10. BEDENSEL HIRİSTİYAN

Suçluluk ve korkunun, yaşam boyu taşınabilecek dehşet verici yükler olduğunu gördük. Müjde'nin tatlılığı şu sözlerde yatmaktadır: "İşte, senin dudaklarına bu dokundu; ve fesadın kaldırıldı, ve suçun bağışlandı" (İşaya 6:7). Korun, günahlı İşaya'nın dudaklarına dokundurulması, Tanrı'nın suç altında ezilmiş canı bağışlayıp, diriltmesini sembolize eder.

Tanrı suçumuzu kaldırdığında, fesadımızı bizden aldığında, dünyanın sunabileceği hiçbir şeyle karşılaştırılamayacak bir özgürlüğü tadarız. Ne beklenmedik bir kazanç, ne bir ordunun zaferi, ne seçim sonuçları, ne aşk ne de bir terfi, bir insanın canını Tanrı'nın ağızından çıkan şu tek bir cümlenin verdiği özgürlüğü yaşatabilir: "Günahların bağışlandı."

Elçi Pavlus, bir keresinde suçluluk yükünü anlatmak için çok açık ve neredeyse kaba kelimeler kullanmıştı: "Ne zavallı bir insanım! Ölüme götüren bu bedenden beni kim kurtaracak?" (Romalılar 7:24).

Bu tasvirin neredeyse kabalıkla sınırında söylememin neden "ölüme götüren beden" ifadesinin kullanılmasıydı. Bir çok eski kültürde, soğuk kanlı cinayetten suçlu bulunan kişinin, zincirlerle kurbanına bağlanıp, etrafta öyle dolaşması için bırakılması gibi bir gelenek vardı. Çürümekte olan bir bedene bağlandığınızı bir düşünün. Çürüme geçiren ve kokan bir bedeni oraya buraya çekmek zorunda olmak, insanı gerçek anlamıyla delirtmeye yeterlidir.

Hıristiyan yaşantısı için uygun bir benzetmedir bu. Eski doğamız Mesih'le çarmıha gerilmiştir. Eski adam, idama mahkum edilmiştir. Onu Mesih'te ölü saymalıyız. Hıristiyan kişi, Kutsal Ruh tarafından diriltilmiş, yeni bir yaratıktır.

Ancak içine düştüğümüz çelişki şudur. Eski adam ölü ilan edilmiş olabilir fakat ondan tamamıyla özgür değiliz. Halen o zavallılık doğasını beraberimizde taşırız. Ölü beden sanki öldüğünü bilmiyor gibidir.

Bu çelişkiyi bir keresinde şu şekilde açıkladım: Eski doğamız başı kesik tavuk gibidir. Kanat çırpıp, gıdaklayarak çılgınca koşar. Bir çifti ayağa kalkıp, tavuğun başı kesildiğinde artık gıdaklayamayacağını söyleyene kadar benzetmem işe yaramıştı!

Kafası kesilmiş tavuklar gıdaklayamasalar bile, bizim eski doğamız çılgınca gıdaklar. Ölü hiçbir şeyin çıkaramayacağı sesleri çıkarır. Tek bir deyişle, eski adam bzileri günaha çekmeye devam etmektedir. İşte bu nedenle Hıristiyan yaşantısı, bağışlanmanın tazelenmesi ve canlandırılması için her gün lütuf tahtına yaklaşılmasını gerektirir.

Vaizlerin durmadan şunu söylemesi benim sinirmi bozuyor, "İsa'ya gelin. Bütün problemleriniz sona erecek!" Müjde'nin hiç de doğru olmayan ancak içtenlikle yapılan bir bildirimidir bu. Bir açıdan, kişi Hıristiyan olmadan hayatı karışmaya başlamamaktadır. Ruh'tan doğduğumuzda, eski adam ile yeni adam arasındaki çok sert bir çatışmanın içersine doğarız. Temiz ve arınmış vicdana sahip olan kişinin karşı karşıya kaldığı bir mücadeledir bu.

Eski hayat, sürekli bir itaatsizlik yaşamıydı. Pavlus'un Efesliler'e anlattığı türden bir hayattı:

Sizler bir zamanlar, içinde yaşadığınız suç ve günahlarınızdan ötürü ölüydünüz. Bu dünyanın gidişine ve havadaki hükümranlığın egemenine, yani söz dinlemeyen insanlarda şimdi etkin olan ruha uymaktaydınız. Bir zamanlar hepimiz böyle insanların arasında, doğal benliğin ve aklın isteklerini yerine getirerek benliğimizin tutkularına göre yaşıyorduk. Ötekiler gibi doğal olarak gazap çocuklarıydık.

Efesliler 2:1-3

Bu bölüm, değişime uğramamış bir yaşamı karakterize eden sürekli bir itaatsizliği ortaya koymaktadır. Yaşamın tek bir yolu vardır, bu dünyanın yolu. Bu dünyanın ise tek bir efendisi vardır, Şeytan, havadaki hükümranlığın egemeni. Augustine bir keresinde insanın bir at gibi olduğunu söylemiştir. Bu atın binicisi ya Şeytan ya da Tanrı'nın Ruhudur. Bir şey dışında bu benzetme faydalıdır. Hıristiyan yaşantısında, binicimiz Şeytan olduğu zamanlarda olduğu kadar istikrarlı değilizdir. Kesinlikle belirtmeliyim ki, artık Şeytan sırtımızdan atılmış, yerine Kutsal Ruh binmiştir. Fakat yine de Şeytan, dizginleri ele geçirmek için elinden geleni yapmaktadır. At halen bir taraftan diğerine kayar. Çifte atıp, çılgınca zıplar ve binicisini sırtından atmaya çalışır. Bizler halen kişneyip, eski efendimizin başımızı okşamasını isteriz.

Pavlus bunu şu şekilde açıkladı:

Yasa'nın ruhsal olduğunu biliriz. Ben ise bedenselim, günaha köle gibi satılmışım. Ne yaptığımı anlamıyorum. Çünkü istediğim şeyi yapmıyorum; nefret ettiğim ne ise, onu yapıyorum. Ama istemediğim şeyi yaparsam, Yasa'nın iyi olduğunu kabul etmiş olurum. O halde bunu artık ben değil, içimde yaşayan günah yapıyor. İçimde, yani doğal benliğimde iyi bir şey bulunmadığını biliyorum.İçimde iyiyi yapmaya istek var, ama güç yoktur. İstediğim iyi şeyi yapmıyorum, istemediğim kötü şeyi yapıyorum.

Romalılar 7:14-19

ANTİNOMİAN GÖRÜŞÜ

Romalılar 7 birçok odağı olmuştur. Bunlardan ilki, sözde bedensel Hıristiyandır. Müjdeci Hıristiyanlar arasında, iki tür Hıristiyan olduğu görüşü çok yaygındır. Bunlar, bedensel ve ruhsal Hıristiyandır. Bedensel Hıristiyan, yüreğinin tahtında Mesih'in olmadığı ve bu nedenle de sürekli bir itaatsizlik yaşantısı sürdüren bir kişidir. Bir de "Ruhla dolu" Hıristiyan vardır. Bu kişinin hayatını tanımlayan özellikler ise itaat ve Tanrı'ya ve Sözü'ne ruhsal adanmışlıktır. Mesih, bu Hıristiyanın yaşam tahtında oturmaktadır.

Bu ayrım büyük tehlikelerle donanmıştır. Bu tehlikenin iki yüzü vardır ve her ikisi de gerçeğin çirkin bir saptırılmasıdır. Birinci sapkınlık, çok eski bir yanlış inanış olan antinomianizmdir. Antinomianizm, tam olarak "yasa karşıtlığı" demektir. Buna inananların tek söyledikleri şarkı, "Yasa'dan özgürüm, ne mutlu bana. İstediğim kadar günah işlerim, yine de bulurum bağışlanma!" Bu sapkınlık, lütuf ve bağışlanmanın yanlış algılanmasına dayanmaktadır. Kişinin Mesih'i kurtarıcı olarak kabul edip, Rab'bi olarak kabul etmeyebileceği düşüncesini içerir. İtaatin olmadığı, iyi işler meyvesinin gözükmediği bir iman olabileceğini varsayar. İşte bu tam olarak Yakub'un hakkında yazdığı, iman olmayan iman, Tanrı'yı asla hoşnut etmeyecek olan "ölü iman"dır.

Buradaki bedensel Hıristiyan, Mesih'e inandığı söylenen fakat Ruh'un meyvesine ilişkin hiçbir belirti göstermeksizin, sürekli bir bedensel yaşantı süren bir kişidir. Bu tanımda kullanılan kelimelerin arasında ölümcül bir çelişki bulunmaktadır. Böyle bir kişiye bedensel Hıristiyan denemez. Bedensel bir Hıristiyan olmayan kişidir bu. Eğer bir insan, saf ve sürekli bir bedensellik yaşantısı sergiliyorsa, bu kişiye Hıristiyan denmez. İçinde Mesih'in Ruh'u yaşamamaktadır. Ruh'tan doğmuş olup, kişinin hayatında hiçbir değişiklik olmaması düpedüz imkansızdır. Meyve vermeyen Hıristiyan, Hıristiyan değildir. Antinomianizm, itaatsizlik çocuklarında egemenlik süren yasasızlık ruhudur. Bedensel Hıristiyanın "imanı", iman değildir. Böyle bir iman tanrısızı aklamaz. Tanrı'yı hoşnut ediyor olamaz.

Yanlızca imanla aklanmanın, yanlız başına olan bir imanla aklanma olmadığını hatırlayacağız. Tüm Protestanlığın merkezi bildirgesi, iyi işlerle değil, yanlızca imanla aklanmış olduğumuzdur. Fakat, gerçek aklayan iman İnanlının yüreğinde var olduğu andan itibaren kişi değişmeye başlar. Bu değişim, itaate yönelen bir yaşantıyla kendisini gösterecektir. İyi işler, gerçek imanın gereği, doğal olarak ortaya çıkacaktır. İşlerimiz bizi aklamaz. Bizleri aklayan Mesih'in doğruluğudur. Fakat eğer işler gözükmüyorsa, gerçek bir imanımızın olmadığı, dolayısıyla halen aklanmamış kişiler olduğumuzun güçlü bir kanıtıdır bu.

Antinomian anlayışta, bedensel Hıristiyan diye birşey yoktur. Bu kavram, çelişkili olduğu kadar tehlikelidir de. Tehlike şuradadır: İnsanlar, kurulmak için gerekli olan tek şeyin iman ikrarı olduğunu düşünmeye başlarlar. Fakat Kutsal Kitap, insanların dudaklarıyla Mesih'i yüceltirken, yüreklerinin O'ndan uzak olabileceği konusunda bizleri uyarmaktadır. Sahip olduklarını iddia ettikleri şeye sahip olmadıkları halde imanları olduğunu söyleyebilirler: "Eğer bir kimse iyi eylemleri yokken imanı olduğunu söylerse, bu neye yarar? Öyle bir iman o kimseyi kurtarbilir mi?" (Yakup 2:14).

Yakup, böyle bir imanın ölü olduğunu ve kimseyi kurtarmayacağını üzüntüyle belirterek kendi sorusunu kendisi cevaplar.

Öyleyse şu sonuca varıyoruz. Her ne kadar imanımızı ağızımızla ikrar etmemiz gerekse de, iman ikrarı tek başına bizleri kurtarmaya yeterli değildir. İkrar ettiğimiz şeye sahip olmalıyız. Kurtaran imana sahip olunmasıdır bizleri aklayan, ikrar edilmesi değil.

MÜKEMMELİYETÇİLİK GÖRÜŞÜ

Bedensel ve Ruhla dolu Hıristiyan türleri arasındaki eski sapkın öğretilerden bir diğeri ise mükemmeliyetçilik görüşüdür. Buradaki hata, antinomianizmin tam tersi uç noktadadır olmasıdır. Mükemmeliyetçilik, daha bu dünyadayken mükemmel bir ahlak seviyesine ulaşabilmiş bir grup Hıristiyanın olduğunu öğretir. Doğruluğunun şüphe götürmemesi için, nihai olarak Hıristiyana günah üzerinde zaferli olma gücü veren araç Kutsal Ruh olduğundan, bu mükemmellik için O'na pay çıkarılır. Fakat mükemmellikte, bu aşamaya erişen insanların diğer Hıristiyanlardan bir şekilde daha üstün oldukları hissini veren, seçkin olma kavramı bulunmaktadır. "Mükemmel" olanlar, resmen kendilerine pay çıkarmazlar fakat, gurur o kişilerin yüreklerine sızmanın bir yolunu bulur.

Mükemmeliyetçiliğin tehlikesi, insan düşünüşünü ciddi şekilde saptırmasındadır. Kendimizi, günahsızlık seviyesine ulaştığımıza inandırmak için ne kadar kasmamız gerektiğini bir düşünün.

Mükemmeliyetçilik hatası, sonunda kaçınılmaz olarak bir ya da iki yanılgıya neden olur. Kendimizi günahsızlığa ulaştığımıza inandırmamız için ya ahlaki preformansımızı aşırı derecede yanlış değerlendiriyor olmalıyız ya da Tanrı'nın yasasının gereklerini ciddi bir şekilde hafife alıyor olmalıyız. Mükemmeliyetçilikteki ilginç çelişki şudur: Kendini antinomianizmden uzaklaştırmayı amaçladığı halde, kaçınılmaz olarak ve bile bile aynı hataya düşer.

Günahsız olduğumuza inanmamız için Tanrı Yasasının standartlarını sıfıra indirmeliyiz. Tanrısal doğruluk seviyesini, kendi performans düzeyimize indirmeliyiz. Hem Tanrı Yasası hakkında hem de kendi itaatsizliğimiz hakkında kendimize yalan söylemeliyiz. Bunu yapmak da, günahımızı bize göstermeye çalışan Ruh'u söndürmemizi gerektirir. Bunu yapabilen kişilere "Ruhla dolu" değil, "Ruhu söndüren" kişiler denir.

Kutsallaşmamızın gerçek işaretlerinden biri de mükemmeliğe ulaşmaktan ne kadar uzak olduğumuz anlayışının gittikçe derinleşmesidir. Mükemmeliyetçilik, aslında maske altında saklanan anti-mükemmeliyetçiliktir. Eğer mükemmel olduğumuzu düşünüyorsak, mükemmellikten çok uzağız demektir.

Bir keresinde yaklaşık bir senedir Hıristiyan olan genç bir çocukla tanıştım. Büyük bir cesaretle "ikinci bereketi" aldığını ve artık tamamen zaferli bir günahsız mükemmelik yaşantısı sürmeye başladığını söyledi. Hemen Pavlus'un Romalılar 7. bölümdeki sözlerine çektim genç adamın dikkatini. Romalılar 7. bölüm, Kutsal Kitabın her türlü mükemmeliyetçiliğe karşı indirdiği ölüm darbesidir. Genç dostum, hiç vakit kaybetmeden mükemmeliyetçilik sapkınlığının klasik düşünüşüyle, yani, Pavlus'un Romalılar 7. Bölümde inanlı olmadan önceki durumundan bahsettiğini söyleyerek bana cevap verdi.

Genç adama, Romalılar 7. bölümü Pavlus'un iman etmeden önceki yaşamını anlatan bir bölüm olarak kesip atmanın, Kutsal Kitap açıklaması bakımından imkansız olduğunu söyledim. Bölüme beraber yakından baktık ve genç adam da Pavlus'un şimdiki yaşantısından bahsettiğini anladı. Bir sonraki tepkisi şu oldu: "Tamam…belki de Pavlus o anki yaşantısından bahsediyordu fakat daha ikinci bereketi almamıştı."

Bu ruhsal inatçılık karşısında şaşkınlığımı gizlemekte zorlandım. Sivri bir dille şöyle dedim: "Yani sen, ondokuz yaşında ve bir senelik bir Hıristiyanken, Pavlus'un Romalılar'a bu mektubu yazdığı zamanda Tanrı'yla olan beraberliğinden daha derin bir beraberlikte olduğunu mu söylüyorsun?"

Genç adamın hiç tereddüt etmeksizin verdiği cevap beni şok etti: "Evet!" İnsanlar günahsızlık seviyesine ulaştıklarına kendilerini bu denli ileri bir düzeyde kandırabiliyorlar.

Bir keresinde mükemmelliğin aynı "ikinci bereketini" aldığını söyleyen ve bu söylediklerini biraz da açıklayan bir bayanla tanışmıştım. Tamamıyla kutsallık bereketini aldığını ve bu nedenle de artık hiçbir günahı istem dahilinde işlemediğini söyledi. İstemeyerek yaptığını söylese de, ara sıra günah işlediğini kabul etti. Şimdiki günahları istem dışı günahlardı.

İstem dışı günah da ne demekmiş? Her günah, iradenin kullanılmasıyla işlenir. Eğer bir şey iradenin dışında gerçekleşiyorsa, o ahlaki bir oluş değildir. Örneğin, kalbin istemimiz dışında çarpması, ahlaki bir oluş değildir. Her günah, istenerek işlenir. Aslında, iradenin bozulmuş eğilimleri, günahın özünü teşkil eder. İstenmeden işlenilen hiçbir günah yoktur. Kadın, bu günahı isteyerek işlediğini inkar ederek, günahına mazeret bulmaya çalışıyordu. Günah, hani birden "oluvermişti". Bilinen en eski mazerettir bu: "Yapmak istemedim!"

Wesleyan geleneğinin bir bölümünde, başka bir tür mükemmellik ortaya konmaktadır. Buradaki mükemmelliğe ulaşma, yetkinleşmiş sevgi ile sınırlıdır. Bazı ahlaki güçsüzlüklerle halen mücadele ediyor olabiliriz fakat en azından mükemmelleşmiş sevgi bereketini alabiliriz. Ama biraz düşünün. Yetkinleşmiş sevgi bereketini eğer almış olsak, artık nasıl günah işleriz ki? Eğer Tanrı'yı mükemmel olarak seviyor olsaydım, yanlızca O'na itaat etmeyi arzulardım. Tanrı'yı mükemmel bir şekilde seven bir yaratık nasıl O'na karşı günah işler?

Birisi belki şöyle cevap verebilir: "Cehaletten günah işleyebiliriz." Fakat Tanrı'ya karşı olan sevgimiz, aklımızın ve yüreğimizin mükemmel bir şekilde Tanrı'yı sevmesidir. O'nu bu şekilde sevmeye çağrıldık. Eğer Tanrı'yı tüm aklımızla mükemmel bir şekilde seviyorsak, bu cehalet nereden geliyor? Tanrı'yı aklıyla yetkinleşmiş bir şekilde seven bir kişi, Tanrı Sözü'nü çalışıp, O'nda ustalaşmaya özen gösterir. Mükemmel olarak seven bir akıl, yolumuzdaki nuru doğru olarak algılar. Mükemmel bir şekilde seven akıl, Kutsal Yazıları anlamada hata yapmaz.

Fakat, akıllarımız halen mükemmel olmadığı için hata yapamaz mıyız? Neden akıllarımızın halen mükemmel olmadığını sorarım size. Beynimiz olmadığından ya da düşünemediğimizden değil. Düşünüşümüze gölge düşmüştür çünkü yüreğimize gölge düşmüştür. Yüreklerimize düşen gölgeyi kaldırırsanız, düşünüşlerimiz Tanrı'nın berrak ışığıyla aydınlanacaktır.

Ve böylece yetkin sevgi, yetkin itaati getirecekti. Bu dünyanın gördüğü tek mükemmel sevgi, kendini mükemmel itaatte göstermiş Mesih'in sevgisidir. İsa, Baba'yı yetkin bir sevgiyle sevdi. Ne cehaletten ne de istemeyerek günah işlemişti.

KUTSAL KİTABIN GÖRÜŞÜ

Romalılar 7:14'de Pavlus şöyle der, "Ben ise bedenselim, günaha köle gibi satılmışım." Pavlus'un bedensel bir Hıristiyan olduğu anlamına mı gelir bu? Pavlus, Mesih'i Kurtarıcısı olarak kabul etti de Rab'bi olarak kabul etmedi mi? Böylesine saçma sorular sormak, bu sorulara cevap vermek olur. Pavlusdan daha Ruhla dolu bir Hıristiyan görülmemiştir bu dünyada. Buna rağmen, "Ben ise bedenselim" dedi.

Pavlus bedensel olduğunu söylerken Hıristiyan yaşantısında sürekli var olan eski adam ile yeni adam arasındaki mücadeleyi, benlik ile Ruh arasındaki savaşı belirtmektedir. İçinde bulunduğu mücadeleyi şu sözlerle özetler:

İç varlığımda Tanrı'nın Yasasından zevk alıyorum. Ama bedenimin üyelerinde başka bir yasa görüyorum. Bu da aklımın onayladığı yasaya karşı savaşıyor ve beni bedenimin üyelerindeki günah yasasına tutsak ediyor. Ne zavallı insanım! Ölüme götüren bu bedenden beni kim kurtaracak? Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla Tanrı'ya şükürler olsun! İşte ben aklımla Tanrı'nın yasasına, ama doğal benliğimle günahın yasasına kulluk ediyorum.

Romalılar 7:22-25

Pavlus'un, kişisel mücadelesini açıklamayı bir övgü duasıyla bitirdiğini görüyoruz. İç varlığımızda sahip olduğumuz kurtuluş için Tanrı'ya Mesih aracılığıyla övgü ve hamt sözleri söylemektedir.

Campus Crusade for Christ tarafından yayınlanmış "Kutsal Ruh Kitapçığı" adlı (ya da, kapağını süsleyen beyaz güvercin resminden dolayı "Kuş Kitabı" diye anılan) tanınmış kitapçıkta bedensel Hıristiyan ile Ruhla dolu Hıristiyan arasındaki fark belirtilmektedir. İlk bakışta, Dr. Bill Bright bu iki tür Hıristiyan arasında kesin bir ayırım yapıyormuş gibi gözüküyor. Fakat eminim ki bu ne yazarın ne de kitapçığın amaçladığı bir şeydir. Bundan ziyade Dr. Bright bir pastör olarak, her gerçek Hıristiyanın deneyim ettiği Ruh ile benlik arasındaki mücadeleyi belirtmektedir. Kitapçığın amacı, bizleri Kutsal Ruh'un gücüyle eski adamın kötü eğilimlerini kontrol altında tutmaya çağırmaktır. Eski adam her gün öldürülmeli. Hıristiyan yaşantısında zafer, sahip olduğumuz herşey üzerinde egemenlik sürmesi gereken Kutsal Ruh'a sürekli olarak baktığımızda gelmektedir. İmanımızın Yazarı ve Tamamlayıcısı olan Mesih'e baktıkça bu mücadele aşılmaktadır.

Herbirimizin benliğin eski doğasıyla halen çatışmaya devam ettiği bağlamında tüm Hıristiyanlar "bedenseldir". Fakat kişinin yaşamının kontrolünün tamamıyla benliğin elinde olması bağlamında hiçbir gerçek Hıristiyan bedensel değildir. Eğer bedensel yönümüz bize tamamıyla hakim olsaydı, yeniden doğmamış olduğumuzu bilirdik. Eski adam karşısında zaferli olmak için Ruhla dolu bir yaşam yaşamaya çağrıldık. Günahın gücünün izlerinin halen içimizde olması nedeniyledir ki Kutsal Ruh'un doluluğuna ihtiyacımız vardır. O'nun kutsal doluluğunu isteyerek Tanrı'yı hoşnut ederiz. Ulaştığımız "mükemmellikten" duyduğumuz sevinci göstertiğimizde değil, ama O'na olan gereksinimimizi ve Tanrı'ya şükürler olsun ki Hıristiyan yaşantımızda giderek küçülen "ölüme götüren bu bedenden" hoşnut olmadığımızı belirttiğimizde O'nu hoşnut ederiz.