, biz” “hepimiz” “O” olmamız esasıdır.
Çünkü Efendimiz Mesih’i kurtarıcımız ve yüreklerimizin Efendisi olarak mana dünyamıza kabul ettiğimizde olan “Ben ve BABA Bir’iz” gerçeğidir. O zaman bu gerçekten “Onlar ve Biz” olması mümkün değildir.
Işık eğer ışıksa etkileyendir
Yoluna sürçme ve tökez taşı koymayın- Rom.14:13
Yukarıdaki bu ifade aslında doğal olarak farklı düzeyde Mesih’e inananların olacağı gerçeğinde söylenilmiş ve kişiyi derleyen toplayan bir ifade olarak karşımıza çıkmaktadır. Bize ayrıca sorumluluk vermektedir. Doğru bu bölüm en zayıfından en güçlüsüne Mesih’i yüreklerine bir yolla almaya çalışmış kişiler için söylenilen sözlerdir ama özellikle Pavlus Resul’ün diğer bütün mektuplarına da göz attığımızda inananlarla birlikte inanmayanlar içinde izlenimlerine baktığımızda çıkan sonuç esasında bütün insanlığa yaklaşımında Mesih’i edinen ve o düzeyde Yaratan’la form eşitliğine soyunan insanın “sevgi ve ihsan” bağlamında yalnız kendini işaret etmesi esası ortaya çıkmaktadır. Yani “Sen bensin o zaman ben de senim” “sende gördüğüm eksiklik aslında bende var olan eksikliğin yansımasıdır”. Zaten o eksikliği ben bilmesem yani o eksiklik ben de olmasa sendeki eksikliğin nasıl farkına varabilirim. O zaman hemen elimden geldiğince çabuk davranım o eksikliğimi ıslah etme yoluna gitmeli Ruh’un rehberliğinde Mesih’in ıslah ışığını o “eksikliğin” “o ben için alma arzusundan kaynaklı eksikliği” yani “o günahı” hemen ıslah edip “sevaba” yani ıslah olmaya yönlendirmeliyim.
Kısacası bu bölüm her ne kadar iman açısından bizden farklı düşünenlere hitap ediyorsa da aslında diğer kutsal yazılara da bakarak bir samimi Mesih İmanlısının her şeyden önce tamamıyla kendi dünyasını Mesih’te ve Yaratan’ın Ruh’unda yani ışığında ıslahla uğraşmasının temel olduğunu söylememiz mümkündür. Bu nedenle “sürçtürmeme” önemli bir konu olmaktadır. Sürçtürmemek demek “gören gözümüzü kör etmektir”.
Bizim geçtiğimiz o günahlı yollarda gezinenlere baktığımızda “bizim ne kadara kadar kendimizi bu yollardan uzaklaştırabildiğimizi düşünmemiz” ve “bunun ne kadar zor bir geçiş olduğunu” hatırlamamız gerekmektedir. Ve ayrıca bizim yapabileceğimiz ancak karşı tarafın istemi dahilinde “o da hakikaten kendi deneyimlediğimizi, edinimlerimizi” yansıtabilmemiz, paylaşabilmemizdir. Bu kadar.
Işık eğer ışıksa bütünlüğü çeker
Beden bir olmakla birlikte birçok üyeden oluşur- 1.Kor.12:12
Bu sözler bu bütünlüğün renkli bir bütünlük olduğunun güzel bir göstergesidir. Zaten Mesih’in bedende ifşa dönemi göz önünde bulundurulursa Mesih’in bütün öğreti ve yaşam ifşasında “tövbe” yani dönüşüm ve “göklerin egemenliği” yani değişim esasının esas olduğu ve bunun bütün toplumun katmanlarına yansıdığı gerçeği önümüze çıkmaktadır. Ayrıca Mesih’in aşırı ve yoz bir dindarlık bakış açısına karşı tepkilerinin olması da bu konuların hakiki insan yaşamı ile bir bütün teşkil ettiği ve insanlar arasında bütünlükle de Yaratan’a yükselen yaşamlar olduğu irdelenmektedir.
İNANAN VE YARATAN
Yaşamımız her geçen gün aslında bütün dünya için önem taşıyan bir hal almıştır. Çünkü dünya artık global bir dünyadır. Yani iletişimin bu kadar etkinliği içinde artık dünyanın bir köşesinde olan herhangi bir olay dünyanın her köşesini etkilemektedir. O zaman bir küçücük “ışık hareketinin” dünyanın bir çok yönünü etkilemesi doğaldır. Buzulların çözülmesi ile bütün iklim hareketleri değiştiği gibi, bizim de kendi dünyamızı Mesihleştirmemizle aslında bütün dünyamız değişecektir. Ve bizle birlikte bizim çevremizde oluşan halka da değişim gösterecektir. Bu ne demektir. Bu öncelikle biz varsak yani biz yaşıyorsak dünya vardır. Biz yoksak dünya yoktur. Bu aslında Yaratan içinde geçerlidir. Davut’un dediği gibi “ben ölürsem Seni yüceltecek olan kimdir?”.
Bu gerçek zaten Yaratan’dan bize verilmiş olan bir gerçektir. O zaman benim içimdeki “bana yönelik arzuların” “sana yönelik olarak” değişmesi beni doğrudan Yaratan niteliğine getireceğine göre benim Mesih’i kurtarıcım ve efendim olarak deneyimlemem, beni doğrudan Yaratan’la bütünleşmeye getirmiş olacaktır.
Yaşamımızın her anı Yaratan içinde yaşanan andır. İnsanın oksijen içinde yaşaması gibi bir gerçektir bu gerçek ama sorun milyonlarca yaşayanın yaşama kaynağının oksijen olduğunu hiç düşünmemesi ve hatta oksijen oranının ne kadar olduğunu bilmemesi sorunudur. Eğer bu değerin farkında olmuş olsa insan, yaşadığı çevre içinde de ne kadar oksijen değerlerine sahip olup olmadığının takipçisi olmuş olacaktı. Bu nedenle Yaratan içinde de Yaratan’la ne kadar iç içe olduğunun farkında değildir insan. Çünkü “alma arzusunda” bütün dünyasını kendine göre algılamakta ve kendine göre düşünüp yaşamaktadır. Ta ki, Saran Işık kutsal Ruh’un ışığı yüreklere taşıması ve kalp gözünün açılmasında “Mesih’in” kurtarışının “cenin” misali kişinin içinde yer alması ve bu “yeni doğuşla” dünyayı yani kişinin öncelikle manevi dünyasını ıslahı ve sonra da çevresini ıslahıdır.
İşte bütün bu aşamalar “hakiki iman” aşamasıdır. Yani “edinme, edinme, edinme” yani laf, söz, dini kurallar, ibadetler, törenler, programlar, misyon çalışmaları değil. Bütün bunlar bir dekoratif ve yerel ve kültürel ve hatta entelektüel yaklaşımların normal insan tepkileri ve kaygılarının ötesine geçemeyen günlük, anlık, çağın getirileri içindeki ve insanın “benim babam senin babanı döver” yaklaşımındaki dürtülerinden başka bir şey değildir. Önemli olan kişinin Mesihleşmesi ama bunu dini düzeyde değil yürek düzeyinde hakiki bir seviyede reklam etmeksizin gerçekleştirmesidir.
Dikkat ederseniz İbrahim harekete geçtiği zaman yanındakileri de birlikte hareket ettirmiştir. Yani esas olan İbrahim’in parçadan bütüne kendisinin hareketidir. Ama hayır yalnız hareket etmek ve bu itaati yalnız göğüslemek yerine Lut gibi bir “kötü eğilim” yanında harekete geçmiştir. İbrahim’in onu bırakması halinde ise Lut esas ait olduğu yere “kötü eğilime” yani Sodom’a gidip yerleşmiştir.
Görüldüğü gibi o zaman bizim için önemli olan “istesek de istemesek de” çevremizi Yaratan’dan aldığımız ışıkla etkilenmesidir. Bu bizim etkilememiz değil ışığın etkilemesidir. Eğer bunu biz bizim etkilememiz olarak görürsek o zaman yeniden başladığımız “ben” noktasına döneriz ki o noktada Efendimiz Mesih İsa yoktur. Biz hala kendimize “imanlı” “kurtulmuş” “yeni doğuşlu” “hakiki imanlı” gibi otobüs firmaları isimlerine benzer isimler verebiliriz ama esasında bu isimlendirmeler normal standart insan tepkiselliğinden başka bir şey değildir. Çünkü Ruh’un deldiği yürekte “kalp noktası” açılır gibi olsa da oraya Mesih’in yerleştirilmesi gerçekleşmiş değildir. Çünkü “Mesih’in” yerleştiği noktada “alma arzusu” “benden” “sene” dönüşmek durumundadır.
Bu noktada inanan Yaratan ışığında kendi dünyasını ıslaha taşırken yanındakileri de karanlığa bırakacak değildir. Taşıması gerekir ama bu taşıma bir dini propaganda etme şeklinde taşıma değildir. Bu Mesihi dokunuşla farklılıkları, zayıflıkları, renkleri kabul taşımasıdır. Hele hele Mesihi düzeyi edinme gayreti içinde olduğu bariz olan yani açık olan yeni inananlar için ya da zayıf bir inanca sahip olanlar için “hayat şehadeti” çok önemli bir taşımadır.
YARATAN İÇİN YAŞAMAK
Aslında inanan da inanmayan da istese de istemese de Yaratan için yaşamaktadır. Çünkü “balık suyun içindedir”. Suyu kabul etse de etmese de suyun içindedir. Tabi durumu kabul edenler bir balık gibi “anlık” turlar halinde yaşamayacak olanlardır. Bir üst plana yani bir üst düzeye “sonsuzluk” dediğimiz o bir üst seviye farkında ilerleyenlerdir. Oysa “anlık” tur dediğimiz balığın bir turda nerde olduğunu unutması halinde yaşayanların en üst yükseldikleri nokta “hayvan” seviyesidir ve bu noktada da bedenleri hiçbir zaman “Yaratan’ın o üst ışığını” yani esas üzerinde işleyecek olan ve gelişecek ve Yaratan’a Mesih’te ulaşacak olan ruhu çekmeyecektir. Bu da o insanın hayvani hatta “makine” düzeyinde yaşamı çeşnilendirip giden bir canlıdan öte olamayacağının açık göstergesidir.
Oysa Mesih İsa’da Ruh’un saran ışığında aydınlanarak İsra-el olan kişi için hayatın bütün safhaları Yaratan düşüncesinin sarmalında önümüze konandır. O zaman kainat mabedi içinde durmak bilmez bir “haktan yana olma” hareketi ve ibadeti vardır. Araba sürmek bile, insanlara saygıda kusur etmemek bile bu sonsuz hareketliliğin hareketsiz olan muhteşem Yaratan düşüncesinde Mesih İsa’da kurtuluşa yönelmektir.
YARATANA ÖLMEK
Yaratan’da ölme ve yaşamayı bize en güzel bir biçimde Efendimiz Mesih İsa öğretmektedir. Bu ölüm mana anlamı itibariyle “kişisel benlere” ölüp Yaratan’la form eşitliğine gelme şeklindedir. Maddi anlamında ise öldüğümüzde bıraktığımız bedenlerin ölümü ama ruhun Yaratan’la bütünleşme yolundaki seyahatinin devamlılığı şeklindedir. O zaman her iki halde de Yaratan’a ölmek esasında insanın esas yaratılış gayesine dönmesi anlamındadır. Yani insan müsveddesi olduğu “kendisi için alma durumundan” “vermek için alma durumuna” ve hiçbir şeyin hesabını yapmaksızın “doluluğu” pratik etme durumuna dönerek Yaratan suretine dönmesidir. Bu harika bir ölüm ve harika bir diriliştir. Bunu en kolay ve pratik yolda Mesih’le bütünleşmede yaşamak mümkündür. Bütün insanlığın çekileceği ve Yaratan düşüncesinde çekilmesi gereken koşul bu koşuldur. Yani “Allah sureti” olma koşulu. İşte o noktada yaratılış gayesi Westminster İnanç Açıklamasında net olduğu gibi Yaratan’ı yüceltme ve O’ndan sonsuza dek haz almadır. Bu haz O’nun muhteşem ışığıdır. Ruh’unda yüreklerimizi delmiş ve Mesih’inde bu ışık bize hayat olmuştur. Ölümü ve dirilişi ile bize hakiki maneviyatta bir doğuş sağlamış ve bizi Yaratan’la form eşitliğine kavuşturmuştur.
VE YARATAN’A DİRİLMEK
Efendimiz Mesih İsa’nın Ferisilere dirilişe inanmayanlara verdiği cevapla aslında Yaratan’ın dirilerin Yaratanı olduğu vurgulanmaktadır. Yani kendisine, nefsine ölenlerin Allah’ı olduğu vurgulanmaktadır.
Diğer tarafta Yaratan’la esas birlikteliğin bedenle ilgili olmadığı mana ile ilgili olduğu, iç alemimizin o derin bağı ile mümkün olduğu da yine burada vurgulanmaktadır.
Efendimiz Mesih İsa’da kurtuluşu edinmek, Yaratan’ın Ruh’unun gönül gözümüzü açmasında bu hadisenin gerçekleşmesi yani Mesih’in yüreğimize gelmesi ve bizim yeni yaşam almamız için Mesih’te yeniden doğuşumuz, Mesih’te ölüp dirilen bir yaşam edinmemiz ve “göklerin egemenliğine” yükselmemiz, dönüşümümüz ve değişimimiz bunlar hep, hepsi esasında manada diri olan bir gönlün, bir iç alemin işleridir. Bu bağlamda Efendimiz İsa bu cevabında şöyle demektedir;
Yaratan’ın size bildirdiği şu sözü okumadınız mı? “Ben İbrahim’in Allah’ı, İshak’ın Allah’ı, Yakup’un Allah’ıyım. Allah ölülerin değil, dirilerin Allah’ıdır” – Mt.22:32
O zaman “kendine ölüp” “Yaratan’a ruhsal dirilişle dirilenler” Yaratan’ın içinde olduklarını farkına varan kişilerdir. Ve o ışığın Ruh’ta alevlendirilmesi Mesih’i yüreklere getirmekte ve Mesih’de o “Yaratan sureti” düzeyinde yaratılmışı Yaratan’la bütünlemektedir. Böylelikle dairesel yaşam serüveni tamamlanmakta ve her şey aslını rücu (yani dönüş) etmektedir.
O zaman “Onlar ve biz” kavramı aslında “Biz yalnız O’nda” kavramı vardır ve bu birliktelik yine mecaz ifadelerle açıklarsak Mesih’in bedeninde Ruh’un ışımasında bizi O’na taşımaktadır. Bütün kainat o bütünlük içinde ya Yaratan’a yürüyen ya da henüz Yaratan’a yürümeyendir. Ama her iki durumda Yaratan içinde ve Yaratan içindir. Çünkü Alfa ve Omega, başlangıç ve son O’dur. Ruh’unda ve Mesih’inde Işıklar Babasında bütün “Yaratan düşüncesi” kendini ifşa etmekte ve doluluğundan “sevgi ve ihsanda” bizi “sevgi ve ihsana” çekmektedir.