Allah’ın kendisini sevenlerle, amacı uyarınca çağrılmış olanlarla birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz - Rom.6:19
Doğruluğun kölesi olmuş kişi için aslında artık yol, gayb yani bilinmeyen görünmeyen yoludur. Bu hiç de edinilmeyecek hayal mahsulü ve doğa üstülük şeklinde yorumlanacak bir ruhçuluk alemi içinde kaybolmak anlamında bir yol değildir. Bu tarz dinler, inançlar, tarikatlar dünyada istenmediği kadar yoktur. Ama bizim Mesih’te gördüğümüz yol aslında yüzde birlik madde alemini işleten yüzde doksan dokuzluk bir Yaratan düşünce sistemi içinde yüzebilmek şeklindedir. Yani “gayb” (bilinmeyen) olmayan ya da kişinin edinmediği bir şey şeklinde değildir bizim aklımızda. Mesela biz oksijeni, hidrojeni keşfedip bilmeden önce de oksijen ve hidrojen vardı ama biz bilmiyorduk ve bize “gayb idi” yani “bilinmez, görünmezdi”. Bu manada kelamın ifadesinde de olduğu gibi “görünen arkasındaki görünmeyeni görebilmek” aslında İsa’nın bize kadar ulaşması ile kurtarışında bizim çekilmek istenildiğimiz alandır.
Bu alan bilinmezliğinin getirdiği yoğunluk ve baskı içinde aslında biz sadece bizim bildiğimiz alan içinde bir hayat sürer ve bu alan dahilinde değerlendirmelerde bulunuruz. Ve elbette bizim değerlendirmelerimizde bütünü görme yerine yaşadığımız birimi ve parçayı idrak gayreti bizi hep sıkıştırır ve sonuç olarak da bize çoğunlukla “kötüyü” gösterir.
Bu kötüyü edinme alışkanlığı içinde de biz dini düzeylerde biraz sakinleşmeye biraz olsun görünür arkasında bir hayal alemi edinmeye çalışırız. Bu bizim aslında eğilimimizdir. Olması gerekendir. Ama dikkat ederseniz “hayal alemi ediniriz” dedim, yani görünen arkasında oksijen gibi somut bir görünmeyeni edinmek yerine bizler “cennet bahçeleri hayal ederiz”. Oysa bu kelimelerin kullanımı “görünmeyen” yüzde doksan dokuzluk dediğimiz ve bize esasında hem yakın hem uzak olan o alanda “edinmediğimiz” şeylere isim vermeye kalkışmamızdan ötürü aslında kendi hayallerimizle kendi kendimizi kısıtlar kalırız. Yani “cennet” bizim algımızda gördüğümüz bahçedir. Oysa Yaratan’ın o Ruh’unun önderliğinde ve Mesih’inde bizi ruhani yani manevi manada ulaştırdığı haz noktası ise tarifi mümkün olmayan bir noktadır. Ancak dünyamızda ve özellikle yaşadığımız yerel ortamda kullandığımız ve kendi algılarımızın algıladığı birkaç kısır kelime ile o yüzde doksan dokuzluk alanın yani görünen arkasındaki görünmeyeni adeta henüz hiç keşfetmeden oksijeni tarif etmeye çalışır gibi çalışır dururuz.
İşte bu durum elbette bir müddet için olması gereken durumdur. Bir düzeye kadar olması gereken durumdur. Böyledir ama bu durumda da en büyük tehlike kişi olarak aslında Yaratan’ın gerek kurtarışında gerek bize sunduğu sonsuz yaşamda bizim düşüncemizin ötesinde bize oluşturduklarını anlamaksızın kendi hayal alemimiz olarak oluşturduğumuz bir anlamda kendi mabedimizde ya da kendi kendimize oluşturduğumuz din algımız içinde sıkışıp kalmamız, orada kendimizi Yaratan’la bütünleşmiş, Efendimiz İsa Mesihi giyinmiş hatta Kutsal Ruh’la inanılmaz bir ilişkiye girmiş olduğumuzu sanıp durmaktır. Oysa bir çok dinlerde ve mezheplerde olduğu gibi insan hep kendi ürettiklerine sonra kendisi inanıp kendi kendine çerçeveler ve kısıtlama alanları oluşturup durmuş ve hatta sonra bu alanlara uyum sağlamayanları ve kendisi gibi olmayanları da bir güzel ortadan kaldırmayı yeğlemiştir. Bu zulmettir, bu karanlıktır ve bu kötü olandır. İnsanın kötü eğiliminin tamamen yeryüzüne hakimiyetidir. Yaratan’ın “hükmet” ve “çoğal” buyruğuna tabi olmak ama yanlış bir eğilimle bu tabiliği yerine getirmektir.
Bu nedenle aslı asıl olmayanla ya da yazılı metinleri ya da hissettiklerimizi esaslı bir ediniş olmaksızın her tarafa istediğimiz daha doğrusu “kendi alma arzumuzun” istediği her tarafa çevirebilmemiz çok kolaydır. Peki, bu tehlike karşısında ne yapmamız gerekmektedir. Bu tehlike karşısında bütün kainatın esas prensiplerine bakarak Yaratan’ın ilahi yönlendirişi olan her tür peygamberliği ve kutsal yazıları o ana esas prensiplerde algılamak ve yerli yerine oturtmamız esas olmalıdır.
Edinim olmaksızın yani “sevgiyi” içsel olarak hakikaten “edinmeyen” bir kişinin hakiki anlamda “karşılık beklemeden karşı tarafa ihsanla birlikte var olan hakiki sevgiyi” anlatabilmesi, “kendini feda olarak kendisini efendimiz Mesih İsa’da gösteren” hakiki sevgiyi anlayıp sunabilmesi mümkün değildir. O zaman Yaratan, Yaratılış, İyi, Sevgi, İhsan gibi kelimeler hakikaten esas anlamları ile birlikte biz de yer ettiği sürece Kutsal Ruh’un hakiki yürek işleyişi ve yürekteki “kalp noktasını” açması bize esası yani “görünenden görünmeyeni” görmeyi getirecektir. O zamanda karşımıza Yaratılış bölümünün ilk sayfasında olduğu gibi hakikaten “Yaratan’ın iyi anlayışı” çıkmış olacak hatta bu “iyi” anlayışı sadece çıkmayacak bizim bu iyiyi tam yerli yerinde anlamamız ve “yüreğimize nakşederek” onu tecrübe etmemiz ve “İYİ” kavramının aslında “sevgi ve ihsan” gibi O olduğunun O’nun niteliği olduğunun ve Mesih İsa’da yansıyan bu muhteşem niteliğin Ruhu aracılığı ile bizde de mekan kuracağı gerçeği ile karşılaşırız. İşte o zaman kainattaki her şeyin esasında bir bütünlük içinde yalnız “İYİ” için işlediğini, yalnız O için işlediğini görmüş oluruz.
Aksi takdirde niye varız? Yaratan hayatlarımızla ne yapmaya çalışıyor? Neden bu dünyanın inişleri ve çıkışları, düşüşleri ve kalkışları, izdırapları ve zulümleri var? İşte bu sorulara cevap bulmak için uğraşır dururuz. İnsanlık alemi zaten asırlardır bu sorulara cevap bulacağım diye uğraşıp durmaktadır. İyi ki de uğraşıp durmaktadır, çünkü bunu yaparken diğer taraftan tekamül üstüne tekamül yaşamaktadır. Elbette bu gelişimleri daha çok maddi gelişimlerdir ama diğer tarafta eğer dört bin yıldan daha fazla tarihi olmayan dini seviyelere de bakılırsa aslında maneviyatta da az da olsa kendi kendine zıplamalar göstermeye çalışmaktadır. Fakat Adem düzeyi dediğimiz “kendi beni için alma düzeyinden” “Yaratan düzeyine doğru yani –sevgi ve ihsan O’lan’ın- yansıması düzeyine” doğru bir başka deyişle “Mesihi düzeye doğru” zorlu bir yolu da kat etmek durumundadır.
Bu manevi yükseliş kendisini alçaltışla daha da ivme kazanmaktadır hiç kuşkusuz. Bu yükseliş Efendimizin haç üzerindeki ölümü gibi nefsimize kendimize ölmemiz ve sonra efendimiz Mesih İsa’nın dirilişinde nefsimizden yepyeni Yaratan ile bütünleştiğimiz “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’ta” yani “Yaratan düşüncesi ve bu düşüncesinin işlevi olan Ruh’unda sonuç olan Oğul’a” eriştiğimiz bir yaşama dirilmemizdir. Bu yeni doğuştur. Bu Mesih’le yaşamaktır. Bu Mesih çağına yani artık “son ıslaha” “tövbe ve göklerin egemenliği” Müjdesinin edinilmesi olan “dönüşüm ve değişimle” son tertibe, taht önüne, kuzu ile özdeşleşerek varmak, insanlığın mecazi manada İsa Mesih’te diyetini ödeyerek tahtın dibine secde de alın konulan o esas noktaya, o esas gönlün “Yaratan’la form eşitliği” bulduğu noktaya gelmesidir. Bu barış anıdır. Bu Nuh’un gemide son noktasıdır. Bu antlaşmanın yani Nuh’un Yaratan’la form eşitliği için çabaladığı gemisinde yani dünyada eriştiği gökkuşakları ile simgelenmiş her rengin bütünleştiği ve renkli bir tek renk olduğu andır. Bu olması gereken gemiye biniş anından iniş anına kadar varılan yerin aynı olmakla aslında geçilen aşamaların ve aşılan aşamaların ve hamlıktan yanmaya olan dönüşüm ve değişiminin gerçekleştiği o tek ve hep noktadır. O nokta kainatla bütünleştiği gibi kainatta o noktayla bütünleşmiş ve aynı zamanda o noktada “hiç-varlığın” başlattığı ayna hareketi ve tezahürün yani yansıma ve yansıtmanın vuslatı yani kucaklaşmasıyla ermesi gereken yere ermiş ve erdirmiştir.
Evvel O’dur ahir O’dur. Öz de O’dur, Kelam’da O’dur, Ruh’ta O’dur. Alem hepten O’dur. Baba-Yaratan düşüncesi O’dur. Kutsal Ruh- yani bu muhteşem düşüncenin işlevi, işleyişi, işleteni, daha doğrusu aksiyonu ve bütün bu işlerin sonucu yani Oğul –Yaratanın düşüncesinin işleyişi ile vardığı, elde ettiği sonuç o muhteşem “kurtaran” düzey “kurtla kuzuyu yan yana getiren” “nefsin inkarı üzerinde en üst noktalara ulaşan” o muhteşem ölüm ve diriliş O’dur. Dolayısı ile bütün bu bütün içinde ve bütün bu sebep sonuç içinde bütün bu kaosun hep ıslaha ulaştığı seyahat içinde yerini bilen O’nda- Baba’da, Oğul’da ve Kutsal Ruh’ta – Ruh’un yürekteki derin aydınlık operasyonu sonucu Mesih’in gönül içindeki ışımasında yukarıya yani Yaratan düşüncesine-Baba’ya yükselişte hep O, O’dur..O “BEN BEN O’LANIM’ dır.
Görüldüğü gibi o zaman amaç vardır. Görüldüğü gibi sebep vardır. Sebep olmamış olsa kaos içinde düzeni görmek mümkün olamayacaktı. Sebebi ve “Ben kimim? Niye varım? Nerden geldim? Nereye gidiyorum?” sorusuna cevabı aslında kainatın dehşet büyüklüğünden o en ince nadide küçüklük noktasına kadar yukarıdan aşağıya süzmek kafidir.
Kendini ateşlere atan Daniel peygamberin bu “müthiş edinim güveni ile tavrından” Efendimiz İsa’nın “kendisinden alınmayan kaseye büyük bir tevekkülle” boyun eğmesine kadar bütün bu “mana üstatlarını” şöyle bir yukarıdan aşağıya süzmek kafidir.
Peki, süzdük ne olacak. Süzmek ve bilmek yeterli değildir elbet. Yerin farkındalığında bu süzmeyi hayatımıza süzmek ve hayatımızı Adem düzeyi dediğimiz “Ben Tanrı olabilirim” düzeyinden “Sevgi ve İhsanın” yani Yüce Allah’ın üzerimden niteliklerinin aksettiği benim de Yaratan suretine ulaştığım o Mesih düzeyine doğru seyahate çıkarmak esastır. Bu hemen şimdi olabilecek olan bir hadisedir. Evet, bu başlama hevesi Ruh’un yüreğinizde “kalp noktanızı” oluşturmasıdır ve yani başlama noktasıdır. Davet geniştir ama kapı dardır. Yani esas o nokta açıldıktan sonra Nuh’a bakmak ve onun uzun müddet hiçbir şeye, zorluklara, hakaretlere, teşviksizliklere aldırmaksızın gemi inşaatından teşvik alarak devam etmek esastır. İşte “beni inkar edebildiğin kadar inkar etmek” hemen sesleri duyabiliyorum kendi başıma bunu nasıl yapabilirim. Efendimiz Mesih Ruh’un nokta açtığı yerde belirmesi elbette esastır. Yani o muhteşem beden giyinmiş Kelam elbette bizde “biçimlenmeye” başladıkça ve “benim benimde” kendi benliğini her geriye çekip Mesih’e yer açmasında bütün bu tekamül, gelişim bir başka tertip içinde yavaş yavaş belki bazen gerileyerek, bazen düşerek ve bazen kalkarak devam edip duracaktır. Ama bu seyahat şimdi başlamış olacaktır. Ta ki, varılması gereken yere varılıncaya kadar. Efendimiz Mesih’in o muhteşem seviyesinin aleme teşrifine kadar.
İMAN VE KOŞULLAR
Elbette bütün bu söylediklerimiz hala günlük gazete ve haberleri izleyen her birimiz için adeta bulutlar üzerinde bir hayalden bahsetmek gibi gelmektedir. Yani dünya bütün bu kötülükleri ile devam ederken ve hatta insanlar kötüleştikçe kötüleşirken nasıl olurda kainatta her şeyin esasında “iyi” için var olduğunu söyleyebiliriz?
Bu doğrudur elbette. Yani dünya kötüleşmektedir.. Daha da kötüleşecek ve iyice dibe vuracaklardır. Zaten kaybolan Oğul örneğinde eldeki miras bitirilmedikçe “Baba’ya” dönüş gerçekleşmemiştir. Yani “benlikler” “benin bütün kendini mahvedene bencilliğini görecekler” ve sonra “BEN BEN OLANIM” diyenin “BENLİĞİNİN” insanın düşmüş benliğinin ne kadar zıttı olduğunu algılayabileceklerdir. Birisi yani insan “boşluğunu alarak doldurma hırsı içindeyken” diğeri yani Yaratan’ın BENLİĞİ ise “doluluğundan boşaltmaktır”. Yani doluluğu var olan zenginliği “sevgi ve ihsan O’lan’ın” o inanılmaz bereketleri bütün evrene akmakta ve evren ortaya çıkmaktadır. Peki bize olanlar nedir? Bize olanlar “iyi-kötü” “karanlık-aydınlık” “ölüm- dirilme” gibi zıt kavramlar içinde yetmiş- doksan yıllık bize göre mevcut zaman birimi içinde deneyimlemek farkları tespit için çabalamak, bocalamak ve en sonunda da esası yani geldiğimiz, içinden varlığından çıktığımız Yaratan’ın niteliklerini ifşa edebilir duruma geldiğimizde de esas geldiğimiz yere geri dönmektir. Bütün veriler ilim, bilim, kainat bunu göstermektedir. Aslında dini seviyelerin bulundukları kültür koşullarında ve kendi düşünce alanlarında da o düzeylere uygun olarak aslında algıladıkları, demek istedikleri geldikleri düşünce kırıntıları da hemen, hemen aynı konudur.
O zaman evet çekilenler vardır. Ama “tuz olma” gerçeğinde olduğu gibi bu sürekli sirkülasyon, devran içinde aslında hep bir gurup ruhlar bu gerçeğe yani Mesih İsa’nın kurtarışı dediğimiz o düzeye çağrılmaya kavuşarak hayatı esas olması gereken düzeye hazırlamaya devam etmişlerdir. Son ıslaha ulaşırken yani en sonunda tamamen Mesih çağı dediğimiz esas Şabat varış noktasına doğru ilerlerken vaatler doğrultusunda efendimiz İsa Mesih’in kurtarış çağrısı daha geniş kitlelerle çöküntünün, düşüşün en son noktalarına vuran bir çoklarına dönüş kapılarını çoktan açmış olmaktadır. Yani kötü devam edecektir. Kötü olmak zorundadır. Kötü yani kaos ıslahın yüzü suyu hürmetine varlığını başından beri gösterip durmuştur.
Aden bahçesinden kaos içinde benliğini tanımaya doğru kendi kendini aslında düşüren insan Yaratan’ın lütfün da kurtuluş pınarlarına doğru Yaratan’ın Yaratma Düşüncesinin “sevgi ve ihsanı” prensibinde çekilmektedir.
Bizler “iyi” zamanlarımızda aslında bir çok şeyin hayatımızda “iyi” için var olduğunun prensibinde yaşar dururuz. Hatta o günlerde konuşmalarımız, hayata bakış açılarımız ve insanlara bakış açılarımız bile farklıdır. Dini düzeylerde de aldığımız hazlar daha farklıdır. Ya sorunlara boğulduğumuz zamanlarda. Hastalıklar yaşadığımız dönemlerde, iflaslar, kayıplar yaşadığımız dönemlerde yaklaşımlarımız hala aynı mıdır? İşte bu soru işaretidir. Oysa “iyi” bir bütün olarak iyidir. Yaratan İYİ’dir. O zaman Yaratan Mesih’inde ve Ruh’unda yüreğinde ise aslında sen “İYİ” olma durumundasındır. Ama gerçek bu değildir. O zaman bu iyiyi edinme nedir? Nasıl bu kadar kötü içinde “İYİ” algılanır, yaşanır ve yaşanırsa faydası nedir? Ve her şeyden önemlisi “her şeyin iyilik için etkinliği kimin için” işlev kazanacaktır.
İYİLİĞİN ETKİNLİK ALANI
Allah’ın, kendisini sevenlerle, amacı uyarınca çağrılmış olanlarla birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz- Romalılar 8:28
Bu etkinlik alanının işlemesi için her şeyden önce bu etkinlik alanının farkındalığında olan kişilerin olması gerekmektedir. Bugün Mesih İsa’ya iman ettiklerini söyleyen bir çok kişi dahi duaları, göz yaşları ve tatminsizlikleri ile “Yüce Allah dualarıma cevap vermiyor mu? Beni unuttu mu?” şeklinde sorular sorup durmaktadırlar. O zaman dini olarak bir şeylere inanmış olmak, sürekli olarak bir takım programlara katılmış olmak burada ifade edildiği şekliyle Yaratanı görebilmek ve dolayısı ile Mesih’i gönenmiş bir kişi olarak Yaratılanı da “İYİ” penceresinden görebilmek demek değildir. Hatta dar bir alan içinde olmuş olmak bize tam aksine daha da kısıtlı bir görüşle daha çok “kötü” içinde yani “benimiz” üstünde oturma durumunu da getirmiş olabilecektir.
O zaman “iyiliğin etkinlik alanı” içinde olanları Pavlus Resulün sözleri arasında tespit etmemiz gerekmektedir. Her şeyden önce burada iki koşuldan bahsedilmektedir.
1-Birinci koşul içinde bulunanlar Kainatın Efendisini sevenlerdir. Yani O’nu gerçekten ve yürekten sevenler. Bu gerçek ve yürek sevişi aslında O’nu edinmeyle, O’nun niteliklerini edinmeyle bağlantılıdır. Kısacası samimi bir Mesihi olmakla, Ruh’un rehberliğinde bu sevgiyi kalbin derinliklerinde yaşamak bu yürekten sevginin derinlerden aksidir. Dikkat ederseniz burada bu nitelikler aynı zamanda O’nunla eşit formda olmayı da getirmektedir. Yani bu sevme koşulunda hakiki “sevgi ve ihsanı” algılayıp hatta hayatlarında uygulayanlar vardır. Demek ki, O’nu sevenler her durumun hakikaten iyiliğe endeksli olduğunu görebilecek olanlardır.
2-İkinci koşul içinde bulunanlar ise Kainatın Efendisinin Kendi amacı için kendine çektiği kişilerdir.Bu kişilerde hakiki “sevgi ve ihsanı” algılayıp kendi hayatlarında ifşa eden kişiler olmakla birlikte daha da ileride daha da Yaratan’ı ifşa ile mana anlamında çok daha alçak gönüllülükle bir hizmete davet edilerek üst seviyelere (tamamen ruhsal ve manevi üst seviyelere) Mesih’i Ruh’un doluluğunda idrak ederek yaşayan ve hatta hayatları ile bu düzeyleri çok yakın bir biçimde ifşa eden kişilerdir.
Bu iki koşulda da aslında “doğruluk” yani Efendimizin öğreti ve yaşam ve kurtarışı ile kıyafetlenme söz konusudur. Ve bu kişiler hem İsa olmuşlar yani “sevgi ve ihsana” bürünmüşler hem de “Saran ışığı” yani Ruh’u üzerlerine çekmişlerdir yani Mesih olmuşlardır.
Dolayısı ile Yaratılışta her şeyin “iyilik” için çalıştığını algılamaya başlamak aslında bir anlamda İsa Mesih olmakla mümkündür. Yani “İsa” olmak “tövbe ve göklerin egemenliğini” “dönüşüm ve değişimi” kendi üzerimizde yaşamak ve Mesih olmak yani “Saran Işığı” “Kutsal Ruh’u” Yaratan’ın işleyişini üzerimize çağırmak bize kainatın sır olmayan sırrını üzerimize algılamak, sırrını ifşa etmektir.
Samimi bir Mesihi için Yaratılışın amacı Yaratanı yüceltmek ve O’ndan sonsuza dek haz almaktır. Bu haz daha bu dünyada mana aleminin denizinde kişi için muteber bir hazdır.
Kısaca dikkat edilirse burada “her şeyin iyilik için etkin olduğunu” görmek, “her şeyin Yaratan’dan gelip Yaratan’a döndüğünü görmek şeklinde bir iyiliktir”. Yoksa kötülükleri iyilik saymak ya da kendini iyi hissetmek gibi bir yanılgı içine girmek değildir. Yani kainat bir dengeler bütünüdür. Ve karşıtlıkların varlığı kainatı madde içinde görünen, duyulan, hissedilen bir anlama getirmektedir. Zıtlıkların yokluğu mutlak tek bir tarafı getirir ki o zaman zıtların çatışmasından ışık doğmayacak yani yaşam olmayacaktır. O zaman bu yaşam içinde iyi ve kötü her şey tek bir şeyi yansıtmak için vardır. Bu da Yaratan’ın bütün zıtlıklarla birlikte muhteşemliğini ve bu muhteşemliğinin kendi suretinde Yaratılmış olan “İNSAN” ile kendisine yansıması.
Yani “sevgi ve ihsan O’lan” eğer doluluğundan kaynayan bu “sevgi ve ihsanı” veremiyorsa ya da bu sevgi ve ihsanı karşılayacak bir alış yeri yoksa ne anlam ifade edecektir. İşte böyle bir alıcıya ortam olarak bütün kainat vardır. Kainata girişte insan aslında “alıcı” olma antlaşması doğrultusunda bu kainata giriş yapmıştır. Yani aynen Nuh’un gemiye girmeden önce Yaratan’ın antlaşması doğrultusunda girmesi gibi. Ama gemi içindeki zıtlıklar içinde sadece kaosunu ıslah için uğraşan insan aslında kendi benliğini fark edene kadar bu antlaşmayı unutmuş görünmektedir. İşte bu durumdan çıkması için Mesih’in kurtarışında ve efendiliğinde Ruh’un itişi ve ivmesi ile insan yeniden başlangıç noktasındaki gibi antlaşmasının farkındalığına geri gelecektir. “Sen bana halk ben sana Allah” olacağım.. İşte bu nedenle her şeyin iyi için etkinliği aslında bu dönüş için etkinliğidir. Bu dönüşün akışı içine itaatle girmiş olan doğru kişidir. Yani Yaratan’ın düşüncesi ile paralel konuma gelmiş olan ve O’nun niteliklerini olduğu gibi algılayıp, edinip yansıtma gayreti içinde olandır. Ama insan sınırlılığı içinde yukardan verilmedikçe kendi başına bu geçişi, bu dönüşüm ve değişimi gerçekleştiremeyecektir. Bu nedenle Ruh’un rehberliğinde Mesih’in kurtarışına dehşet bir ihtiyaç hasıl edilmiş ve vaat doğrultusunda da bu gerçekleştirilmiştir.
O zaman “iyilik için etkinlik” aslında her şeyin Yaratan’a bağlantılı bir biçimde dönüşümü ve bu dönüşüme tam tabilikle uyumun ortaya çıkmasıyla “doğruluğun” hasıl olmasıdır. Yoksa iyilik “pozitif düşünce” denilen ve kişilerin son çağda kendi kendilerini zorla pozitife çekme gayretleri değildir. Ya da hislerimizle hep kendimizi iyi hissetmek için bir polyanacılık oyunu içinde olmamız değildir. Bu “kalp noktasının” Ruh’un işlevi ile açılması ve Mesih’in kalbin içinde gönenilmesiyle “kendim rızam için alma noktasından” “ başkalarının rızası için alma” noktasına yani “Sevgi ve İhsan O’lan’ı” kendi küçük kabım içinde yansıtmaya gelmiş olmamdır. O nedenle kainatta her şey aslında bu hedef için işlemektedir. İyi olan budur. İyi O’lan Allah tır. O zaman her şeyin iyi için etkinliği Yaratan için etkinliğidir.
Özetlemek gerekirse o zaman “kainatta her şeyin iyilik için etkinlik göstermesi” sadece a.Yaratan’ı edinme yolunda olanlar b.Dolayısı ile Mesih’e bürünmüş olanlar için net olarak görülmektedir. Bu kişiler c.kötü görülenin dahi sonunda Yaratan’ın iyi amacı uyarınca var olduğunu ve d.bütün bunları duygularımızla idrak etmemizin mümkün olmadığını bilen kişilerdir.
ETKİNLİK VE HERŞEY
Bu alanın her şeyi kapsamış olması esasında kafamızı karıştıran nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü “her şey” dediğimizde kötü olan şeylerde kapsamın içindedir ve o zaman haklı olarak Yaratan’ın kötülük ile ilişkisinin ne olacağı akıllarımızı kurcalar durur.
Aslında yukarda bu kadar anlatımdan sonra dünya dengeleri için eksi ve artının var olma mecburiyetinden bahsetmiştik ve ikisinin bir arada bizim anlayamadığımız manada iyi olduğunu söylemiştik. Evet, bize göre binlerce kötü aslında karşılarında var olan iyinin iyice belirginleşmesi ve insanın bencilliği ile Yaratan’ın düşüncesindeki doluluktan sunma tarzındaki “ben” kavramının farklılığının açıkça görülmesi nedeni ile varlığı üzerine konuşmuştuk.
Bütün bu konuşmalara rağmen hala sınırlı ortamlarda, sınırlı görüş ve hissediş alanları içinde yaşayan insanlar olarak bir türlü kötünün iyiye endeksli olabileceği fikrini algılamamız mümkün değildir. Ama mesela yağmur aslında kainat için önemlidir ama eğer insanlar doğanın akışını bozup kendi bencillikleri için doğayı değiştirirlerse bu yağmur aynı zamanda insanları öldüren bir ölüm makinesine de dönebilir. Arada küçük nüanslarla “günahlı ben” söz konusudur. Bu nedenle insanlar “İsa Mesih’in” o muhteşem kurtarış düzeyi dediğimiz ve Yüce Allah’ı yansıtan “sevgi ve ihsana” ihtiyaçları vardır. İşte bir yerden bir yere dönüşüm nasıl mümkünse o zaman “kötünün aslında iyinin varlığı ve sonunda tamamen İYİ O’lanın İYİ amacı doğrultusunda kullanıma dönüşmesi de aynen mümkündür”.
HERŞEY İYİLİK İÇİN
Yaşamda Ruh’un rehberliğinde ve Mesihin kurtarışında yeni bir doğuş ve deneyimle hayatı karşılayan insanlar zaman, zaman bu dönüşüm ve değişim sürecinde bu tecrübeyi yani kötünün iyi için işlediğini zaman, zaman da olsa görebilmeleri mümkündür. Bunu bir takım kutsal yazılar kahramanları içinde görmemiz mümkündür. Şimdi onlardan bir kaçının örneklerine bakalım:
1.Yusuf: Yusuf’un hayatında uzun yıllar bir çok şeylerin ters gittiğini görüyoruz. Babasının gözünde lütuf bulması diğer kardeşlerinin kıskançlığını çekiyor ve sonra bildiğimiz gibi kardeşlerinin ihanetine uğruyor. Ve Midyanlılar tarafından bulunuyor, köle olarak satılıyor ve sonra sadık bir hizmetçiyken bu kez köle olduğu evin hanımı tarafından ihanetle karşılanıyor, hapis yatıyor. O küçük yaşından itibaren Yusuf’un başına gelenlere bakarsak aslında dile kolay diyebiliriz. Yani böyle bir öykü olarak okurken bize Yusuf’un çektikleri hiçte çok zormuş gibi gelmiyor aslında. Ama genç bir kişinin uzun yıllar böylesi zorlu durumlarla mücadele etmesinin hiç de kolay olmayacağı aslında düşündüğümüzde açıkça görülüyor.
Bu öyküden de göreceğimiz gibi aslında Yusuf’un bütün bu yaşadıkları daha sonra büyük resimde kendi ailesine hatta milletine faydalı olabileceği bir geleceği hazırlamaktaydı.
Elbette Yusuf bunları yaşarken bilebilmesi mümkün değildi. Bugün bizim içinde yaşadığımız zaman birimi içinde ve koşullarda ve ortamda geleceğin bize ne getireceğini bilmemiz mümkün değildir. Çünkü hepimiz daha önce de dediğimiz gibi içimizde yanan çok cılız bir Yaratan ışığı ile Ruh’un ve Mesih’in muhteşem işleyiş ve kurtarışından uzak yaşar dururuz. Ve elbette bu cılız ışıkla baktığımız dünyada bir türlü yüzde doksan dokuzu yani görünen arkasında görünmeyeni yani yüce Allah’ın amacını, o büyük resimdeki varlığımızı, yaratılış nedenimizi bir türlü göremeyiz. Sanki bazılarımız “ama biz imanlıyız yine de bunca sorun içinde sürünüyoruz” dediğini duyuyor gibi oluyorum. Elbette ama “bazen hakikaten yatağın solundan kalkmış gibi iman hayatımızı da birilerinin yanlış öğretileri, sokma akılları ile yanlışlar üzerine kurmuş ve gerçekten ve hakikaten Mesih’in ve Ruh’un ışığını yansıtıyoruz sanısı içinde de olabilir ve gerçekten Yaratan’ın “sevgi ve ihsan O’lan” o muhteşem Yaratan’ın Ruh’unda ve Mesih’inde gerçekten ışımasını, ışığını tam olarak almıyor, alamıyor da olabiliriz”. Bu nedenle durumlarımızı manevi cihetten bir kez daha irdelemekte hatta çok ama çok olgun, kendini bilge saymayan, çok konuşmayan, Yaratan’ı Mesih’inde ve Ruh’unda kendi ıslahı içinde yansıtmaya çalışan bazı güvenilir, insanların sevip saydığı şahsiyetlerle konuşmamız iyi olur. Bununla birlikte öykümüze dönecek olursak aslında Yusuf’un öyküsü aslında bizim için küçücük bir örnek resim verebilir. Evet, Yusuf’un yaşamındaki bütün olaylar sonradan hem Yusuf, hem ailesi, hem milleti için hem de Mısır için oldukça önemli bir hazırlayıcı olmuşlardır. Yani bütün olumsuzluklar “İYİ” için etkin olmuş ve öyle de işlemiştir. Bakın Yusuf’un kardeşlerine hitabında aslında bu gerçek yüzümüze gülümsemektedir:
Siz bana kötülük düşündünüz, ama Allah bugün olduğu gibi bir çok halkın yaşamını korumak için o kötülüğü iyiliğe çevirdi –Yaratılış 50:20
2.Eyüp: Eyüp’te burada gerçekten bizlere güzel bir örnektir. Çok uçtur. Yani aşırı ve bize göre sanki bu kadar da olmaz denilecek tarzda bir öyküdür. Aşırı noktadadır. Çünkü bu öykünün dersi herkesin hayatında en zorlu durumlardaki insanların hayatında bile etkin olsun istenmektedir.
Çünkü esas olan bütün bu konuda dediğimiz gibi “Yok sizin kötü zannettiğiniz bütün unsurlar aslında büyük resmin içinde siz anlayamasanız da, bilemeseniz de iyidir, çünkü sizin Yaratanınız İYİ’dir” şeklindeki o büyük, inanılmaz önemli mesaj içindir.
Bu anlatımda bir insanın başına gelebilecek en büyük felaketler Eyüp’ün başına gelmektedir. Bu öyküyü çoğumuz biliyoruz aslında. Ve Eyüp elbette dayanılmaz acılar içinde kıvranır durur ve hatta yüreğini doğru, doğru açar Yaratan’a “ne oluyoruz? Neden ben? Daha nereye kadar?” diye haykırır durur. Fakat hala Yaratan’a lanet etmez, O’ndan yüz çevirmez. Hala muhatabı kendi sahibi olan Yüce Allah’tır. Ve sözleri etkindir. Kötünün İYİ için işleyişinin güzel örneği olarak asırlardır insanların dilinde kalır sözleri. Eyüp özellikle secde etmektedir. Yere kapanmaktadır. Bugün bir çok dindar geçinen, hatta kurtulduğunu haykırıp içinde ise nerde olduğunun dahi farkında olmadığının bilincinde bir çok kişinin dimdik ayakta dikilip sadece dışsal haykırışlarla ibadet yaptığı görünümün çok ötesinde Eyüp yerlere kapanmakta, secde etmekte ve Yaratanının bir insanın yüceltemeyeceği o en zelil, düşkün noktada şu sözlerle Yaratan’a yücelik sunmaktadır.
Bu dünyaya çıplak geldim, çıplak gideceğim. RAB verdi, RAB aldı, RAB’bin adına övgüler olsun-Eyüp 1:21
Burada yüreğin derinliklerinde gerçek Yaratanla birliktelik noktasının nerede olduğu aşikârdır. Yaratanla ilişki müziğin, mabedin güzelliğine, dinlerin tartışma mücadelelerinin iyi kazanılmış olmasına bağlı değildir. Her şeyden önce bunun için efendimiz Mesih İsa’ya öğretiş ve yaşamına bakmak yeterlidir. O sinagoglara girip çıkan ama sinagogların çok üstünde Baba ile Ruh’ta ve gerçekte buluşan ve buluşturandır. Mabedi sadece içindeki gerçek ifşası ile algılayan ve kahini her düzeyde insanın kendi iç mabedinin kahinliğinde gören ve bizi “benimizin köleliğinden” yani “günahlılığımızdan” kurtaran Peygamber, Kurtarıcı, Efendi, Oğul’dur. Baba ve Oğul olarak Ruh’la birleşen bütündür.
3.Petrus: Petrus’a baktığımızda da yine kötünün iyilik için etkinliği gözümüze çarpmaktadır. Petrus, efendimizin dizinin dibinde o kadar “benlik üstünde” kurtulmuşluk yaşamı üzerine dersler görmesine, tecrübeler edinmesine rağmen yine de “gururu ve benliğinin” köleliğinde İsa Mesih’i inkar edecek kadar ileriye gidebilmiş ve “kötüye” mağlup olmuştur. Burada vurgu özellikle üç kez efendimiz Mesih İsa’yı inkarı üzerinedir. Ama hepimizin bildiği gibi aynı Petrus’a daha sonra üç kez efendimiz tarafından “öğrencilerin eğitim mesuliyetinin verildiği” dile getirilmiş ve böyle bir düşmeyi yaşamış bir kişiye başkaları da aynı şekilde düşmesin diye onları tecrübeli bir öğretmen olarak eğitme sorumluluğu verilmiştir. Belki Petrus düşmeseydi, kendini “ben nasıl olsa oldum” diyerek kaf dağında görmeseydi. Yani kötü eğilimi olmasaydı böylesi önemli bir hizmete soyunmuş olmayacak Yaratan’ın tarafında Mesih’e bürünmüş Ruh’unu yansıtarak “iyi eğilimi” ifşa ederek insanları “iyi eğilimde” teşvik etmiş olmayacaktı.
Size giydirilen ateşten gömleği, size garip bir şey oluyormuş gibi yadırgamayın..Mesih’in görkemi göründüğünde de sevinçle coşasınız 1.Pet. 4:12
Bu üç örneği binlerce örneğe çıkarmak elbette mümkündür. Yeter ki bizler daha yaradılışın başlangıcında kaosun ıslahla sonuçlandığını görebilir ve yaratılmışlığımızın gayesini net olarak fark edebilirsek ve kendimizin O’nda yaratılmış arzular olduğumuzu ve bu “alma” arzumuzu yine Yaratanı ile bütünleme formunda olmaya kendimizi ayarlarsak o zaman kainatta olan her şeyin, Yaratan’ın yaptığı her şeyin iyilik için etkin olduğunu görmemiz mümkün olacaktır.