2. Doğru Anlayalım



İslâm’ın ortaya çıktığı 7. yüzyıldaki Arabistan yarımadası, belli Yahudi ve Hıristiyan inançlarının dönüp dolaştığı bir bölgeydi. Mekkeli tüccarların, Bizans İmparatorluğu’ndaki Ortodoks Hıristiyanlarla sık sık temasları vardı. Daha yakın olan Habeşistan’ın (Etiyopya) Hıristiyan İmparatorluğu Monofizitti. Yani Baba’yı ve Oğul’u Tanrı’daki iki ayrı öz olarak yorumluyorlardı (Monofizit: “mono” = birlik; “fizit” = ayırma): sanki Tanrı’da iki tanrı varmış gibi düşünüyorlardı. O dönemdeki Hıristiyan alemi içersinde büyük bir kesim, bilinçli ve İncil’in esaslarına dayanan bir inanca sahip değildi; inancı kulaktan dolma, kalıplaşmış ve gerçeklerden uzaktı1. Nitekim, Baba’yı ve Oğul’u neredeyse bedensel Tanrılar kabul etmekle birlikte (kilise binalarındaki heykeller ve ikonalarda görüldüğü gibi), Meryem Ana’yı da “Allah’ın annesi” olarak kabul ediyorlardı -?!-. Dolayısıyla Araplarda Hıristiyanların üç Tanrı’ya inandıklarına dair yanlış bir izlenim oluştu.


Bu yanlış anlama, İslâm kaynağında da yansıyor: “Allah, "Ey Meryem oğlu İsâ! Sen mi insanlara 'Beni ve annemi Allah'tan başka iki tanrı olarak benimseyin' dedin" demişti de, "Hâşâ, hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz...” (Kur’ân, Mâide/5:116; ayrıca bkz. Nisâ/4:171 ve Mâide/5:73). O zaman, Üçlübirlik, “Baba, İsa ve Meryem”in üçlemesi olarak anlaşılmıştı. Hâlbuki Mesih inancının (Hıristiyanlığın) kaynağında (Kutsal Kitap: Tevrat, Zebur ve İncil’de) “Baba, İsa ve Meryem’in üçlemesi” şeklinde bir bahis hiç geçmemektedir! Açıktır ki, kulaktan dolma öğrendiklerimize güvenemeyiz. Mesih inancının gerçeğini öğrenmek istiyorsak, kimseye kulak vermeden Kutsal Kitap’ta yazılanları araştırmalıyız. Başka yol yoktur.


Bu doğrultuda, ilkin şunu açıklamak istiyorum: yanlış aktarıldığı gibi “Üçlübirlik” öğretisinin üç tanrıyla, Tanrı’ya eş koşmakla veya bir peygamberi tanrılaştırmakla hiç bir ilgisi yoktur. Kutsal Kitap çoktanrılı bir inancı savunmaz ki! Tanrı Sözü inancına göre:


TEK ALLAH’A İNANIYORUZ;

EŞİ, ORTAĞI VEYA BENZERİ YOKTUR;

DOĞURMAMIŞTIR, DOĞRULMAMIŞTIR.



İslâm Kelâmcılarının İncelemeleri


İslâm, Tanrı birdir derken, O’nun bir “vahdet” (yani parçasız bir bütün) olduğunu savunur; ne var ki, Müslüman kelâmcılar, aynı anda Tanrı’nın çok sayıda sıfatları olduğunu iddia etmekten kaçınmamıştır. Şimdi sinekten yağ çıkarmak olarak görülebilen bu ilk tanrıbilimsel tartışmalar aslında önemliydiler. Örneğin, söz konusu tartışma Tanrı’nın, “özü” ile mi yoksa “bilgisi” (ilmi) ile mi biliyor sorusu gibi bir tartışmaydı (bu, insan, beyin hücreleriyle mi, yoksa bilgisi ile mi biliyor sorusuna benzetilebilir). Sünnet Ehli’nin genellikle benimsediği görüşe göre, Allah, “ilim” sıfatıyla, Mutezile görüşüne göreyse “Zat”ıyla bilir (Kelâm kitaplarına bkz.).


Allah’ın sıfatları konusunda, filozofların görüşleri ayrı, kelâmcılarınki ayrı; rivayetlerde de Kelâmcılardan da “Sünnet Ehli”nden olanların görüşü ayrı, “Mutezile”ninki ayrı; Sünnet Ehlinden de “Matüridiler”inki ayrı, “Eş’ariler”inki ayrı olarak aktarılır. Yani konu basit değildir.


Bazı dönemlerde Eş’ariye ve öteki kelâmcılar Allah’ın yedi esas sıfatından söz ettiler:


- “Hayy” (yaşayan) - “Kâdir” (güçlü),

- “Âlim” (bilen), - “Mürid” (dileyen)

- “Semi” (işiten), - “Mütekellim” (konuşan),

- “Basîr” (gören).


Tartışmalar şu konudadır:



Eş’ariler bu sıfatların “Tanrı’nın aynı da, gayrı da olmadığı”nı ısrarla ileri sürdüler. Bu mesele, Kur’ân’ın Allah’ın sözü olarak kabul edilmesi ve her ne kadar ayrı bir varlığı olsa da O’nun ezeliliğini paylaştığı görüşünden meydana geldi.


Ünlü “Emâli” adlı kitabın yazarı Sirâcuddin Ali (ö.1173) şöyle der: “Allah’ın sıfatları, Kendisinin aynı değildir. Kendisinden başka ve ayrı da değildir. Kendisinden ve işlerinden dolayı olan sıfatlarının tümü KADİM’dir (öncesi ve sonrası olmayan) ve son bulmaktan uzaktır.”


Bütün bu tartışmalar, Tanrı’yı basit ve düz bir mantıkla anlamaya çalışırsak, Onun’la ilgili olarak anlaşılmayan tek kavramın yalnız Üçlübirlik olmadığını, sıfatları bile anlayamayacağımızı açıkça gösterir. Bu nedenle Mesih inancına karşı olan önyargıları bir kenara itip, açık bir zihniyetle yaklaşmamız gerekir. Ve en iyisi, düşüncelerimizi Tanrı’nın Kendisinin Kutsal Kitap’ta açıkladıklarına teslim etmektir.


Kur’ân’da Allah’ın gönderdiği söz “Kelâm-u’llah” diye nitelenir. İslâm ilahiyatçıları, bu Allah kelâmı, Allah’ın Kendisi gibi öncesiz mi (kadim), yaratılma mı (mahlûk) veya sonradan olma mıdır (hâdis) konusunda tam karar veremediler. Sünnet Ehli genellikle birinci görüşü paylaşırlar. Ama “Hanbeliler”in dışında kalan kesimin görüşüne göre, “Allah’ın kelâmı”ndan “kadim” olan, “ses ve harfler” değildir, özüdür, içeriğidir. Bu içeriğe “nefsi kelâm” denir. İnsanlarda da bu vardır. İnsanın söyledikleri “ses ve harfler” biçimini almadan, önce kafasında bir düşünce bir tasarım biçiminde vardır. Allah’ın sözlerinin de insanlara iletilen “ses ve harfler”in ötesinde, bu ses ve harflerin dile getirdiği bir özü, içeriği vardır. Muhyiddin el-Arabi şöyle diyor: “Kelâm, Allah’ın tecellî etmiş şeklidir. O, Kutsal Özün ta kendisidir” (Fusus al-Hikem C:2; S:35).


İslam ilahiyatçıları şu noktada Hıristiyan ilahiyatıyla hemfikirdir: Allah’ın her bir fiilini, O’nun tezâhürü ve belirli bir sıfatı olarak zuhûr eden ilahî bir tecelli şeklinde kabul ederler. Fark şudur: çoğu İslam kelâmcılarına göre bu zuhûr, O’nun Zatı’nın ve Varlığı’nın zuhuru değildir. Hâlbuki Kutsal Kitap’ta özellikle Allah’ın Kelâmı (İlmi) ve Ruh’u, yalnız O’nun Varlığının (Vücûdunun) zuhuru değil, ama Zatı’nın zuhuru ve tecellisidir.


İslâm kelâmında bir tartışma olarak kalan bu konu, Kutsal Kitap’ta bu tartışmaları fazlasıyla aşan ve açıklayan bir biçimde çoktan vahiy edilmişti. Kutsal Kitap, Tanrı’yla aynı ezeliyeti paylaşan Kendi Sözü’nün (Kelâm), kitap olarak gelen değil, sonradan İsa Mesih’e yüklenen Ezeli Söz (Kelâm-u’llah) olduğunu dile getirir:


Başlangıçta Söz(Kelâm) vardı, Söz Tanrı’yla birlikteydive Söz Tanrı’ydı” (İncil; Yuhanna 1:1).


Burada görüldüğü gibi, Kelâm kadimdir: “Başlangıçta Söz vardı...”; Kelâm Tanrı’dan “farklılaşır”, yani aynı değildir: “Tanrı’yla birlikteydi...”; ama Kelâm Tanrı’dan başka ve gayrı da değildir: “Söz Tanrı’ydı...”.


Ayrıca söz konusu “Kelâm” bilinçlidir. Bunu ileride daha detaylı bir şekilde ele alacağız.


Bu gerçek, Üçlübirlik temelini oluşturur. Tanrılığın “içinde” birbiriyle aynı olmayan ama Tanrı’dan da farklı olmayan üç bilinç merkezi vardır:


  1. Allah’ın Özü;

  2. Allah’ın Kelâmı (İlmi vs.); ve

  3. Allah’ın Ruhu.


Allah’ın Üç Öz Sıfatı


Şimdi, Tanrı bir olmakla beraber O’ndan söz ederken çeşitli sıfatlar kullanabiliyoruz. Kendisi “Yaradan”, ya da “Rahîm”dir diyoruz. Kimse bu çeşitli sıfatları ayrı ayrı ilahlar olarak karıştırmaz. Gördüğümüz gibi Kutsal Kitap’ta, Allah kendi özünü üç sıfatla tanımlamaktadır:


Tanrı sevgidir” (İncil’den 1.Yuhanna 4:8,16),

Tanrı ışıktır” (1. Yuhanna 1:5) ve

Tanrı ruhtur” (Yuhanna 4:24).


Yukarıda giriş bölümünde Tanrı’nın sevgi, ışıkve ruholma hallerinin sıfattan öte, hem birbirinden farklılaşan (ayrı) ama Tanrılığın dışında (gayrı) olmayan öz nitelikler olduğunu gördük. Güneşin alevleri, ışınları ve ısısı güneşten başka bir şey olmadıkları gibi (tabii ki, örnek eksiktir)...


Bu doğrultuda, Kendisinin Kutsal Kitap’ta vahyettiği gibi, Allah...


O’na yönelirken ruhta, kutsallıkta ve gerçekte bir ibadetle yaklaşmalıyız.


Bu şekilde “Baba”, “Oğul” ve “Kutsal Ruh” sözcüklerini, tek Tanrı’nın özünü anlamamız için, bedensel sıfatlar olarak değil, Kendisinin Kutsal Kitap’ta kullandığı mecazlar olarak kabul etmemiz gerekiyor. Yani, prensip olarak, aynı Allah’ı tanımlayan üç isim ve simgedir. Özellikle şunu da söyleyeyim: “Oğul” kavramının, Hz. İsa’nın doğumuyla hiç ilgisi yoktur, fiziksel bir anlam da taşımamaktadır.


Baba”, “Oğul” ve “Kutsal Ruh” terimleri, Tanrılıktaki öz(varlığı ve zatı), söz(kelâmı ve ilmi) ve ruh(etkinliği ve kutsallığı) şeklindeki 3 esası isimlendiriyor. Bakınız yaratılış olayı: ezeli varlık olan Allah dünyayı yaratır; Kendi Sözü aracılığıyla yaratır; ve yarattığı dünyaya da Ruhu’yla (etkin gücüyle) şekil verir:


Başlangıçta Allahgökleri ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Allah’ınRuhusularınüzerinde hareket ediyordu (şekil veriyordu). Allah dedi: ışık olsun (“olsun” diye buyurdu); ve ışık oldu...” (Tevrat; Tekvin 12:1-3; Eski Çeviri).


Allah’ın 99 (veya 100) kadar isimleri olduğu söyleniyor: en güzel adlar (“El esmâu’l-Hüsnâ”). Ve tabii ki, kimse buna 100 ayrı Tanrı olduğu anlamını vermez. “Baba”, “Oğul” veya “Kutsal Ruh” isimleri de, Allah’ı ayrı ayrı ilahlar olarak göstermez, başka varlıklara da benzetmez, eş koşmaz; yalnız özünü tanımlar.


Tanrı’ya “baba” denmesi, bedeni varmış gibi, doğal yoluyla çocuğa sahip olabileceği anlamına gelmez ki! Aklı başında olan herkes böyle bir düşünceyi kesinlikle reddeder!


Mâide sûresinin 73. ayetinde, “Allah için üçün üçüncüsüdür diyenler küfre sapmışlardır, bir Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur” der. Bu ifadede üç tanrıya inanmayı yererken, Ehl’i Kitap olarak biz de üç tanrıya inanmayı sapıklık sayarız. Böyle bir inancın Üçlübirlik’le hiç bir ilgisi yoktur; bu üç tanrılılıktır. Hz. Muhammed’in zamanında Arabistan’da bulunan ve eğitim görmemiş olan Hıristiyan halk kitleleri, büyük olasılıkla Baba, Oğul ve Kutsal Ruh konusunda, eski putperest inançlarını yansıtan üç tanrılı bir anlayışa sahiplerdi. Buna göre Hıristiyanlıkta üç tanrıcılığa benzeyen her inanç anlayışı, İncil’in özünden ayrılanların düştüğü bir sapıklıktır.


İslâm’ın ilk dönemlerinde Arap kökenli bazı Hıristiyan ilahiyatçılar, Tanrı’daki üç “olma tarzı”nı (Grekçesi: “hypostasis”; Arapçası: “üknûm”; 5. bölümde bu kavramlar ele alınacak), İslâm’daki Allah’ın sıfatlarıyla kıyaslamışlar. Bağdatlı filozof Yahyâ b.Adi‘ye (ö.974) göre Tanrılıktaki üç esas: Allah’ın iyiliğini, hikmetinive gücünütemsil eder. Başka görüşe göre, bunlar: vücûd(varlık), kelâmve hayatsıfatlarıdır. Ya da: vücud, ilim ve hayat vs. İbnu’l-Kindi 19. yüzyılda, Abdullah b. İsmail al-Hâşimi‘ye Üçlübirlik konusunda şöyle diyordu: “Allah’ın bir olduğunu bize nasıl anlatmaya çabalarsın? Bilmiyor musun, ‘bir’ ancak üç yönden ‘bir’ olabilir. Ya cins, ya tür (nev) ya da sayı olarak. Şimdi hangi bakımdan Allah’a ‘bir’ diyorsun..?” Yani Allah’ın birliği yalın bir teklikten daha yüce bir şey olduğunu ifade etti.



Allah’ı Açıklayan ‘İnsanbiçimi’ Sıfatlar


Peki, “Tanrı bir babaya nasıl benzetilir?” diye itiraz edilir. “Bu, En Yüce Olan’ı yaratıkların seviyesine indirerek aşağılamak demek değil mi?” Tanrı Kendini tanımlarken İnsanoğlunun kolay anlayacağı sembolik ifadeler kullanır. Buna “insan benzeyişi” (veya ‘insanbiçimi’, ‘antropomorfik’) terimler denir. Kutsal Kitap’ta da, Kur’ân’da da Tanrı’dan söz etmek için yüz, eller vb. fiziksel sıfatlar kullanılıyor. “O’na benzer hiç bir şey yoktur” (“leyse ke-mislihı şey”; Şûrâ 42/11) ibaresi bir gerçeği dile getirir. Ama bunu, Tanrı’nın Kendisinin, O’nu anlamamız için kullandığı benzetmelerle karıştırmamamız gerek.


Kur’ân’da Allah’ın “eli” (Fetih 48/10), “avucu” (Zümer 39/67), “yüzü” (Kasas 28/88; Rahmân 55/26-27), “gözleri” (Hûd 11/37; vs.) gibi ibarelerine rastlanır. İslâm’da Tanrı’nın “cisim” olduğunu ileri süren ve “Mücessime” diye adlandırılan kesimin dışındaki Müslüman yorumcular, bu ayetlerde geçen “insan benzeyişi” ifadelerine simgesel bir anlam getiriyorlar (bkz. F.Râzi, 25/24; Taberi, tefsir, 20/82; Sâbûni, 2/449). Kur’ân’da da Allah bir “nur” olarak anlatılır; ve “O’nun nuru içinde ışık bulunan bir kandil yuvasına...” benzetilir (Nûr 24/35). Kimi kelâmcılara göre burada söz konusu olan Allah’ın Kendisi değil “O’nun Nuru”dur. Aynı doğrultuda Allah’ın “taht”ından (Arapçası “arş”) söz edilir ve bu taht’ın “SU üzerinde olduğu”nu söyleyerek bir mekanda yer aldığı veya hareket ettiği anlaşılır (Örneğin: Bakara 2/29; Nisâ 4/100,158; Â’râf 7/54). Ayrıca insanın da mekân içinde O’na yönelebildiği (?) söylenir (Hûd 11/7; Şâffât 37/99;). Hatta Kudsi Hadis’de de, Hz. Muhammed, Allah’ın şöyle dediğini bildiriyor: “Zenginler vekillerim, fakirler çocuklarımdır.” Bundan Kimsenin Allah’ın fiziksel yolu ile çocukları olduğu sonucu çıkarmıyor!


Bu ifadeleri bir mecaz olarak anlamakta kimse zorluk çekmez. Bunları kabul edebiliyoruz da, “Baba” veya “Oğul” ifadelerini mecaz olarak kabul etmeyecek miyiz? Tanrı’ya atfedilen insana özgü terimler bize bir gerçek tasvir değil, fakat yalnızca imalar ve telkinler vermektedir. Bu yüzden bunlar tasvir edici benzetmeler değil, çağrıştırıcıdırlar. Kimsenin Tanrı’yı, fiziksel bir anlam vererek bir şeye benzetmeye hakkı yoktur (bu, putperestlik olurdu). Nitekim:


Tanrı'yı kime benzeteceksiniz? Neyle karşılaştıracaksınız O'nu? Putu döküm işçisi yapar "Beni kime benzeteceksiniz ki, Eşitim olsun?" diyor Kutsal Olan.Başınızı kaldırıp göklere bakın. Kim yarattı bütün bunları? Bilmiyor musun, duymadın mı? Ebedi Tanrı, RAB, bütün dünyayı yaratan, Ne yorulur ne de zayıflar, O'nun bilgisi kavranamaz.”(Tevrat, Yeşaya bölümü 40:18, 28).


Ama buna karşın O Kendini, uygun gördüğü her simgeye benzetebilir. Bu sefer kimsenin de bunu reddetmeye hakkı yoktur! Ve Kutsal Sözünde Kendini “Baba”, “Oğul” ve “Kutsal Ruh” olarak tanıtır.


Tanrı her şeyi sevgiyle yarattı. O her şeyin kaynağıdır. Her şeyin O’nun sevgisiyle var edildiğini dile getirmek için “baba”dan daha güzel bir tanım olabilir mi? Yarattığı insanları bugün de seviyor; en mükemmel babadan daha çok seviyor. Bu nedenle Kendini bize yaklaşan “göksel Baba” olarak tanıtır. Çünkü İnsanoğlu ile kurmak istediği ilişki çok yönlü bir dostluktur.


Tanrı’nın özünde Kelâm “ses ve harfler” biçiminde değil, yaşayan bir düşünce, bir tasarım biçiminde vardır. Kendi özünden çıkan kadim Kelâm’a “oğul” demek istiyor. Bu başka bir varlık, başka bir tanrı değildir. Hem Tanrı’dan çıkan hem de özünde kalan Kendi Kelâmı’dır (Tıpkı ilk yorumcular isabetli bir şekilde dedikleri gibi: “gökten inmiş ve gökte olan”; Yuhanna 3:13’e getirilen açıklama). Hele bu Kelâm’ı Canlı Kitap olarak, yani İsa Mesih olarak gönderdiği zaman O’na “oğul” diyor. Çünkü Kendisinden kaynaklandığı için, O’nu “biricik oğul” gibi sever! Bu “oğul” Yaşayan Vahiy’dir ve Tanrı’nın özünü açıklar. Ve bu “oğul” da Tanrı’yla insan arasında başka kimsenin seremeyeceği köprüyü serer.


Ama Tanrı bir cisim değildir. O ruhtur. Ayrıca yalnız bir kavram değildir, yaşayan ve etkin olan bir ruhtur. Ama her hangi bir ruh değil “Kutsal Ruh”tur. Kutsal “her şeyden ayrı olan, benzeri olmayan” anlamına geldiği gibi, özellikle Tanrı’nın, iyiliğin, adaletin ve doğruluğun kendisi olduğunu ifade eder.


Tanrı dünyayı yarattı. Kendi Kelâmı ve Gücüyle... Ama dünya Tanrı’nın bir parçası değildir; Tanrı aşkındır (doğaötesi). Hiç bir şeye muhtaç olmadan kendi kendine yetiyor. Kendisi hakkındaki bilinci tam doyurucu bir doluluktur. Ama bu, yaradılışı ile hiç bir iletişimin olmadığı anlamına gelmez. Kendi Kelâmı aracılığıyla, dünyada yarattığı akıllı ve ahlak” varlıklara sesleniyor. Ayrıca Tanrı, evren üzerine nüfuz eden kendi Gücüyle (Ruhuyla) onu devam ettiriyor. Aynı şekilde seslendiği insanların yüreğine (ruhuna) kadar nüfuz etmek istiyor. Onlara ilahi bir yaşam niteliği ve kutsallığını iletmek istiyor; O içkindir (doğa içinde etkin).


Özetleyecek olursak: Hıristiyanlıkta da, İslâmiyet’te de kabul gören Allah’ın 3 ezeli özelliği (vasfı):



Bunlar Allah’ın öz, söz ve ruh ya da “BABA”, “OĞUL” ve “KUTSAL RUH” oluşundan başka bir şey değildir.


Üçlübirlik Kendini Baba, Oğul ve Kutsal Ruh isimleriyle açıklayan tek Tanrı’nın özüdür.