XI. KONUŞAN İMAN (Romalılar 10: 8)


İmana dayanan doğruluk ..Allah sözü sana yakındır, ağzında ve yüreğindedir- Rom.10:8


Doğruluk kelimesinin ne denli yanlış anlamlara çekildiği konusunda durduk. Aslında belki de kelimenin yapısı itibariyle doğruluk bize sanki kendini, hareketini toplumun beklediği ya da içinde bulunduğumuz dinin ya da mezhebin beklediği şekle sokmak olduğunu algılıyoruz. Doğru çocuk ol, doğru insan ol, falanca kişi doğru bir kişi gibi sözlerle aslında sadece ayakları yerde yani insanın algıladığı ya da insana göre olan doğruluktan bahsediyoruz. Oysa gerçek doğruluğun manevi manada kişinin “kendi alma arzusu” üzerinde yaşadığı düzeyden “başkaları için alma arzusu” üzerinde yaşamaya başlaması yani Efendimiz Mesih İsa’nın yaşamı düzeyine gelmesi şeklinde olduğunu artık öğrenmiş bulunuyoruz.


Bu düzey “Sevgi ve İhsan O’lan”, doluluğundan sürekli ihsanını, lütfünü fışkırtan Yaratan’ı, Işıklar Babasını yansıtma, O’nun sureti olmaya layık olma düzeyidir. Bu düzeyde yeniden hatırlatırsak bizim Efendimiz olan Mesih İsa’nın sözlerinden, hayatından, kurtarışından, bizim aflığımız için kendisini feda eden o muhteşem rehberliğinden anladığımız “doğruluğun” İsrael olmak olduğu gerçeğidir. Yani “benim niteliklerimi terk” “Yüce Yaratıcımızın niteliklerini” üzerimizden “hiçbir beklenti olmaksızın” yansıtmaya başlamaktır. Doğruluk Yaratan’la manevi manada, ruhsal ölçülerde O’nun küçücük bir yansıtıcısı olarak O’nu tam yansıtacak bir düzeye gelmektir. Burada İsa Mesih olmakla bu yansıtma arasında büyük bir alaka vardır. Yani ben bir anlamda ve kısaca özetlemek gerekirse İsa Mesih’e bürünmem gerekmektedir. Yani İsa Mesih olmam gerekmektedir. İsa –(Tövbe ve Göklerin Egemenliği Müjdesini kuşanmışsam yani dönüşüm ve değişim bende başlamışsa) Mesih- (yani Yaratan’ın saran ışığını artık çeken olmuş olurum)-



YARATILIŞ GAYEMİZ


Yaratılış gayemiz Yaratanı yüceltmek ve O’ndan sonsuza dek zevk alabilmektir. Bunun olması için fizik bedende “beni” algılamamız için her şeyden önce Adem’de düşmüşlüğümüzün farkındalığında olmamız gerekmektedir. Zaten bütün dünya da bu “ben olgusu” her geçen gün arttıkça artmakta ve artık dünyanın uçlarına kadar insan “tekamül yani gelişimini” tamamlarken “benini” sonuna kadar kullanmakta ve böylelikle “her alanda krizden” başka bir sonuca varamamaktadır. O zaman insanlığın yaratılışı gayesi Yaratan suretinde olması esas kurtuluşudur. Yani geldiği o sonsuzluğa, o muhteşemliğe dönüşü bu noktadadır. O zaman bu nokta için ulaşacağı nokta Mesih düzeyidir. Yani insanın fizik beden kendisini Yaratan nitelikleri ile donatması ve “sevgi ve ihsanı” yaşaması yukarda dediğimiz gibi hakikaten Mesih İsa’yı giyinmesi insanın esas olması gereken yerde olmasını sağlayan tek yoldur. O zaman bu yolda Yüce Yaratan’ı nitelikleriyle giyinmiş, edinmiş olan insan, Mesih İsa’da Yaratan’la eşit forma bürünmüş olarak Kutsal Ruh’un muhteşem rehberliği, dolduruşu ve teşvikinde artık sonsuzluğa geçmeğe, yani geldiği Yaratan özüne dönmeye hazırdır. Bu seviyelerin yükseldiği her alan tatmin alanıdır. Bütün insanlığın hep mutluluk ve sonsuzluk arayışının arkasında zaten hep bu vardır. Yaşamın her anının hazzını bu zevk anlamında bir hazdan ziyade tatmin anlamında, ruhsal bir doyum hazzıdır. Bu hazzı insan algıladığı zaman zaten cenneti bulmuştur. Hazdan eksik kaldığı her an ise cehennemidir.


O zaman imanın “sevgi ve ihsanı” edinmek dolayısı ile Mesih İsa’nın sunduğu kurtuluş yolunu gönenmek olduğu böylelikle önümüze çıkmaktadır. Bu yolda aslında tamamen yukardan verilenin aşağıdan işlenmesi esastır. Yukardan verilmedikçe bedenimiz üstündeki ruhumuzun bir yere doğru gelişim göstermesi mümkün değildir. Bu ruhu aşağıdan işlemekte mümkün değildir.




DİN VE MEZHEPLERİN ÇIRPINIŞI


Günümüzde bu nedenle bir çok din, inanç, mezhep hep yarış halindedir. Ben daha bilimselim, ben daha iyi ve modern bir dinim, eski dinler geçti bizde daha harika şeyler var gibi sözlerle hep bir yarış ve birbirini kabul etmeme edası söz konusudur.


Aslında eğer gerçek Yaratan ve Ruh’unun rehberliğinde Mesih’inin öğretişinde olaya çok daha yakından ve dinlerin üstüne çıkılarak bakıldığında bir kere bu tarz övünmeler ve kendisini ayırmalar içindeki hiçbir dinin aslında doğru yerde olmadığını görmek mümkündür. Elbette dinlerin içinde bizim söylemeye çalıştığımız derin iman edinimine ait ya da o yöne doğru yönlendiren bazı konular, bazı kavramlar vardır var olmasına da genelinde bu kavramların üstüne basılarak dinlerin inşa edildiği kavramlar olduğunu görmek mümkündür. Kısacası bütün bu ve benzeri tariflere dahil olan din ve mezhep öğretileri aslında hep “insanın kendi niteliklerini yansıtma çabalarıdır” “sevgi ve ihsan O’lan” Yaratan niteliğini değil. Bunu iyi anlamak için “günümüz dinlerinin bazılarına dönüş yapacağınızı söyleyin veyahut bir mezhepten diğer mezhebe geçiş yapacağınızı söyleyin” bakın önünüze ne gibi dini kaideler, ahkâmlar, kurallar sıralayacaklar size uzun listeler, çalışma süreleri vereceklerdir. Yani Yaratan’ın kainatı içinde Yaratan’ın özene bezene yarattığı insanlar birbirlerini Yaratan’ın dini olarak nitelendirdikleri yollarına kolayca kabul etmemek, kendilerinin en doğru olduğu ağırlığı içinde kendilerini bir yerlere oturtup otorite olduklarını ilan etmek için ellerinden geleni yapacaklardır. Ve bu inançların içlerine girdiğinizde de yine “gönlünüzle edinemeseniz de kural koyucuları memnun etmiş olmak için yaptığınız” dindarlıklarınızla en ufak bir tatminsizlik durumunda ve bunu dile getirmenizde de başınıza gelecekleri bir düşünün.


DOĞRULUK VE İMAN BAĞI


Bu anlatılan tablo bile aslında bize “insanın kendi niteliklerini yansıtma olan –kendi doğruluğu- ile Yaratanın niteliklerini yansıtma olan Mesih düzeyi ve o düzeyde sunulan Yaratan’ın arzuladığı doğruluk” arasında dağlar kadar fark olduğu oldukça barizdir.


İman kavramının birilerinin dediğine inanma ile gerçekten Yaratanı edinme şeklinde algılanması aslında iki uç noktayı doğurmaktadır. Bunlardan biri “dinler” dediğimiz birbirini sürekli eleştirip üstüne çıkmaya çalışan bir takım geleneksel inançlar bütünü ve diğer tarafta ise “Yaratan’a yol” “doğru yol” Arapçası ile “sırat-ı müstakim” veyahut kelime manası itibariyle “Yaratan’a doğru” demek olan manevi manada hakiki “İsra-el”.. O zaman Pavlus Resul’ün burada özellikle bütün anlattıklarıyla vermek istediğinin ne olduğunu şimdi daha net anlamamız mümkündür. Bir diğer ifadesiyle Pavlus “kavim olarak İsrail oğullarının bir türlü imanı içe Yaratan’ı edinmek olarak algılayamayıp kendilerine Yahudi olmayanlara çok kapalı bir din oluşturmalarının aslında Yüce Allah’ın istemi sonucu değil kendi yanlış algılamalarından ötürü ve kendi iniş ve çıkışlarında kendi egolarını geliştirmelerinin bir sonucu olduğunu söylemektedir.


Bu durum Yaratan’ın hatası değildir. Yaratan düşünce bütün kainatı “A harfinden Z harfine” kadar yani başından sonuna kadar birbirine zincirleme bağlı formüller bütünü olarak, olayların birbirine bağlı akışları içersinde manevi aleme bir maddi tezgah olarak yaratılmıştır. Yani her şey harfiyen ve hatasız olarak işlemektedir. Bu hatasızlık içersinde özellikle Yaratan’ı edinip ilan eden bir çok Ruh’un rehberliğinde önderlere sahip olan bir kavmin bu denli zenginliğini gelenek ve kültür bağı içinde kendi oluşturduğu bir halka içine sıkıştırıp din oluşturması ve bu zenginliği çoğu zaman kapatması ise elbette Yaratan’ın düşüncesi olamaz. Bu insanlığın aslında her milletin, her kültürün kolaylıkla içine düşüp kendisini kapatacağı ve insan kardeşlerine sırt dönebileceği bir hatadır. Oysa Yaratan öğretisi “dostunu kendin gibi sev ilkesinde” Yaratan’ın muhteşemliğini insan kardeşinde görmektir. Bu bağlamda efendimiz Mesih İsa kendisini “bütün İsrael” olarak takdim edebilmiş ve “Yaratan’a yürüyenler” yani hakiki manada İsra-el için kendisini feda edebilmiştir. Bu muhteşem bir tablodur, bir örnektir, Yaratan niteliklerinde yaşamdır. Oğlun Baba’yı ifşası Ruh’u tasdikidir. Bize düşen budur. Bu bir kavmiyetçilik değil, kavimler ve kültürler üstü Yaratan’a yürüyüşün adıdır. İsra-el, her milletten, her ırktan, her kültürden Allah’a yürüyenlerin Adem düzeyinden Mesih düzeyine doğru yol alanların genel olarak manevi adıdır. İsra-el kelimesi bir kavme, bir ülkeye verilen bir ad olarak ortaya çıkmamıştır. İbrahim’in yürüyüşü İsra-el olmasıdır. Ama İbrahim bugünkü milliyetçilik bakış açılarına göre bir Yahudi bile değildir.


ÜÇ ÇEŞİT DİN ANLAYIŞI


Bütün bu ifadelerin ışığında aslında Pavlus’un bu metinde de anlattığı gibi üç çeşit din anlayışı ile karşı karşıya kalıyoruz. Bunlardan bir tanesi hepimizin zaman, zaman dahil olduğu el ve kollarımızla yaşamaya gayret ettiğimiz, kendi kendimizi yorup sonunda pek de Yaratan’ı yüceltip haz alamadığımız geleneksel ve kültürel oluşumlarla ilahiyatın karıştığı din anlayışıdır. İkinci çeşit din anlayışı ise bir takım doğa üstü güçlere kanıp o doğa üstü güçlerden hareketle hep mucize beklentileri içinde olağan üstü, doğa üstü bir şeyleri gözleyip durduğumuz bir din anlayışıdır. Bir üçüncü çeşidi ise imanı gerçek anlamıyla algılayıp imanı Yaratan’ı edinmek olarak aldığımız Mesih İsa’nın kurtarışı ve rehberliğinde Yaratan’la niteliklerimizin eşleştiği bir yaşamdır.


O zaman bütün dünyada aslında dinler gelenek ve kültürler içinde “benin” kendini ıslahı aşamasından hakikati yani “esas BEN O’LANI” bulma çabasıdır. Efendimiz Mesih İsa’nın ifadelerinde ve hayatı ile ortaya koyduklarıyla aslında o mertebe aleni bir biçimde ortaya dökülmüştür. O zaman esas “Yaratana yönelme” yani dinler değil “dinler basamağında yukardan saran ışığın yaptığı açılımı ile “Yaratanı edinme” düzeyine çıkıştır. Bu düzey işte “imanın konuştuğu” düzeydir. İnsanın cansız, bitkisel ve hayvansal düzeyleri aşıp Mesih seviyesinde Ruh’un saran ışığında capcanlı olarak “sevgi ve ihsan” olduğu konuşan seviyesidir. Yani insan-ı kamil seviyesidir.


KONUŞAN LEGALİZM


Kurallarıma, ilkelerime sarılın. Çünkü onları yerine getiren onlar sayesinde yaşayacaktır-Lev.18:5

Şimdi bu üç inanıştan ilkini ele alırsak aslında Mesih İsa’nın ve daha sonra Pavlus’un bir çok konu ile değindiği noktalardan bu imanın ne denli yaygın ve etkin olduğunu görebiliriz. Çünkü ortada büyük bir harfi harfine anlama ya da harfi harfine yazılanın esas demek istediğini anlama arasındaki farktan doğan sorunlar vardır.


Musa; “kurallarıma, ilkelerime sarılın. Çünkü onları yerine getiren onlar sayesinde yaşayacaktır” –Lev.18:5 ifadesini harfi anlamak ya da manasını algılamak arasında dağlar kadar fark ortaya çıkmaktadır. “Allah katında kimsenin Yasa’yla aklanmadığı açıktır..Yasa imana dayalı değildir” – Gal.3:11-12’deki ifadelerle sanki arada bir tezatlık söz konusu gibidir. Oysa bu tamamen “kural, ilke, yasa” kelimeleri ile ne anladığımıza bağlıdır. İnsanlar, yorumları ile her dinde bir çok sonu gelmez ilaveler yüklemişlerdir. Kurallar koymuşlardır. Hatta Yeşaya gibi bazı peygamberlik kitaplarında Yaratan düşüncesinin dahi bütün bunlardan bıktığı, yorulduğu zikredilmektedir. Buna rağmen insanlar adeta sağır olmuşlardır ve yollarına devam etmektedirler.


Mesela elbette Şabat’ı tutmak aile ile birlikte Yaratan’ı yüceltip O’ndan zevk alınan bir gün edinmiş olmak kısacası günlük, haftalık, aylık hayatımıza bir durup bir de Yaratan perspektifinden bakmak harikuladedir. Bunu özüne, aslına uygun olarak yapacak olan elbette Musa’nın dediği gibi “Yaratan’ı yüceltip O’ndan zevk alacak” yani “yaşayacaktır”. Sonsuzluğu, cenneti, Yaratan’ın niteliklerini uygulamada daha bu dünyada hissedecektir. Ama insanlar Şabat’ı dakikalarla hesaplayıp “elektrik düğmesi kullanmayı” bile yasaklayacak kaidelerle Yüce Allah’ın esas istemi olan Yaratan’ı edinmiş bir hayat pratiği amaçlı bu uygulamayı adeta bir giyotin haline getirmişlerdir. Bu sadece Musevilik için geçerli değildir, günümüz öncesi ya da günümüz bir çok Hıristiyan kurum ve kuruluşları yada başka dinler mensupları da ne yazık ki insan üretimi bir çok şeyin ardında hep hikmet arayarak, açık kapayarak ama varlıklarını hep sürdürüp durmuşlardır.

Oysa Kutsal Yazılarda şu ifade Yaratan düşüncesi açısından önemli bir veridir;


Adımla çağrılan halkım alçak gönüllülüğü takınır, bana yönelip dua eder, kötü yollarından dönerse, gökten onları duyacağım, günahlarını bağışlayıp ülkelerini sağlığa kavuşturacağım” -2.Tar.7:14


Aslında her şeyden önce konuştuğumuz sadece basitçe ahlaki kurallar, davranış esasları değildir. Esas hakiki manasıyla dinde yani “edinme imanı” olan dinde konuştuğumuz hadise Yaratan’la doğru olmaktır. Esas amaç yukardan aşağıya bir manada belli bir ıslah görevi için gönderilmiş, bir başka tabirle “benini tanıma” manasında “düşmüş” insan Yaratan’la o form eşitliğini edinmek (mecaz olarak o bahçe örneğinde Yüce Allah ile konuşan) düzeyine ulaşabilmek için yukarıya tırmanma yani O’nun nitelikleri ile doğru bir paralelde buluşmaktır. Eğer metinde dediği gibi amaç “Yaşamaksa” yani “Yaratan’daki o muhteşem tatmini, hazzı” almaksa o zaman metini harfi manada alıp her bir cümle içinde bahsedilen her bir kuralı üstümüze bir iş mahiyetinde alıp uygulamaya kalkmak yaşam değil aksine ölüm getirmiş olacak bizi çürütecektir.


İkincisi hakiki manasıyla dinde “ıslah” yani manevi bir yürek ıslahı söz konusudur. Görünmez bir işlevin bütün görünüre hükmü söz konusudur. O zaman görünürü ıslah illa görünmezi, esası ıslah olmayacaktır. Aksine sadece görüntüyü kurtaracaktır. Ama görünmeyeni yani kalbi ıslah, gönül gözünün açılmasıyla kişinin kendisini ıslahı bütünü ıslah edecektir. İşte “din günü” “yargı günü” şeklinde ifade edilir. Yani din bir anlamda “kişinin kendini değerlendirmesi, doğa ile, yaratılmış ile ölçmesidir”. Bu anlamda yargı altına, ışığa getirmesidir. Yukardan çekiş ve aşağıdan işlemekle bu yargı gerçek olur.

Oysa kaideleri yerine getirmekle ıslah aramak sadece bedenin ıslahıdır ki, bu da içi ıslah etmekten çok uzaktır. Çoğunlukla ve sadece görüntüyü kurtarmaktır. Bu nedenle Mesih İsa’nın öğretisinde ve daha sonra Pavlus’un yorumunda da göreceğimiz gibi “bir giydirme” söz konusudur. Yani kendi benliğim içinde kolaylıkla görünmezi ıslahla görünürü ıslaha gidemeyeceğim için bunu bedende gerçekleştirebilmiş olan Oğlu giyinmem esastır. O noktada Oğul bana kurtarıcı ve efendidir.



KONUŞMAYAN İMAN


Yüreğinden göğe-yani Mesih’i indirmeye- kim çıkacak?” ya da, “dipsiz derinliklere-yani Mesih’i ölüler arasından çıkarmaya kim inecek?” deme –Rom.10:7


Pavlus’un ifadelerine göre ikinci din anlayışı “bir takım doğaüstülük ve mucize beklentileri içinde geçen ve bir takım deneyimsel kanıtlara bağlı imandır. Bu iman anlayışı “konuşmayan iman” anlayışıdır. Aslında bu sözler Yasanın Tekrarı 30:12-14’de yer alan sözlerin Mesih İsa’ya atfedilmesiyle yeniden ele alınmış sözlerdir.


Yasanın tekrarındaki ifade de Bugün size ilettiğim bu buyruk ne tutamayacağınız kadar zor, ne de ulaşamayacağınız kadar uzaktır. O göklerde değil ki, “Kim bizim için göğe çıkacak? Kim yerine getirmemiz için onu alıp yayacak?” diyesiniz. Musa’nın bu sözleri söylemesinin nedeni halkın yasayı zor bulması ve daha da detaylar, ayrıntılar istemesidir. Oysa verilen yasa onların o gün için ihtiyaçları olanı kapsamaktadır. Verilenin dışında bir şeyler aramalarına gerek yoktur. Mesih İsa’nın Müjde’sini duyan bir çok kişilerde “tövbe edip” “göklerin egemenliğine” yönelmek yerine yani “dönüşüm yoluna Mesih’in isminde ve Ruh’un gücünde” çıkmak ve her gün “değişime” barışa, esenliğe, huzura ermek yerine ek bir takım mucizeler, kanıtlar bekleyip durmaktadırlar.


a.İsrael’in (Yaratan’a yürüyenlerin) gelenek ve kültürlerin etkisiyle ya da doğa üstülük arayışı ile ekstra öğreti ve gösterilere ihtiyaçları yoktur.


Her şeyden önce Pavlus’un ifadesiyle ta İbrahim zamanından itibaren Davut dahil bütün Yaratanın aydınlattığı öncüler Mesih İsa’da kurtuluş düzeyine gelininceye dek hep “lütufla iman aracılığı ile kurtuluşu vaaz edip durmuşlar ve kendileri de aynı yol üzerinde Yaratan’ı edinmişlerdi” demek istemektedir. Zaten Romalılar 10:9’da bu nedenle Mesih İsa’yı efendimiz ve kurtarıcımız olarak kabul ve aynı zamanda hayatı ve öğretişlerine yürekten tabi olarak edinme imanı ile edinmenin yeterliliği vurgulanmaktadır. Bu şu demektir temel, esas olan Yaratan’la eşit formda olmaktır.


Yani İsa Mesih olmaktır. Yani “sevgi ve ihsan O’lan’ı” nitelikleriyle edinmektir. Bunun dışında her ilave davranış, ibadet, öğreti, mucize aslında daha önceleri de imanlıların başına geldiği gibi esastan sapmaktır.


b.İsrael (Yaratan’a yürüyenlerin) Mesih’i, saran ışığın kendi üzerlerine gelmesini Mesih İsa’ya bürünmelerini sağlamaları için ekstra yetenekler edinmelerine ve bir takım uygulamaları yerine getirmelerine gerek yoktur.


Çünkü her şeyden önce efendimiz Mesih İsa’nın Petrus’a dediği gibi “bu sana yukardan verilmedikçe…” yani “yukardan, Kutsal Ruh’la kalp noktası açılmadıkça” algılanabilecek herhangi bir şey, kurtuluş, Mesih’i edinme yoktur. Bu da gözle görülür mucizeler değil gözle görülmeyen ve her yürekte insanın kontrolü dışında işleyen bir olgudur. Daha sonra “sevgi, sevinç, esenlik, sabır gibi…” bir çok meyve ile Mesih İsa’daki kurtuluşla ve Ruh’un aydınlığı ile kendisini ifşa edecek bir durumdur.


c.İsrael’in (Yaratan’a yürüyenlerin) bir takım doğa üstülüklere, mucizelere ihtiyaçları yoktur.


Gerçek iman edinimi yaşayanlar aslında kainatın tamamının muhteşem Yaratılış düşüncesi olduğu bilincinde tamamının muhteşem mucizevi hakikati karşısındadırlar. Bunun üzerine daha başka psişik deneyimlere ihtiyaçları yoktur. Aksine uyanık bir “kainat kitabı okuyucusu” olmalarına ve aynı zamanda “manevi olarak” “kendi iç alemlerini” uyanık bir biçimde bilmeye ve hakikaten hissederek yaşamaya ihtiyaçları vardır. Efendimizin bütün ifadeleri binlerce yıllık bir çok Yüce Allah’ın nurunda aydınlanmış insanların, ışığı kabında değerlendirmiş insanların hakiki yürek tecrübelerinin bir sonucudur buna daha fazla bir şeyler eklemek bu aydınlık insanların söylemlerini yalanlamak demektir.


Musa yanlarından alındığında halk “kim bizim için mucizeler yapacak?” diye sorarken Musa’nın cevabı oldukça nettir;Allah sözü size çok yakındır, uymanız için ağzınızda ve yüreğinizdedir- Tesn. 30:14


Mesih İsa zamanında da yine aynı halk hala mucize için ısrar içindedir fakat Mesih İsa’nın cevabı çok nettir; kötü ve vefasız kuşak belirti istiyor…Mt.12:39-42 ve sözlerine “ölüp-dirilme” gerçeğinden başka bir mucizenin kendilerine verilmeyeceğini söylemektedir.


Nineve’de Yunus gerçekten de hiçbir mucize yapmaksızın kişilerin “dönüşüm ve değişime” tabi olmaları için kullanılmıştı. Süleyman’da hiçbir mucize yapmamıştı ama Saba kraliçesi yanına kadar gelmişti. Biri “sadece vaaz etmiş” diğeri ise “sadece ilahi hikmeti” kullanmıştı.


O zaman en büyük mucize Mesih’in “Baba ve Ben biriz” ifadesinde olduğu gibi bizim kurtarıcımızı Ruh’unda kuşanıp Baba’yla bir olmamızdır. Bu da elbette “yalnız kendimiz için alma arzusundan” oluşan benliğimizi “sevgi ve ihsana çevirip” “başkaları için alma arzusunda” bir yaşama dönüşümümüzle söz konusudur. Bu “benliğimize ölüp” “nefsimizi inkar edip” yani efendimizin dediği gibi “tövbe” edip “göklerin egemenliğinde” yani “haçı alıp ardı sıra ilerlemede” yürümemiz anlamındadır. Bunu yapma Ruh’un rehberliğinde Mesih’in aydınlığında kalbin ıslahı yani en zor olanı başarmaktır. Kainatın Efendisinin yaratıcılığının emniyetinde ışığı ile dolan ve ışığını olduğu gibi nitelikleriyle yansıtan bir kap olarak o inanılmaz esenlikte haz dolu bir yaşam en büyük mucizedir.

Bu nedenle doğa üstülükler, mucizeler, kendi duamla gücümle işler yaptığımı düşünme şeklindeki bir iman anlayışı da aslında “edinme imanı” dediğimiz ve efendimizin ilan ettiği o muhteşem kurtaran iman anlayışı yanında tamamen kör bir imandır, konuşmayan bir imandır.


KONUŞAN İMAN


Allah sözü sana yakındır, ağzında ve yüreğindedir –Rom.10:8

Bu bizi esas Adem’de düşmüş olan ve “beni ile mücadele eden” düzeyden bizi Mesih düzeyine doğru taşıyan “edinim imanı”na yani esas imana “konuşan düzeydeki” “insan-ı kamil” düzeyine doğru bizi taşıyan imana getirir. Bu Yaratan’ı edinme düzeyine taşıyan imandır. Mesih İsa’da bize sonsuzluğu, kurtuluşu bahşeden imandır. Bu imanda her şey aslında fizik bedeninin ötesinde iç alemde görünmeyen hakiki olarak hissettiğimiz benliğimizin üstünde gelişmektedir.

Bu imanda Allah Kelimesi, yani Yaratan düşüncesinin ifadesi mükemmel insan ve Mesih İsa’da yansıyan insan insan, ilahi insan görünümü aslında insana düşündüğünden çok yakındır. Zaten O’ndan gelen insanın O’ndan uzak olması düşünülemez böyle olmakla birlikte Kutsal Ruh’un, saran ışığın kalp noktasını oluşturması ile, ışığı ile kalbi harekete geçirmesi ile aslında her insanda bir nüve ile var olan Yaratan ışığı harekete geçer ve Mesih yürekte parlayarak kişiyi Adem düzeyinden hareket ettirmeye ve Mesih İsa ile birlikte ölüp dirilmeyle tahta yani geliş noktasına dönüşü hem de muhteşem bir biçimde dönüşü sağlar.


Burada Yaratan’ın Baba yani esas Yaratan düşünce, her şeyin nedeni işleyişi olan Kutsal Ruh’u ile sonucu yani Oğul’u “doluluğundan sevgi ve ihsan O’lan’ı” fizik bedeni içinde fizik içinde benlikleriyle boğuşan insanlığa kurtuluş yolu olarak sunmaktadır. Aslında Mesih düzeyi öncesinde de Adem’den sonra bu en üst noktaya kadar da hep düzey, düzey insanlığa bu mana yolunda hep öncülük eden yine ve elbette “kainatın Efendisidir”.


Kısacası “konuşan iman” ağızda ve yürekte dengelenmiş olan Yaratan’ı edinme ve form eşitliği ile Baba’dan doğan Ruh’la pekiştirilen ve Mesih’te beliren ve bizde “öz benimize” edinmemizle ifşa olunan imandır. Bu aslında yukardan verilen ve aşağıdan gayretle geliştirilen muhteşem Yaratan planının bir parçasıdır.


Adem’de başlanılan fizik içindeki mana yolculuğuna aslında Mesih İsa’da fiziğin üstüne çıkabilmekle bizi “tövbe ve göklerin egemenliği” “nefsi inkar ve haçı yüklenip” devam etmek suretiyle “ışıklar Babasına” geri götüren tek yol olur..


Bu imanda ağız ve yürek eşitlenmiştir. Yani “ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün” ilkesi tamamlanmış Ruh’un gücünde Mesih bizde parlamıştır. Öz, Söz ve Ruh bizde de bir olmuştur. Bu da sonsuzluğu getirmektedir. Ve esas olan “edinim imanının” muhteşem, harika Yaratan’ı yücelten ve O’ndan sonsuza dek haz almamızı sağlayan ve olması gereken durumdur.