Sizde böylece kendinizi günah karşısında ölü, Mesih İsa’da Allah karşısında diri sayın -Rom.5:2
Kutsal Yazıları çalışırken ve özellikle Efendimizin hayatına ve öğretişlerine bakarken herhalde sürekli olarak arka planda tekrarlanan “ölmek ve dirilmek” kavramlarını hep duymaktasınız. Bu kavramlar aslında Efendimizin Yol’unun en önemli gerçeklerini bize sunmaktadır. Bu gerçekler aslında herkesin aradığı gerçeği yakalamalarını sağlayabilecek olan en esaslı öğretilerdir. Yani bu öğretilerde muhteşem bir iç açılımı, iç alem yansıması, algısı varken diğer taraftan da aslında muhteşem bir dinamizm yani kişinin gerçekten gerçeği yakalamak için esas yapması gerekenin ne olduğunu öğretilmesi vardır. Çünkü burada en önemli gerçek “gerçeğin içinde zaten var olduğumuz” yani onu aramak değil “içinde olduğumuz bir şeyi” sadece fark etmek olduğu en güzel bir biçimde ifade edilmektedir. O zaman “gerçek” “mutluluk” gibi aslında dışımızda değil içimizde ve daha doğrusu bizim de içinde olduğumuz şeydir. Bu da ancak bu iki kavramla ölmek ve dirilmekle kendisine mana kazandırmakta ve bize bu yapıldığı takdirde kendi esas yüzünü göstermektedir.
Yani Mesih İsa’nın anlattığı herkesin aslında içindeki Yaratan’ı algılamada kendilerine verilmiş olan cılız ışığın kendi gerçekleri olduğu öğretisidir. Bu gerçeğin esas farkındalığı ile yani ölüp dirilmeleri ile ise kainatın yegane gerçeği görünmektedir. Bu nedenle Mesih İsa kendi hayatında da bize, bizim “ben merkezliliğimizde” göremediğimizi göstermek ve içinde bulunduğumuz bu “Yaratan’ı görmeme” yani günahlı yaşamımızı terk etmemiz için kendisini feda etmektedir. Bu aslında bizim onunla iç içe geçmemizi gerektiren muhteşem manevi bir birleşmedir.
Bu adeta “kilisenin gelin ve Mesih’in damatlığı” ifadesinde netleşmektedir. Bunun esasında Yaratan ve yaratılan arasındaki “gelin ve damat” ilişkisinin bir alt yansımasıdır. Yani Kainat –Hiçlik varlıkla adeta dişil ve eril bağını yaşar ve yaratılış Yaratan’dan akan sularla adeta fışkırmaktadır. Bu muhteşem birlikte evlilik bağında olduğu gibi çiftlerin birlikte oturabilmeleri için kendi benliklerine ölme gerçeği vardır. Aslında bu konuşulmaz ama halk dilinde “senin için saçımı süpürge ettim” gibi ifadelerde aslında hep bu verme, sunma vardır. Farkındaysak bu “vermede” bu “sunuşta” bu “ihsanda” bir birliktelik bir aile doğar ve bu ailede yeni bir nesil üretir yani “birliktelikte” yaratıcılık yansıması ortaya çıkar bütünlük esas olması gereken ve efendimizin dediği gibi “asma ve çubuklar” yani “kök ve dallar” bağlantısı burada bu durumu bir kez daha ifade etmektedir.
O zaman samimi bir Mesihi için esas unsur efendimiz Mesih İsa’nın o muhteşem Peder olan –Hiç –Varlık- Kainatın Efendisinden öğrendiği gibi “Kendimize ölmemiz gerekmektedir. Bu ölüş günah karşısında yani “sürekli kendi benliğim için Yaratan’ın bütün nimetlerini kullanma” eğilimim karşısında ölmem ve Mesih’te yani “Sevgi ve İhsanın yüzde yüz kendini fedası olan” Mesih’te dirilmem esastır.
YARATAN NE YAPTI?
Büyük harikalar yapan tek varlığı, gökleri bilgece Yaratana..Mez.136:4-5
Yaratan’ın muhteşemliğini ve her şeyden önce O’nun bizim varlığımızdaki ışığından kim olduğunu algılamamız için öncelikle “kendi benliğimizin derinliklerinde” küçük bir gözenin kaynaması gerekmektedir. Bu nedenle Pavlus Resul’ün Romadaki yeni Mesih’e iman edenlere ifade etmeye çalıştığı gibi Mesih’in yerini yürekte tam olarak tespit için yüreği açanın ve yüreğe Mesih’i koymayı amaçlayanın ve O’nun Ruh’unun varlığının işleyişini tespit ve anlamak önemlidir. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’ta tek Bir O’lan’ın bize göre karmakarışık ama O’na göre kaos’taki dirlik ve düzen olan muhteşem Kainatını fark etmek ve içimizden dışa bakış açımızı yenilememize bağlıdır. Dolayısı ile Pavlus Resul burada öncelikle bu olup bitenlerin anlaşılmasına en üstten yani Yüce Allah’ın yaratış noktasından başlamakta Yaratan ve Yaratılan ilişkisinde insanın yerini tespit etmekte ve ondan sonra insanın içinde bulunduğu gerçeğin içinde gerçekten bir haber yaşamasına işaret etmekte ve bu noktada gerçeği içlerinde ifşa etmek için Mesih’inin o büyük kurtarış hizmetini ilan etmektedir.
İşte o noktadan sonra yani yeterli ön hazırlığın ardından kişi sadece bilgilendirme düzeyinde bırakılmayıp esas hareket, esas pratik noktasına taşınmakta ve kısacası imanın bir edinim olma noktasında edinimin de bir hareket olduğu noktasında adım atılması gerekliliği net bir biçimde verilmektedir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta aslında “sayma” kavramıdır. Yani bütün bu anlatımlarla bağlantılı olarak adeta, mecaz olarak yukarıdan aşağıya bir “rahmet” yağmıştır”. Çünkü insan Yaratan Suretinde yaratılmışlığına ilk adım attığında hemen maddi sınırları içinde “Yaratan olma” havasına girmesinden ötürü yani hemen bağını koparmasından ve ötürü bir anlamda “Yaratan’ı kendisine gizlemiş” ve elbette “o seviyeden” aşağılara tabi bu da bir anlatım ve ifade olarak karşımıza çıkmaktadır. Yaratanla eşit formda olduğu düzeyden “bunun farkındalığı için” aşağı düzeye “ben” düzeyine düşmüştür. İşte bu düzey belli bir süre içinde yeniden yüce BEN’i algıladığı seviyeye gelmesiyle yaratılmışlığının esas gayesine erişmiş olacaktır. Bu nokta doğal olarak Efendimizde ifşa olunan “mana anlamında bir kurtuluş” planına ihtiyacı ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla Efendimizle kendini bütünleyen doğal olarak esas olması gereken dereceye dönecektir. Burada Mesih İsa’da doğruluk kabulü Nuh’un antlaşma ile gemiye binmesi örneği gibidir. Orada Nuh’un kendisi antlaşmadır. Bu nedenle gemi antlaşma gemisi olmuştur. İnerken de vaatle inmiştir. Yani sonsuz bir soy vaadi ile. Bu şekilde efendimizin gelişinde de aslında çok daha büyük bir antlaşma vardır. “Sen benim Oğlumsun” ifadesiyle gemiye binen bir Mesih vardır ve bu mirasçılık noktasında Yaratan’ı edinip O’nun bütün görkemini en üst seviyede ifşa edecek olan Mesih’in bu “ışığı çekmiş” olan varlığı ile gemiden inişi de yani göğe yükselişi de beraberinde büyük bir manevi soyu bir arada taşıyacak olmaktadır.
Görüldüğü gibi burada aslında Adem’de “beninin farkındalığında” kendisi için “neden olmasın” “Ben için alayım” diyen Adem Nuh’u gerektirmiştir. Yani “kötü eğilim” “iyi eğilimi” doğurmuştur. Her ikisi aslında “iyi olanı” getirmişlerdir. Yani otomatik olarak Nuh’un soyu tufan arkasından büyük bereket vaatleriyle sonsuzluğa yöneltilmiştir.
Aynen burada olduğu gibi yani Adem’in enaniyeti, bencilliği günahkarlığı ancak Mesih İsa’nın kendisini antlaşma sonucu tahtaya gemiye yüklemesi ve orada gömmesi ve sonunda da muhteşem bir vaatle gemiden inmesiyle bağlantılıdır. Görüldüğü gibi kutsal yazılar başından beri O değişmez Yaratan’ın değişmez logosunu farklı koşullarda sunup hep en üst koşula yani Mesih koşuluna doğru insanlığı getirme gayreti içinde olmuştur. Ve bu nokta hep ölüp dirilme noktasıdır. Ve insan kendi benliğinde yalnız başına bunu hiçbir zaman tam olarak başaramadığı için bu nedenle kendisini sınırlı olan kabında ama en üstte olan bir başka akla tutunmasıyla bunu gerçekleştirebilmesi önemlidir. Ve İşte Yaratan bunu bu insanın beninin tanıyıp Yaratan’ının fark edip Yaratana ayna olması yolu üzerinde Adem’den başlayan serüveni Mesih’inde bu şekilde yeniden yukarıya Kendisine çevirerek tamamlamayı “Yaratan düşüncesinde” gerçekleştirmiştir.
Bu nedenle Mesih’le bütünleşen insan bunu sadece “İsa’yı” inanç olarak alma olarak algılayamaz. Böyle algılıyorsa sadece “dinde kalır” yani sadece “falanca dine filanca mezhebe dahil bir insan olarak kalır” . Kah düşer kah kalkar esasın cılız ışıklarını dinin başa çıkamadığı aralıklardan görebildiği kadar azıcık yükselir ve sonra düşer, yükselir ve sonra düşer. Bu nedenle Efendimizin uyarılarına hep maruz kalmıştır insanlar “benim adıma mucizeler yapsanız” bile şeklinde ifadeler kullanmaktadır. Yani burada “ölü ve diri sayılma” kavramlarında yani bu işi başaranı giyinmiş olmanın getirdiği senin, benim, hepimizin “dönüşüm” ve “değişim” mecburiyetimiz vardır. Yani o şahsa “dönüşüm” ve o şahsa “değişim” ki işte bu noktada Mesih İsa’da biçimlenme söz konusu olabilir. Yani yek vücut olup Yaratan bizde o zaman ifşa olur, tezahür etmeye yansımaya başlar ki bu da sonsuz hayattır.
GERÇEĞİN İLK ADIMI
Daha üst düzeylerin görülebilmesi daha alt düzeylerin aşılmasına bağlıdır. Bazen alt düzeyler hatta bunlar görüşler bile olsa bizim ilerlememiz için birer manidir. Bir insanın gelişimini bazen sahip olduğu bir kedisi, bir köpeği hatta bir ineği bile engelleyebilir.
Çünkü onlar önünde gördüğü o günlük gerçekleridir ve bütün zamanını belki bu gerçekler almaktadır. Ama ya bu gerçeklerin üstünde bir “inek çiftliği kurabilme gerçeği varsa” ve hatta “bir süt fabrikası”. Elbette bunlar manevi açılımlar değil ama maddeyle maneviyatı anlatma çabalarıdır. Yani şimdi o zaman ön yargılar bizim gelişimimize mani ise bizler bazen bazı olaylarda onları öldürdüğümüzde arkasında hiç de düşünmediğimiz bir şeyle karşılaştığımızı görüveririz. İşte aynen öyle.. Günah her şeyden önce “doğaya isyandır”. Yani Adem’e bakın Aden bahçesinde Yaratan’la yaşayan insan orada ancak oranın doğasına uygun bir yaşamla mükelleftir. Yani Afrika da yaşayan zengin bir bayan ne kadar kürk isterse istesin o kürkleri kat be kat üstüne giyinip gezmesi mümkün değildir. Finlandiya da olsa elbette ki iklim koşuluna göre giymesi mümkün olabilecekti. Bunun gibi Adem’in Yaratan’ın kendi suretinde yarattığı insan olması hasebiyle “kendisini birden bire suret değil de esası ile bütünlemeye” kalkması ve hem de bunu O’nu edinmek yerine sadece kendi küçük bakış açısı ile almaya kalkması “ben kırk derece sıcakta kürk giyerim” demesi gibi bir durumdu ve elbette bu aykırılık o yeri terk etmesine neden olmuştu. Görüldüğü gibi günaha ölmek yani “Yaratan suretinde olduğumuza göre” “ kendi benimizin yaratıcılığının ürettiği karakteri değil de” “sureti olduğumuz Yaratan’ın yaratıcılık karakterini yani doluluğundan “sevgi ve ihsan olma” durumunda karakterini edinmemiz esasıdır”.
Görüldüğü gibi bunu sanki algılamak bile ilk anda zordur. Oysa dikkat edilirse “günah önünde ölü sayılma” derken yani bizim “kendi benliğimiz için alma arzumuz” bizi dürtmeye başladığı anda Mesih İsa ile olan bütünleşmemizin getirdiği o ilhamla ve o kurtarış hareketi ile hemen “bunu-doluluktan verme yani sevgi-ihsan testine tabi tutmak” esastır. Yani ben bir şeyi yalnız kendi çıkarım, yalnız kendimi memnun etmek, bundan yalnız benim benimin hoşnutluğu için mi yapıyorum diyebilmektir.
Bu kişinin haç üzerinde birçokları uğruna kendisini feda eden kurtarıcımız ve efendimiz Mesih’in yaptığını kendi “nefsi” üzerinde her an yapabilmesi gerçeğidir. Bu her zaman bu konuda başarılı olabileceğimiz anlamında değildir elbette. Ama bu konuda “ikinci bir doğanın” yaratıldığının yani Mesih’te yeniden doğuşun gerçekleştiği bilincinde bir yaşamda bu ölüş gerçeği, ölü sayılma gerçeği kişinin diğer tarafı bulmasına nedendir.
Yani Adem soyu, bizim bütün kötü eğilimlerimiz tufanda eninde sonunda ölmek zorundaydılar. Ve eğer bu ölüş olmuyorsa Nuh’ta antlaşmanın gelmesi mümkün değildir. Ve dolayısıyla “yeni doğuşun” olması mümkün değildir. Bu nedenle günlük olarak nefse savaşmak yani hep kişinin Yaratan’a doğmak için Yaratılmış olan kendi benliğine ölmesiyle mücadele “kendini inkar edebilme sanatıdır”. Bu noktada hep nefisle bir bütünleşme söz konusu oldukça bu bizim için zor olan gerçek Mesih’te sürekli yeni doğaya atıfla gelişim göstererek bizim yine Mesih’te yeni bir doğa kazanmamıza neden olacaktır.
YARATAN’A DİRİLMEK
Mesih İsa’nın ölümü ile ölmede yatan derin “mana” algılandığı takdirde ancak “dirilme” kavramı da biz de dirilmeyi getirebilir. Bu nedenle yukarıda anlatılmak istenilenlerin sizle bir bütün oluşturması esastır. Görüldüğü gibi bunlar “kolayca İsa’ya evet” demekle algılanmış olabilecek ve hemen yaşam oluşturabilecek unsurlar değildir. Yüreğin özellikle “kalp gözünün” açılmasından sonra ancak “yüreğin o kalp gözünün açılması” hakiki mana anlamında Mesih’e “evet” olarak karşımıza çıkmaktadır. Yani kısacası bu evet “kalbi bir evet” olarak aslında her günlük bir iç çatışması yani Yaratan’ın doğasına ters düşen benliğin adeta yılanın deri değiştirmesi gibi bir işlemle “kendi benliğimizi” atması ve yeniden yepyeni hücrelerle dirilişe erişmesi şeklinde bir hadisedir. Yaratan’da nasıl Ruh’un gücünde nasıl Mesih bir bütün olarak bütün Yaratan’a yürüyenleri temsilen kurtarıcı kimliğinde zuhur ettiyse aynı şekilde Mesih’te de Adem soyu onu giyinerek, kurtarışını gönenerek biçimlenecektir.
Peki, böylesi bir ölüm ve diriliş aslında dönüşüm ve değişimdir. Yani “tövbe” ve “göklerin egemenliği” Müjdesini Mesih’le giyinmiş olmak demektir. O zaman bunun insan üzerindeki somut etkileri nelerdir diye sorulduğunda verilecek cevaplar nelerdir? Somut değişimin pratikteki görüntüsü nedir? Başka bir deyişle bu ölüm ve dirilişin pratik yansıması nedir?
1.Yaratan’la form eşitliği:
Bunların hepsi Allah’tandır. Allah, Mesih aracılığıyla bizi kendisiyle barıştırdı–5:18
Kaybolan Oğul meselinden hatırladığımız gibi mirasını alıp kendi benliğinde yaşamaya kalkan oğul battıkça batmış ve en sonunda tamamen kendini tüketmiş ve o noktada ise Babasına dönüş yapmanın tek yol olduğunu fark etmiştir ve ne zaman bütün varlığını ve “kendisi için alma arzusunu” kaybetmişse o zaman Babasına dönme arzusu uyanmıştır. Yani kısacası doluluğundan hiçbir beklenti olmaksızın veren Baba’nın formatına çok farklı bir deneyimle de olsa yani kafasını vura, vura da ulaştığı için artık o noktada Baba’ya dönebilir bir hale gelmiştir. İşte bu Yaratan’la form eşitliğidir. Mesih’le Yaratan’a dirilen kişi bu farkındalığı bu hayatı kendisine artık ilke edinmiş bir durumda olan kişidir. Dolayısı ile Mesih’le mecazla anlamda taht yanında oturabilecek bir ruh düzeyini artık algılayabilmiş demektir. Yaratan’ın doğasına uyumsuzluk yani gördüğümüz fizik doğaya bile uyumsuzluk nasıl sorun demekse Yaratan’ın “sevgi ve ihsan olan” doğasına aykırılık Yaratan’ın öfkesi dediğimiz bir sonucu beraberinde getirmektedir. Ama Mesih’le Yaratan doğasının beklentisi olan “Yaratan sureti düzeyinde olmak” yani “sevgi ve ihsan O’lan” Yaratan’ı kendi çapımızda o düzeyde bir yaşamla karşılamak dolayısı ile bize Yaratan doğasıyla uyum getirmektedir. Bu da bizim Yüce Allah’la yani (Yaratan düşünce) ile barışmamız demektir.
2.İkinci bir doğayı edinmek:
Bir kimse Mesih’teyse yeni yaratıktır, her şey yeni olmuştur- 2.Kor.5:17
Yaratılış itibariyle bizler Adem düzeyinde sadece “kendi beninin farkındalığında” yani “yalnız kendi beni için alma arzusu” taşıyan “bencil” yani günahlı bir doğaya sahip olarak devam eden insanlarız. Fakat gerek gelme noktamız gerekse bu noktadan Yaratan’a dönüş noktamıza ulaşmak için bu benin “doluluktan sevgi ve ihsanla” döken, veren, “kişinin dostları uğruna kendisini feda etmesi” noktasına gelmek esastır. Birinci doğa Adem doğasıdır. Adem doğası elbette bir tufanla mahva mahkum bir doğadır. Ama ikinci doğa Nuh antlaşması örneği olduğu gibi antlaşma ile gemiye binen Nuh ve sonunda büyük bir vaatle kucaklanan Nuh gibi bizim için antlaşma ile haça binen ve sonra oradan göklere yükselen Mesih’le bizim de bu ikinci doğayı yani “her şeyi iyi olarak gördü” diyebileceğimiz “kurtaran düzeye” çıkmamız daha doğrusu bu doğayı edinmemiz esastır. Bu doğada artık Yaratan bizden Ruh’unun işlerinde Mesih olarak dünyaya akmaktadır. Ve “hiç-varlık” bu düzeyde adeta Şekinasıyla (Kutsal Ruhuyla) bizim üzerimizde durmaktadır. Çünkü “saran ışığı çeken” yani Mesih bize nakşedilmiştir.
3. Kendi için alma arzusu üstüne çıkmak:
Ruh’un yönetiminde yaşayın. O zaman benliğin tutkularını asla yerine getirmezsiniz-Gal.5:17
Kişi ancak “kendi rızası için alma” yani “benliği” üstüne çıktığında tam olarak Yaratan’ı yansıtma düzeyindedir. Bunun en üst düzeyde örneği Yaratan’ın mirasçı kıldığı Oğul düzeyinde Mesih İsa’da Ruh’unun işlevinde zaten sergilenmektedir. O zaman bir kişinin kendisini tam ve samimi bir biçimde Mesih İsa ile özdeşleştirmesi zaten otomatik olarak kişiyi eğer hakiki ve samimi bir bütünleşme ise “kendi rızası için alma” konumundan “başkası için alma” konumuna getirecektir. Bu da “ölme ve dirilme” kavramlarının üzerimizdeki tam işleyişinin bir sonucudur. Ruh’un yönetiminde yaşamaksa ancak fizik anlamdaki maddenin hiç bitmek tükenmek bilmeyen tatminsiz arzularına ancak ölmekle mümkün olacaktır. Bu ölüm o zaman manada dirilişi getireceğine göre bizi maddenin tekelinin üzerine çıkarmış ve Ruh’ta yaşama getirmiş olacaktır.
4. Sebep ve sonuç ilişkisinde bir yaşam:
Geride kalan her şeyi unutup ilerde olanlara uzanarak…hedefe doğru koşuyorum-Fil.3:14
Ölme ve dirilme kavramını manevi manada yerli yerinde ve Mesih’in kurtarışı ile özdeşleşerek yapan kişi artık dünyanın yüzde birlik bilgi birikimini daha doğrusu maddi alemin bilgi birikiminin üstüne yüzde doksan dokuzluk mana aleminin bilgi dağarcığına doğru yani esas geldiği ve geriye döneceği yere uzanmış demektir. Bu genişliğin, bu ufkun getirdiği bir bilinir ardındaki bilinmezi, görünür ardındaki görünürü algılayabilme gerçeğinde kişi yaşamının bilincinde bir hayat sürmeye başlamıştır. Alfa ve Omega yani başlangıç ve sonu belli bir genişliğin içinde adeta okyanusta ilerleyen bir şilep misali rotasını okyanusun bütün genişliğine rağmen çizebilme gerçeği ile hareket edebilmektedir. Bu da inanılmaz bir rahatlık vermektedir. Çünkü Yaratan Yaratılan’da kişiye yansımakta ve Yaratılanda Yaratılan Yaratan’ı algılayıp yansıtabilmektedir. O noktada Ruh’un işleyişinde Mesih İsa ile Baba ile bütünleşme gerçekleşmiştir. Yani yaratılış aleminde bir tozun dahi uçuşunda bir neden olduğu gibi bizim soluk alıp verişimizin dahi bütün kainata etkisi olduğu gerçeği artık gerçeğimiz olmuştur. Bütün bunlar fizik alemdeki benliğimizin ne denli bizi sınırladığının ne denli bizi kıskıvrak kendimize köle yaptığının bilincinde olmak yani bu bene ölmekle ortaya çıkan muazzam gerçek ve dolayısıyla muazzam diriliştir.
5.Yaratılış hazzı ve sonsuzluk hissi:
Eriştiğimiz düzeye uygun bir yaşam sürelim- Fil.3:16
Kısacası Mesih’le ölmek ve Mesih’le Yaratan’a dirilmek “hamdım, piştim ve şimdi yandım” yani artık “dünyada ama dünyadan olmayan” oldum anlamına gelmektedir. Bu noktada bu ruhlar “gökteki yıldızlara” benzemektedir artık. Çünkü Mesih’le erişilen manevi ve en üst düzeydir. Oğulluk mertebesidir. Yani manevi manada Yaratan’ın karakteristik özelliklerinin yansıma noktasıdır.
Dolayısı ile bu ruhlar kaplarını bıraktıkları anda hiç-varlıkta yani Yaratandadırlar. Sonsuzluk içindedirler. Zaten şu anda madde birimi olarak kainat sonsuzluğun içindedir. Gerçekte bu sonsuzlukta hem içimizdedir hem biz gerçeğin içindeyiz. Bütün bunlar “kalpteki noktanın” Ruh’un işleyişinde açılması ve Efendimizin manada yüreğe tam olarak alınması gibi iki yönün bir araya gelmesi ile bizi Baba’ya kaldırmış olmaktadır.
Adem düzeyi “nefsi inkar ve haçın yüklenilişi ile”, Müjde dediğimiz “tövbe yani dönüşüm” ve “göklerin egemenliği yani değişimle” ve bütün bunları çok net içeren iki terimle yani “ölüm ve dirilişle” Mesih düzeyine erişmektedir. İşte o nokta bütün insanlar için “Yaratanı yüceltmek ve sonsuza dek O’ndan haz alma noktasıdır”. Bu dönüşüm ve değişimi, ölüm ve dirilişi dünyada edinen kişi ise bu yüceltme ve hazzın rüzgarında bile milyonlar insanların üstünde inanılmaz bir esenlikle dolu dolu, bol bir Mesihi yaşam sürecek Yaratan’ın aksi olacaktır.