6. İBLİS

Dünya, benlik, İblis. Bu düşman üçlüsü içinde en azıllı olandır İblis. Şeytan bizim sadece düşmanımız değildir: O bizim başdüşmanımızdır. Ona, karanlığın egemeni, yalanın babası, kardeşlerimizin suçlayıcısı adı verilir.

Elçi Pavlus, İblis'in güçlerine karşı vermekte olduğumuz savaşın, bu dünyanın fiziksel ve görünür yapısının çok ötesinde olduğu konusunda bizleri uyarmaktadır: "Çünkü savaşımız insanlara karşı değil, yönetimlere, hükümranlıklara, bu karanlık dünyanın güçlerine, kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal ordularına karşıdır" (Efesliler 6:12). Yani bizler, kutsal olan bir Tanrı'yı hoşnut etme yaşamlarımızda yanlızca kendi saçma arzularımıza karşı değil, ama bir çeşit ürkütücü güce karşı savaşmaktayız.

İblis ile savaşırken anlamamız gereken ilk şey, gerçekten de dışarılarda bir yerde bir İblis olduğudur. Toplumun bir çok kesiminde, hatta kilisede bile, kişisel bir İblis kavramı eski çağ mitolojisi olarak nitelendirilmektedir. Batı Felsefesi üzerine eğitim gören bir sınıfa şunu sorduğumu hatırlıyorum: "Kaçınız kişisel bir İblis'e inanıyor?" Otuz kişilik bu sınıfta sadece üç kişi İblis'in gerçek olduğuna inandığını belirtti. Geri kalan yirmiyedi kişi İblis'I mitoloji olarak nitelendiriyordu.

Ve sonra sınıfa şöyle sordum: "Kaçınız Tanrı'nın varlığına inanıyor?" Otuzunun da Tanrı'ya inandığını belirtmesi beni çok şaşırttı. Bir sonraki sorumu sordum: "Kaçınız Tanrı'yı, insanlar üzerinde iyilik yapmaları için etkili olan ruhsal bir varlık olarak tanımlar?" Hepsi böyle bir tanımı kabul ettiklerini söylediler.

Sonra şunu sordum, "Nasıl oluyor da insanları iyilik yapmaları için etkileyen ruhsal bir varlığın varlığını kabul ediyor fakat bizi kötülük yapmak için etkileyebilecek bir varlığın olabileceğini kabul etmiyorsunuz?"

Aldığım cevap kısaca şuydu: "Modern bilim, eğitimli insanların İblis'e inanmalarını imkansızlaştırmıştır." Bu görüşe şu soruyla karşı çıktım, "Modern bilimin hangi buluşu Şeytan kavramının gerçekliğini ortadan kaldırmıştır? Termodinamiğin ikinci yasası mı? Yoksa nükleer fizyon ya da füzyonu etkileyen prensipler mi? Nedir?"

Sorum karşısında ilk olarak soğuk bir sessizlik sınıfa hakim oldu. Hiçkimse bunu kanıtlayacak belirli bir bilimsel buluş gösteremiyordu. Sonunda öğrencilerden biri şöyle dedi: "İblis fikri sanki hayaletler ve gulyabaniler sınıfına giriyormuş gibi. Kırmızı kadife pelerinli, çatal ayaklı, boynuzlu ve çatal başlı asası olan lanetli bir yaratığa kim inanır ki?"

Bu öğrenci Kutsal Kitap'ta belirtilen İblis hakkında konuşmuyordu. Kafasındaki Şeytan kavramı bir nevi karikatürden ibaretti. Onun İblis'i cadılar bayramı partisinden kaçmış bir kişiydi.

ŞEYTAN: GÜÇLÜ VE GURURLU

Kırmızı pelerinli, yabalı İblis de nerden çıktı? Bu komik Şeytan tanımının kökleri Orta Çağa uzanmaktadır. Ortaçağda İblis'i bu gibi komik kelimelerle tanımlamak çok yaygın bir şeydi. Bu çılgınlığın bir amacı vardı. Ortaçağ kilisesi Şeytanın gerçekliğine inanıyordu. Şeytan'ın, aşırı gurur yüzünden düşmüş bir melek olduğunun farkındaydılar. Gurur, Şeytan'ın en baş kötülüğüydü. Gururlu ancak düşmüş bir varlık olan Şeytan'a direnmek için zorlu bir savaş gerekliydi. Ve bu savaş da Şeytan'ın en zayıf noktası-gururu üzerine odaklanmıştı. Plan şuydu: Şeytan'ın zayıf noktasına saldır ve bizden kaçacaktır.

Şeytan'ın gururuna saldırmanın, onu kırmızı elbiseli, çatal ayaklı bir palyaço gibi göstermekden daha iyi bir yolu ne olabilirdi ki? Şeytan'ı tanımlamak için kullanılan bu saçma ve komik tasvirler kasıtlıydılar. Ne yazık ki sonraki nesiller bu karikatürleri gerçekmiş gibi algılamaya başladılar.

Kutsal Kitabın Şeytan'a bakış açısı bu karikatürlerden çok daha karmaşıktır. Kutsal Kitap'taki tasvirler arasında "ışık meleği" (2. Korintliler 11:14) ifadesi de yer almaktadır. "Işık meleği" tasviri, Şeytanın kendini sub species boni (iyi görünümünde) gösterme gibi kurnazca bir yeteneğinin olduğunu belirtir. Şeytan kurnazdır. Aldatıcıdır. Bahçedeki yılan "hilekar" (Tekvin 3:1) olarak tanımlanmaktadır. Şeytan, aptal biri gibi çıkmaz karşımıza. Aldatıcı bir taklittir o. Ustaca konuşur. Görünüşü muhteşemdir. Karanlığın prensi, nurdan bir pelerin giymektedir.

İkinci olarak Şeytan, yutacak birini arayarak kükreyen bir aslan gibi karşımıza çıkmaktadır (1. Petrus 5:8). Dikkat ederseniz Mesih için kullanılan aslan ifadesi, Mesih-karşıtı olan Şeytan tarafından da kullanılmaktadır. Karşıt-aslan yokeder. Yahuda Aslanı ise kurtarır.

Her ne kadar Şeytan'ınki kötü bir güç olsa da her iki aslan benzetmesinde de güç sembolünü görmekteyiz. Şeytan'ın gücü Mesih'inkiyle karşılaştırılamaz bile, ancak bizden çok daha güçlü olduğu kesindir. Mesih kadar güçlü değil ancak bizden daha güçlüdür.

Şeytan'ın bizleri kandırırken sıkça kullandığı iki yol vardır. Ya onun gücünü hafife almamızı sağlamak ister, ya da onu gözümüzde büyütmemizi sağlamayı arzular. Her iki şekilde de bizi kandırır ve tuzağa düşürebilir.

Şeytan'a ilişkin genel inanç sarkacı iki uç nokta arasında salınım yapar. Bir taraftan onun var olmadığına inanan, varsa bile yalnızca kişisel olmayan bir güç, toplumun günahında köklenmiş bir nevi toplu kötülük olduğuna inanan kişiler vardır. Diğer taraftan ise Şeytan'ı bir tür düşünsel takıntı, ya da tarikat haline gelmiş bir ilgi odağı yapan insanlar bulunmaktadır. Bu aşırı ilgi aracılığıyla Şeytan, insanların dikkatlerini Mesih'ten başka yöne çevirir.

Her iki durumda da Şeytan kazançlı çıkar. Eğer insanları Şeytan'ın var olmadığına inandırabilirse, farkedilmeden veya direnişle karşılaşmadan kurnaz planlarını gerçekleştirebilir. Eğer insanları kendisiyle aşırı derecede ilgilenmeye itebilirse onları Mesih karşıtı diğer inanış ve uygulamalara yönlendirebilir.

Petrus Şeytan'ı hafife almıştı. İsa Petrus'u Kendisini inkar edeceği konusunda uyardığında Petrus şu sözlerle karşı çıkmıştı, "Rab, ben seninle birlikte zindana da, ölüme de gitmeye hazırım" (Luka 22:33). Petrus kendine fazla güveniyordu. Düşmanın gücünü hafife almıştı. Petrus'un inkarından hemen önce İsa onu uyarmıştı fakat Petrus bu uyarıyı reddetti. Ve İsa şöyle dedi, "Simun, Simun, Şeytan sizleri buğday gibi kalburdan geçirmek için izin almıştır" (Luka 22:31).

Söylediği tüm sözlere rağmen Petrus, Şeytan'ın elinde oyun hamuru olmuştur. Buğdayı elekden geçirmek ne kadar kolaysa, Şeytan için de Petrus'u taciz etmek o kadar kolaydı. İsa'nın sözleri günümüz halk dilinde şöyle ifade edilebilir: "Petrus, sen Şeytan için çerezsin. Seni çekirdek yer gibi tüketir. Gücün onunkiyle karşılaştırılamaz bile."

Tüm bunlara rağmen, Şeytan'ın bizler üzerinde sahip olduğu güç kısıtlıdır. Bizlerden daha güçlü olabilir fakat onu yenebilecek ve yenmiş olan zaferli bir dostumuz vardır. Kutsal Yazılar şöyle demektedir, "İçinizdeki Ruh dünyadakinden üstündür" (1. Yuhanna 4:4). Yakup şu sözleri ekler, "Tanrı'ya bağımlı olun. İblis'e karşı direnin, o da sizden kaçacaktır" (Yakup 4:7). Kükreyen aslana karşı Kutsal Ruh'un gücünde direnirsek, kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp kaçacaktır.

Şeytan, Petrus'u ayartmıştı ancak zaferi geçiciydi. Bu uyarıyla birlikte İsa Petrus'u şu sözlerle de telkin etmiştir: "Ama ben, imanını yitirmeyesin diye senin için dua ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir" (Luka 22:32).

Şeytan'ı hafife almak, bizleri yıkıma götürecek gururun hışmına uğramak demektir. Onu gözümüzde fazla büyütmek ise ona hakketmediği saygı ve yüceliği vermek anlamına gelir.

Şeytan bir yaratıktır. Sonlu ve kısıtlıdır. Tanrı'ya bağımlıdır. Hıristiyanlık, eş derecedede kuvvetli ancak zıt iki baş gücün varlığını kesinlikle kabul etmez. Şeytan insanlardan kuvvetlidir fakat Tanrı'nın karşısında duramayacak kadar güçsüzdür. Bilgisi bizimkini geçebilir fakat Tanrı gibi herşeyi bilen değildir. Gücü bizimkinden fazla olabilir fakat Tanrı gibi kudretli değildir. Etki alanı bizimkinden daha geniş olabilir ancak Tanrı gibi heryerde değildir.

Şeytan aynı zamanda birkaç farklı yerde olamaz. İyi-kötü tüm meleklerin olduğu gibi o da zaman ve mekan dahilinde var olan kısıtlı bir yaratıktır. Büyük ihtimalle bu yaşantınızda Şeytan'la asla direk olarak karşılaşmayacaksınız. Onun bazı subayları ya da bir dizi öğrencisiyle karşılaşabilirsiniz fakat o, zamanını sizden ya da benden daha önemli hedefler üzerinde harcayacaktır. İsa üzerine yaptığı yoğun saldırı sırasında bile Şeytan "bir süre için" O'nun yanından ayrılmıştı (Luka 4:13).

İBLİSLERE GEREĞİNDEN FAZLA MI İLGİ DUYULMAKTA?

Günümüzde insanların Şeytan'ın işleyişine olan ilgisi tekrar uyanmaktadır. Hollywood, bilinmeyene ve Şeytansı şeylere olan açlığımızı biraz olsun gidermek için bizlere The Exorcist, The Omen ve bunun gibi bir dizi film sunmuştur. Hıristiyan çevrelerinde iyileştirme, cin çıkarma çalışmalarına karşı yeni bir ilgi duyulmaya başlanmıştır. Bu iyileştirme çalışmaları cinler ve cin çıkarma konusunda Kutsal Kitaba çok zıt olan garip görüşler ortaya atmışlardır.

Örneğin, bir cinin bir insanın bedeninden ayrılışını, o kişinin tutsak olduğu bölümle ilişkili olarak belirli bir fiziksel işaretin görülmesiyle anlayabileceğimiz söylenir. Bazı insanlar belirli bazı cinlerin kendilerine has bazı işaretlerin ortaya çıkmasına neden olduklarını söylerler. Alkol cini, depresyon cini, tütün cini vb. cinler olduğunu söylerler. Cin çıkarma ve iyileştirmeyle ilgilenen ve bu alanda tanınmış kişilerin bazı kasetlerini dinleme fırsatı buldum (suçluları korumak için isimlerini açıklamayacağım), ve bu kasetlerde cinlerin insan bedenlerini terkettiklerinde bazı işaretlerin görüldüğü öğretiliyordu. İç çekmek, örneğin, tütün cinin bedeni terkettiğini gösterir. Tütün cini dumanın içe çekilmesiyle bedene girdiğinden, duyulur bir nefes vermeyle de bedenden çıkar. Aynı şekilde kusmak da, alkol cinin bedenden çıktığını gösterir. Bilinen her günahın bir cini vardır. Bu cinlerin her birinin yanlızca çıkarılması şart değil, ancak geri dönmelerini engellemek için gereklidirde.

Bu öğretiye saygılı bir şekilde nasıl cevap verilir bilmiyorum. Katıksız saçmalık! Böylesine bir cin analizi hakkında Kutsaş Yazıların hiçbir yerinde en küçük bir öğreti bile bulunmaz. Bu öğretiler artık tamamen sihir alemine girer ve bunlar tarafından kandırılmış inanlılara ciddi zararlar verir. Ne yazık ki, Şeytan ve cinlerle gereğinden fazla ilgilenmek, dikkatlerimizi Mesih'e yeterince çevirmemek demektir. Bu da Şeytanı sevindiriyor olmalı, çünkü kesinlikle Tanrı bundan hoşnut değildir.

Kutsal Yazılar Şeytan'ın bizlere baskı yapabileceğini, ayartmaya çalışabileceğini, bize yalan söyleyebileceğini, ve bizleri suçlayabileceğini öğretir. Ancak içinde Kutsal Ruh'un bulunduğu bir Hıristiyan asla cinli olamaz. Rab'bin Ruh'unun olduğu yerde özgürlük vardır. Eğer bir kişi hem Kutsal Ruh'a sahip, hem de bir cin tarafından bağımsızca yönlendirilebiliyorsa bu, bizlerin kurtuluşunun yenilgiye uğradığını gösterir.

Şeytan ve cinlere duyulan tüm bu ilgi bizlerin dikkatini çok gerçek başka bir tehlikeden uzaklaştırmaktadır-kendi günahımız. Evet, bir İblis vardır. Gerçek cinler de. Ancak aynı zamanda günah gerçeği de vardır. Şeytan bizim sürekli işlediğimiz günahlardaki şuç ortağımız olabilir ancak suçu ve sorumluluğu içimizde bulunan bir cine atamayız. Sarhoş olmak için içimizde cin olması gerekmez. Bunu kendi başımıza yapmamıza yetecek kadar kötülük vardır içimizde. Asla, "Bana Şeytan yaptırttı" diyemeyiz. Şeytan tarafından tahrik edildiğimizi ya da ayartıldığımızı söyleyebiliriz fakat onun tarafından yönetildiğimizi ya da zorlandığımızı söyleyemeyiz.

Günahlarımızın bizleri kontrol eden bir cin yüzünden olduğu görüşüne ilişkin iki ciddi sorun bulunmaktadır. Birincisi, kendi günahımızda hiçbir kişisel sorumluluk üstlenmemek için ayartılmaya teslim olmamızdır. Eğer ona karşı bile koyamıyorsak nasıl sorumlu olabiliriz ki? İkincisi ise, cin çıkaran kişi olmaksızın tamamen güçsüz olduğumuz görüşüdür. Aslında suçlu olmadığımızı ve özel cin çıkarma güçleri olan bir kişi olmaksızın umutsuz olduğumuzu düşünmeye teşvik ediliriz. Bu, Kutsal Kitabın öğrettiği kutsallaşma kavramını tamamen yok eder. Cin çıkarma konusunda bir tür sözde usta kişi savaşa girmeksizin Tanrı'yı hoşnut eden bir hayat yaşayamayacağımızı öğretmek tabi ki Kutsal Kitaba aykırıdır. Bu nedenle, büyük bir endişe ve içtenlikle inanlıların bu gibi şeyleri öğreten kişilerden uzaklaşmalarını tavsiye ediyorum. Aslında…ruhsal canınızı kurtarmak için koşun!

AYARTICI VE ADEM

Şeytan bize ne yapıyor? Şeytan'ın gücünü bizlere yönlendirirken yaptığı iki ana eylem vardır. Bu ana eylemler ayartma ve suçlama. Diğer bölümde suçlamayı yakından inceleyeceğiz. Buradaki konumuz şu an için ayartıcıdır.

Şeytan'ın ayartma işi en belirgin olarak Adem ile Havva'nın Tekvin kitabındaki düşüş anlatımı ve İsa'nın çölde denenmesi olaylarıdır. Bu iki bölümde de çok çarpıcı benzerlikler ve zıtlıklar karşımıza çıkmaktadır.

Bahçede yılan, Havva'ya kullağa çok masum gelen bir soru ile yaklaşır: "Gerçek, Allah: Bahçenin hiçbir ağacından yemeyeceksiniz dedi mi?" (Tekvin 3:1).

Aslında görünüşte bu soru çok saçmadır. Şeytan, Tanrı'nın kuralları ve kısıtlamalarının çok kesin ve sert olmasına şaşırmış rolü yapmaktadır. "Tanrı gerçekten bu bahçedeki hiçbir ağaçtan yemeyeceksiniz mi dedi?" Soru çok açıkça bir şeyi çarpıtıyordu. Havva, İblis'i hemen düzeltti: "Bahçenin ağaçlarının meyvasından yiyebiliriz; fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvası hakkında Allah: Ondan yemeyin, ve ona dokunmayın ki, ölmiyesiniz, dedi" (Tekvin 3:2-3).

Tanrı, Adem ve Havva'ya tek bir şey dışında bahçeyi istedikleri gibi kullanmalarına izin vermişti. Ağaçlardan birine yaklaşılmaması gerekiyordu. Geri kalan herşeye dokunabilirlerdi. Fakat Şeytan buna rağmen, "Tanrı hiçbir ağaçtan yiyemezsiniz mi dedi?" diye sordu. İşte burada Şeytanın sinsiliğini görüyoruz. Şeytanın çok ince dokunmuş önerisi şuydu ki, eğer Tanrı insanın özgürlüğüne tek bir kısıtlama koymuşsa, onun tüm özgürlüğünü kısıtlamıştır. Yılanın sorusu, bir sorunun çok ötesindeydi. Tanrı'nın adaletine ve nezaketine karşı bir haksızlıktı.

Bizler de koyduğumuz yasaklara karşı çocuklarımızın aynı şekilde karşılık verdiklerini görmekteyiz. On şey yapmak için izin isterlerse ve biz ilk dokuzuna evet, sonuncusuna hayır dersek, duyduğumuz standart şikayet şudur: "Zaten hiçbir şey yapmamıza izin vermiyorsun ki!" Yetişkinler de aynı şekilde davranırlar.

Şeytanın sorusu Tanrı'nın güvenilirliğine karşı yapılmış dolaylı bir saldırıdır. Ancak dolaylı saldırıdan, tam bir ön hücuma geçer Şeytan. Havva Şeytan'i düzeltip, ağaçlardan sadece birinden yenmesinin yasak olduğunu ve Tanrı'nın kendilerini ölecekleri konusunda uyardığını söyleyince Şeytan cesurca şöyler der: "Katiyen ölmezsiniz, çünkü Allah bilir ki, ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, ve iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız" (Tekvin 3:4-5).

İşte buradaki ayartma koca kırmızı harflerle söylenmiş yalanın içinde yatmaktadır: "Katiyen ölmezsiniz." Şeytan çok açıkça Tanrı'nın dediğini zıttını söylemektedir. Şeytan Tanrı'yı yalancılıkla suçlamaktadır. "Ölmeyeceksiniz. Tanrı öleceksiniz diyor ama ben ölmeyeceksiniz diyorum."

Sorun şudur: kim doğruyu söylüyor? İsa Şeytan'a, "yalancıdır ve yalanın babasıdır" demiştir (Yuhanna 8:44). Şeytan'ın ayartmada kullandığı ana yol, Tanrı'nın gerçeğine saldırmaktır. Şeytan yanlızca Tanrı'yı yalancılıkla suçlamaz fakat Tanrı'nın neden yaşan söylediğinide Havva'ya açıklar. Tanrı'yı, bir tür tanrısal kıskançlıkla suçlar. Tanrı, Adem ve Havva'nın gözlerinin açılmasını istememektedir. Kendi bilgi düzeyini kendine saklamak ister. Tanrılığını paylaşmak istemez. Ağacın meyvasının Adem ile Havva'yı Tanrı gibi yapacağından korkar. Koyduğu kısıtlama hem haksız hem de bencilcedir.

Bu aşamada Şeytan, tam güç ileri saldırıya geçmiştir. Adem ve Havva'nın o ağaçtan yemeye haklarının olduğunu ileri sürer. Tanrı'nın kuralları adil değildir. Yaptığı şey Tanrı'yı hoşnut etmese bile insanın istediğini yapmaya hakkı vardır ve bu hakkı kimse onun elinden alamaz.

Böylesine bire ayartma insanın karşısına tarihte son defa çıkmayacaktı. Aynı kötü düşünce zinciri insan aklında her gün geçmektedir. Her günah işlediğimde, Tanrı'nın yapmamı istediği şeyi yapmak yerine kendi yapmak istediğim şeyi yaptığım için günah işlerim. Yüreğimizin derinliklerinde Tanrı'nın yasalarının adil olmadığını söyleyen o hain düşünceden hepimiz nefret ederiz.

AYARTICI VE MESİH

Şimdi ise Mesih'in denenmesine bakalım. İlk önce, Adem'le Havva'nın ayartılmasının İsa'nın denenmesi arasındaki koşulların farklılığını ortaya koyalım. Adem'in ayartılması, cennetin ortasında oldu. Başka bir insanın varlığının verdiği rahatlık içindeydi. Karnı toktu. Mükemmel bir ziyafet sofrası vardı önünde. Adem, düşünülebilecek her yaratığın sağladığı rahatlığa sahipti.

Buna karşılık İsa yanlızdı. Yanlızlık içersinde doğanın en ağır koşullarıyla yüzleşti. Yahudiye çölü akreplerin, dikenlerin ve birkaç tür kuşun üreme yuvasıydı. İnsan varlığından yoksun olarak, yiyeceksiz geçirdiği kırk günden sonra İsa denenmeyle yüzleşti. Yiyecek hiçbir meyva, meyvasını yemek için içlerinden seçeceği hiçbir ağaç yoktu.

Koşulların bu çarpıcı tezatlığına rağmen, denenmede yine çarpıcı bir benzerlik bulunmaktadır. Yine aynı konu tehlikedeydi: Tanrı Sözü'nün güvenilirliği. İblis İsa'ya yaklaşıp şöyle dedi, "Tanrı Oğluysan şu taşa söyle de ekmek olsun" (Luka 4:3). Dikkat edin, "Madem ki Tanrı Oğlusun,…" demedi Şeytan. Vurgu ilk kelimedeydi: "[Eğer] Tanrı Oğluysan…" Bu eğer neden? Ruh O'nu çöle götürmeden önce İsa'nın duyduğu en son ses neydi? İsa'nın vaftizinde gökler açılmış ve Tanrı gökyüzünden duyulur bir şekilde şöyle demişti: "Sen benim sevgili Oğlumsun, senden hoşnudum" (Luka 3:22).

Şeytan'ın eğer kelimesini kullanarak sormaya sorduğu sinsice soru şuydu: "Tanrı'nın Oğlu olduğundan emin misin? Eğer Tanrı'nın o kadar çok sevdiği Oğluysan burada ne işin var? Tanrı, kendisinden hoşnut olduğu Oğluna böyle mi davranıyor? Belki ilk önce senin Tanrı'nın Oğlu olduğundan emin olmamız gerek. Acıktın da, dimi? Şu taşlardan birkaçını ekmeye dönüştürmek Tanrı'nın öz Oğlu için pek güç olmasa gerek. Ne zararı olur ki?"

İsa cevap vermekte geç kalmadı. Tabi ki açtı, ancak doğruluğa olan açlığı ekmeğe olan açlığından çok daha fazlaydı. Yiyeceği ve içeceği Babasının isteğini yerine getirmekti. Şöyle dedi, "İnsan yanlızca ekmekle yaşamaz, fakat Rabbin ağızından çıkan herşeyle yaşar" (Luka 4:4, Tes. 8:3).

İsa, Şeytan'ın sözlerinin sinsiliğini farketmişti. İsa'nın aklında hiçbir "eğer" yoktu. Tanrı, kendisinin Tanrı'nın Oğlu olduğunu söylemişti. İsa, Tanrı'nın Sözüyle yaşadı. Adem, Tanrı'nın söylediklerinin doğruluğunu inkar etmeye sürüklenmişti. İsa, O'ndan ayrılmadı.

Şeytan, İsa'ya karşı kullandığı yöntemi değiştirdi. O'na dünaynın tüm krallıklarını gösterdi. İsa'ya şöyle dedi, "Tüm egemenlik ve görkemleriyle bunları sana vereceğim. Bunlar bana teslim edildi, ben de dilediğim kişiye veririm. Bana taparsan hepsi senin olacak" (luka 4:6-7).

Güç ve görkem. Bunlar çok çekiciydi. Şeytan şu deyişle silahlanmıştı: "Her insanın bir fiyatı vardır." Fakat İsa için bir bedel bulamamıştı. Bu adam, daha sonraları "İnsan dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur?" (Markos 8:36) diyecek olan adamdı.

İsa Şeytan'a şöyle cevap verdi, "Çekil git Şeytan! Çünkü 'Tanrın olan Rab'be tap, yanlız O'na kulluk et' diye yazılmıştır" (Luka 4:8). Yine, konu aynıydı: Tanrı Sözüne itaat. Şeytan'ın sundukları, yanlızca İsa'nın Tanrı Sözü'nden ödün vermesiyle elde edilebilecek şeylerdi. İsa Şeytan'ı Kutsal Yazılarla itmiştir. "…diye yazılmıştır" dedi İsa. Tesniye'den alıntı yaptı. Açık ki, İsa, Musa'nın ilk beş kitabına günümüzdekilerden daha fazla değer veriyordu. Daha bir kaç dakika önce insanın Tanrı'nın ağızından çıkan her sözle yaşadığını belirtmişti. Daha sonra kesinlikle ihlal edilemeycek belirli bir söz söyledi.

Kutsal Kitap'tan alıntı yapma sırası şimdi Şeytandaydı. Yine, eğer kelimesini kullandı. " '[Eğer] Tanrı'nın Oğluysan, kendini buradan aşağı at' dedi. 'Çünkü şöyle yazılmıştır: 'Tanrı, seni korumaları için meleklerine buyruk verecek. Ayağın bir taşa çarpmasın diye seni elleri üzerinde taşıyacaklar.'" (Luka 4:9-11).

Yukarıda Şeytan, Kutsal Yazılardan alıntı yapmıyordu. Fakat o sapık bir Kutsal Kitap yorumcusuydu. Kutsal Yazıları, Kutsal Yazılara karşı kullanmak için Kutsal Yazıları çarpıttı. Günahı haklı göstermek için Kutsal Kitabı kaynak olarak kullandı. Kutsal Ruh'a çok aşırı bir saldırıda bulundu.

Şeytan sanki şöyle demişti, "Peki İsa, demek ki Kutsal Yazılara inanıyorsun. Öyleyse kanıtla! Tanrı'yı test et, O'nu dene. Kendini aşağı at, bakalım melekler seni tutacaklar mı?"

İsa şöyle yanıt verdi, " 'Tanrın olan Rab'bi sınama!' diye buyrulmuştur" (Luka 4:12).

İsa'nın söylediği şey çok açıktı. "Tanrı'nın vaatlerini biliyorum. Fakat beni yasakla kıstılanmış bir vaatle ayartmaya çalışma. Kutsal Kitap aynı zamanda Tanrı'yı sınamamamız gerektiğini söylüyor (Tesniyer 6:16). Meleklerin beni koruduklarından emin olmam için tapınağın tepesinden atlamama gerek yok. Tanrı öyle söyledi ve eğer Tanrı öyle söylediyse, O'nun sözlerinin doğru olduğundan hiçbir şüphem yok."

Bu cevabın ikilemi Matta İncil'inde bulunmaktadır: "Bunun üzerine İblis İsa'yı bırakıp gitti. Melekler de gelip İsa'ya hizmet ettiler" (Matta 4:11).

İNANÇSIZLIĞA AYARTILMAK

Her iki denenme olayında, hem Adem'de hem İsa'da, üzerinde odaklanılan konu Tanrı Sözü'nün güvenilirliğiydi. Eğer Şeytan, Tanrı Sözü'nün güvenilirliği üzerine gölge düşürebilirse, düşüşümüz için gerekenlerin hepsi hazırlanmış olur. Tanrı'nın söylediklerine inanmakta başarısız olmak her günahın temelidir. Tanrı'nın gerçeği bir kere kenara itildiğinde, bizleri kendi gözümüzde doğru olduğunu düşündüğümüz şey yapmaktan alı koyacak hiçbir şey kalmamıştır. "Kendi bildiğimizi okumak" itaatsizliğin özüdür. Ve dikkatimizi kendi doğru bildiğimiz şey üzerinde yoğunlaştırdığımızda Tanrı'yı hoşnut etmeye adanmış olmamız mümkün değildir.

İnançsızlık neden günahtır? Tanrı'ya inanmayı reddetmek, O'nun doğru karakterine iftira atmak demektir. Tanrı neden söz ettiğini bilmiyor ya da Tanrı'nın söylediği gerçekten de kötü. Her iki durumda da O'nun tanrısal güvenilirliğine saldırıyoruz. O'nun kudreti ya da doğruluğu tartışılmış olur.

Ama kör bir iman zayıflık demek değil midir? Gerçekten de zayıflıktır. İman ile saflık (kolayca aldanmak) arasında çok büyük fark vardır. Saflık, bönlüktür. Kanıtsız, önyargıya, hurafeye dayanır. Sebepsiz bir şeye inanmak, erdem değildir. Ama Tanrı'nın istediği bu değildir. Tüm ışık ve kanıtla ağızından çıkan herşeye inanmamızı ister Tanrı. İlk önce İsa'yı mezardan çıkarmadan bizlerden Dirilişe inanmamızı istemez.

Tanrı, gelecek hakkında kendisine güvenmemizi gerçekten de ister, fakat böyle bir inanç kör iman değildir. Tanrı'nın geçmişte sergilediği mükemmel işlere dayanır. Vaatlerinin değişmeyeceğini tekrar ve tekrar göstermiştir. Aslında eğer sahtekarlıktan tekrar ve tekrar hüküm giymiş, sözlerini kesinlikle tutmayan, azıllı bir yalancı ve sahtekar birisine güvenmemiz istenseydi böylesine bir güven çok şüpheli olurdu.

Fakat Tanrı insan değildir. Bu şeylerin hiçbirinden suçlu değildir. Kendimizdeki güvensizliği asla Tanrı'ya yüklememeliyiz.

Burada dikkatimizi vermemiz gereken bir Roma Katolik öğretisi bulunmaktadır. Buna fides implicitum denir. Bunun anlamı, inanlının kiliseye kayıtsız olarak iman etmesi ya da kilise Hıristiyan öğretisini öğrettiği için mükemmel olduğundan kişinin kiliseye kayıtsız şekilde iman etmesi gerektiğidir.

Gerçekten de eğer kilise mükemmel olsaydı, ona kati bir şekilde iman etmek uygun olurdu. Her kim ya da her ne mükemmelse, böylesine bir güveni hakkeder. Roma Katolik kilisesinin yahut herhangi bir kilisenin mükemmel olduğuna inanmıyorum. Fakat Tanrı mükemmeldir. O'na fides implicitum borçluyuz.

Eğer Şeytan, Tanrı'ya olan kayıtsız güvenimizi sarsabilirse, tacizleri amacına ulaşmış demektir. İnançsızlık ayartmasına yenik düşeriz. Adem düştü. Tanrı'ya inanmadı. İsa, ikinci Adem, Tanrı'nın Sözü'yle yaşadı. Baba'ya olan güveni salsılamazdı. Ayartıcıya teslim olmadı.

İsa, denenmesinden önce Oğlu'nu tasvib eden Baba'nın sesini duymuştu: "O'ndan hoşnudum." İsa'nın denenme karşısında kazandığı zaferden de Baba'nın aynı derecede hoşnut olduğundan emin olabiliriz. İsa, yalancı Şeytan'ın sözü ile Tanrı'nın Sözü arasında iyi bir seçim yaptı. Hamlesini inançsızlık ve şüphe yerine, inanç ve güvenle yaptı. O zaman da, şimdi de Tanrı, çocukları Kendine güvendiğinde hoşnut olur.