12. TEMBELLİK GÜNAHI

Tanrı, iş Tanrısıdır. Kutsal Kitap ilk olarak Tanrı'yı bizlere tanıtırken, yaradılış işindeki Tanrı'yı gösterir. O, ilk ve en yüce üreticidir. Tüm üretkenliğin kaynağıdır O.

Düşüş'ün getirdiği lanet, çalışmanın artık zor ve zevksiz olacağı üzerinde durduğundan insanlar işlemenin de bu lanetin bir parçası olduğu sonucuna varmışlardır. Fakat dünyaya günah girmeden önce bile, yapmaları için kadın ve erkeğe Yaratıcıları tarafından bir iş verildiğini görüyoruz.

Tanrı insanı yaratır yaratmaz, Aden'in doğusunda bir bahçe oluşturdu. Bu bahçede çokça ağaç yetişmesini sağladı. Ve sonra insana bu bahçeye bakma sorumluluğu verdi: "Ve Rab Allah adamı aldı, baksın ve onu korusun diye Aden bahçesine koydu" (Tekvin 2:15).

Bu aşamada daha hiçbir diken ya da gereksiz otlar yoktu. İstenmeyen hiçbir otun çıkmadığı bahçeye bakmayı bir hayal edin. Adem'in yapmak zorunda olduğu zevkli şeylerdi-budamak, meyveleri toplamak, kesmek ve bunun gibi. O bitmek tükenmek bilmeyen otlarla savaşmak zorunda kalmamıştı. Tırnağının arasına batacak hiçbir diken yoktu. Günlük sorumluluklarını yerine getirip, bir damla bile ter dökmeden tam bir hasat garantisine sahip olabilirdi. Düşüşten önce, Tanrı insanın bahçede çalışmasından hoşnuttu. Hoş bir işti; insan için yapması, ve Yaradan için seğretmesi hoştu.

Fakat dünyaya günah girdi gireli, herşey değişti. Bir bahçeye bakmak ağır bir iş haline geldi. Adem'in üzerindeki lanet işte şöyle anlatılmakta:

Toprak senin yüzünden lanetli oldu; ömrünün bütün günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin; ve sana diken ve çalı bitirecek; ve kır otunu yiyeceksin; toprağa dönünceye kadar, alnının teriyle ekmek yiyeceksin; çünkü ondan alındın; çünkü topraksın ve toprağa döneceksin.

Tekvin 3:17-19

Lanetin öğreleri şunlardı: diken, çalı, ter ve ölüm. İnsan acısının orijinal üçlüsü ise: kan, ter ve gözyaşı. Fakat gördüğümüz gibi işin kendisi lanet değildir. Düşüşten önce olduğu gibi, Düşüşten sonra da işlemek, Tanrısal bir buyruktur. Tanrı, yarattığı insanın çalıştığını görmekten hoşnut olmaktadır.

İŞÇİ ADAM

İnsanlığımızı düşündüğümüzde kendimizi çoğu zaman homo sapiens, "bilge adam" ya da "düşünen hayvan olan adam" olarak tanımlarız. Düşüncemizi en ayırıcı karakteristik özelliklerimize yöneltiriz.

Karl Marx bu tanımdan tatmin olmamıştı. O, başka bir Latince ismi tercih etti – homo faber. Yani, "yaratan adam" ya da "işçi adam" (işleyen adam). Marx, çalışmanın insan yaşantısının ayrılmaz bir parçası olduğuna öylesine emindi ki insanın tanımını bile yaptığı işlere bağlamıştır. Diğer bir değişle çalışmak bir lanet değildir. Büyük oranda bizim kim olduğumuzu tanımlayan ve yaşantımıza tatmin ve anlam getiren (ya da getirmesi gereken) bir şeydir.

Bu noktada Marx tamamıyla yanlış değildi. İnsanlarla ilk tanıştığımızda, çoğu zaman üç adımlık bir rutin izleriz. Birbirimize şu üç soruyu sorarız: "İsminiz nedir?" "Nerede oturuyorsunuz?" ve "Ne iş yapıyorsunuz?" İsim, adres ve iş-kültürümüzde bir insanı tanımlayan üç faktördür bunlar.

Yaptığımız iş, öz kimliğimizle ayrılmaz bir bütündür. Bunu nasıl yaptığımız da eşit derecede önemlidir. Sürekli yaptığımız işteki performansımıza göre değerlendiriliriz. Bir anlamda herbirimiz, sopayı her salladığında vuruş ortalaması değişen bir beyzbol oyuncusu gibiyiz. Oyuncunun ortalaması belirli bir rakkamın altına düşerse, işi tehlikeye girer. Canlılığı, işine bağlıdır. Herbirimiz iş ile hayat arasındaki ilişkinin getirdiği güçlüklerle yüzleşiriz. Yaşamak için çalışmalı, çalışmaktan da öte, yeterince iyi bir düzeyde işlemeliyiz.

Bununla birlikte çalışma, yanlızca hayatta kalma amacından daha yüce bir amaca sahip olmaktır. Ademle birlikte bizler de Tanrı tarafından üretken olmaya çağrıldık. Meyve vermeye çağrıldık. Üretken ve meyve veren insanlar olmak için adanmışlıkla çalışmaya istekli kişiler olmamız gerekir.

Çalışmayı reddetmek, insanlığın en temel sorumluluklarından birini yerine getirmeyi reddetmektir. Bazı zamanlar bu lanetin yükü altında inleriz ancak dikenler, çalılar ve ter, bu işi yapmamamız için mazeret teşkil etmez.

İş kelimesi Latince "çağırmak" anlamına gelen vocare kelimesinden gelmektedir. İşimiz, bir çağrı; Tanrı'dan gelen bir çağrıdır. İşimizi önemsememek, sorumluluklarımızdan kaçmak olur. Çalışmak zorundayız.

TEMBELLİK VE FAKİRLİK

Tembellik, üretkenliğin düşmanıdır. Tembel insan yanlız kendine zarar vermez ama topluma da bir yüktür. Tembel kişi, toplumun üretkenliğini artırmakta başırız olmakla kalmaz, diğer insanların ürettiklerinden geçinerek yaşamaya başlar. Bu da tembel kişinin antisosyal boyutudur-tembel olan, çok çalışan tarafından bakılıp, gözetilmek ister.

Toplumun, fiziksel özürlülere karşı sahip olduğu sorumluluk, sağlam olanlara uzanmaz. Kutsal Kitap, fakirler ve Kilisenin fakirlere nasıl davranması gerektiğine ilişkin birçok şey söylemektedir. Kutsal Kitap'ta bahsedilen farklı tür fakirler arasındaki ayrımı yapmakta başarısız oluyorsak büyük bir hataya düşüyoruz demektir. Kutsal Yazılar en az dört tür fakirlik arasında ayrım yapmaktadır.

Felaket Sonucunda Gelen Fakirlik: Bir yıkım ya da felaketin kurbanı olduklarından fakir olan insanlar vardır. Hastalık, sakatlık, sel ya da başka bir doğal felaket yüzünden üretemez hale gelmişlerdir. Hıristiyan kişi, bu gibi insanlara sevgi dolu yardım elini uzatmaya çağrılmıştır. Felakete uğramış kişileri rahatlatmaktan bizler sorumluyuz.

Baskı Soncusunda Gelen Fakirlik: Bazı insanlar, gücü elinde bulunduran diğer adil olmayan kişilerin kurbanları olduklarından fakirdirler. Hırsızlık, tehdit a da şiddetin kurbanı olmuş olabilirler. Belki de köle olmak üzere satılıp, bir hayvan muamelesi gördüler. Belki de kullanılmakta olan dul ya da yetim kişiler bunlar.

İnsanlara baskı yapan kişiler, Tanır'nın öfkeyle gürlemesine neden olurlar. Zayıf kişinin baskı altında olmasına ve kullanılmasına izin vermeyecektir. Bir ulus olarak İsrail'in tarihi, köle olan halkının yakarışlarını duyan ve Firavun'a, "Halkımı bırak!" demesiyle başlamıştır.

Göklerin Egemenliği Uğruna Yaşanan Fakirlik: Fakir olmayı seçtikleri için fakir olan kişiler vardır. Gönüllü olarak tüm dünyasal varlıklarını bırakırlar. Bunlar, ihtiyacı olan kişilere daha fazla rahat sağlayabilmek için saf varoluş düzeyinde yaşayan bu dünyanın Mother Teresalarıdır. Bu tür bir yaşam tarzı her ne kadar Tanrı tarafından kesinlikle buyrulmamışsa da Tanrı'da kesin bir sevinç uyandırmaktadır. Bu tür bir fakirlik asildir. Erdemli amacı gerçekten de dikkate değer.

Bu nedenle, kesinlikle Tanrı'nın yargısı altında olmayan üç farklı fakir insan türü görmekteyiz. Tanrı'nın öfkesini alevlendiren, dördüncüsüdür. Fakirlikleri, kendi günahlarının bir ifadesi ve sonucu olan kişilerdir bu grubu oluşturanlar.

Tembellik Yüzünden Fakirlik: Fakirliğin bu kategorisi Tanrı'nın merhametini uyandırmaz. Tam tersine, Tanrı'nın öfkesi bu gibi kişilere karşı daha da alevlenir. Süleymanın Özdeyişlerindeki sözlere dikkat edin:

Ey tembel kişi, git, karıncalara bak, onların yaşamından bilgelik öğren. Başkanları, önderleri ya da yöneticileri olmadığı halde, yazın erzaklarını biriktirirler, yiyeceklerini toplarlar biçim mevsiminde. Ne zamana dek yatacaksın ey tembel kişi? Ne zaman kalkacaksın uykundan? "Biraz kestireyim, biraz uyuklayayım, ellerimi kavuşturup şöyle bir uyuyayım" demeye kalmadan, yokluk bir haydut gibi, yoksulluk bir akıncı gibi gelir üserine.

Süleymanın Özdeyişleri 6:6-11

"Biraz kestireyim. Yarın yaparım." Şimdi oyna, sonra çalış'tır tembelin felsefesi. Buna karşılık karınca, kış için yazdan hazırlık yapar. Acı kış geldiğinde tüm ambarları doludur.

Yine, Özdeyişler şöyle söylüyor:

Tembel eller insanı yoksullaştırır, çalışkan eller zengin eder. Aklı başında evlat ürünü yazı toplar, hasatta uyuyansa ailesinin yüzkarasıdır.

Süleymanın Özdeyişleri 10:4-5

Eski Antlaşma yazılarının bilgeliği tembelliğe ilişkin sözlerle doludur. Sadece kısa olarak birkaçını belirtelim: "İşini savsaklayan kişi, yıkıcıya kardeştir" (Sül. Mes. 18:9). "Tembel sahana daldırdığı elini ağzına bile götürmek istemez" (Sül. Mes. 19:24). "Tembelin isteği onu ölüme götürür, çünkü elleri çalışmaktan kaçınır" (Sül. Mes. 21:25). "Tembel der ki, 'Dışarıda aslan var, sokağa çıkarsam beni parçalar'" (Sül. Mes. 22:14). "Haylazlıkla dam çöker; ve ellerin gevşekliğiyle evin içine yağmur damlar" (Vaiz 10:18).

Bu gibi sözler Eski Antlaşma'yla sınırlı değildir. Tembelliğe ilişkin aynı olumsuz yargı Yeni Ahit'te de karşımıza çıkmaktadır. Emanet para benzetmesindeki efendi, hiçbir kar getirmeyen kölesiyle çok sert konuşmaktadır: "Kötü ve tembel köle! Ekmediğim yerden biçtiğimi, harman savurmadığım yerden devşirdiğimi biliyordun ha?" (Matta 25:26).

Belki de tüm Kutsal Yazılarda tembel insana karşı yapılan en büyük suçlama Pavlus'un Selaniklilere yazdığı ikinci mektupta bulunmaktadır:

Hatta sizinle birlikteyken size şu buyruğu vermiştik: "Çalışmak istemeyen, yemek de yemesin!" Çünkü aranızda bazılarının boş gezdiğini duyuyoruz. Bunlar hiçbir iş yapmıyor, başkalarının işine karışıp duruyorlarmış.

2. Selanikliler 3:10-11

"İş yoksa, aş da yok" tu elçinin emri. Çalışmayan kişileri Pavlus, başkalarının işine karışanlar olarak adlandırıyor.

Yalancılar için kullanılan ilginç bir terim. (Belki daha güncel bir ifade olarak kaldırım mühendisi kullanılabilirdi.) Çalışmayı reddedenler halen bir işle meşgullerdi. Meşgul oldukları iş "orda burda takılarak" dedikodu yapmaktı. Yaptıkları iş, üretken bir iş değildi.

İŞKOLİK

İşkolik terimi kültürümüzde birbirinden oldukça farklı iki anlamda kullanılmaktadır. Genel kullanılına göre işkolik bir kişi, durmadan çalışan ve meşguliyetinin içinde sosyal etkinliklere ya da bunun gibi şeylere çok az zaman ayıran kişidir.

Ancak bu terimin kullanıldığı bir ikinci anlam vardır. Psikologlar tarafından teknik anlamda kullanılır. Burdaki işkolik terimi, üretken olmayan ama başkalarının işine karışan ve az ya da hiç gerçek iş ortaya koymayan kişi için kullanılır. Sahte iş görüntüsü yaratmak için çalışır.

Üniversitede sınıfımda bir çocuk vardı. Çalışma açısından oldukça disiplinli biri gibi gözüküyordu. Sınıfta olmadığı her an, masasının başında ders çalışıyordu. Öğrenci merkezine boş ziyaretlerde bulunmuyor, yurt partilerine de katılmıyordu. Onun için oyun yoktu.

Fakat imtahan zamanı geldiğinde, hep çok düşük notlar alıyordu. Bazen kaldığı da oluyordu. O kadar disiplinli çalışmanın, böylesine az sonuç vermesi beni şaşırtıyordu. Bir akşam arkadaşım "çalışırken" onu seyretme fırsatım oldu. Masasının başına oturmuş, başını elleriyle destekleyerek, önündeki kitaba bakıyordu. Gözleri donmuş gibiydi. Önündeki sayfaya bir kaç dakika boyunca boş boş bakmasını seyrettim. Tek bir sayfa bile çevirmedi. Masa başındaydı. Gözleri kitabın üstündeydi ama aklı bariz başka bir yerdeydi. Gözleri açık uyuyan bir adama bakıyorum zannettim.

Hasta işkolik, yoğun bir çalışma içindeymiş görünümü vermeye bayılır. Çoğu zaman ofise ilk gelip, son gidendir. Işığı bütün gece açıktır. Gittiği her yere ağır bir çanta taşır. Çoğu zaman ofisteki bölücü etkendir. Çalışma arkadaşlarını hataları yüzünden eleştirmeye bayılır. Suçu başkalarına atarak kendi hatalarını kapamaya çalışır. Her zaman meşgul gözükür ama en önemli karakteristik özelliği asla birşey üretmemesidir. Ya hiçbir şeyle ya da önemsiz bir şeyle meşguldür. Onu işi, üretken çalışmanın bir kopyasıdır.

Burada dikkatli olmalıyız. Üretken olmayan işkolik, üretken ve çalışkan kişilere ait birçok karakteristik özelliğide sergiler. Bir kişi işe erken gelip, geç gidiyor diye o kişi üretken değildir.

Sahte olan, gerçeği, üretim ve sorumluluk yüklenme alanlarında taklit edemez. Yalancı işçi meşgul gözükür fakat üretimsizlik ve kronik olarak işi başkasına verme gibi iki ölümcül hata ile belirlenebilir. Başkalarını eleştirmesi, kendi hatalarını örtmeye çalışmasından ileri gelir. Bu gibi işkolik, maske altına gizlenmiş bir tembeldir. İşkolik kişi çoğu zaman iş arkadaşlarını, hatta kendini bile kandırabilir. Fakat tembelliklerini örtmeye çalışan üretken olmayan işçilerden hoşnut olmayan Tanrı'yı kandıramaz.

Birçok Hıristiyan, her zaman meşgul görünmesi gerektiği düşüncesiyle büyür. Sosyologlar ve tarihçiler uzun yıllar boyunca bu sözde Protestan iş ahlakını tartışmışlardır fakat Kuzey Avrupa ve Amerika'daki Protestanların çok abartılı bir iş anlayışı olduğu konusunda genel bir fikir birliğine varmışlardır. Onu lanet olarak görmek bir yana dursun, çoğumuz çalışmayı hayatın yüce amacı olarak görmeyi öğretildik. Sorun şu ki, böyle bir düşünüşün hüküm sürdüğü yerde tembel ve üretken olmayan insanlar olacaktır. Tabi böyle bir izlenim bırakmak istemedikleri için üzerlerini kapamaya çalışırlar. Bu insanlar yanlızca üretken olmayan yaşantılarıyla değil, fakat sürekli devam eden kandırma mekanizmalarıyla kendilerine (ve diğerlerine) yük olurlar.

ÇALIŞAN ADAMIN TATLI UYKUSU

Çalışmamız gerektiği Tanrısal bir buyruktur. Çalışıp tembel olmamak ise ahlaki bir meseledir. Nerede çalıştığımız ise bilgelik meselesidir. Erdemli kişi çalışan kişidir. Bilge kişi ise motive edilmiş yeteneklerini yaptığı işle kaynaştıran kişidir.

Tabi ki, yeteneklerimize mükemmel olarak uyan bir işi her zaman bulmak mümkün değildir. Ancak kendimizi olabildiğince iyi tanıyıp, kendimizde gördüğümüz özelliklerle mümkün olduğu kadar uyuşan bir iş bulmaya çalışmak suçluluk ve stresin büyük bir bölümünü ortadan kaldıracaktır. Yaptığımız işe uygun olmadığımızı düşündüğümüz zamanlarda bile, yaptığımız işi iyi yapmamız gerektiğini söyleyen buyruk geçerlidir. Tanrı bizlerin, meziyet ve ihtiyaçlarımıza mükemmel olarak uyan işlerde çalıştığını görmekten hoşnut olur ancak içinde bulunduğumuz her koşulda adanmışlıkla çalıştığımızı gördüğünde de aynı derecede hoşnut olmaktadır.

Kutsal Kitap bizlere çalışan kişinin uykusunun tatlı olduğunu söylemektedir (Vaiz 5:12). Üretken iş yorucu olabilir fakat aynı zamanda da oldukça tatmin edicidir. Kaygı ve stresle kesilmeyen, deliksiz bir uyku getirir beraberinde.

Huzursuz uyku, çoğu zaman ihmal ettiğimiz sorumluluklardan duyduğumuz suçluluktan kaynaklanır. Yarım ya da hiç yapılmamış biçimde bıraktığımız işin fazlalığı oranında içimizdeki huzursuzluk da büyür. Çok ciddi derecede dönem dönem bunalım geçiren bir kadın tanıyordum. Bir psikoloğun denetimi altındaydı. Sonuçta, kadının geçirdiği depresyon dönemlerinin çamaşır sepetindeki ütülenmemiş çamaşırların fazlalığıyla direk ilişkili olduğu görülmüştü. Ütü yapmaktan nefret ediyordu ve ailesi de yıka-ve-giy türden giysiler giymiyordu. Sepetteki çamaşırlar yükseldikçe, kadının huzursuzluğuda yükseliyor ve sonunda depresyona varan bir seviyeye ulaşıyordu.

Bunu anlayabiliyorum. Her ne kadar daha bir psikoloğun gözetimi altına girmemiş olsam da, cevaplanmamış mektuplarıma karşı aynı huzursuzluğu hissediyorum. Mektuplarım biriktikçe kendimi daha kötü hissediyorum. Yaşamımda beni bunaltan bir suçluluğa sebep olan tembelliktir bu.

Bir zamanlar bir ekonomi professörüm vardı. Adam, bir dönem boyunca masasının üstüne çıkıp, en çok sevdiği ekonomi prensibini avazı çıktığı kadar bağırarak söyledi: "Çalışmak zorundasın!" Dikkattimizi çekmeyi başarmıştı. Öğretiş tarzı biraz alışılmadık olabilirdi fakat tek bir cümleyle Tanrı Yasası'nın ruhunu aktarabilmişti. Çalışmak bizim sorumluluğumuzdur. Tanrısal görevimizdir. Her birimizin yapması gereken bir iş vardır.

Kulağa bunca hoş gelen İsa'nın şu sözlerinden başka söz düşünemiyorum: "Aferin! İyi ve güvenilir köle!" Bir gün bu sözleri duymayı arzuluyorum. Hepimizin bunu istediğinden eminim. Ancak Mesih'ten böylesine bir övgü almak istiyorsak şu anda çalışmalı ve bizleri yapmaya çağırdığı işi yapmalıyız. Böyle yaparak O'nu hoşnut ederiz.