II. YARATAN’IN GÜCÜ (Romalılar 1:16-17)


Müjde iman eden herkesin kurtuluşu için Allah’ın gücüdür -1:16


Bu esasında Romalılar mektubunun vermek istediği esas öğretidir. Aslında Mesihi camianın inancının temel prensibidir. Şimdi insan yaratılışı itibari ile bir kab içinde yani bir “arzu” içinde toprak kap misali bir beden içinde yaratılmış olmasından ötürü doğal olarak “kainatın Efendisine” bir zıtlık oluşturmaktadır. Bu illa bilerek ve isteyerek bizim zıt olduğumuz anlamında değil aksine bu “benimizde” öncelikle “kendimizi tanımamız” sebebiyle Yaratan’ın bizi yer düzeyine indirgemesinde mevcuttur. Yani “Yarattığı her şeyin iyi olduğunu” ifade eden Yaratıcımızın varlığında öncelikle olması gereken olmuştur. Ama doğal olarak madde manaya tezat oluşturmak durumundadır. Yani aydınlığın karanlığa tezat oluşturması gibi işte bu nedenle bu noktada yüce Allah’ın yarattığı ve suretinde yaratıp yere sunduğu insanda doğası itibari ile mananın tersinde bir zıtlık oluşturmaktadır.


Bu nedenle bu zıtlıkta sınırsızlığın karşısında sınırlılık söz konusudur. Ve sınırlının sınırsızı algılaması ve sınırsızında sınırlı düzeyde algılanması elbette ki söz konusu olamayacaktır. Bu arada akımı sağlayan tek nokta elbette görünenin ardında yer alan görünmeyen noktasıdır. İşte bu görünmeyen noktada “iman” dediğimiz dört harfli bir kelime ile karşılaşırız. Aslında “iman” bir anlamda tam olarak bir kavramı edinmekle alakalı bir güvenin ifadesidir. İman bir noktada bilmek yani yüreğin hem fikir olmasıdır. Ama çoğunlukla imanın hafif manası yani olmayan bir şeylere varmış gibi inanmanın “iman” olduğu şeklinde algılama söz konusudur. Oysa iman bilmedir. Esasında Yaratan’a iman “tadın ve görün” mertebesidir.


KIRILMIŞ RUH VE DOĞRULUK SORUNU


Allah’ın insanı akladığı Müjde’de açıklanır-1:17a.

Pavlus, yazdığı mektubunda “doğru olan bir kişinin bile olmadığı” noktasından bir öğreti inşa eder. Biraz önce açıkladığımız gibi mevcut bulunan doğal zıtlıkta elbette doğru olmak söz konusu olamaz. Ama burada doğruluk kavramı yani “Yaratan’ın doğası ile uyum içinde olmak” anlamında bir doğruluktur. Yani “herkesin madde de manayı algılama zorluğu içinde” olması gerçeğidir bu. Bu nedenle “Yaratan’ın sevgi ve ihsanını” kişinin kendi “beni” üstüne çıkıp algılaması doğruluğu yani “Yaratan’ın doğası” ile uyumu ve form eşitliğini getirmesi gerekli olandır. Bunu da kişinin “yukardan verilene aşağıdan çalışması ile” cevabı gerekmektedir.


İşte Yukardan verilenin yani müjdenin yani ışığın Ruh’un yürekteki çalışması dediğimiz gönül gözünün açıklığı ile yüreğe verilmesi söz konusudur. Bu göz adeta mecazen küçük bir noktadır. Mesih’in tohumunun yüreklerde gömülmüş halidir. Burada iki şey söz konusudur ya bu tohum aşağıdan yani bizim tarafımızdan sulanır, bakılır ve yeşermesine yol açılır ya da o şekilde tohum çürümeye bırakılır.


Şimdi bu zıtlığın getirdiği sürtüşme genelde dinlerde yargı olarak algılanmaktadır. Ama eğer kişinin doğası gereği esas sonsuzluk birimi içinde varlığını algılayamaması söz konusu ise elbette kişi yukardan “Yaratan yargısı” diyeceğimiz zıtlığın getirdiği sürtüşme sonucunu çekecektir. Yani acıların yolunda ilerleyecektir. Çünkü algıları hep dünyanın sınırları içinde görebildiği kendi küçük dünyası kadardır. Oysa dışarıda yani maddenin ötesinde “hiçlikten-varlık” diyebileceğimiz muhteşem Yaratan vardır.



DOĞRULUĞUN YUKARIDAN SUNUMU


Aklanma yalnız imanla olur -1:17


Müjde, aslında bu zıtlığın içindeki insanın umutsuz olmadığının bildirgesidir. Zaten bu nedenle Müjde-İyi haberdir ve Yaratan’ın müjdesi Mesih’inde ifşa olunandır. Bu insanın “hiçlik-varlık” o muhteşem Yaratan ile suretinde yaratılmış olanın aynı doğada buluşabileceklerinin göstergesidir. Kurtuluş bu noktadadır.


Zaten Yaratan’la eşit forma dönüşme yoksa o zaman Yaratan’la buluşma olamayacağı gibi zıtlık hep devam da edecektir. Aslında insanların her birinde azıcık ve loşta olsa ışık yani “sevgi ve ihsan” yani Allah formu yansımaktadır. Çok cılız olduğu için ancak insanın “bencilliğini” doyurabilecek kadardır. Ama Mesih İsa’da tezahür eden o muhteşem kurtarış ışığı ile “sevgi ve ihsanın” bu kap içinde de yansıyacağı oldukça aleni olarak beyan edilmektedir. Dolayısı ile müjde insanın aklanacağının ilanıdır. Bu da ancak Mesih’i giyinmekle, kıyafetlenmekle söz konusu olacaktır. İşte iyi haber buradadır. Dışarıda, dinlerde, mezheplerde ya da insanın eliyle koluyla yaptıklarıyla değil tam aksine yüreğinin Ruh’un ışığının açtığı yerinde Mesih’in nurunun yerleşip büyümesi ile kişinin Mesih İsa’yı giyinmesinde ve bütün bunun da Baba’ya takdiminde söz konusudur. Yani insan işte o formda artık Yaratan’ı edinmiş yani gerçekten “Allah suretinde” olmuştur. Doğru olmak budur. Taksitli, taksitli ve cennet kazanmak için yapılan iyilikler sadece kişinin derinlerinde kendi çıkarını ve rahatını ve ölümsüzlüğünü aramasından başka bir şey değildir ki, Efendimiz bu konuda nettir: “Yani kişi kendine ölmedikçe ve haçını yüklenip Mesih İsa’nın ardı sıra gitmedikçe” doğruluğu deneyimlemesi mümkün değildir. Bu nedenle efendimiz “doğruluğunuz ferisilerin yani dindarların doğruluğunu aşmadıkça” demektedir.


1.Yaratan’dan gelen yani yukardan gelen doğruluk Mesih’te ifşa olunandır.

Doğruluk kavramı sürekli karıştırılan ve yanlış anlaşılan bir kavram olduğu için insanlar doğruluğu bir şey yaparak elde edilen bir şey olarak düşünmektedirler ya da Mesih İsa’nın şahsını yani bedenen varlığını göz önünde bulundurup ona tapma anlamında bir dindarlığın doğruluk olduğunu düşünürler. Oysa doğruluk Yaratan’la aynı paralelde olmak demektir, karakteristik özelliğimizle, varlığımızla, özellikle iç dünyamızla Yaratan’ı bu sınırlı kabımız içinde hakikaten ve samimiyetle aksettirmek demek doğruluktur.

Bu doğruluk efendimizde yansımış olandır. Kelamın beden almış hali yani yaşam olmuş halidir. O zaman bu doğruluğu kendi içimize almak ve giyinmek dolayısı ile İsa Mesih’in bize sunduğu ama bizde de İsa Mesih’in yaşamının gün be gün tekamülümüz İle yaşamak icap etmektedir.


İşte bu gerçek doğru olmak yani Yaratan’ı edinmek anlamındadır. Böyle bir yaşam bağışlanmış, aklanmış bir yaşamdır. Mesih İsa’nın günahlardan arı olması “benliğini bizim için haç üzerine bırakabilmesinde” açıktır. Yani “beni tamamen inkar edebilen” diğer bir deyişle hakikaten Mesih İsa’yı giyinebilen aklanmıştır. Bağışlanmıştır. Bu noktada “ben” yoksa doğal olarak “kendi rızam için almak da yoktur” kendi rızam için almak yoksa o zaman doğal olarak günahta yoktur. Ve Mesih’in günahsız kılması esasında bu doğruluk kalıbının benim üstüme şablon olarak oturmasındadır.


İsa Vaftizci Yahya tarafından vaftiz edilmiştir. Ve bunu bizzat kendisi talep etmiştir. Talebinin reddedilmesi arzusu karşısında ise Mesih İsa şu sözleri söylemektedir; “şimdilik buna razı ol! Çünkü doğru olan her şeyi bu şekilde yerine getirmemiz gerekir” –Matta 3:15.


Bu sözlerde Mesih İsa içinde bulunduğu koşulda bazı sembolik uygulamaların, elle kolla yapılan hareketlerin aslında üst yola yani bunların üstüne çıkılmasında bir basamak olabileceğinden söz etmektedir. Ayrıca burada dahi Yahya’yı kendisinin üzerine bir “hoca” olarak çıkartarak yine samimi ve Yaratan’dan kaynaklı “alçakgönüllülüğünü” göstermiştir. Gönül gözü sürekli işleyen bir modelle bize kurtuluşunu vaaz etmektedir. Çünkü madde üstüne çıkmak bir aşamalık bir iş değil aksine gönül gözünün görmesiyle bağlantılıdır. Kısacası efendimiz dini düzeylerin her şeyden önce insanın içinde bulunduğu kültürel konumlar olduğu bu pencerelerden biraz daha samimiyetle nuru görenlerin esas Yaratan seviyesine doğru hareket edeceklerini beyan etmektedir. Kendisi de sinagogta dini basamakları aşarak Mesih düzeyindeki seviyesinde insanlığa Müjde’yi ilan etmiştir.

Bu müjde esasında “tövbe ve göklerin egemenliği” sözlerinden müteşekkil olan ama bunu ifade edenin hayatını bizlere feda ederek hayatı ile kanıtladığı yoldur. Bu yol “acıların”(yani kişinin kendi deneyimleri ile hiç yardımsız ve yaratanı görmeksizin kafasını vura, vura devam ettiği yol) değil “mananın yoludur”. Bu yol, şöyle ya da böyle bütün insanlığın bin bir tünelden geçerek ulaşması gereken esas noktadır.


Bu noktada tövbe “kendine ölme”, göklerin egemenliği ise “haçı yüklenmedir”. Çünkü “sevgi ve ihsan” yani “Yaratan suretinde olup doluluğundan bahşetmek” hiç de kolay bir yol değildir. Hele “sürekli alma arzusu” yani “benler ve bencillikler” arasında.


Bu nedenle Yaratan’ın düzeyi diyebileceğimiz doğruluk düzeyi Mesih İsa’da ifşa olunduğu için ve Mesih’in Müjde’si bize insanın aklanmasının ne olduğunu net olarak sunabilmektedir. Su bile yüz dereceye kadar ısıtıldığında kaynamaktadır. O zaman insanın aklanması da Yaratan’la form eşitliği dediğimiz O’nun suretinde olma ile alakalıdır. O zaman insanın aklanması insanın Mesih düzeyine değişimi ile söz konusudur. Bu da ancak Müjde’nin gönenilmesi ve Mesih’in yüreklerde biçimlenmesi ile mümkündür.


2.Yaratan’daki doğruluk Mesih’in yürekte biçimlenmesi ile bizde şekillenir.

Artık gerçek doğruluğun Yaratan’la uyum olduğunu biliyoruz. Aslında bu uyumun edinilmesi için Yüce RAB’bin Ruh’unun yüreğimize bir küçücük nokta açması gerekmektedir. Bu açış anı aslında suyun kaynama noktası gibi Ruh’un yüreği hazırlamasına bağlı olan bir durumdur. Yukardan verilmedikçe aşağıdan Mesih’in kurtarışını, sözlerini, hayatını, ölüm ve dirilişini algılamak mümkün değildir. Bu nedenle Efendimizin Petrus’a ifadesi önemlidir; “Bunu sana açan göklerdeki Babam’dır” demektedir. Yani öncelikle tam olarak Yaratan’ı edinmenin anlaşılması için yüreğin bu algıyı edinebileceği şekilde hazırlanması esastır. Çünkü sonunda “yeni bir doğuş” tam bir dönüşüm gerçekleşecektir. Yüreğin hazırlanmadığı hali ile sadece Mesih’i prensiplerin edinilmesi bir anlamda Ferisi düzeyine bile ulaşılmamış bir dini seviyeyi getirmekten öteye gitmeyecektir.


Kısacası Mesih’in varlığımızda kıyafetlenmesi bizim “yeni doğuşu” yani “benliğe ölüp” haç üzerinden yeni “kendini artık öne çıkarmayan” ihtiyaçları dışında “beni” kendi rızası için kullanmayan bir kişi ortaya çıkacaktır. İşte Yaratan’ın suretinin Mesih’te aksettirildiği biçimi ile bizde mekan kurması ve bizden tezahürü açıkçası Yaratan’ın doğruluğunu edinme yani Mesih’in Müjdesini gerçekten gönenmedir.


Bu edinim sağlanmadıkça bir dinin, bir mezhebin adını söyleyip durmak, bir takım sembolleri kullanmak, ya da belli bir mabette ibadet etmek ancak “kişisel tatmin” dediğimiz “bencilliğin” bir başka versiyonundan başka bir şey olmayacaktır. Bu nedenle Mesih’te kurtuluş yukardan verilmekle birlikte bizim yapacağımız bir şeye bağlı değil esasında bizim olacağımız bir duruma bağlıdır. Bu da yukarıdan karşılıksız verilen lutfa doğru gayreti beraberinde getirmektedir. Lutüf karşılıksızdır. Yani ev sahibinin emaneti karşılıksız olarak size güvenilerek teslim edilmiştir ama onu koruyup hatta ilk halinden daha da bereketli bir hale getirmek esas ev sahibini taklit etmek anlamındadır ki, bu da ev sahibini hoşnut eden bir durumdur. Görüldüğü gibi talep edilen budur.


3.Yaratan’ın doğruluğunun Mesih’te bizde şekillenmesi ise iman iledir.

İman aslında bilmektir. Yani Mesih İsa “siz doyduğunuz için inanıyorsunuz” diyor. Yani bir şeyleri edindikleri için bencilliklerinden inananların olduğunu vurguluyor. Aynı şekilde aslında “ne mutlu görmeden iman edenlere” şeklindeki ifadesiyle de bilmeyi bencilliğin ötesine taşıyor. Bu nedenle Mezmurlarda “tadın ve görün RAB ne iyidir” ifadesini görüyoruz. Yani bizler ancak bildiğimizde imanımızı sabitlemiş oluyoruz. Yaratan’ın doğruluğu yani O’ndan başkası yok olduğunun bilinci aslında bizim bu gerçeği kainatta ve içimizde fark etmemizle alakalıdır. Aynı zamanda bu farkındalıkta bize o ikinci Adem yani düşmüş olan İnsanın bulunduğu dereceden Yaratan’ın istediği dereceye yükselmiş halini bize yansıtan Mesih İsa gelmektedir. Yani Göklerdeki Baba tövbe ve göklerdeki egemenlik kavramını Efendimizin varlığından bize ifşa etmektedir. Bunun böyle olduğunu önce Yaratan’ı algılamak ve sonra doğruluğunun kurtaran formunu yani Oğlu algılamakla mümkündür. Bu algılamak öğrenmek ya da ders çalışmak ya da dini bir takım formatları ezberlemek değil, ruhta ve gerçekte yani manada “tatmak ve görmektir”. İşte iman budur. “gel ve gör”. “geldim ve gördüm” yani artık inandım. Bu nedenle Pavlus’un “imanla aklanma” üzerindeki vurgusunda aslında Yahudilerin aşırı dindarlıklarının artık imanı esasında fark ederek, bilerek yaşamak değil de sadece yapılması gerekenlerin yapılması şeklinde algılamalarından kaynaklanmaktadır.


O zaman imanı biraz daha derinleştirirsek Müjde’nin yani Efendimizin “Tövbe edin, göklerin egemenliği yakındır” ifadesinde “kendisini sevgi ve ihsanın doruklarında bizler için fedasıdır” öğretisinin bütün önermelerini yürekten yani deneyimleyerek, tadarak, yaşayarak ve bilerek kabul etmektir dememiz mümkündür.


İman, bilmektir. Bu bilmek İsa’yı bende yaşamakla söz konusu olabilir. Yoksa ismini boş bir dua tekrarı gibi söyleyip durmak, bir takım kutsallar oluşturup saygı sunumları içinde olmak bu bilmenin içinde yoktur. Bu bilme yüreğin Müjdenin önermesiyle hem fikir olması ve müjdenin önermelerinin bende deneyimlenmesidir.


İman, yüreğin cevabıdır. Bu çok önemlidir. Çünkü eğer Mesih, “yol, gerçek ve yaşamsa”. Yani kişi için izlenilecek bir yaşam yolu, ve o kişinin ruhani manadaki gerçeği ve hakikaten günlük hayatı ise o zaman burada yüreğin kendi benliğinden vazgeçmesi gibi bir sonuca gelmesi gerekmektedir. Çünkü burada Ruh’un işlemesi ile Mesih İsa yani öğretileri ve yaşamı ve kurtarışı ile bu “insan-ı kamil” “insanoğlu” “Allah evladı” “Efendimiz” artık yüreğin içindeki noktadan içeriye girmiştir. Yüreğin cevabı bu noktayı yine Ruh’tan sürekli alışı ama bu alışı “sevgi ve ihsana” çevirerek geliştirmesidir. “Sevgi ve ihsan” noktasında artık Mesih bizde biçimlenmektedir.


İman, adanmışlıktır. Ruh’un işlemesi kalp noktasının açılması ve Mesih’in artık yürekte benin üzerinde oturması doğal olarak adanmışlığı getirmiştir. Bu artık “ikinci doğadır”. “Yeni doğuş” budur. Yani kişi düşebilir ve kalkabilir ama hala aynı istikamete doğru hem de her kalkışında gelişime doğru hareket etmektedir.


Allah sözü sana yakındır, ağzında ve yüreğindedir-10:8


Dikkat edilirse Mesih’in edinilmesi aslında insani algılarımıza göre “Yaratan suretine” transformasyondur. Bu da doğrudan “Yaratan ve Ben biriz ve bu birlikte bizim de bir olmamızdır”. Bu birliktelikte artık Yaratan bizden yansımaya başlamaktadır. Bu da bizim “ebedi hayata” yolculuğumuz anlamındadır. Böyle bir kişi için Allah Sözü ağzında ve yüreğindedir. Yani Mesih’te biçimlenmiş Ruh’un yardımıyla Yaratan’ın karakteristik özelliklerini yansıtmaya “sevgi ve ihsan” sunmaya başlamıştır. Artık kendisi için almayı perdelemiş ve başkalarına ihsana başlamıştır. Bu katiyen kendi benliğini okşayan bir yaklaşım değildir. Doluluk taşmaya başlamaktadır.



MANTIK ÖTESİNE YÜKSELİŞ VE DOĞRULUK


İmanla aklanan yaşayacaktır -1:17b


Yaratanın Ruh’uyla ibadet eden, Mesih’le övünen, insansal özelliklere güvenmeyen bizleriz –Fil.3:3


Yaratanın Ruhuy’la ibadet etmek gerçekten Efendimizin yaşamını giyinmek ve günahın kaynağı olan benliğin Allah Ruh’u ve Mesih nuruyla üstüne çıkmak anlamındadır. İşte bu noktada zıtlık paralelliğe dönüşmektedir. Bu noktada “benliğin” üstüne çıkmak aslında “mantık ötesine yükseliş” demektir ki, bunun kişinin kendi başına becerebilmesi mümkün değildir. Bu kesinlikle “yukarıdan verilmedikçe olabilecek” bir iş değildir. Ve aynı zamanda da “yukarıdan verilene aşağıdan gayret olmak zorundadır”. Bu aşağıdan gayrette esas yukarıdan verileni yerli yerine koyma olayıdır. Özellikle “aklanmanın imanla olması” yani “edinimle olması” zaten bunun ne denli “ben” üzerinde gerçekleşen bir kıyafetlenme olayı olduğunu ifade etmeye yetmektedir. Bunun görülmesi gerçekten “lütufla” mümkündür. Ama “çaba” bitti “benim bir şey yapmama” gerek yok derseniz. Bu sözü iyi anlamanız gerekmektedir. Yaratan’ı edinme muhteşem önem taşıyan ve muhteşem bir “evrim”dir. Yani “İsa’yı yüreğime aldım” sözlerine ya da sizin dini duygularınızın ifadesine bağlı olan bir şey değildir. Bunun farkındalığı evet yukardan verilen bir durum olduğu için bu “dinle, işlerle kazanılmamaktadır” demek istemektedir Pavlus. Ama “imanla” dediği noktada aslında “edinimle” yani “fark etme” yukardan verilmiş bir lütuftur ama bu fark etmeden sonra Mesih’in bizde biçimlenmesi “tamamen Ruh’un yardımıyla benim gayretimle” bağlantılıdır. Yani bir tohumu biz üretmiyoruz, tohum bize Yaratan’ın lütfudur ama tohumun büyümesi benim o tohumu ekildiği ortamda sürekli korumam, bakmam, ortamına uygun bir şart oluşturmama bağlıdır.


O zaman Ruh’un hazırladığı yüreğe Mesih’in tohumu geldikten sonra bu yürekte “mantık ötesine yükseliş” için davet hazırdır. Bu davete yüreğin adanmış bir biçimde tabi olması ise doğrudan Mesih’in “benimin” üzerinde kıyafetlenmesidir. Lütuf yukardan gayret aşağıdandır. Kurtuluş bu lütfun gayretle ve adanmışlıkla kabulünde kişinin “beninden” kurtulmasıdır. Yaratan’ı artık iç benliğinde “sevgi ve ihsan olarak” yani Ruh’un rehberliğinde ve Mesih’te tamamen hissedip yaşamasıdır. İşte bu nokta Yaratan’la eşit forma dönüşme noktası yani çağrılan kişinin aklanması, kutsanmaya başlaması (sevgi ve ihsanı kendisi için almamaya başlaması) ve dolayısı ile yaşamı ile yüceltilmeye başlaması noktasıdır. İşte bu “imanla aklanmadır”.. Yaratan’ın muhteşem gücünün, muhteşem Ruh’unun ve Mesih’teki muhteşem kurtarışının varlığımdan ifşasıdır.