IX. DOĞRULUK KÖLESİ OLMAK (Romalılar 6:19-22)


Bedeninizin üyelerini..kutsal olmak üzere doğruluğa köle olarak sunun -Rom.6:19


Ölme ve dirilme kavramlarında artık Mesih’in yolunda Yaratan’a yürüyen insan bu işlemin hiçte kolay olmadığının farkındadır. Hele hele sadece din kalıbı içersinde değerlendirilmesi hiç mümkün değildir. Neden mümkün değildir? Çünkü din kalıbında bir şeyleri yerli yerinde yapıp rahatlama kavramı hakimdir. Yani “yapmak” fiili etkendir. Oysa “ölme ve dirilme” üzerine kurulmuş maneviyat kavramında ise “etken olan” “olmaktır”. Yani bir şeye ölüp bir şeye dirilmek ve daha doğrusu bir şeyleri edinmek. Ne ile edinmek? Beş duyumuzla edinmek yani bunu tecrübe etmek, gerçekten yaşanılan bir şeyi fark edip bilmek. Dini düzeyde amaç “yapmak” yani “bir şeyler yaparak Yaratan denilen esasında tam bilinmeyen bir varlığa yönelme” çabaları söz konusudur. Oysa hakiki maneviyatta ise “Yaratana yönelme değil”, “Yaratanı bütün hissiyatınla, varlığınla içinde niteliklerini hissederek, niteliklerini edinme” söz konusudur. Arada gördüğümüz gibi ilk bakışta çok anlaşılmasa da oldukça büyük bir fark söz konusudur. O zaman bu bakış açısında “bedenimizin üyelerinin doğruluğa köleliği kavramı” aslında bir şey yapmaktan ziyade bir şey olmak, bir şeyi oldurmakla bağlantılıdır. Doğal olarak bu oldurma kavramı aslında “ dönüşüm ve değişim” gerçeğinin sizin iç dünyanızda, iç aleminizde olmasıdır. Bu da “ıslahın” hayatınızın her noktasında ve düzeyinde çok yavaş ama bir şekilde olması, gerçekleşmeye başlamasıdır.


Bakın Nuh’un itaatle kendisine gemi hazırlaması aslında mecazi olarak söylemek gerekirse “çekiç ve çivi ile, herkese rağmen, günlerce, aylarca, yıllarca çalışması” anlamındadır. Süreç kolay değildir, süreç bizim için zorlu bir süreçtir ve yavaş, yavaş olması gereken bir işitme, algılama, anlama, itaat etme, harekete geçme ve ilerleyip aydınlanma sürecidir. Bu süreçte bir hareketlilik olmakla birlikte “sabit O’lanı” yani “Yaratanı” hareketli olana “yani benim benime, hayatıma” taşımam hiç de kolay değildir.

Onun için Romalılara mektupta bu altıncı bölümde Efendimizin esas benliğimizin üzerine çekmeye çalıştığı Mesihi standartlarda bir hayatın bir anlamda düzeylerinin şekillendirmesi vardır. Evet, “ben Mesih’e iman ettim” diyen kişinin bu sözlerle birlikte esas hayatında, yüreğinden başlamak kaydıyla olması gerekenler adeta düşünülüp listelenmektedir.


Bakın Efendimiz Mesih İsa’da “dostları uğruna canını feda etmek için çıktığı yaşam yoluna” aslında belli düzeyleri kat etmek ve aynı zamanda izlenimleri edinmek gibi belli kilometre taşları ile devam etmiş ve sonuca yani “yeni” için “eskiye” ölme noktasına gelmiştir. Ve hatta bir manada eğer “yeni” için “eskiye” ölme noktasına gerçekten varılmak isteniyorsa o zaman bu kilometre taşlarının aşılması gerektiğini de söylememiz mümkündür.


Efendimiz İsa “inanılmaz feda hizmeti” içinde böyle bir hizmete seçilen olması hasebiyle doğrudan “antlaşmanın sahibi olarak” kendisi günahsızlığında abidesidir. Dikkat edersek Nuh kendi yaşadığı düzeyde gemi konusundaki muhteşem itaati ile “itaat eden doğru olan” şeklinde kabul edilmişti. Burada da “kurban kuzusu olma hasebiyle” Efendimiz de “tek günahsız” olan bir düzeyde karşımıza çıkmaktadır. O zaman Mesih İsa’da kurtuluş düzeyi de Efendimizin yaşamı ve öğretilerindeki bütün kilometre taşlarıdır. Bu taşlara inanmış olmak değil bu taşları kendi hayatımızda edinmiş olmak bizleri aslında “sonsuz” noktasına getirecektir. “Ebedi hayat” bu noktadadır.



KURTULUŞ KAVRAMI VE YASA


Allah’ın lütfü altında olduğumuz için günah mı işleyelim? -6:15


Aslında bu oldukça mantıklı bir sorudur. Ve hatta Pavlus Resul bu durumun böyle olmadığını izah etmek için bu soruyu buraya yazmış olmasına karşın esasında bir çok insan dile getirmese de aynı soruyu sormaktadır. Çünkü Mesih’in öğretişleri ve kurtarışı ifade edilirken oldukça kelime kalabalıkları içinde sanki inanmak sadece olan bitene inanıp işin içinden sıyrılmak ve özgür olmak gibi bir anlam kazanmaktadır. Oysa bu inanmanın –olana bitene inanmak şeklinde algılanmasından kaynaklanmaktadır. Daha önceleri de belirttiğimiz gibi kutsal yazıların iman kelimesi, inanma fiili ile ifade ettiği içte Yaratan’ı bütün nitelikleri ile hissetme ve O’nu yani “sevgi ve ihsan O’lanı” aynı nitelikleriyle ifşa- (kendinden aksettirmektir). Fakat bu çok basit olmakla birlikte izahı, anlatımı ve hele, hele bu kadar “Allah’a yönelme” gayreti içinde dinler, inanışlar arasında oldukça zordur. Bunu algılamak için aslında “nefes alıp vermek gibi” doğal insan hayatına, hatta tabiata bakmak ve biraz akıl üstün, benlik üstüne çıkıp daha üst boyutta tefekkür etmek yani düşünmek yeterlidir. Ve bütün insanlık için bu aslında dinlerin koyduğu setler gibi bir sete takılmaksızın herkes için mümkün olabilecek bir pratiktir ve aslında Pavlus Resul’ünde ifadesinde olduğu gibi “özürleri de yoktur”.


Kısaca demek gerekirse insan dinle ya da dinsiz, şeriatla ya da şeriatsız istese de istemese de bir şekilde ya kendine ya eşine dostuna ya işine ya inandığı inancına, politik görüşüne herhangi bir yere köledir. Yani muhakkak kendi üstüne bir şeyleri “efendi” yapmak eğilimindedir. O zaman bir köleliğinin bittiği yerde bir başka köleliği başlamaktadır. Yani ya günah dediğimiz “kendi arzusu için hep alma” gibi kişinin yalnız “beninin kurduğu” bir düşünce ve hayat dünyasına kişi köle olacaktır ya da Yaratan’ın niteliklerini edinme dediğimiz hakiki bir imanla ve Mesih İsa’yı yüreğine efendisi ve kurtarıcısı olarak alma şeklinde kendisini ifade eden bir biçimde Yaratan’a tam olarak tabi olma şeklinde Yaratan’la eşit formata dönüşecek, O’nun benzeyişinde yaratılmışlığının bilincine girecek ve dolayısı ile “doğruluğun kölesi olacaktır”.


Yani günahtan kurtulmuşluk “bende boşluk oluşması demektir”. Bunu “Hamt olsun efendimiz İsa günah bedelimi ödedi” demeniz bu boşluğun yerine henüz bir başka “beni” yani “Ben BEN O’lanı” koydunuz anlamında değildir. O zaman iman dışta olana değil, içte edinilene iman olmak kaydı ile yürekte boş yer bırakmayan ve küçük benden büyük BEN’e esas olması gereken yere dönen bir iman olarak dışarıya yansıyacaktır.


Yani “benin farkındalığı” için var olan yasalar ya da şeriat o noktada iptal olmamakta bu kez “görünenin arkasında görünmeyen” olması hasebiyle efendimiz Mesih İsa’nın üstüne basa basa durduğu “mana yasalarına” dönmektedir. O nedenle kişinin “nasıl olsa bağışlandım benim bir şey yapmam gerekmiyor?” ya da “hamt olsun yasadan, şeriattan özgürüm” şeklinde bir cümleyi yanlış bir yükleme yaparak söylemek hiçbir biçimde Yaratan’ın Mesih’indeki kurtarışını anlamamış olmak ve sadece “Yaratana yönelme çabası içinde olmak demektir”. Yani “din seviyesinde” gezinmek ve çırpınmak demektir. Oysa “Yaratanı edinme” “Ruh’ta ve gerçekte tapınmanın” esasıdır.

Aslında dikkat ederseniz hakiki bir iman ehlinin yani Mesih İsa’nın olmasını istediği düzeyde kendisini Baba, Oğul ve Kutsal Ruh bütünlüğünde tabi kılmış kişinin zaten –dönüşüm ve değişimden- başka seçeneği yoktur. Çünkü böylesi bir tabi olma durumuna çağrılmış, aklanmış ve kutsanmış bir kişi için bu koşul artık seçilmişlik koşuludur. Bu noktada artık “sürekli kişinin kendisi için alma noktasından” “sevgi ve ihsan için vermek noktasına” gelmesinde “sürekli alma” köleliğinden sürekli Yaratan’ın niteliklerini ifşa ettiren “sevgi ve ihsan” köleliğine geçmiş olması söz konusudur. Bu ikisinin arası diye bir kavram sadece “kişinin hala kendisi için alma” ya devam ettiği hazırlık noktasıdır. Bu hazırlık noktasında ya ölme ya da dirilme seçeneği daima son çizgidir. Yani ıslahın olması ya da ölmesi aslında her ikisi de kişinin bu iki taraftan bir tarafa ölmesi anlamındadır.



KÖLELİK KAVRAMI


Doğanızın güçsüzlüğü yüzünden insan ölçülerine göre.. Rom.6:19

Burada “kölelik boyunduruğuna” girilmemesi gibi bir öğretiden bahsedilirken “doğruluk köleliği” gibi bir kavram kullanmasına aslında açıklık getirmektedir. Çünkü bedende kısıtlı olan insan aslında arzudur. Yani “bedenin üyeleri yani bütün organlarımızda aslında ister istemez bedene köledirler”. Bir diğer ifadeyle “beden” zaten “alma arzusudur”.


Yani “alma arzusu” kadim kitaplarda da hep “alma arzusu” olarak tarif edildiği gibi “toprak” içinde aynı ifade kullanılmaktadır. Kısacası insan arzularının kölesidir. Doğru olan Yaratılış gayesinin Allah suretinde insan olma durumunda bu durumun ki doğru olan budur, bunun kölesi olması esas olmalıdır. Çünkü böyle bir ruhani tekamülün yolcusu olmak “Yaratan’la form eşitliğinde olmak” yani “Allah’la nitelikleriyle aynı paralelde olmak” dolayısı ile “doğru olmak” demektir. Hele buna sımsıkı sarılmaksa “doğruluk kölesi olmaktır”.


Köle ifadesi her ne kadar da sert görünse “bedeni” yani “arzuyu” ıslah o kadar zordur ki, bu zorluğu burada net bir biçimde ifade etmeye çalışan Pavlus resul bu nedenle “kölelik” kelimesini tercih etmektedir. Çünkü insan muhakkak bir “efendi” tavrına tabi olmak durumundadır. Bu “kendini kimseye köle etmediğini söyleyen” kişi için bile böyledir. Çünkü o kişinin beden uzuvları yani arzuları ve işlevleri aslında kendi kocaman “beninin” krallığı altında adeta köledir.


Aslında “insanın güçsüzlüğünde” bu nedenle böyle bir terminoloji tam yerli yerinde kullanılmaktadır. “Doğasının zayıflığında insana” güçlü bir temel ve güçlü bir hedef şarttır. Bu da eğer Kutsal Ruh’un işleyişinde Mesih’in kurtarışının gönenilmesi şeklinde “Baba ve ben” biriz prensibinde Yaratanı edinme, O’nunla form eşitliğinde bir temel ve hedefse işte kainat yaratılışı gayesinde olması gereken olmuş demektir.. Bu idrak içinde kişi artık “benin ve bedenin bütün arzularından” “BEN O’lanın ve –sevgi ve ihsanın” arzularına tabi olmuş daha doğrusu bu doğruluğun efendiliği, krallığı altına girmiş ve bu yolun kölesi olmuş demektir.

ÜÇTE BİR VE İKİ SEÇİM


Dar kapıdan girin çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir – Luk.13:24


Öz, Söz ve Ruh namı diğer Peder, Oğul ve Kutsal Ruh. Bu gerçekte Yaratan’ın muhteşem tekliğinin gücünde aslında bir üç boyutlu görebilme gerçeği yatmaktadır. Yani Yaratan düşünce bu düşüncesini yerine getirmek için işlevi yani Ruh’u ile bütünleşmektedir. Ve bu bütünleşmede Oğul Yaratan’ın niteliklerinin mirasçısı “kurtarıcı ve efendi” olma hasebiyle takdim edilmektedir. Bu gerçek aslında dini standartlarla oldukça basit ve materyal anlatımlarla piyasaya yani insanlık alemine anlatılmaya çalışılmaktadır. Ama bu basitlikte esas derin ve köklü olarak yüreklere nakşı pek kolay olamamaktadır. Çünkü yüreklere açılmasının yukardan verilmesi ve aşağıdan da bu gerçekliğin kişi izlenimleri ile yerli yerine oturtulması gerekmektedir.


Dolayısı ile bu aşamada ilerleyebilen samimi bir Mesihi için (yani Mesih’i yaşam ve öğretiler talebesi için) Efendimiz İsa Mesih’in dağdaki vaazında ifade ettiği o hep iki yol’a yakından bakmak gerekmektedir. Bu vaazda efendimiz hep “iki kapı”, “iki yol”, “iki ağaç”, “iki tür meyve”, “iki ev” gibi karşılaştırmalardan bahsetmektedir. Ve sonra da “dar kapı ifadesi” gündeme gelmektedir. Yani zor olan bir ıslah süreci söz konusudur. Bu basit bir gelişim değildir. Basit bir işporta imanı değildir. Yerli yerine oturan, sindire, sindire oturan “manevi bir çalışma’ya tabi olmaktır”. Doğruluğun köleliğinde bir başka tabirle “günah köleliğinde” olduğu gibi bir alışkanlık henüz yerli yerine oturtulmadığı için dönüşüm ve değişim zorludur. Vakit alır. Aynı Nuh’un uzun zaman gemi üzerinde çalışma öyküsündeki esas anlatım söz konusudur. Yani herşeye ve herkese rağmen Yaratan’ı edinmişlikte bir dünya edinimi için çekiç sallama söz konusudur. Bu “dünya tezatların, çiftlerin, çift çift hayvanların içine bindiği bir dünyadır”. Efendimiz Mesih’in dediği gibi “dünyadasınız ama dünyadan değilsiniz” söyleminde devamlılıktır.


Bu üçte birde iki seçimden doğruluk köleleri ile eğrilik kölelerinin durumu aslında 1.Mezmur’un sonunda güzel ifade edilmektedir. Doğruluk kölesi “akarsu kıyılarına dikilmiş ağaca benzer, meyvesini mevsiminde verir”, “kendi için alma arzusuna köle” eğriler ise aslında “rüzgarın savurduğu saman çöpüne benzerler”. İfadeler görüldüğü gibi nettir. Aslında daha bildiğimiz bir tabirle doğruluk köleleri “mana yolunda Yaratan’ı edinme arzusu ile yanıp tutuşarak” yürüyenlerdir.


Diğerleri ise “acılar yolunda yalnızca kendileri için alma arzularının dar bakış açısında kendi burunlarının doğrultusunda yürüyenlerdir”. Farkındaysanız her ikisi de aslında köleliktir. Dünyada yaratılmış bütün insanlar için bu iki seçimden sadece biri söz konusudur.


Bu sağ ve sol çizgi yürüyüşünde aslında her iki tarafta ölüm ve dirilme vardır. Fakat ölme konuları ve dirilme ortamları her ikisinin de çok farklıdır. Sağ çizgidekilere ölüm Yaratan’a doğmadır. Sol çizgidekilere ölüm ise İnsan’a doğmadır. Yaratan’a doğma “mana’dır”. İnsan’a doğma “madde’dir”. Madde de kalmadır. Mana ölümsüzlüktür. Madde ölümlülüktür.


Oysa günümüzde beklenilen her şeyin çabucak sonuç bulmasıdır. Bu nedenle böyle bir çağrılma, aklanma ve kutsanma yani ham olma, pişme ve yanma evresinin beklenilmesi mümkün değildir. Oysa Efendimiz Mesih İsa’nın yaşamı ve öğretişinde bu uzun süreli dönüşüm ve değişim öğretisi ve yaşamı esastır. O zaman hakiki Mesihi olmak öyle bir “evet’le” noktalanan ya da “bencillikten kaynaklı sorunlarıma çare olur” niyeti ile bir inanca sahip olmak şeklinde değildir. Olmamış ve olmayacaktır da. O nedenle belli bir mezhep ya da dini algıya tabi ve hele, hele aşamaları fark edilmeksizin Adem düzeyinden Mesih düzeyine geçiş olması mümkün değildir. Efendimiz İsa Mesih bu nedenle “dar kapıdan bahsetmektedir”. Ve esasında “korkma küçük sürü” ifadesinden de net anlaşılacağı gibi “milyonların” tarih içinde anlık dalgalanmalar ve kitlelerle bu düzeyde yani Mesih’i düzeyde bir “edinim” seviyesinde “imana” sahip olması da mümkün değildir. Ama eninde sonunda “çağların akışı içinde” “vakit tamam olduğunda” elbette denildiği gibi “bütün ruhlar” Mesih’i düzeyde “her diz çökecek ve her dil diyecek” ilkesi doğrultusunda “geldiği o ana kaynağa Baba’ya Oğul özdeşliğinde Ruh’un işlevinde” geri dönecektir ve dönmesi de geliş itibariyle bakıldığında olması gerekendir.



DAR ALAN GEÇİŞİ


Bir anlamda “eğrilik köleliğinden doğruluk köleliğine” yani Yaratan’ın formatına Mesih’i giyinme dediğimiz duruma dönebilmemiz hakikaten dar alan geçişidir. Çünkü bu geçiş için “maneviyatın” tamamen etkin olması gerekmektedir. Daha önce de dediğimiz gibi “maneviyat” aslında “bilgi” değil, “fiziki pratik” de değildir. Maneviyat edinim yani bir şeyin öncelikle içinde hakikaten hissedilmesi ve tecrübi olarak algılanmasıdır. O zaman bu geçiş hangi aşamalarla bize sağlanmış olur şimdi buna bakalım;


1. Yukarıdan işleme:


Çünkü bize verilen Kutsal Ruh aracılığıyla Allah’ın sevgisi yüreklerimize dökülmüştür-Rom.3:24


Bu Yaratan’a Ruh’un öncülüğü ve Mesih’in kurtarıcılığına çağrı aşaması sonrası forma uygunluk için dönüşüm ve değişimin yani aklanmanın gerekliliğinin işlemesidir. Yani yürekte “kalp noktasının” Ruh’un işlemi ile açılmasından sonra Mesih’in ışığının içeri sızmasının zorunlu bir sonucudur. Aklanma yani “kendi rızam için alma arzusunun hakimiyetinden” “başkalarına vermek için alma hakimiyeti olan” doğruluk köleliğine dönüşmek ve değişmek bir anlamda bir zorunluluktur. Yukardan bir açılım yani Ruh’un yüreği tetiklemesi ve Mesih’in yürekçe algılanmaya başlanması doğal olarak bizi dar alan geçişine getirmektedir. Bu noktada bir hüküm altından bir başka hüküm altına, bir seviyeden bir başka seviyeye geçiş başlamaktadır. Efendimiz Mesih İsa’nın ifadelerinde buyurdukları gibi “bir kişinin iki efendiye kul (köle) olması” mümkün değildir. Bu bağlamda bizlerin de iki efendiye kul olmamız yani hem “kendi rızamız için alma demek olan ve kötünün idaresinde bene köle olmamız” hem de ışıklar Babası olan Yaratan’ın aydınlığına köle olmamız elbette mümkün olamayacaktır. O zaman bu geçiş evresinde tam olarak diğer seviyeye erişinceye kadar yani tüneli geçinceye kadar ya da tamamı ile “kendi rızamız için alma arzusundan” “başkalarına vermek için alma arzusuna” geçinceye dek yani hazırlık evresinde de hala “kendimiz için alma arzusu” altında devam eder dururuz. Bu nokta zorlu bir noktadır. Çünkü hala “kendi rızamız için almamız devam etmektedir”. Sonunda sağ çizgiye ya da sol çizgiye çıkma gibi bir durumda söz konusudur.


Yani birden bire “alma arzumuzun vermek için alması gerekliliğini” görmeyi yitirip “eskisinden daha kötü bir vaziyette” dar alan geçişine sıkışıp da kalabiliriz de. Aslında burada “sunun” ifadesiyle bunun adeta Pavlus Resul’ce de çok ciddi ve olması gereken olarak görüldüğü söz konusudur. Bir diğer deyişle de zaten “kalp noktası” açılan kişi için bir başka çare de bu safhadan, bu düzeyden sonra yoktur.



2.Aşağıdan işleme:


Bedeninizin üyelerini…kutsal olmak üzere doğruluğa köle olarak sunun- Rom.6:19


Burada aslında eğer yukardan çalışma gerçekleşiyorsa yavaş, yavaş aşağıdan da bu çalışmaya yüreğin tepkileri olacaktır. Yani artık “kendi rızam için alma” yani “günah” işleme özellikle bu arzuların beden üzerindeki çılgın etkinliği soğumaya başlayacaktır. İşte bu aşama da adeta “günah işleyememezlik” bir ilke olarak yürekte yer bulmaya başlar. Ve “o zaman yukardan işleyişin buyruğu nettir “günaha mani ol” “kendin için almayı bırak”. Bu hazırlık aşamasında aslında solu bırakıp sağa dönüş çizgisidir. Bu buyruk aşağıdan çalışma yani kişinin yukardan aldığı güç ile aşağıdan çalışması buyruğudur ve kendi gayretinin katılımı ile bu buyruk işlerlik kazanıp kişiyi sonuca taşımış olacaktır. Dikkat edilirse efendimiz Mesih İsa’nın “git ve bir daha günah işleme” buyruğu çok nettir. Yani “yorumsuz” “üzerinde ayrıntıya yer vermeyen” ve “doğal olarak bir işleme” bekleyen bir buyruktur.



3.Var Olana bürünme:


..ölmüş olan bizler…ölümüne vaftiz edildik…ölüme gömüldük..O’nunla birleşeceğiz-Rom.6:1-6


Bu bölümün ifadelerinde görüldüğü gibi; aslında “yukarıdan” kalp gözümüzün açılması ve “aşağıdan” bu açılmaya yüreğimizin gayretle desteklemesi sonucunda “var olana” bürünme aşamasına getirmektedir. Bu edinim bizim dıştan görüp inandığımız bir durum değil içe alıp sahiplendiğimiz ve adeta bu “dar geçiş alanı ve sonrası için” giyindiğimiz özel bir giysi misali bir edinim yani Mesih’in kurtarışında Mesih’te biçimlenme gerçeğidir. Birisinin İsrael (Yaratana doğru) olarak tamamladığı bir gönül yolculuğunu ve kurtuluş yolculuğunu o şahısla özdeşleşmek suretiyle “kurtarıcı ve efendimiz” kabul etmek suretiyle tamamlama yoluna çıkmaktır. Tamamlanmış olanı bizde de tamamlanmış kılmaktır.


Yine 6:17’den 22. cümleye kadar devam ettiğimizde gene aynı şekilde bir tamamlanmışlığın güvencesi yüzümüze çarpmaktadır; “adandığınız öğretinin özüne yürekten bağlandınız..doğruluk köleleri oldunuz..kazancınız kutsallaşma ve bunun sonucu olan sonsuz yaşamdır”


4.Ruhsal düzey farkındalığı:


Siz de böylece kendinizi Mesih günah karşısında ölü, Mesih’te Allah karşısında diri sayın – Rom.6:11

Aslında Mesihi kutsal yazılarda ifade edildiği gibi “gönül gözünün” açılması ile “Mesihi düzeye” ulaşma yoluna girmiş bir kişi için “ne olacağı” değil “ne olduğu” gündemdedir. Bu da “doğruluk köleliğidir” ve “erişilen bu düzeyin farkındalığında” bir yaşama geçildiği üzerine basılıp durulan bir yaşam söz konusudur.


5.Form eşitliğine tabi bir hayat:


Günah size egemen olmayacaktır. Çünkü…Allah’ın lütfu altındasınız-Rom.6:14


Eğer gerçekten yukardan işleme cevap aşağıdan verilmişse ve bu işlemde var olan fark edilerek buna bürünme sağlanmışsa artık kişi maddeden manaya “kendi rızası için almadan” “başkalarının rızası için almaya” yani “sevgi ve ihsan O’lanı” edinerek yansıtmaya başlamış demektir. Kısacası ruhsal manada “kişi benliği en alt seviyesine inerken” “Mesih’in diriliş ve yükselişinde” Ruh’u Yaratan suretine dönüşüm ve değişime girmiştir. Bu düzeyden sonra artık “kendi rızası için alma” yükseldiği ikliminin kolay, kolay kaldıramayacağı bir durumdur. Yani eğer bu düzeydeyse form eşitliğine tabi olmadan ötürü form eşitliğini bozacak hiçbir konuma bürünmesi mümkün olamayacaktır. Bu kişinin her bir seviyesini aynı tamlık aşamaları ile ıslahı anlamındadır. Bu da Mesih’in ışığı ve Ruh’un rehberliği ile Baba’nın insanda tezahürü daha doğrusu “Baba ve ben” bir olma Mesih’in kurtarışının tamlığıdır.



6.Doğamızın güçsüzlüğünün bilincinde olmak:


Doğanızın güçsüzlüğü yüzünden..konuşuyorum…beden üyelerinizi doğruluğa köle olarak sunun-6:19


Bütün bu aşamalarda yani “eğriliğe(günaha) kölelikten, doğruluğa köleliğe” geçiş süreci içersinde daima bir “iniş ve çıkış” süreci söz konusu olacaktır. Yani “geride kalanı unutup ileriye doğru koşarak, hedefe kenetli” bir yaşam prensibi Efendimiz Mesih İsa’nın “bizde biçimlenmesi” ve bu biçimlenmenin Ruh’un işlevinde bizi sonsuzluğa “ışıklar Babasına” taşıması şeklinde bir hayata daha doğrusu hep sonuç olduğumuz ve sebep olamadığımız bir yaşam biçiminden artık sebep olduğumuz ve sonuç olmadığımız bir yaşam biçimine geçmemiz anlık bir dönüşüm sıçraması olamayacağı için belli bir iniş ve çıkış sürecini de beraberinde getirecektir. O zaman böyle bir sürecin de hedefe kenetlenmesi için Pavlus resulün bir anlamda emir kipinde ifade ettiği gibi biz sürekli olarak bir slogan oluşturmamız gerekmektedir. Bu slogan bu güne kadar eğriliğin kölesi olmuş, kendi beninin kölesi olmuş, yalnız kendi rızası için alma arzusunun kölesi olmuş bir kişi olmanın alışkanlığından kaynaklı düşüşlere ve inişlerde uzun süreler kalmamak için önemli bir slogandır. Bu slogan “Ruh’un işleyişinde kalp noktası açılmış kişi için” “Mesih’in ışığının kalp içinde” dönüşüm ve değişimi yani “tövbe ve göklerin egemenliğini” getirmiş bir kişi için daha derli toplu bir tabirle “yeni doğuşu” edinmiş bir kişi için “doğruluğun kölesi ol” sloganıdır.

Doğruluk “Sevgi ve İhsan O’lan Yaratan”dır. Doğruluk “Hiç-Varlığın” Mesih’inde ve Ruh’unda bir manada bende tamamen nitelikleriyle tezahürüdür. Sonsuzluğuna uygun formda olmamızdır.