BÖLÜM I. MÜJDELEME ADINA



Mesih’in “yüce görevi” (Matta 28:19) olarak nitelendirilen sözlerinden hareketle birçok samimi Mesih İnanlısı müjdeleme adına yola çıktılar. Hiç kuşkusuz birçoğunun niyeti oldukça paktı. Ve imanı tamdı. Bu birçokları içinde bazıları hakikaten Mesih İsa’ya yaraşır bir iman yaşamı ve ihsan yaşamı sundular. Onlar dağlarda, çöllerde, ilkel toplumlar içinde Yaratan’ın Mesihi’nde sunduğu kurtuluşu vaaz ettiler. Onlar gerçekten sonsuzluğu Baba’nın muhteşem planında Mesih’in aydınlığında ve Ruh’un rehberliğinde kucakladılar. Ama küçük ilah olan insan her şeyi bir yolunu bulup her şeyi kendine benzetmeyi kolaylıkla becerebildiği için elbette Mesih adına yola çıkanlarla birlikte yola çıkan “bencillikler” de zaman içinde “müjdeleme adına” yola çıktılar. Ve o samimi imanlıların verdiği manevi ürünler gibi ürünler veremediler. Veremedikçe daha çok maddeye bağlandılar ve sonra daha çok ve daha çok. Sonuçta ürünsüzlüklerinde kendilerini aklayacak formülleri de yine Müjde üzerinden buldular ve “bütün suç karanlığındı, kötünündü” ve “gücü onun elinden almak için bir başka güce yani insanın dua gücüne, plan, proje, bütçe gücüne ihtiyaç vardı.” Onlar ne üretirlerse üretsinler maalesef kendi yapabilirliklerinde kaldıkları sürece ve Mesih’e dönüp değişmeyi içe almadıkları sürece hep “müjdeleme adına” “müjdeleyemeyeceklerini” görecekler


Güçlü olan kim?


Genelde kiliselerde ve misyon kuruluşlarında yaygın olan inanç Mesih’in Müjdesi’nin dünyanın bazı yörelerinde oldukça zor kabul gördüğü inancıdır. Hatta Mesih’in Müjdesi’ni kabul etmede zorlanmanın en büyük nedeni olarak da Şeytan’ı göstermektedirler. Hiç kuşkusuz Şeytan’ın her birimizin benliği üzerinde ayartıcılığı ve Tanrı karşıtlığı söz konusudur ama bu genelde özellikle bazı kilise ya da misyon kuruluşlarınca oldukça abartılı bir hale getirilmektedir. Hatta öylesine abartılır ki, sanki Şeytan Tanrı’dan ve O’nun Mesih’te sunduğu kurtarıştan çok daha güçlüymüş gibi bir konuma getirilir. Bu durumda da dualarımızın çok ateşli, çok yoğun olması önerilmeye başlanılır. Çünkü bu tarz yörelerdeki insanların Şeytan’ın etkisi, köleliği, tahakkümü altından kurtulması için bizim hararetle dua etmemize ihtiyaç vardır. Görüldüğü gibi yanlış, yanlışa bilet kesip durmaktadır. Yani Tanrı bizim hararetli dua edip etmeyişimize göre harekete geçecekmiş gibi bir görünüm sergilenmektedir. Kısacası çok güçlü olan Şeytan’ın gücünü kırıp Yaratan’ın Mesih İsa’daki Müjdesi’ni bu tarz yörelerin içinde etkin hale getirmek bir anlamda bize bağlanmıştır.


Bütün bu ve benzeri bakış açıları aslında 20. yy’da iyice gelişmiş ve 21. yy’a taşınmış son dönem Protestan gruplarından bazılarının düşünceleridir. Bu düşünceler ne yazık ki Kutsal Yazılar’ın uzağında teolojik hatalarla dolu düşüncelerdir.


Bu yanlış bakış açıları Yaratan’ın görkemini, “Alfa ve Omega” olmasını yani “başlangıç ve son olmasını” (Vahiy 1:8) ve Mesih’in kurtarışının gücünü adeta alaşağı eden görüşlerdir.


RAB Allah her zaman kadir olan olarak bütün alemin efendisidir. Her diz çökecek, her dil diyecek” (Romalılar 14:11) ilkesi kapsamında kendi “kelimesini” dünyaya bahşetmiştir. Ve Ruhu ile de yüreklerde çalışıp dururken diğer taraftan da Kendine iman etmiş, samimi inananları da bir anlamda Kendi ihsanları için bir vasıta olarak görmekte ve kullanmaktadır.


Yani Kutsal Yazılar’da açıkça ifade edildiği gibi hizmetin sahibi kendisidir. Çağıran, aklayan, kutsayan Kendisidir ve elbette gönderen Kendisidir. O zaman aslında işin sahibi bir yolla kurtardıkları ile henüz kurtarmadıklarını ve kurtarılacak olanların yüreklerini hazırlayarak birbirine yakınlaştırmaktadır.


Bize düşen bu muhteşem planda kendi yerimizi almamızdır. Yani biz bu iki taraflı işleme katılırsak bereket alanlar olarak bu hizmetten büyük bir ruhsal kazanım edinmiş olacağız. Ama bilinçli olarak katılmazsak elbette kaybedenlerden yani bu muhteşem Allah hizmeti bereketini kaybedenlerden olmuş olacağız. Ama çoğu zaman bizler başlangıçta söylediğimiz gibi yanlış teolojilerle yönlendirilirken yanlış bir hizmet anlayışına da ulaşmış oluyoruz. Sanki işi biz yapmazsak üzerinde Şeytan’ın eli olan karanlık içindeki insanlar, halklar kurtarılamayacakmış gibi bir sanıya kapılıyoruz. Kısacası kendimize hizmette “Allah ile ortak olma” payını çıkardığımız gibi hatta daha çok “Allah’tan çok Allah olma rölünü üstlenip” insanlar üzerinde kararlar vermeye, onlar için sanki Yaratan rolüne soyunmaya başlarız. Böylelikle otomatik olarak bir başka kötü teoloji batağına daha saplanmış oluruz. Ve bu teolojik açıdan yanlış inançlarımızı da şöyle maddeler halinde sıralamamız mümkündür:


a) Bazı bölgelerin adeta Yaratan’ın elinden alınarak sadece Şeytan’ın hükümranlığına verilmiş olduğu inancı.

b) Bu bölgelerin tamamen kötünün tahakkümünden kurtulması için bizim sürekli yalvarış ve dua içinde bulunmamızın şart olduğu inancı.

c) Biz olmaksızın Yaratan’ın kurtarma işini pek de tam olarak yerine getiremeyecek olduğuna olan inanç.



Hangimiz kurtarıcı?


Daha misyon hizmetine girişmeden önce gelinen bu teolojik yanlışlar noktası elbette hizmetin yanlış temeller üzerine kurulmasına neden olmuş olacaktır. Kutsal Yazılar’dan ve Mesih’in esaslı öğretilerinden uzak bir misyon hizmeti de dünyasal anlamda ne kadar planlı programlı da olsa, ne kadar ekonomi anlamında güçlü de olsa elbette ilahi manada sonuç vermeyecektir.


Çünkü kuvvetle ve kudretle değil ancak O’nun ruhuyla” öğretisini ve dünyayı öyle sevdi ki biricik Oğlu’nu verdi” (Yuhanna 3:16) şeklindeki tek yönlü ihsanı unutmamız, hizmeti de O’nun suretinde değil kendi düşmüş suretimizde anladığımız, kendimize benzettiğimiz anlamına gelmektedir.


Bu ne yazık ki, bugün böyledir. Yani hizmet tamamen insanların kültürel, sosyo-ekonomik durumlarının adeta bir yansıması halindedir. Binlerce samimi Mesih İnanlısı Yaratan’ın o muhteşem kurtaran gücünde, ibadet eder gibi milletlere ışık olmak yerine “bencil” yaklaşımlarla kendilerini kurtarıcı rolünde görmeye başlamışlardır.


Işığın kaynağından alıp yansıtmak yerine, ışık olmaya kalkmak, her bu tarz düşünen kiliseyi daha bir kurumsallaşmaya itmiş ve daha da ötesi “ben ve programım” temelli “kilise yan hizmet kuruluşu” organizasyonlarının kurulmasına yol açmıştır.


Bugün Hristiyan olduğunu söyleyen birçok kurum ve kuruluş Mesih İsa’nın adıyla en güzel hizmeti kendisinin verdiği edasıyla hizmet ettiğini dünyaya ilan etmekte ve hatta bir manada ruhsal fatihlik rolünü üstlenmektedir. Oysa Mesih’in hizmet anlayışında kendini alçaltan yükseltilecek” (Matta 23:12) ilkesi esastır, Mesih İsa’nın öğretilerinde dünyanın madde gerçeği yoktur Yaratan’ın mana gerçeği vardır. Mesih İsa’nın hizmet anlayışında birinciler sonuncu sonuncular birincidir” (Matta 19:30). Anlayan için bu önemli noktalarda oldukça büyük hikmetler vardır. O zaman bu sorular şablonu altında bu kurum ve kuruluşların kendilerini takdim edişlerini değerlendirmek önemlidir. İşte o zaman gerçekten kimin hakikaten Mesih’in adı ile hizmet yolunda olup olmadığı ortaya çıkacaktır.



Kilise kime ait?


Kilise aslında Mesih’e ait bir cemaattir. Yani maddenin üstünde Mesih’le manaya yükselmiş, kurtuluşu gönenmiş insanların bulunduğu yerdir. “Orada bu insanlar Mesih’te göklerdeki Baba’ya tapınırlar.” Ruh’un önderliğinde elçisel öğretileri çalışırlar, dua edip ilahi söylerler, ekmek kırarlar ve yaşamlarını paylaşırlar (Elçilerin İşleri 2:41-42). Kilise Yaratan’dan alınan kurtuluş ihsanını alıp halka dağıtma mekanıdır. Böyle bir camia için her şey manevi olarak Yaratan’la yaşamak içindir ve böyle bir yaşamda da ibadet temeldir.


Oysa bugün bazı kilise adını kullanan kurumlar ne yazık ki, plan, program ve bütçe ile çalışan büyük iş yerlerine dönüşmüştür. İşini kaybetme korkusu altındaki önderler Allah’ı hoşnut etme yerine insana göre hareket etmeye başlamışlardır. Bununla birlikte “Efendimiz İsa’nın adı” ağızlarından hiç düşmemektedir. Bu kadar sıklıkla kullanılan “Mesih İsa’nın adı” ne yazık ki, bu tarz yerler için sadece çıkarlar için ve maddi manada güç sahibi olabilmek için kullanılan bir isim olmuştur. Yeni Antlaşma yazıları arasında yer alan “Elçilerin İşleri” bölümünde Simon da İsa Mesih’in ismini doğaüstü bir güç olarak görmüştü ve aynı o şekilde yalnız kendi çıkarı, kendi ismi, kendi yüceliği için Mesih’in yüceliğini kullanmak istemişti (Elçilerin İşleri 8).


Bazı kiliselerse ne yazık ki, ilahiyatlarının ne kadar tarihi, elçisel inancın çok sağına yahut çok soluna kaydığının bile farkında değillerdir. Bunlardan “evangelical” yani “müjdeci” olduğunu ifade eden gruplar arasından bazıları ise neredeyse “üçlü birlik” ilahiyatını bile artık neredeyse sadece “İsa birlik” ilahiyatı olarak değiştirmiş durumdadırlar. Yine bunlardan “karizmatik” yani “armağanlara sahip” olduğunu ifade eden bazıları ise neredeyse “üçlü birlik” ilahiyatını artık “Ruh birlik” ilahiyatı ile değiştirmiş durumdadırlar.


Bu bahsettiğimiz konular elbette samimi bir biçimde Mesih İsa’ya ve Müjdesi’ne tabi Yaratan’ın yolunda yürüyen ve Kutsal Yazılar’a sımsıkı sarılmış saygıdeğer inananların, kiliselerin, kilise kurum ya da kuruluşların hiç olmadığı şeklinde bir sonuca varmamız anlamında değildir. Aksine bu tarz samimiyetle iman yolunda devam edenlerin birçoğu samimiyetle Efendimiz Mesih’in öğretilerine tabi oldukları için hizmetlerini zaten dünyaya reklam etmemektedirler. Onlar zaten Mesih’in gerçek izleyicileri ve imanın tanıklarıdır. Onlar sayesinde Yaratan’ın kurtuluş planı günümüze dek taşınmış ve yarına da taşınacaktır. Ama burada ele alınan örnekler ne yazık ki, çok önde görünen, çok reklam yapan ve yine ne yazık ki, farklı inançlardaki insanların da en çok gördüğü örneklerdir.


Müjde nedir?


Ortada yaygın biçimi ile var olan veya birçok farklı Hristiyan televizyon kanallarından fışkıran insan “egosundan” kaynaklı olduğu gayet belli ve “reklam” zihniyeti ile karışık müjdeleme faaliyetlerine doğal olarak göz atan birçok Müslüman tabii ki İsa Mesih’i bu tarz, “Mesih adına hizmet yaptığını” söyleyen kurum ve kuruluşlarda görebilme durumu ile yüz yüzedir ya da böyle bir gayret içindedir. Ve esas üzücü olan bu “müjdeleme” yaptığını sanan kişilerin oluşturdukları olumsuz görüntünün farkında olmaksızın “neden farklı inanç sahipleri Mesih İsa’yı bizde göremiyorlar?” şeklinde soru sormaya devam etmeleridir. Çünkü bu soruyu bu kadar ortalıkta gezinen kötü örneklerden sonra sorabilmek “çok akıllı olduğunu zanneden ama esasında hakikaten cahil olan” kişilerin konumunda olmak anlamındadır. Bu en azından bu noktada böyle bir değerlendirmeyi beraberinde getirmektedir.


Çünkü Mesih İsa’nın yolu esas anlamı ile ele alınacak olursa ezberleme yolu ile öğrenilebilecek olan bir “dini inanç” yolu değildir. Aksine bütün öğretiş temelleriyle sabit bir yaşam yoludur. Bir yaşam boyu sürecek mana çalışmasıdır. Efendimiz İsa ile haçta “benliğimize” ölmek (Markos 8:34) ve yepyeni bir yaşama “benliğimin Mesih” olduğu bir yaşama dirilmektir. Yine kısaca ifade etmek gerekirse Müjde’nin dışımızda etkin olması öncelikle bizde tam anlamı ile etkin olmasına bağlıdır.


Hiç kuşkusuz Müjde Yüce Allah’ın Mesih’inde insanlığa sunduğu manevi bir kurtuluş planıdır. Sahibi kainatın sahibidir ve elbette birincil olarak Müjde’nin yayılması ve insanlara kurtuluş sunması O’nun lütfuna tabidir.


Bununla birlikte Mesih’te kurtuluşu gönenmiş olan inananlara da sorumluluk veren yine “göklerdeki Babamız ve Efendimiz’dir.” “Kutsal Ruh’un ve Kutsal Kelam’ın” rehberliğinde bu sorumluluğu özellikle bir ibadet şuuru ve manevi bir sorumluluk olarak taşımakla yükümlü olan imanlının kendisidir.


Elbette bu sıralamada Yaratan’dan uzak olan ve kendi “benliği” içinde “düşmüş” olarak yaşayan her bir insan ister istemez “kötünün” yönlendirişindedir ve bu yönlendirişten de ancak “Mesih İsa’nın kurtarışında ve bu kurtarış içinde öncelikle Ruh’un yüreği hazırlaması ile” çıkması mümkündür yani Yaratan’ın ışığının yüreğini delmesi ile bu yönlendirişten kurtulabilmesi söz konusudur. Yani yine her şey, her şeye kadir Olan’ın önerisinde, planında, denetiminde, donatımında ilerlemektedir.


Engel kimden?


O zaman, eğer Müjde’nin anlaşılması zorlaşıyorsa burada “kötünün yüreklerde yaptığı” tahribatın yanı sıra bu Müjde’yi taşıyan, götüren kişinin de “yüreğindeki tahribatın etkisi vardır.” Hatta daha ikiyüzlü olduğu için daha da tehlikelidir.


İşte biz bu nedenle burada özellikle Müslüman insan kardeşlerimizin Yaratan’ın İsa Mesih’te ilan ettiği Müjde’ye tepkili olmalarında bu ikinci unsuru daha etkin görüyoruz. Özellikle “kilise tarihinin” yalnız çok güzel örneklerle değil içinde insan unsuru olması nedeniyle maalesef kötü örneklerle dolu olduğunun da bilincinde bunu rahatlıkla bu şekilde söyleyebiliyoruz.


Efendimiz İsa Mesih’te insanlığa takdim edilen Müjde bütün sadeliği ile ve esas itibariyle insan hayatı içindir. Ve Müjde’nin başkalarına bir mana ifade etmesi ancak bu armağanın orijinal kabında ve sadeliğinde sunulmasına bağlıdır. Yani “yaşayarak” sunulmasına bağlıdır. Bu sunuş asla bir gösteri, bir pazarlama, bir meslek ya da bir dini gururun dile gelmesi şeklinde bir sunuş olmamalıdır. Fakat durum ne yazık ki, esastan farklı olan sunuş noktasında olunca o zaman özellikle Müjde’nin anlaşılmasının önüne Müjde’yi paylaşanlar, farkında olmaksızın üç büyük engel oluşturmakta, üç büyük duvar örmektedirler. Ve bu duvarlar özellikle Müslüman insan kardeşlerimizin Mesih’in Müjdesi’ni algılama konusunda zorlanmalarının en belirgin üç nedenini oluşturmaktadır. Bu üç engel 1. İlahiyat Engeli 2. İbadet Engeli 3. Misyon Engeli’dir. Şimdi sırasıyla bu engelleri inceleyerek Mesih’in adı ile yola çıkan ve ne yazık ki, Müjde’yi bir türlü müjdeleyemeyenlerin neden bu duruma düştüklerini birlikte değerlendirelim.