2. Kaderi” Cevaplanmak Olan Sorular



Bu bölümde Kutsal Kitap’ı incelemenin sonucu olarak şu neticelere varacağız:

Tanrı “tedarikçi yönetimine” göre (providence) her şeyi iki temel amaç uyarınca önceden tasarlayıp gerçekleştirir: Kendi izzeti ve insanın iyiliği için.

İnsanı kararlarından ve hareketlerinden sorumlu olarak yarattı. Ne var ki, Tanrı onun günahından sorumlu değildir.

Tanrı kimi insanları veya insan gruplarını seçer onlar için plan yapar, ama bu körü kürüne bir kadercilik değildir.

Tüm insanlar Tanrı’ya karşı direnirler. Fakat O, amacını gerçekleştirmek için iradesini çiğnemeden istediği herkesi kullanır veya ikna eder.

* * *


Tanrı mutlak egemen ise, tartışmaya yer yoktur: O her şeyi amacı uyarınca önceden planlar, planınıda kesin gerçekleştirir. Ama bu kadar basit olsaydı böyle bir tartışma hayal bile edebilir miydik?

Orta Doğu’da kader anlayışı yalnız hayatın yöneldiği ‘son durak’ ile ilgili değildir. Bunun yanı sıra olup biten her şey, saniyenin milyarda biri dahi Tanrı’nın tasarısına bağlı olup O’nun direkt eseri olarak görülmektedir. Ve burada bir amaçtan çok ilahi iradeye boyun eğmek konusu daha ağır basmaktadır.

Hıristiyanlıkta ise kader ve seçilmişlik konusu belli başlı amaçlar için seçilen kişi veya kişi grupları ile ilgilidir. Bu planlama etkinliği elbette bize göre devasa boyutlardadır ve içine sayısız konu ve insan kitlesi alır. Amaçlar çeşit çeşit olabilir: Mesih’in doğacağı soyu hazırlamak, kimi insanlara tarihte anahtar rollerini dağıtmak, kendisine tapınan bir halk oluşturmak, Kelamını dünya uçlarına ulaştıracak elçilerini atamak, kurtulanların cennete ulaşmalarını sağlamak… bu amaçlardan yalnız bazılarıdır. Ama ilahi tasarrufunda amaç yönetimdeki yaptırımdan daha önemlidir.

Birinci yaklaşım ilahi iradenin keyfiyetini vurgular. Bu yüzden anlam aramak boşunadır. İkinci yaklaşım ise, bu iradenin amacını ve hedefini vurgular; bu yüzden mutlaka bir anlam vardır.

Bu yüzden Kutsal Kitap der ki, Tanrıher şeyi iyi amacı uyarıncayapar (Ef.1:9). Her ne kadar iyiliği, yaptığı seçimler konusunda herkese derin bir nefes aldırması gerekse de (çünkü iyiliği O’nun keyfi davranmadığını vurgular), insanın doğal tepkisi bu seçimleri sorgulamaktır:“Şimdi bana, "Öyleyse Tanrı insanı neden hâlâ suçlu buluyor? O'nun isteğine kim karşı durabilir?" diyeceksin”(Rom.9:19).

Böylece Tanrı’nın iradesi karşısında ezilmiş hisseden insanın bu iniltisini dile getirerek ilk bir anahtar soru sormamıza Kutsal Kitap izin verir:



I. Kutsal Kitap’ın seçilmişlik anlayışı kadercilik midir?

Yıllar önce ev ararken emlakçilik yapan bir hacı amca ile belli bir saatte randevulaşmıştım; sırf oyalandığı için neredeyse bir saat geç gelen kendisine şikayet ettiğimde bana, “kader işte” deyip konuyu kapattı…

Kader”, “mukadderat” ya da “alın yazısı”, “yazgı” dediğimiz zaman halkın kafasında nasıl bir anlayış vardır? Sözlüğe göre ‘kader’: “Bütün olmakta ve olacak olanları önceden ve değişmeyecek biçimde düzenlediğine inanılan doğa üstü güç… Genellikle kaçınılmaz kötü talih” (Türk Dili Kurumu, Türkçe Sözlük). “Kader işte” denilir, çünkü artık olan oldu, kimse onu değiştiremez ve bu ‘kör gücün’ kaprislerini kabullenmekten başka bir çaremiz yok. Gerçekten Tanrı bu kadar ezici davranır mı?

Kader(Al-Qadar) Arapça bir kelime olupİslam ilahiyatına ait bir kavramdır. Tek Tanrılı diğer dinlerin teolojik sistemleriyle bazı konularda paralellikler gösteren İslam ilahiyatında, Allah’ın her şeyin üzerindeki mutlak hakimiyeti alimler tarafından yüzyıllar boyunca tartışılan önemli bir konu olmuştur.

Bu konudaki genel kanı şudur: Allah evrendeki her hareketi, kararı veya değişimi bizzat kendisi yaratmaktadır.20Allah’ın yaratma işi ilk yaratılış ile sona ermedi, şu anda bu satırları yazarken bilgisayarın klavye tuşlarına basmam bile O’nun doğrudan yarattığı bir eylemdir diye düşünülüyor. Yani sadece ellerimi yönetmesi değil, hareketlerini yaratması söz konusudur… Allah evrende bütün olup bitenleri en ayrıntılı detayına kadar düşünen ve tasarlayan bir film senaristi gibidir. Bu anlayış sadece İslamiyet’e has değil. Bir çok Uzak Doğu felsefeleri ve dinlerinde benzer kader anlayışları vardır. Aradaki fark şudur: her şeye kadir Tanrı yerine, evrenin kaderini belirleyen şey soyut bir güçtür.Bu mutlak iradeye karşı çıkmanın ya da onu sorgulamanın hiçbir yararı yoktur. Bizi çeken, irademizin tamamen dışında gelecekteki kadere doğru sürükleyen, karşı koyamadığımız bu güç bir nevi kozmik mıknatıs gibidir.

Yahudilik ve Hıristiyanlık içersinde de kederciliğe benzer anlayışlar geliştiren teoloji ekolleri vardır…

Ama burada Kutsal Kitap’ın altını çizdiği bir konuya dikkat etmemiz gerekir:

Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi”(Yar.2:2-3).

Tanrı yoruldu mu ki dinlendi? Bilmiyor musun, duymadın mı? Ebedi Tanrı, RAB, bütün dünyayı yaratan, Ne yorulur ne de zayıflar…”(Yşa.40:28). Demek ki, burada kastedilen şudur: Tanrı her şeyi yarattıktan sonra yaratma işine son verdi. Bundan sonra olup biten her şey yaratılan birer eylem değil, O’nun başta yarattığı doğa kanunları doğrultusunda bir etki tepkiler dizisidir. Evrendeki her şeyi bu kanunlara göre düzenlemiştir. Elbetteki O, bir kenara çekilip seyirci kalmaksızın bu etki ve tepkileri gözetliyor ve denetliyor, ama herkesi iplerlere bağlı, iradesiz bir kukla gibi oynatmıyor. Kader diye kaprisli ve kör bir talih yoktur!

Tanrı, “güçlü sözüyle her şeyi devam ettirir”(İbr.1:3), ve“her şey varlığını O'nda sürdürmektedir”(Kol.1:17).O, ardı arkası bitmeyen bir yaratma koşuşturması içinde değildir. Evreni 6 günde yarattı, sonra yaratma işine ara verdi. İsterse yine de yaratır (ve aslında biri İsa'ya iman ettiğinde öyle de yapar; bkz. Ef.2:10; 2Ko.5:17), ama şu anda evrenin üzerindeki yönetimi onu devam ettirmek şeklindedir. Bu ne demek? Kendisi evreni uyumlu hareket içinde ve hayatta tutan enerjiyi ve düzeni sağlamaktadır. Tanrı “Yüzünü gizleyince” evrendeki bütün varlıklar “dehşete kapılırlar, Soluklarını kesince ölüp toprak olurlar. Ruhun'u gönderince var olurlar, Yeryüzüne yeni yaşam verirsin”(Mez.104:29-30). Kendisi usta bir saatçiye benzer. Önce saati tasarlar ve imalat eder. Bu bir kereye mahsustur. Sonra her gün saati kurar ve çalışıp çalışmadığını kontrol eder. Buysa devamlı bir iştir. Ama parmağıyla çarklarını veya ibrelerini oynatmıyor… Yalnız saat bozulursa parçaları söker ve onu tamir eder...

1) Rab dünyadaki hayat ve onun sınırlarını tasarlayıp yaratmıştır:“Yeryüzünün bütün sınırlarını sen saptadın, Yazı da kışı da yaratan sensin”(Mez.74:17).

2) Yaşamı denetler, gücünü sürekli sağlar “Yeryüzüne yeni yaşam verirsin”(Mez.104:30); “Herkese yaşam, soluk ve her şeyi veren kendisi”dir (Elç.17:25).21

3) Kurallarını bozanları, yoldan sapanları terbiye eder ya da yargılar… “Tanrı'nın "herkese, yaptıklarının karşılığını verecektir” (Rom.2:5-6; Mez.93:10).

Böylece kaderci görüş dışında, her şeyi yaratan olmakla beraber Tanrı’nın, evrenin bütün yasalarını denetleyen ve ihtiyaçlarını sağlayan tedarikçi (provider, providential governor) olduğu yolunda Kutsal Kitap’ın görüşü vardır.Birinci görüş ‘kör tahlilci’, ikincisi ise ‘tedarikçidir’…

Evreni yarattıktan sonra Tanrı, her şeye durmadan müdahale etmediği gibi dünyayla bağlarını da koparmadı. Dünya müdahale edilemeyen kapalı bir sistem değildir. Maddi manevi bütün ihtiyaçları O karşılar, tedarik eder. Müdahaleleri iyi amaçlarını gerçekleştirmek içindir. Dünya bir akvaryum gibidir; üstünü kapatmıyoruz, suya oksijen veririz, içindeki balıklara her gün yem veririz ve zaman zaman içini temizleriz… Akvaryumda kaderci bir uygulama balıkları sabit bir rotaya bağlamak ve ömürlerini sonlandırmak istediğimizde yemlerine son vermek olurdu. Tedarikçi yaklaşım ise, akvaryumun sınırları içinde özgürce yüzmelerine izin vermek ve renklerinden olduğu gibi canlılıklarından zevk almak üzere ihtiyaçlarını düzenli olarak karşılamak olurdu.

Tanrı bir film senaristine değil (kaderci görüş), daha çok oyun kurallarını belirleyen Futbol Federasyonuna benzer (tedarikçi görüş). Futbol maçı bu kurallar dışında oynanamaz. Belli sınırlar çizilmiştir ve bunların aşılmaması için denetim mekanizmaları vardır. Aşıldığında gereken cezalar veriliyor.

Bir filmin her oynadığında değişmemesini bekleriz, değişirse (örneğin bir taraf makaslanırsa) şikayet de ederiz. Ayni filmlerin yeni yorumları yapıldığında zor beğeniriz, çünkü orijinal filmde zaten her şey mükemmel tasarlanmıştı… Ama bir maç her oynandığında değişmezse şike var deriz ve paramızı geri isteriz.

Kaderci kişi körü körüne senaryoya boyun eğer, tedarikçi görüşü benimseyen kişi ise oyun hakemine boyun eğer. Bu hem gönüllü hem amaçlı bir teslimiyettir ve oyun içinde büyük heyecan ve macera vardır. Maç oynanıyor!

Yıllar önce Yunanistan’dan Türkiye’ye giriş yaparken, hayatımda görmediğim kadar korkunç bir kar fırtınasına yakalandık. Bir ara tekerlekten çıkan zincirleri düzeltmek için ön sol çamurluğun yanında dururken, birden bir şey arabamızı şiddetle vurdu. Benden ancak on ile yirmi santimetre uzaklıktaki kapı arabanın içine öyle bir girdi ki adeta kasayla kaynaştı. Bizi vuran bir jandarma arabasıydı ve çarptıktan sonra yoldan çıkıp yamaçtan 5 metre aşağı düştü. Bende ise bir sıyrık bile yoktu! Bu kadar tahribat yapan bir kaza nasıl da yanında duran bana dokunmadı bile? Doğrusu bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var, Tanrı “tedarikçi denetimi” ile beni korudu, beni kayırdı.

İbranice veya Grekçe’de “tedarikçi denetim/yönetim” için (providence) bir karşılık yoktur. Eflatun Tanrı’nın sağlayışı, yani “tedariki” için ‘pronoia’ kelimesini kullandı. Başka Yunan filozoflar da öyle: Filon (“Peri pronotas” adlı eserinde), Yosefus, “Bilgelik” kitabının yazarları (14:3; 17:2), 3.-4. Makabi de öyle. Ama Yeni Antlaşma’da (İncil’de) ‘pronoia’ kelimesi yalnız iki kere geçer (Elç.24:2; Rom.13:14) ve her iki durumda da Tanrı’nın değil, insanların bir şeyi kayırdığını ifade eder. Fiil kipi olan ‘pronoeo’ da öyledir (Rom.12:17; 2Co.8:21; 1Ti.5:8).22

Ne var ki, insan ile olan ilişkisinin en dokunaklı yönlerinden biri Tanrı’nın “tedariki”dir; yani maddi ve manevi ihtiyaçların sağlayışıdır. İnsanın yaşamının anlamı, soluğu dahil aldığı her şeyin, Rab’bin “tedarikçi yönetimi” doğrultusunda O’nun sağlayışı ve hediyesi olarak kabul etmesindedir. Kutsal Kitap ta baştan beri bunun böyle olduğunu vurgulamaktadır. Örneğin: “İbrahim, «Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak» dedi… Oraya «RAB sağlar» adını verdi. «RAB'bin dağında sağlanacaktır» sözü bu yüzden bugün de söyleniyor”(Yar.22:8,14).

Tanrı’nın dünyayı ve insanları tedarikiyle iyi amacına ulaştırmak için kayırması kavramı, şu diğer kavramlardan ayrı tutulmalıdır: (a) panteizm, dünya Tanrı içindedir der; (b) deizim, Tanrı dünyadan kopuktur der; (c) düalizm, biri Tanrı olmak üzere evren iki güç tarafından yönetilir der; (d) indeterminizm, dünya kontrolsüzdür der; (e) determinizm, her şeyi etki-tepki kanunu yönetir, özgür irade yoktur der; (f) şans, kısmet, kontrol eden gücün hiçbir mantığı yoktur der; (g) fatalizm, yöneten gücün iyilik amaçlamaz der.

Kutsal Kitap “ilahi tedarik”i Tanrı egemenliğinin bir yönü olarak gösterir. Tanrı evrenin kralıdır ve mutlak iradesiyle karar verdiği her şeyi yapar (Mez.103:19; 135:6; Dn.4:35; ile Ef.1:11). Kendisi her zaman doğru olanı yapar ve iyilik amaçlar. Böylece bizi koruduğuna dair güvence verir. Bütün Kutsal Kitap bu güven duygusuyla doludur!


II. Peki, evrende olup biten her şeye

doğrudan Tanrı mı sebeptir?

Tekrar soralım: Tanrı Her etki ve tepkiyi, her hareketin sonucunu biliyor veya planlıyor mu? Dahası, planına olup biten her şeyi dahil edip hedeflerini önceden sonuca bağlıyor mu? Evet! Kendisi evrende olup biten her şeyin arkasındadır! Ama “arkasında” ifadesini vurgulayalım…

Dünyada yaşayanlar bir hiç sayılır. O gökteki güçlere de dünyada yaşayanlara da Dilediğini yapar. O'nun elini durduracak, O'na, «Ne yapıyorsun?» diyecek kimse yoktur”(Dan.4:35).

RAB öldürür de diriltir de, Ölüler diyarına indirir ve çıkarır. O kimini yoksul, kimini varsıl kılar; Kimini alçaltır, kimini yükseltir”(1Sa.2:6-7).

Tanrı evrendeki her şeye sebeptir dediğimizde, olup biten her şeyin arkasında olduğunu demek istiyoruz. Bu şu üç şekilde gerçektir: (a) bazı durumlara doğrudan Kendisi sebepolur, (b) bazı durumları ise yalnız denetler(c) ya da zaman zaman olup bitenlere izin vermekle yetinir23; ama kesinlikle her şeyi planına dahil eder.24Tanrı evrenin mutlak egemenidir: Hiçbir şey denetiminden kaçmaz, olup biten her şey onun isteğine uymaktadır! Ama nasıl? O’nun her şeyi denetlemesi özgürlük olasılığını yok etmiyor mu? Her şeye O karar veriyorsa insan hareketlerinden sorumlu mudur?

Bu bir “Fatalizm” ya da “kaçınılmaz kötü talihi çaresizce kabullenme” olayı, yani demir yolunda yıkılmış köprüye doğru hızla ilerleyip uçuruma giden, freni patlak trenden atlayamamak gibi bir olay değildir.

Kutsal Kitap’a göre TanrısalSeçim,bireyler veya insan grupları için bazı somut hedefleriönceden belirleme olayıdır. Ama bunun için Tanrı Kendisinin koyduğu ruhsal ve fiziksel yasaları çiğnemiyor. Yağmurun atlan yukarı yağmasını emretmez (yağmur doğa kanunlarına bağlı hareket eder, dolayısıyla Tanrı’ya da bağlıdır, çünkü bu kanunları koyan Kendisidir). Elbette ki Tanrı, amaçlarının gerçekleşmesi için kimi özel olayları ayarlayabilir; ama böyle bir müdahaleye ‘kader’ ya da ‘önceden belirleme’ (predestination) değil, ‘ilahi tedarik’ veya ‘Tanrısal sağlayış’ (providence) denir.25Örneğin: Firavun’un fermanına rağmen, ölmemesi için Musa’yı kurtaracak bir plan geliştirdi…

Özellikle hayatımızın “arabasına” binmesine izin verirsek Rab adımlarımıza iyi bir hedefe doğru yön verir. Bizi her kıvrımı önceden inşaat edilen ‘roller coaster’e binen kişi gibi değil, bazı durumlarda varış noktası veya limanı önceden kararlaştırılan ama rota seçiminde özgürlük tanınan oto şoförü ya da gemi kaptanı gibi yönlendirir.

Kaderci görüş Tanrı müdahildir, her şeye karışır der; müdahaleleri tamamen keyfidir. Bu yüzden kaderin bir mantığı, tutarlılığı yoktur ve olup bitenlerin nedenini sormak boştur. Tedarikçi görüş Tanrı denetçidir, koruyucu ve evrenin hakemidir; Kendisi her şeyi tasarlar, denetler ve sağlar der. Bu amaçsız bir determinizm26değildir. Determinizmde aynı etkiler her zaman aynı tepkiler doğurur ve bunda bir amaç yoktur. Rab tasarısına göre keyfi müdahaleler olmaksızın her şeyi istediği hedefe yönlendiren ayarlamaları tedarik etmektedir.27Ama kendi amaçlarını, ahlak ilkelerini ve kendi kanunlarını çiğnemez. Yani akvaryumun üstü kapalı değil, balıklar zincire vurulmamış, kısmetlerine de terk edilmemiştir. Akvaryumun amacı güzellik saçmak, evrenin amacı da Tanrı’nın izzetini yaymaktır. Balıkların akvaryumun sınırları içinde serbest yüzmelerine izin veririz. Tanrı da insanların sınırlarını önceden saptadı”(Elç.17:26), ama bu sınırlar içinde hareketlerimizi kısıtlamaz.


* * *

Madem ki, Kutsal Kitap varılacak hedefi vurgulamaktadır, hayatın nihai hedefi konusunda ne der? Hıristiyan Tanrıbilimciler özellikle bu konuyla ilgilenmişlerdir. Ne var ki, Tanrı yönetimini ve seçimini Kutsal Kitap’a göre ele aldığımızda, Kendisi yalnız kimin cennete kimin cehenneme gideceği gibi seçimlerini tek bir konuya indirgemediğini görüyoruz.

Websters New Collegiatesözlüğüne göre ‘önceden belirlenme’: “Tanrı’nın her şey üzerindeki ön bilgisinin sonucu olarak, şaşmaz ve yanılmaz bir biçimde kurtuluş için seçilmiş olanları yönlendirmesi doktrini”dir. Bu tanım prensip olarak doğru olmakla birlikte Kutsal Kitap’a göre bir tek kurtuluş için değil, çok farklı konularda çeşitli seçimler söz konusudur. Bundan ötürü Kutsal Kitap’ın ‘seçim’ ya da ‘önceden belirleme’ ile ilgili ayetlerini peşin veya önyargılı bir anlam yüklenmeden bulundukları bağlamlarına göre ayrı ayrı ele alınmalı ve yorumlanmalıdırlar. Ve her ayet yalnız seçilenlerin sonsuz kaderinden söz ettiğini varsayamayız. Amaçlar genel ve geniş, ya da özel ve dar olabilir… Tanrı Halkı olmak için Tanrısal seçimin amacı genel ve geniş, kurtuluş için amacı ise özel ve dardır.

Başka örnekler görelim. İsrailliler halk olarak, toplu halde kutsal olmaları amacıyla seçildiler: “Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. Tanrınız RAB, öz halkı olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti”(Yas.7:6). Ama İsrailliler toplu halde cennete gitmeleri için seçilmediler. Nitekim Eski Antlaşma’daki bütün İsrailliler cennete gitmedi (Mez.95:10-11).Tanrı İsrail’i seçtiği gibi sonra da bütün ulusları seçti… Ne için? Kurtuluş için değil, Tanrı Halkı olma şansı kendilerine de tanınması için! Ama seçildiler diye herkes (bütün İsrailliler ve diğer uluslar) cennete gidecek diyemeyiz. Ya da diğer uluslar seçilmeden önce İsrailli olmayan herkes cehenneme gitti de diyemeyiz! Demek ki, Kutsal Kitap genel anlamda ‘seçilmişlik’ten söz ettiği her yerde kurtuluştan söz etmeyebilir. Bu yüzden herhangi bir yorumdan önce bağlamdaki ayetlere göre söz konusu seçimin hedefini anlamak şarttır.

Yine Tanrı Orta Doğu’nun birçok eski kralını (Babil, Asur vb.), İsrail halkını cezalandırmak veya salıvermek için seçti (örn. Yşa.10:5-15; 44:28; 45:1), ama bu kişiler ne iman etti ne de cennete gittiler diyebiliriz. Öyleyse her ayrı durumda seçim kararı veya süreci kadar, seçim amacını da doğru anlamak son derece önemlidir.

İsa 12 havariyi seçtiama buna rağmen onlardan birisi cennete gidemedi: “İsa onlara şu karşılığı verdi: "Siz Onikiler'i seçen ben değil miyim? Buna karşın içinizden biri iblistir"”(Yu.6:70); ve yine Yahuda İskariot’tan söz ederken, “…mahva giden adamdan başka içlerinden hiçbiri mahvolmadı”dedi (Yu.17:12).

Böylece, Tanrı her etkinin doğuracağı tepkiyi, herkesin varacağı hedefi önceden planlayıp sonuca bağlıyor derken, birbirini tamamlayan ama birbirinden farklı olan bazı kavramları anlamamız gerekir. Yukarıdaki sözlük tanımında, Tanrı’nın ‘ön bilgisi’, ‘kurtuluş’, ‘seçilmişlik’, ‘önceden belirlenme’ ve O’nun ‘yönlendirişi’ (ilahi tedarik ve takdir) kavramları tek bir konudur gibi hepsi aynı kefeye kondu, halbuki farklıdırlar. Nasıl yani?

İstanbul’dan Ankara’ya gitmek için tren, otobüs, araba ya da uçak ile gidebiliriz. Ön hazırlık yaparken neyle gideceğimize karar veririz. Sonra gider bilet alır ya da arabanın benzin deposunu doldururuz. Arabayı seçtik diyelim. Araba bizi Ankara’ya varana kadar taşır (artık bu belirlenmiştir). Ama yolda nerede mola yapacağız, ne kadar hızlı gideceğiz vs. gibi kararlar yoldayken de verilebilir. Seyahat planı Tanrı’nın önbilgisi gibidir. İstasyon, bilet veya benzincide depo doldurmak seçimin gerçekleştiği yer ve eylemdir. Kara yolları bizi yönlendiren Tanrı’nın tedariki gibidir; açık araziden gitmeyiz ya! Rota, mola, hız… bizim özgür iradenin seçimleridir. Varış yeri ise, ilahi bilgelik tarafından önceden belirlenen hedeftir. Bunları ayrı ayrı görelim:

a) Tanrı’nın önbilgisi(İngilizcesi ‘Prescience’): Tanrı her konuyu ezelden bilmesi ve buna göre plan yapıp her şeyin varacağı sonu planına dahil etmesi olayıdır. “Çünkü Tanrı önceden bildiği kişileri…” (Rom.8:29); “Baba Tanrı'nın öngörüsü uyarınca…”(1Pe.1:2). Bu demek ki, hem insanın özgürce alacağı kararları ve bunların doğuracağı sonuçları karışmadan bilebilir,28hem de buna bağımlı kalmadan önceden istediği sonuçları doğurmak için olayları istediği gibi yönlendirebilir. Bu bir çelişki mi? Hayır! Bu iki farklı boyutun (ilahi ve insani) birbirleriyle örtüşmesidir.

Çocuğumuz bebekken, sık sık iltihaplanan kulağından ötürü mamalarını bir türlü yiyemiyordu. Bir keresinde bir lokmayı ağzında 24 saat tuttu! Bu durumda her türlü çözüm üretmek gerekiyordu. Başvurduğumuz yöntemlerden biri, her mama kasığı üstünde soyulmuş bir üzüm tanesini koymaktı. Çünkü üzümlere bayıldığını öncedenbiliyorduk. Bu şekilde istemediği halde ağzındaki mamayı yutardı. Özgür davranıyor muydu, yoksa zorla mı yutuyordu? Her ikisi de doğru, olaya hangi açıdan baktığımıza bağlı. Kendince üzümü sevdiği için yutardı; bizce, biz onun yutmasını başarmıştık. Çelişki mi? Hayır! Yalnız farklı bakış açıları…

  1. Tanrı’nın tedarikçi yönetimi/denetimi (İngl. ‘Providence’): insanın özgür ve bağımsız kararlarına rağmen bütün olup bitenleri iyi bir sona bağlayan ve Kendi amaçlarına ulaştıran Tanrısal yetisi ve yetkisidir. Buna insanın özgür iradesini kötüye kullandığı durumlar da dahildir; çünkü O, insanın asi veya yanlış kararları bile kendi amaçları ve hedeflerine birer araç olarak kullanmasını bilir. “Kişi yüreğinde gideceği yolu tasarlar, Ama adımlarını RAB doğrultur” (Özd.16:9).

Özellikle imanlıların durumunda Tanrı’nın tedarikçi yönetimi yüce bir babanın şefkati boyutundadır. Öyle ki, en zor durumlarda dahi O’na karşı tam bir güven duygusu güç kazanır.“Tanrı'nın, kendisini sevenlerle, amacı uyarınca çağrılmış olanlarla birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz”(Rom.8:28).Tanrı her durumda halkının ruhsal iyiliği için etkin olduğu ve iyi veya kötü bütün yaşadıklarımızı denetlediği gerçeği (Rom.8:28), bize O’na ümit bağlamayı öğretir ve zorluklardan geçtiğimiz zaman cesaret verir (Mez.60; 62). Böylece aynı zamanda dualarımızın imanı ve hamtları da güçlenir! Bunun en güzel örneklerinden ikisi Yusuf’un yaşamı ve Ester bölümüdür.

Yusuf ağabeyleri tarafından köle olarak satıldı, sahibinin karısına taşkınlık yapmakla suçlandı, haksız yere hapse atıldı… Ama bütün bunlar sonunda berekete dönüştü: “Siz bana kötülük düşündünüz, ama Tanrı bugün olduğu gibi birçok halkın yaşamını korumak için o kötülüğü iyiliğe çevirdi”(Yar.50:20).

Ester de Tam Yahudilerin kıyımı planlandığı sırada Babil kralıyla evlendi. Rab bu durumları halkını kurtarmak için kullandı... “Şu anda susarsan, Yahudiler'e yardım ve kurtuluş başka yerden gelecektir; ama sen ve babanın ev halkı yok olacaksınız. Kim bilir, belki de böyle bir gün için kraliçe oldun”(bkz. Est.4:14).

Her zaman iyilikler kollayan Tanrı’nın tedarikçi yönetimi (‘providence’), bizleri her türlü kadere çaresizce teslim eden kör talihin (‘fatalism’) tam zıttı dır! Kendisi,“göklerdeki Babanız” dır ve O, “güneşini hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem eğrilerin üzerine yağdırır” (Mat.5:45).Tanrısal tedarikçi yönetimine güvenmek çeşitli sıkıntılardan geçen insanın yüreğine su serpiyor. Sıkıntılara anlam bulamadığımız, bunlar için Tanrısal planı çözemediğimiz zaman, Kelam Tanrı’nın keyfi davranmadığına güvence veriyor. O’nun davranışı, iyiliğimizi her şeyden çok amaçlayan tam geçerli ve derin sebepleri vardır. Böylece tepkimiz, kaderi çaresizce kabullenmek değil, Tanrı’ya bir dost olarak, göksel Babamız olarak güvenmek olabilir, çünkü sadakatini biliyoruz…

Bu durumlarda yapmamız gereken şey Tanrı’ya, “Buna neden izin verdin?” diye hesap sormak değil, bunun yerine kendimize, “Acaba O bana ne göstermek istiyor?”, “Bu yaşadıklarım, karakterimi ve ruhsal olgunluğumu geliştirmeye nasıl yardım edecektir?” diye sormalıyız. Eyüp kitabının büyük dersi aynen böyledir. Kendisi çektiği bütün ani acılara rağmen, onun öyküsü bize, Tanrı’nın bütün acıları biz imanlıları olgunlaştırmak, şeri yenmek, O’nunla ilişkimizin derinleştirmek ve tapınma hayatımızı zenginleştirmek için kullandığını öğretir.

  1. Seçimdeki amaç veya hedefler (İngl. ‘Purpose’, ‘Destin’) çok çeşitli ve birbirinden bağımsız olabilir: kimi insanları yargı araçları olarak, kimilerini ‘yararlı kaplar’ olarak kendi yüceliği için kullanabilir ve ona göre. O’nun amacı kendine bir halk toplamaya, inananları kutsallaştırmaya yönelik olabilir. Bazılarını ise evlatlık edinmek ve Oğul’un benzerliğine dönüştürmek için seçebilir. Kimilerini elçi olarak hizmet vermeleri için diğerlerinden ayırır… Uygun koşulların oluşmasını sağlayarak bütün bu amaçları gerçekleştirir.

Amaç ve hedef de birbirinden farklı olabilirler: Tanrı iman eden herkesi Kendi izzetini onlarda ve onların aracılığıyla sergilemek için (amaç) seçmiştir (Ef.1:6; 2:7; 2Se.1:10), ama İsa’nın tahtının yanında oturma ayrıcalığı yalnız belli kişilere (hedef) Tanrı’nın takdiriyle verilecektir (Mat.20:23).

Rab Yakup’u seçti Esav’u reddetti (Rom.9:13). Ama bundan Esav’un cehenneme gittiği sonucuna varamayız. Önemli olan ne amaçla seçildiği, ne konuda reddedildiğidir. Seçim ‘ilk doğanın hakkını’ alıp almak konusundaydı… İlk doğanın hakkını bir mercimek çorbası karşılığında satana ve İshak Yakup’u kutsayana kadar, yani ilahi (külli irade) ve insani koşullar (cüzi irade) örtüşene kadar Esav bereketi kaybetmedi de.29Ne var ki, Tanrı için daha Esav doğmadan her şey kesindi (Rom.9:11). İyi amacını gerçekleştirmek için aşağılayıcı ve zalimce bir müdahale yok, hedefe nişan alan ve insani kararları dahil eden düzenlemeler tedarik etmektedir.

  1. Önceden belirleme (İngl. ‘Predestination’): Anlam itibarıyla hedefe önceden kilitlenmek demektir. Bir kişinin varacağı hedefi önceden kararlaştırıp hedefe kavuşturan süreci güvence altına almak ve aynen tamamlamak demektir. “Tanrı önceden bildiği kişileri… önceden belirledi” (Rom.8:29). Tanrı gereken önkoşulları da Kendisi ayarlar: “Tanrı önceden belirlediği kişileri çağırdı, çağırdıklarını akladı ve akladıklarını yüceltti” (Rom.8:30).30 Tanrısal seçim sürecinde hedef geniş, önceden belirleme sürecinde ise dardır.

Tanrı önceden bildiği İsraillileri halk olarak seçti (Rom.11:1-2), ama Kendisine sadık kalmak için yalnız birkaçını önceden belirledi (Rom.11:4).31

Bu noktada çok iyi anlamamız gereken konu şudur: Tanrı kendi takdirine göre cennete giden tek bir yolculuk tasarlayıp istediği herkesi tek bir kader trenine bindirmez. Kimi yolculuk cennete olabilir, ama başka seferler halkını toplamak veya belli hizmetler için hizmetkarlar atamak amacıyla düzenlenir. Bu seferlerin her biri farklıdır, üstellik bu farklı trenlere binmek için aranan koşullar da farklı olabilir. Ankara veya İzmir treni aynı tren değildir. Ankara ekspresi bir taraftan ve her istasyonda duran trenler diğer taraftan, aynı değiller. İsrail Musa zamanında Rab’bin Halkı trenine bindi, İsa zamanında ise trenden indi. Şimdi Mesih dünyaya tekrar gelmeden önce bir daha binmesi beklenmektedir. Tövbe ve imanla kurtuluş trenine binen herkes, ayrıca tren içinde lokanta vagonuna doğru ilerleyebilir (Mesih’in benzerliği ziyafetine doğru ilerleyebilir). Tanrı Halkı içinde kimilerine onurlu işler fırsatı verilir ve birinci sınıf için bilet alırlar (tam teslim olurlar), kimileriyse bayağı işler ile yetinir ve yük vagonunda yolculuk ederler…

Genelde yapılan hatta şudur ki, ‘seçilmişlik’ veya ‘önceden belirlenme’ ile ilgili bütün ayetlerde bir tek konu (kurtuluş konusu) işleniyormuş gibi yorumlanır. Halbuki, kimi ayetler belli bir hizmet için seçtiği insanlardan, kimileri Tanrı halkı olarak seçilen kitlelerden, kimileri Tanrı halkını yargılamak için seçtiği ‘cellat’lardan, kimisi ise iman edenlerde yaratacağı değişikliklerden (kutsallaşma ve Mesih’in benzerliği) ve yalnız az sayıdaki bazı ayetler Tanrı tasarısı, önbilgisi ve seçim koşulu uyarınca kimin kurtulacağından söz eder... Bütün bu farklı seçimlerde aranan ön koşular, bazen yalnız Tanrı’ya bağlıdır, bazen de insana seçim hakkı tanınır.

Ayrıca Tanrı’nın insana tanıdığı özgürlükler vardır:

e) Özgür irade(İngl.‘Free Will’): Ahlaki seçim yapma kapasitesidir.32Özgür iradenin Tanrı’nın isteyerek insana verdiği bir armağan olduğuna göre bunun Tanrı’nın yönetim erkini zayıflatıyormuş gibi göstermenin bir anlamı yoktur.33Tanrı, insan veya insan gruplarının özgür kararları ve davranışlarını saf dışı etmez, zincirdeki bir halka gibi bunları tasarısına ve seçim sürecine dahil etmektedir. Bu kararlar ve davranışlara ‘insani araçlar’ diyebiliriz (örnekteki rota, mola, hız…).

Bu noktada insan için özgürce seçim yapabilmek ne anlama gelir? İnsan hem kendi karakteri (ve/veya arzularına göre), hem de kendi vicdanına (ve/veya toplumun ahlak kurallarına) göre karar verir. Karakteri ve arzuları günahtan etkilenip çoğu zaman kötü arzulardır ama vicdanı neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösterir. Tabii bu da vicdanın sahip olduğu doğruluk ve yanlışlık anlayışına göre ki, yetkin doğrulukla yanlışlığı yalnız Kutsal Kitap’tan ve Kutsal Ruh’un aydınlatıcı etkinliği ile öğrenebiliriz.

Bununla beraber insanlar,“Yasa'dan habersiz olsalar bile… Kutsal Yasa'nın gerektirdiklerinin yüreklerinde yazılı olduğunu gösterirler. Vicdanları buna tanıklık eder. Düşünceleriyse onları ya suçlar ya da savunur”(Rom.2:14-15).

Yani bir şekilde insan davranışlarında sorumludur, çünkü seçim özgürlüğüne sahiptir. Mutlaka alışkanlıkları, korkuları, şehvetleri, duyguları, toplum baskısı vb. etkenler onu etkiler. Ünlü İspanyol filozof Ortega & Gaset, “Ben; kendim ve yaşadığım koşulların toplamıyım” cümlesiyle demek istediği buydu. İnsan özgürdür derken, Tanrı gibi olmadığını zaten biliyoruz. İnsan yaratılmış bir varlık olduğu için ayrıca içinde bulunduğu zaman ve mekan gibi çeşitli sınırlara da tabidir.

Ama dış baskılar veya insanın kötü arzuları ne kadar güçlü olursa olsun, her insanda vicdanına göre doğru olarak bildiği yolu seçme sorumluluğu vardır.

Genel seçimlerden önce kimi siyası partiler oy ‘satın almak’ için bedava gıda dağıtıyorlar. Ama seçmenin sorumluluğu doğru bulduğu hükümet programına göre oy kullanmaktır. Böyle yapmaması özgürce oy kullanma hakkına sahip olmadığı anlamına gelmez… Kimse de onu zorlamadı. Ama kendi vicdanının sesine karşı aldığı ‘rüşvete’ göre seçim yaparsa, sonuçlarına da katlanmalıdır. Rüşvetler sonucunda seçilen bir hükümetin kamu kurumlarındaki yolsuzluklarını yok etmesi pek olası görünmez. Aynı şekilde günahın davetlerine yenilen insan da sonuçlarına katlanmalıdır!

* * *

Tanrısal Seçim’ körü körüne, keyfi ve haksız bir seçim değildir. Bir kere Tanrı'nın iyi amacından(Ef.1:9) kaynaklanır ve sevgisiile işler (Ef.1:6). Ayrıca Tanrısal seçim insanın özgürce aldığı kararları, yaptığı seçimleri ve bunların peşinden gelen davranışları, yani ‘insani araçları’da dahil eder. Bu kararlar Tanrı’nın yönetiminden kaçmıyor, çünkü insana özgürce karar verme yetkisini veren ve denetleyen (yargılayan) kendisidir. Böylece ‘insani araçlar’ (cüzi irade) O’nun denetiminden kaçmaz, Kendi planının bir parçasıdır! Ama bu kararlar kuklanın senaryoya değil, oyuncunun oyun kurallarına uymasıdır. Buna göre sporcu isterse faul yapabilir, ama basket maçını futbol sahasında oynayamaz, jokey maçını “water polo” havuzunda da oynayamaz. Oyun sınırları ve sahası bellidir.

Ekinci, “Rab isterse, seneye ekinleri biçeriz” der. Buna göre Rab’bin henüz var olmayan ekinleri yetiştireceğine güvenir. Ne yapsın, uzanıp ekinlerin kendiliğinden bitmesini beklesin mi? Hayır! Toprağı işleyip tohum ekecek, öyle ki, Tanrı’nın planı gerçekleşsin. İlahi takdir insanın özgür eylemlerini planına dahil eder.

Bir başkası, “öleceğim gün önceden belirlendi” der. Bu doğru mu? Elbette: “İnsanın günleri belirlenmiş, Aylarının sayısı saptanmış, Sınır koymuşsun, öteye geçemez”(Eyü.14:5). Peki, yemek yesin mi? Hastalandığı zaman doktora gitsin mi? Karşıdan karşıya geçerken arabalara dikkat etsin mi? Özetle, zamanından önce ölmemek için önlemler almalı mıdır? Gayet tabii! Öleceği gün Tanrı için belirsiz olduğundan değil, Tanrısal yönetim, tasarısının gerçekleşmesi için insani araçları (yemek, ilaç, dikkat…) dahil ettiği için elinden geldiğince önlem almalıdır.

Bu değerlendirmeler bizi başka soruya sevk eder:


III. İnsan Tanrı’nın isteği ve kararları dışında davranabilir mi?

Başka bir deyişle, insan Tanrı’nın isteğine ve kararlarına karşı koyabilir mi? “Şer ve Hayır Allah’tandır” denir.34Bu deyim doğruysa, Tanrı özgür irade hissiyle yaratığı varlıklar ve bundan doğabilen bütün ahlak sorunları dahil evrendeki her şeyle eğlenmektedir demek. Öyle olsaydı Baudelaire’nın, “Tanrı varsa, kendisi şeytan olsa gerek” tenkiti acaba doğru mu olurdu?

Ne var ki, Kutsal Kitap’a göreinsan özgür irade ile yaratılmıştır; bu yüzden kararlarından sorumlu tutulur:

“…siz … istemediniz. Tanrınız RAB'bin buyruğuna karşı geldiniz”(Yas.1:26).

Yaşamı seçinki, siz de çocuklarınız da yaşayasınız”(Yas.30:19).

Kime… kulluk edeceksiniz, bugün karar verin. Ben ve ev halkım RAB'be kulluk edeceğiz”(Yeş.24:15).

Önüne üç seçenek koyuyorum. Bunlardan birini seçde sana onu yapayım”(1Ta.21:10).

Çocuk kötüyü reddedip iyiyi seçecekyaşa gelince…”(Yşa.7:15).

Beni hoşnut edeni seçen’e … da daha iyi bir anıt ve ad vereceğim” (Yşa.56:4-5).

“…Hoşlanmadığımı seçtiniz(Yşa.65:12).

“…bunlar kendi yollarını seçtiler… Hoşlanmadığımı seçtiler”(Yşa.66:3-4).

Meryem iyi olanı seçtive bu kendisinden alınmayacak”(Lu.10:42).

Tanrı insanın yoldan sapmasına sebep olmadı, hiçbir zaman olmaz, olamaz da; çünkü Kendisi kutsaldır. O ilk insanı suçsuz ve saf yarattı. Ama aynı zamanda özgür yarattı. İnsan ve onun soyudur Tanrı’dan bağımsızlaşmaya karar verip yoldan sapandır…

Tanrı insanları doğru yarattı, Oysa onlar düzenler arıyorlar”(Vai.7:29 bkz. E.Ç.).

Böylece Tanrı günahla veya kötülükle kimseyi ayartmaz; insanın günahından da sorumlu tutulamaz: Ayartılan kişi, "Tanrı beni ayartıyor" demesin. Çünkü Tanrı kötülükle ayartılmadığı gibi kendisi de kimseyi ayartmaz(Yak.1:13).

Aynı zamanda Tanrı yarattığı insana belli sınırlar çizmiştir ve o sınırlar içinde tutar: zaman, mekan, yiyeceğe olan ihtiyacı, ölüm…“Herkese yaşam, soluk ve her şeyi veren kendisi … Ulusların sürelerini ve yerleşecekleri bölgelerin sınırlarını önceden saptadı”(Elç.17:25,26). Özgür iradeye sahiptir derken, istediği her şey yapabilir anlamında değil. İstese de zamanı ters çeviremez, yemek yemeden yaşamayı seçemez…

Diğer taraftan günaha düştükten sonra insan ruhu kirlendi ve Tanrı’ya göre iyilik yapmak istese bile bunu başaramıyor. İçimde, yani benliğimde iyi bir şey bulunmadığını biliyorum. İçimde iyiyi yapmaya istek var, ama güç yok(Rom.7:18). Şeytan da insanın ruhsal gerçeklik ve ahlak anlayışını köreltir ve böylece Tanrı’ya dönmesine engel olur… Tanrı'nın görünümü olan Mesih'in yüceliğiyle ilgili Müjde'nin ışığı imansızların üzerine doğmasın diye, bu çağın ilahı onların zihinlerini kör etmiştir”(2Ko.4:4).

* * *

İnsanoğlunu bu sınırlar çerçevesine hapsederek Reform’un teolojisi insan özgürlüğü üzerine Tanrı’nın egemenliğini vurguladı. Calvinizmin “katı kanadı” Tanrı’nın egemenliğini mutlak seviyesine yüceltmek suretiyle insan iradesini zincire vuruyor ve Tanrı bir kişi kurtuluş için seçtiyse bu kişi ‘istemese de’ kurtulacağı, cehennem için seçtiyse kişi ‘istese de’ kurtulamayacağını söyler. Çünkü Tanrısal kararlar karşı konulamaz niteliktedir ve insan iradesi yalnız kötülüğü becerir derler. Kutsal Kitap’ın öğrettiği bu mudur? “Kutsal Ruh’un Etkin Çağrısı” aracılığıyla “Karşı Konulmaz Lütuf” olarak bilinen bu öğretinin Kutsal Kitap’ta dayanağı var mı?

Bu görüş, asli (ilk) günahtan sonra insan doğası tümüyle bozulduğu ve insanın kendi kurtuluşunu sağlamayacağı öğretisine dayanır. Yazılmış olduğu gibi: "Doğru kimse yok, tek kişi bile yok. Anlayan kimse yok, Tanrı'yı arayan yok. Hepsi saptı, Tümü yararsız oldu. İyilik eden yok, tek kişi bile!"(Rom.3:10-12). Buna göre kurtuluş için gereken iman doğal insan için imkansızdır. İman edebilmesi için önce Kutsal Ruh’tan doğması gerek. Doğal doğumumuza karar veremediğimiz gibi, ruhsal doğuşa biz sebep olamayız. Buraya kadar tamam diyelim!

Peki, sağlayamayız; ama isteyebilir miyiz, arzu edebilir miyiz? Calvinizim kurtulmayı, iman etmeyi ya da yeniden doğmayı bile isteyemeyiz der. İstemek ile sağlamak aynı görüldüğünden böyle der.35Elbetteki Kutsal Kitap’a göre insan bunu sağlayamaz, ama aynı şekilde de Kutsal Kitap’a göre bunu isteyebildiği doğrudur! “Eğer bir kimse Tanrı’nın isteğini yerine getirmek istiyorsa…”(Yu.7:17). Bunu Rab Kutsal Ruh’u almamış kişilere söylemektedir. Ve herhalde kendileriyle eğlenmiyordu, ciddi bir davette bulunuyordu… Hayatta gördüğümüz binlerce örnek insanların kurtulmayı isteyebilecekleri kanıtlar. Bunu fark edebilmek için alim olmaya gerek yoktur.

İncil, “Tanrı'yı arayan yok”der (Rom.3:11), ama aynı Romalılar bölümünde de Tanrı hakkında, “…arayanlara sonsuz yaşam verecek”der (Rom.2:7; ayrıca bkz. İbr.11:6). Yani henüz sonsuz yaşama sahip olmayan kişilerin arayışından ve aradıkları için Tanrı onlara sonsuz yaşam vereceğinden net ve açıkça söz eder! Aramalarına sebep olan Tanrı mıdır? Doğrusu burada “arayan” insandır; ve bunun aksine, “Tanrı aramasını sağlar” gibi bir şey söylememektedir. Elbette ki, arka planda Tanrı her şey denetlemektedir. Ama bu bölümde arayan insan, veren ise Tanrı’dır.

Bu yüzden ‘istemek’ ile ‘sağlamak’ karıştırılmamalıdır. “Tanrı’yı arayan yok”ayeti, eylemin kendisinden değil, arayışın kendisi sonsuz yaşamı hak edemeyeceğinden söz eder. Yani temiz bir yürekle Tanrı’yı arayan yoktur. Tanrı’yı çıkar için ararız. Aslında arayışımız Tanrı’yı bulmayı hak etmez; ama Kendisi O’nu bulmamıza izin verir…Kurtulmayı, yani cenneti arzulamak bile çıkarcı bir yaklaşım değil midir? Ama Tanrı’nın lütfu ve sevgisiyle hakkımız olan bir çıkar! “Arayan bulur”diyen Kendisi değil midir?

Romalılar 2 ve 3. bölümü insanın kurtuluş hakkını kendisine mal edemeyeceğinden ve kendisinin sağlayamayacağından söz eder. Aynı şekilde Kutsal Yazılarda İsa hem, “Baba bir kimseyi bana çekmedikçe, o kimsebana gelemez”(Yu.6:44),36hem de, “Ben yerden yukarı kaldırıldığım zaman bütün insanlarıkendime çekeceğimdemektedir (Yu.12:32). Böylece Yuhanna 6.bölümünde Tanrı bizi Kendisine kadar “sürüklemezse” O’nu bulmamız imkansız olduğunu görürüz; Yuhanna 10.bölümünde ise Kendisi herkesisürüklediğini görürüz. Demek ki, isteyen herkes O’nu bulabilir! Bütün insanları çekeceğini, ama hepsinin kurtulamayacağını söylediğine göre bu olayda insanın özgür kararı dahil edildiği anlaşılır! Yine ilahi boyut ile insani boyutun örtüşmesi söz konusudur! Ne var ki, ne insan Tanrı’nın isteğini çiğner ne de Tanrı insanın özgür seçimini iptal eder!

Doğal insan iyi olanı yapmak “isteyebilir” ama “yapamaz”: İçimde, yani benliğimde iyi bir şey bulunmadığını biliyorum. İçimde iyiyi yapmaya istek var, ama güç yok (Rom.7:18).

Tanrı ise murat ettiği her şeyi gerçekleştirebilen ve gerçekleştirendir. Ama bunu insanın özgür iradesini çiğnerek mi yapar? Kutsal Kitap’ta Tanrı’nın, hiç bir şeye bağımlı kalmadan tasarısını % 100 egemen iradesiyle gerçekleştirdiğini, insanın da % 100 sorumlu olup cevap verdiğini görürüz. Bu doğrultuda insan hiçbir çabayla kendini kurtaramaz; kurtuluş yine % 100 Rab’bin eseridir: İman yoluyla, lütufla kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Tanrı'nın armağanıdır. Kimsenin övünmemesi için iyi işlerin ödülü değildir”(Ef.2:8-9). Ama bundan kendisi karar vermediği sonucuna varamayız!

Ve kurtuluşun gerçekleşmesine dayanaraktır ki: “…O'nun önceden hazırladığı iyi işleri yapmak üzere Mesih İsa'da yaratıldık” (Ef.2:10). Yani Mesih’te yeniden yaratılmadan Tanrı’nın önceden hazırladığı iyi işleri yapamayız, ama seçim özgürlüğü ile davranabiliriz! Yani, değiştirilmeden önce İsa’ya karar verebiliriz…

* * *

Peki, şöyle soralım: Lütfa veya Kutsal Ruh’a karşı koymak mümkün mü? Rab kendi egemen isteği uyarınca insan kurtuluşunu, kişinin karar vermesi ve lütfunu gönüllü olarak kabul etmesini teşvik ederek etkin kılmaya karar verdi! Aynı şekilde insanı, kurtuluşu reddetmesi ve lütfa karşı koymasıyla kendi mahkumiyet durumuna terkkeder.

Tanrı’nın …lütfunuboş yere kabul etmemeniziayrıca rica ediyoruz. Çünkü Tanrı diyor ki, "Uygun zamanda seni duydum, Kurtuluş gününde sana yardım ettim." Uygun zaman işte şimdidir, kurtuluş günü işte şimdidir”(2Ko.6:1-2).37

İnsan Tanrı’nın genel tasarısının gerçekleşmesini engelleyemez:

Her Şeye Egemen RAB'bin tasarısını kim boşa çıkarabilir? Kalkmış durumdaki elini kim indirebilir?”(Yşa.14:27).

Sonu ta başlangıçtan, Henüz olmamış olayları çok önceden bildiren, ‘Tasarım gerçekleşecek, İstediğim her şeyi yapacağım’ diyen benim”(Yşa.46:10).

Peki, ya her bir insan için olan özel tasarısı engellenebilir mi? Tanrı’nın onu donattığı seçim hakkı doğrultusunda insan Tanrı’nın tasarısına karşı koyabilir:

Oysa Yahya tarafından vaftiz edilmeye yanaşmayan Ferisiler'le Kutsal Yasa uzmanları, Tanrı'nın kendileriyle ilgili tasarısını reddettiler”(Luk.7:30).38

Tanrı insana son derece “riskli” olan özgür seçim armağanını verdiği için Ferisiler kendileriyle ilgili Tanrı’nın tasarısını reddettiler! Tanrısal tasarı karşı konulmaz bir etkide değildir. Aksine Tanrısal sunuş (Yahya’nın vaftiz çağrısı) insan kararıyla (bu durumda, reddiyle) beraber işler. Diğer taraftan Yahya’nın mesajını ve İsa’yı Mesih olarak benimseyenler, Tanrı’nın kendileriyle ilgili tasarısını kabul ettiler. Çünkü Tanrı’nın isteği, önüne geçen her şeyi ezen bir asfalt buldozeri gibi değildir. Kendi tasarılarının insan iradesiyle beraber işlemesine karar veren yine Kendisidir! Bu onun iktidarını zayıflatmaz aksine daha da yüce kılar!

Aynı şekilde insan Kutsal Ruh’un Tanrısal seçimdeki işlevine karşı koyabilir:

Ey dik kafalılar, yürekleri ve kulakları sünnet edilmemiş olanlar! Siz tıpkı atalarınıza benziyorsunuz, her zaman Kutsal Ruh'a karşı direniyorsunuz(Elç.7:51).39

Bir anlamda herkes Tanrı lütfuna ve tasarısına karşı koyar; hepimiz Kutsal Ruh’a karşı direniyoruz, insanların “hepsi söz dinlemezliğin tutsakları”dır (Rom.11:32). Ta ki O, hiç kimsenin bilmediği bir şekilde, tatlılıkla insan yüreğini ikna ederek bu karşı koyan gücü kırana kadar… Tanrı gözlerimi açtı ve yüreğime dokundu; bende O’nu hayatıma kabul ettim. Şimdi soru şu: Ama neden ben; neden yanımdaki kişi değil? Cevabı bilmiyoruz. Mutlaka O’nun bildiği sebepler var ama bunları bize açıklamadı. Ama merhamete erme (Rom.11:32) ve aydınlatılma fırsatı (Yu.1:9) bütün herkese verilmektedir.40

Kutsal Ruh kör yüreğimizin karşı koymasını yendiği zaman, irademizi çiğnemez, aksine O’nun ikna gücü insan iradesiyle beraber işler. İnsan kendini zorlanmış hissetmez. İçinde bir şeyler oluyor ve kendini Tanrı’yı özlerken buluyor. “Onları insancıl iplerle, Sevgi bağlarıyla kendime çektim”(Hoş.11:4).Bu olay, 2.Selanikliler 2:13’te sözü geçen “Kutsal Ruh’un kutsaması” ile insanın “gerçeğe iman etmesi”nin beraber işleyişinin sonucudur: Çünkü Tanrı, Ruh aracılığıyla kutsal kılınıp gerçeğe inanarak kurtulmanız için sizi ta başlangıçtan seçti.”

Tanrı lütfuyla yüreğimizi aydınlatmasaydı sonsuza dek kör kalacaktık.41Bu ışığı reddetseydik hepimiz kurtuluştan yoksun kalmaya devam edecektik. İnsan özgürce karar verir, kabul eder, benimser, iman eder; aynı zamanda Kutsal Ruh onu Tanrı’ya çeker ya da nasırlaştırır! Ama bu Tanrı’nın keyfi veya yalnız birkaç insana yönelik sınırlayıcı bir davranışı değildir. Çünkü Ruh gelince bütün dünyayıikna edecektir:“O gelince günah, doğruluk ve gelecek yargı konusunda dünyayı suçlu olduğuna ikna edecektir”(Yu.16:8).

İşte bu şekilde Rab Şam yolunda Saul’u aydınlattı. Saul, “üvendireye karşı tepiyordu”(Elç.26:14). Efendinin arabayı çeken atı dürtmesi gibi, Rab Saul’u çağırmaktaydı; ama o karşı koymaktaydı (tepiniyordu). Fakat uygun zamanda Rab’bin ışığına karşı koymaktan vazgeçti ve kendisi gönlünce, “Rab ne yapmamı istersin?”dedi (Elç.22:10). Ne var ki, aldıkları şifalar ile Rab’bin ışığı kendilerine görünen başka insanlar ise (örn. on cüzamlıdan dokuzu; Luk17:11-19) ışığa dönmediler…

Bütün bunlar bizi son bir soruya götürür:


IV. Acaba insan Tanrı’nın tasarısını boşa çıkarabilir mi?

Yukarıda vurguladığımız gibi, Tanrı insanın iradesini zorlamaz, insan da Tanrı’nın kendisiyle ilgili tasarısını reddedebilir. Peki buna dayanarak insan Tanrı’nın tasarısını boşa çıkarabilir mi? Yani insanlık ve tarihin hedefi ile ilgili olan genel tasarılarının gerçekleşmesi engellenebilir mi? Hatta her bir birey için olan iradesi boşa çıkabilir mi? Çünkü Tanrı bir şey planlayıp insan tam tersini yapabiliyorsa, bu iki irade buluşmayınca ortada bir iradeler çatışması söz konusudur! İnsan ‘kazanırsa’ Tanrı aciz gibi görünür; Tanrı ‘kazanırsa’ insan kukla gibi görünür.

Aslında yukarıda zaten söylemiştik: İnsan Tanrı’nın genel hatta özel tasarılarının gerçekleşmesini engelleyemez. Ama bu nasıl olur? Birbirlerine karşı olan Tanrı iradesi ile insan iradesi sorunu nasıl çözülebilir?

Tanrı’nın Tasarısı, insanın olası cevaplarını öngören (veya daha iyi bir deyişle dahil eden) ve alternatif olarak görünen planlar ile yürür. “Alternatif gibi görünür” dedim çünkü bize öyle görünür, ama Tanrı için bir sürpriz değildir. İsrail Mesih’i reddettiği için reddedildi. Kutsal Kitap’ın deyimiyle “zeytin ağacından kesildiler” (Rom.11:17). Ama O, Eski Antlaşma’da İsrail halkına verdiği sözler doğrultusunda onları tekrar kazanacak bir plan çoktan geliştirmişti bile: “İmansızlıkta direnmezlerse, İsrailliler de öz ağaca aşılanacaklar. Çünkü Tanrı'nın onları eski yerlerine aşılamaya gücü vardır…asıl dalların öz zeytin ağacına aşılanacakları çok daha kesindir(Rom.11:17, 23-24).

Satranç dehası gibi Rab, önceden planladığı zafere ulaşmak için ‘rakibinin’ bütün hamleleri önlemekte ve buna alternatif olarak bulunacağı bütün hamleleri önceden hesaplamaktadır. Tıpkı Tanrı’nın Ninova’yı yok etmeye karar verip, halkı tövbe edince kararından dönmüş göründüğü durumda olduğu gibi. Yunus peygamberin kabul edemediği buydu zaten. Nasıl Rab kararını ‘değiştirebilir’ diye... Aslında Rab kararını değiştirmez, ama insanın cevabını dahil eden sonlar planlar. İnsanın özgürce cevabı tasarısının dahili bir parçasıdır…

Böylece Ninovalıların tövbesi Tanrı tarafından tasarlanan bir alternatifti.42Bir sürpriz değil, planın bir parçasıdır. Ama aynı zamanda halka tövbe edip etmeme olasılığını tanımaktadır. Peygamberin uyarıları halkı tövbeye götürmek için Tanrı tarafından kullanılan araçtır. Tanrı sadece ‘satranç oyunun’ sonunu planlamaz, oyunun her hamlesinin arkasında akıl ermez bilgeliği ile etkindir ve böylece tasarısını insanın özgür seçimlerini dahil ederek gerçekleştirir.

Diyebiliriz ki, Tanrı yarattığı irade sahibi varlıkların özgür kararlarını planına dahil ederek her şeyi tasarlar. Bu doğrultuda örneklerden en yücesi Mesih’in kaderi ile ilgili olanıdır. Dünya kurulmadan önce boğazlanmış Tanrı Kuzusu olarak (Va.13:8), öleceği tarih bile önceden belirlenmişti (Dan.9:26). Arkadaşının ihanetine uğrayacağı (Mez.41:9; Elç.1:25), diğer uluslar tarafından haça gerileceği (Mez.22:16); her ayrıntı önceden planlanmıştı. Ne var ki, İsa gönüllü olarak hayatını ortaya koydu: İsa, Canımı kimse benden alamaz; ben onu kendiliğimden veririm. Onu vermeye de tekrar geri almaya da yetkim var. Bu buyruğu Babam'dan aldımdiyerek kendisi özgürce davrandığını vurguladığı gibi Baba’nın tasarısına olan bağlılığını da vurgular (Yu.10:18).43O’na ihanet edenler de, çarmıha gerenler de özgürce davrandılar ve hareketlerinden sorumludurlar. Bu yüzden İsa, “İnsanoğlu, kendisi için yazılmış olduğu gibi gidiyor, ama İnsanoğlu'na ihanet edenin vay haline! O adam hiç doğmamış olsaydı, kendisi için daha iyi olurdu”dedi (Mat.26:24). İnsan boyutu ile Tanrı boyutunun örtüştüklerinde ortaya çıkan gizem budur zaten. Karşı koyanlar özgür iradeleriyle davranırlar ve böylece Tanrı’nın tasarısını gerçekleştirirler. Çünkü O, bütün kararları mükemmel planına dahil etmişti:

Tanrı'nın belirlenmiş amacı ve öngörüsü uyarınca elinize teslim edilen bu adamı, yasa tanımaz kişilerin eliyle çarmıha çivileyip öldürdünüz”(Elç.2:23).

Gerçekten de Hirodes ile Pontius Pilatus, bu kentte İsrail halkı ve öteki uluslarla birlikte senin meshettiğin kutsal Kulun İsa'ya karşı bir araya geldiler. Senin kendi gücün ve isteğinle önceden kararlaştırdığın her şeyi gerçekleştirdiler”(Elç.4:27-28).

* * *

Tanrı’nın ön seçimi ve evreni yönetmekteki takdiri, çeşitli acılar veya aksilikler ile boğuşan insana bu durumların O’nun mutlak denetiminden ve sevgi dolu bakışından kaçmadığını göstererek teselli için açıklanmıştır. Böylece haksızlığa uğrayanlara, başkalarının özgür ama kötü kararlarından ötürü ezilenlere Tanrı’nın bütün bunları planına dahil ettiğini söyleyerek, sonunda adalet sağlayacağını da bildirir:

Bu nedenle bizler, katlandığınız bütün zulüm ve sıkıntılar karşısındaki sabır ve imanınızdan ötürü Tanrı'nın kiliseleri arasında sizinle övünüyoruz. Bütün bunlar Tanrı'nın adil yargısının belirtisidir. Sonuç olarak, uğrunda acı çektiğiniz Tanrı Egemenliği'ne layık sayılacaksınız. Tanrı adil olanı yapacak: Size sıkıntı çektirenlere sıkıntı ile karşılık verecek, sıkıntı çeken sizleriyse bizimle birlikte rahata kavuşturacaktır”(2Se.1:4-6).

Kendisi saçlarımızı bile hesabına dahil etmiştir (Mat.10:30), günlerimizi de… Gen haritamızı çıkaran yine Kendisidir (Mez.139:13). İnsan hayatını tasarlar (Özd.16:1-3), Tanrı’ysa bütün adımlarını yönlendirir (Yer.10:23).

Tanrı bütün bunları önceden tasarlayıp bildirirken, bizden çaresiz bir kadere boyun eğmemizi değil, sevinç içinde O’nun isteğine bağlı, gücüne bağımlı ve buyruklarına itaatkar davranmamızı teşvik etmek ister.

Açık denizden seyir eden bir gemiden bir denizci suya düşer. Hindu mürettebat omuzlarını çaresizce kaldırıp, “belki de kaderi boğulmasıdır” der. Ne var ki, Hıristiyan bir başka denizci suya can simidi fırlatarak, “belki de Tanrı’nın isteği onu kurtarmamızdır. Ha gayret…” der.

Bir şeye karar verirken ve bizleri belli bir hedefe yönlendirirken Tanrı’nın bunun için geçerli sebepleri var. Keyfi davranmaz ve haksızlık etmez. Bazen Tanrı’nın asıl isteği insana gizli kalabilir. İshak’ın kurban durumunu ele alalım. İnsana gizli kalan Tanrı'nın isteği, İshak’ın ölmesini istememesiydi. Onun yerine bir koç ölecekti ve böylece önceden Mesih’in kefaretini örnekleyecekti. Ama İbrahim’e açıklanan Tanrı’nın isteği, oğlunu kurban etmesi gerektiği yolundaydı ve buna itaat etmesi şarttı… İbrahim Tanrı’ya itaat etmekten başka hiçbir şey önemsemedi, çünkü iyiliğini ve vaadini biliyordu (İbr.11:17). Ama İbrahim için Tanrı’nın ne yapacağı değil (soyu İshak’la süreceğini bildiğine göre –Yar.21:12– İshak bir şekilde yaşayacaktı; İbr.11:18), onu nasıl yapacağı gizliydi (Tanrı'nın ölüleri bile diriltebileceğini düşündü; İbr.11:19).44Sonuç itibarıylaİbrahim oğlunu öldürmedi, ama bir anlamda onu kurban etti. Çünkü Tanrı’ya itaat etmeyi, 25 sene boyunca beklediği biricik oğlu için duyduğu sevgiden üstün saydı! Tanrı’nın açık isteği, oğlunu kurban etmesiydi; Tanrı’nın gizli isteği ise bu kurbanın fiziksel değil ruhsal olacağıydı.

Aynı şekilde bizler Tanrı’nın gizli kalan isteği konusunda rahat edip güven duymalıyız. Bize açıklananlara önem verip açıklanamayanların O’nun erişilmez bilgeliğine ait olduklarını kabul etmeliyiz (Yas.29:29). O’nun kendi sebepleri var, keyfi ya da gaddar değildir. İnsanları seçerken isimlerini kura ile bir şapkadan çekmez. Ama biz O’nun bunu yapmaktaki sebepleri bilmeyebiliriz. Bize düşen görev, bize söyleneni yapmak ve her şey yalnız bize bağlıymış gibi: dua etmek, hizmet etmek, Müjde yaymak, itaat etmek...

Ana rahmindeki çocuğun nasıl ruh ve beden aldığını bilmediğin gibi, her şeyi yaratan Tanrı'nın yaptıklarını da bilemezsin. Tohumunu sabah ek, akşam da elin boş durmasın. Çünkü bu mu iyi, şu mu, yoksa ikisi de aynı sonucu mu verecek, bilemezsin”(Vai.11:5-6).

Öyleyse, “Kendi işlerinden hesap vermez diye niçin O'nunla çekişiyorsun?”(Eyü.33:13).

Tanrı’nın iyiliğini tadanlar (1Pe.2:3) Eyüp’le beraber, “Nasıl olur? Tanrı'dan gelen iyiliği kabul edelim de kötülüğü45kabul etmeyelim mi?” diyebilirler (Eyü.2:10), çünkü O’ndan gelen kötülük olarak görünen her durumda bileher şeyiiyi amacı”uyarınca yapanın iyilik içinetkin olduğunu”bilirler (Ef.1:10 ile Rom.8:28).