“Hıristiyanlar acaba neden ‘Allah üçtür’ diye düşünüyorlar? Niye Hz. İsa’ya hem ‘Allah’ın Oğlu’ diyor, hem de O’nu Tanrı’ya eş koşuyorlar?” Mutlaka kendi kendinize buna benzer sorular sormuşsunuzdur. “Hâşâ! Bu, şirk günahıdır. Hz. İsa, Ruhulkudüs veya Meryem Ana, Tanrı’nın yardımcılarından başka bir şey değiller” denir.
“Üçlübirlik” veya “Teslis” inancı çok yanlış anlaşılan bir öğretidir. O zaman bu konuyu doğru anlamak hepimiz için kutsal bir görevdir.
Bu inancı reddeden kişiler iki önemli yanlışa dayanıyorlar. Birincisi: bu öğretinin Tanrı’nın gönderdiği vahiylere göre değil, din adamlarının konsüllerde aldıkları asılsız ve keyfi kararların sonucu olarak ortaya çıktığı iddiası. İkincisi: Kutsal Yazılar’ın (Tevrat, Zebur ve İncil) değiştirildiği iddiasıdır. Dolayısıyla içinde Üçlübirliği gösteren ayetleri asılsız sayıyorlar.
İşte bu, bir din anlayışı savunmak uğruna Allah’ın Kitaplarına saygı gösterileceğine, hiç bir dayanak olmadan çamur atılmasına sebep olmaktadır. Böyle bir cüret Hak’a asla hizmet etmez. Ve ne yazık ki, Kitapların koruyucusu olan Allah’a hakaretten başka bir şey değildir!
Ayrıca üçüncü bir iddia ileri sürülüyor: bu öğretinin akla aykırı olduğu söylenerek yanlış olduğu kanıtlamaya çalışılıyor.
İşte bu kitapta, yukarıdaki ifadelerin yanlışlıklarını ve Üçlübirliğin esaslarını hep birlikte inceleyeceğiz. Bu inceleme, Kutsal Kitap’ın öğretisine dayanacaktır. Hemen burada bu öğretinin, üç Tanrı’ya inanmak veya Tanrı’ya eş koşmak ile hiç bir ilgisi olmadığını belirtelim. Kutsal Kitap’ın (yani Tevrat, Zebur ve İncil) hiç bir tahrife uğramadığının, kanıtlanmış bir gerçek olduğunu belirtmeden de geçmeyelim1.
Tanrı gerçeği, kimsenin bile bile saptıramayacağı kadar ciddi ve kutsal bir konudur. Tanrı'yı açıklamak da aklın becerisi değil, vahyin işidir. Sanmayın ki, Hıristiyan alimleri, Üçlübirlik gibi bir konuda, hiç bir temelleri olmadan bilgiçlik taslayıp gerçekleri bile bile saptırdılar. Onlar gibi biz de (“Ehl-i Kitap” olarak; yani “Kutsal Kitap sahipleri”), araştırmamızda Tanrı Sözü’nün sağlam kayasına dayanmaktayız.
Üçlübirliği çürütmek isteyen bazı çevrelerce ileri sürüldüğü gibi, bu öğreti anlaşılmayacak kadar karışık bir konu da değildir. Hayatta iç yapısını tam kavrayamadığımız bir çok şey vardır; bununla birlikte gereğini ve gerçekliğini anlayabiliriz. Bugün milyonlarca kişi bilgisayar kullandığı halde, bilgisayarın iç mekanizmasının nasıl çalıştığı konusunda en küçük fikirleri yoktur.
Bunun gibi örneğin, Tanrı’nın ezeli oluşunu ben kavrayamam, ama gerçek olduğunu anlıyorum. Dünya var olmadan önce Tanrı vardı. Hayalimizle zamanda gidebileceğimiz en geri noktaya ulaştığımızda, yine bu noktadan önce Tanrı’nın var olduğunu kabul ediyoruz. Aslında bunu kavrayamam, ama aklımla böyle olmasının gerekliliğini anlıyor, mantığım ile de onaylıyorum.
Üçlübirlik de öyledir. Hem çok basit anlaşılabilir, hem de çok derin bir konu olduğu için, incelemede dipsiz derinliklere kadar inebiliriz. Bu kitapta ikisini de incelemek istiyorum: yani amacım, Üçlübirliğin hem ne kadar “doğal” ve yalın bir gerçek olduğunu göstermek, hem de bu gerçeğin içindeki derin değerleri gözler önüne sermek...
Türkiye’de hemen herkes, Kutsal Kitap’taki kavramları Kur’ân’ın veya İslâmiyet’in getirdiği yorumun ışığında algılamaktadır. Bu yorum Tevrat’ın veya İncil’in birçok beyanını yalanlıyor. Ama bu yalanlama, Hz. Muhammed’in zamanında bazı konuların yanlış anlaşılmasından ileri gelmektedir. “Tanrı Oğlu” ifadesi bunlardan biridir. Kur’ân, Tanrı’nın fiziksel bir çocuğu olabileceğini yalanlıyor. Ne var ki, biz de böyle bir şeyi şiddetle reddediyoruz. Bir kere Kutsal Kitap’ta “Tanrı Oğlu” ifadesinin, fiziksel bir oğullukla hiç bir ilgisi yoktur.
Bununla birlikte Kur’ân, birçok konuda değişik ifadeleri kullanarak Kutsal Kitap’ın gerçeğine çok yakın kavramlar ortaya koyar. Mesih İsa’ya verilen “Kelâm-u’llah” unvanı da yakın olan bu kavramlardan biridir. Biz bu çalışmada, “Tanrı Oğlu” ve “Kelâm-u’llah” kavramlarına aynı anlamı veriyoruz. Çünkü “Tanrı Oğlu” ifadesiyle Kutsal Kitap’ta kastedilen “Tanrı’nın özünden gelen ve yaşayan Söz” anlamıdır; Kur’ân’da bu oğulluk için getirilen yorum değil... (yani fiziksel bir oğulluk söz konusu değildir).
Bu bağlamda, kitap boyunca Kur’ân’dan yapılan alıntılarla veya kurulan anlam paralellikleriyle Kur’ân’ın onayını aramadığımı belirtmek istiyorum. Bu hem Kur’ân’ı çarpıtıp tarafsız gerçeğe saygısızlık, hem de Kutsal Kitap’ın gereksinim duymadığı yan desteklere boş yere başvurmak olurdu. Ne var ki, zaman zaman böyle anlam paralellikleri kurarak amacım yalnız Kutsal Kitap’taki ifadeleri ve gerçekleri İslâm kültüründe anlaşılan kavramlarla açıklayabilmektir. İşte yalnız bu açıdan, yani gerçeğin doğru anlaşılması açısından, Kur’ân’ın anlamlarına başvuruyorum.
Son olarak şunu belirtmek istiyorum: kitap boyunca Ezeli Yaradan’ı, En Yüce Olan’ı, fark gözetmeksizin “Allah” veya “Tanrı” kelimeleriyle isimlendirdim. Bunu da, yine dinsel kavramların kavgasına girmeden masum bir şekilde yaptım.
Neticede bu çalışmanın gayesi, Allah’ı kafamıza göre anlatmak değil, Allah’ın, Kendisi hakkında bildirdiklerini kabul edip anlamaya çalışmaktır. Çünkü O, Kutsal Kitap’ı, Kendisini anlamamız ve sevmemiz için göndermiştir. İşte bizim gerçeğe hizmet etmemiz Yüce Tanrı’ya olan ibadetimizdir!
Kitabı okuyacak olan bütün araştırmacıların anlayışına sığınarak ve bu açıklamaların Tanrı’ya daha büyük bir sevgiyle bağlanmamız için yararlı olmasını Kendisinden dileyerek bu girişi noktalıyorum.