Duygular kişiliğimizin önemli bir parçasıdır. Dolayısıyla düşman, duygularımıza bağlı olarak yanlış düşünmenin kalelerini inşa etmeye çalışır. Maalesef pek çok kişi duygularını göstermemeleri gerektiğini düşünür. Biz İngilizler için duygularımızı futbol maçlarının dışında açığa vurmamız kabul edilemez bir kural olarak algılanır. Buna karşın Tanrı duyguları yarattı; O’nun benzerliğinde duygusal insanlarız.
Tanrı’nın da duyguları var; O’da hisseder ve sevgiyi, öfkeyi, acıyı ve sevinci ifade eder. Ne var ki, O’nun duyguları günahkarlığın duyguları değil, mükemmelliğin duygularıdır. Bazen insanlar başkalarını tapınmada duygusallaştıkları için şikayet ederler. Duygusallaşmadan nasıl tapınabilirsiniz? Tapınma, Tanrı’ya olan sevginin göstergesidir ve duygusuz bir şekilde sevgi göstermek de imkansızdır.
Ne var ki, Tanrı vergisi ve O’nun doğası ile kişiliğinin bir yansıması olarak yaratılan duygularımızın Mesih’in egemenliği altına girmesi gerekir. Pastörlük hizmetimi sürdürdüğüm yıllar içinde iş duygularımıza geldiğinde, birçok duygumuzun geçmişteki deneyimlerimizle inşa edilen Şeytan’ın kaleleri tarafından yönetildiğini gördüm. Rab’bin egemenliği altında kendini ifade eden duygular değildi. Özgür kılınmaya gereksinimleri vardı. İncinmemiz, Tanrı’nın isteğini yapmakta yetersiz kalmamız için asla bir bahane olamaz.
Örnek olarak reddedilmeyi verebiliriz. Reddedilme, olumsuz düşünce modellerinin ve tutumlarının oluşturduğu başlıca duygusal kalelerden biridir. Danışmanlık bağlamında sık sık karşılaştığım yaygın bir sorundur.
Şeytan reddedilen bir varlıktır. Cennetten kovuldu ve egemenliğinin havasını da reddedilme oluşturur. Mesih aracılığıyla kabul etme olan Tanrı’nın egemenliğindeki havaya zarar verme gayretindedir. Adem, Şeytan’ı dinlediğinde Tanrı’ya itaat etmek yerine Şeytan’ın otoritesini tercih etti. Dolayısıyla Aden’den kovuldu ve reddedilen bir varlık oldu.
İnsanlar pek çok nedenden dolayı reddedilmeyi yaşar ama sonuç hep aynıdır. Bu kalenin pençesine düşenler hiçbir yere ait olmadıklarını hissedecektir. Kalabalıkta kaybolmuş gibi hissederler, istenmediklerini hissederler. Reddedilme psikolojik danışmanlıkta ya da düzeltme ve hesap vermenin gerekli olduğu herhangi bir durumda sorun yaratabilir. Zira düzeltme ya da düzeltilme reddedilme olarak yorumlanır.
Reddedilmeyi yaşamış olan pek çok kişi, insanların kendilerine çok fazla yaklaşmasına izin vermeyerek duygularını saklamaya çalışır. En çalışkan, en iyi ya da en gayretli çalışan olma umuduyla kendilerini işlerine verebilir ve böylece saygı ve kabul görmeye çalışırlar. Maalesef saygı gördüklerinde bile yine de reddedilmiş gibi hissederler. Benzer bir sorun kilise ortamında da görülür; reddedilme duygusuyla boğuşan biri, bazen kilisede en çalışkan kişi olmaya gayret edecektir. İyi işlerle uğraşıyor olmalarının başkaları tarafından kabul edilmelerini kolaylaştıracağını hissederler. Ancak istedikleri gibi takdir görmediklerini hissettiklerinde bunun tam tersi bir etki olur; reddedilme belirtilerini daha da pekiştirir.
Reddedilme bulgularına sahip birinden beklenmeyen tepki şudur: dedikodu eğilimi. Dedikodunun hep başkasının yaptığı bir şey olduğunu fark ettiniz mi? Süleyman’ın Özdeyişleri’ne göre dedikodu, tatlı lokma gibidir265, ancak sadakatsizlikle birlikte reddedilmenin ortak tepkisidir. Reddedilmeyi yaşayan kimse “kalabalıktan biri” olmak ve kabul edilmek için dedikoduya karışacaktır. Dedikodu insanları alçaltan korkunç bir şeydir. Dedikodu yapanlar genellikle oldukları gibi kabul edileceklerini ve kabul edilmelerini kolaylaştırmak için başka birine zarar vermelerine gerek olmadığını bilemeyecek kadar güvensiz kişilerdir.
Reddedilmenin bazı özelliklerine baktık; şimdi de bunun insanların hayatında nasıl oluştuğuna bakmamız gerekir. Bu kalenin oluşmasında pek çok neden vardır. Bazen insanlar “kaza” ve “istenmeyen çocuk” olarak betimlenir. Büyük olasılıkla çocuk bu duyguların farkında olur ve onun anlayışının ötesinde olan bu duygular onu olgunlaşırken ve yetişkinliğe adım atarken etkiler. Otoriteyi temsil eden ebeveyn, öğretmen, çocuğun arkadaşları ya da kardeşleri tarafından düşünmeden söylenen sözler sonucu reddedilme ortaya çıkar. Kabadayılıkla karşılaşma, görmezden gelinme, doğru giysileri giyememe ya da herhangi bir nedenle dışlanma kişinin reddedilme hissine kapılmasına neden olabilir.
Reddedilme kalesi genellikle tek bir olayla oluşmaz; tek bir olayla olsaydı çoğumuz onunla baş edebilirdik. Duygular bir senaryonun tekrarlamasıyla pekiştirilir. Örneğin, bir futbol takımına başka kimse kalmadığı için hep en son seçilmek gibi. Başka bir örnek daha vereyim: Tanıdığım biri sınavlarda iyi not alamadığı zaman babası ona hep bağırırdı. Sonunda iyi not almayı başardığında, babası bu sefer de bu nottan daha iyisinin olması gerektiğini söylerdi.
Bu sorunla baş etmek özgürleştirilmeyi gerektirebilir, buna daha sonraki bir bölümde değineceğiz ancak reddedilme kalesinin yıkılması Tanrı’nın Sözünün etkin öğretişiyle sağlanmalıdır.
Örneğin, Tanrı’nın kazaları yaratmadığı bilincinin aşılanması bu kalenin yıkılmasına yardımcı olur. Bu durumdaki kişilere Mezmur 139’u içselleştirinceye dek defalarca okumalarını salık veririm; “Annemim rahminde beni sen ördün. Müthiş ve harika yaratılmışım.”266 İşte Tanrı böyle diyor. Onlara, “Rab beni müthiş ve harika yarattığın için teşekkür ederim” ya da “aynaya baktığım için değil Tanrı’nın Sözüne baktığım için buradayım ve Tanrı’nın harika işlerinden biriyim” deyinceye dek bu sözleri okuttururum.
Bazen bir seminer sırasında insanlara yanındaki kişiye dönüp ona, “Benim Tanrı’nın özel ve harika yaratıklarından biri olduğumu biliyor musunuz?” demelerini söylüyorum. Bazıları bunu söylemede zorlanıyor ama bunu yapmaları önemli; çünkü Kutsal Kitap böyle diyor.
Dahası, Müjdenin gerçeği şudur: Tanrı, İsa’yı kabul etti ve O’nun kendisine sevinç veren Oğlu olduğunu söylüyor. Bizi İsa’nın içine koydu ve O’nda olduğumuz için Tanrı bizi de kabul ediyor. Kim olduğumuz ve ne yaptığımız önemli değil; Mesih’le geldiğimiz zaman Tanrı İsa’yı kabul ettiği gibi bizi de aynı şekilde kabul eder. “Sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum.”
Tanrı tarafından kabul edilmek için başka bir şey yapmamız gerekmiyor. Kanıtlamamız gereken hiçbir şey yok; İsa bunu zaten yaptı. Hayatımız boyunca başka hiçbir şey yapmasak da Tanrı bizi hala kabul ediyor olacak, çünkü İsa’yı zaten kabul etmiş durumda. Kabul etme, kabullenme kilisenin, Mesih’in bedeninin atmosferidir. Pavlus’un Romalılar kitabındaki harika teolojik öğretişi 15:7’deki ayette görülür: “Bu nedenle, Mesih’in sizi kabul ettiği gibi, Tanrı’nın yüceliği için birbirinizi kabul edin.”
Reddedilmeye karşı gösterilen tepkiler genellikle kale yıkılıncaya kadar olumsuzdur. Çünkü bu kişisel olumsuzluk, bu güçlü başarısızlık duygusu yanlış düşünme yönteminden kaynaklanan temel bir neticedir.
Tanrı bilgeleri ve güçlüleri utandırmak için önemli sayılmayan saçmalığı, horlananı ve reddedileni seçtiğini söyler. 267 Pavlus’a gücünün güçsüzlükte mükemmel olduğunu söyledi ve Pavlus da buna karşılık olarak onu güçlendiren Mesih aracılığıyla her şeyi yapabileceğini söyledi. Reddedilmiş olanlara bu öğretişi içselleştirmelerine yardım ederken, onların yaşamlarında olgunluğu inşa etmelerine ve öğretişimizle reddedilme kalesini yıkmalarına yardım ediyoruz.
Maalesef Tanrı halkının çoğu, olumsuz tutumla sınırlandırılır. Olumsuzluk kalesinin pençesinde gibiler. Bunun çeşitli tipleri var. Dolayısıyla her birini ayrı ayrı ele almak istiyorum.
Pastör olarak insanlarda bunun birden bire ortaya çıktığını görüyor ve onlara yardım ederken de bununla yüzleşmesi gerektiğine inanıyorum. Tipik tepkileri başarısızlık duygusu ya da olumlu bir şey olacak olsa bile uzun sürmeyeceği gibi duygulara dayanır. Bu kalenin ortak ifadesi şöyledir: üstesinden gelemeyeceğimizi hissediyoruz ya da bizim için defalarca dua edildiği halde “işe yaramıyor gibi.”
Hizmet sırasında birisinin iyileşmesi için dua ederken şu tipik tepkiyi gördüm. Bu kişi, beni teşvik edercesine(!), Reinhard Bonnke ve Yonggi Cho’nun kendisi için daha önce dua etmiş olduğunu ama hiçbir şeyin olmadığını, dolayısıyla şimdi benim de onun için dua etmemi istediğini söyledi. Bu sözlerin benim imanıma ne yaptığını kafanızda canlandırabilirsiniz! Tuhaf olan şey ise bu kişideki olumsuzluğun farkında olmamdı. Bu hanım yine de bir şey oluncaya dek dua edilmesini istiyordu. Bu iki zıt tepkiyi birlikte yaşamasını anlamakta zorlandım ama bunların birlikte yaşadığını da gördüm. Burada güçlü bir duygu vardı: bu hanım bunu daha önce denemiş ve işe yaramamış; dolayısıyla herhangi bir iyileşmeye karşı içinde kemikleşmiş bir antipati oluşmuş.
Demonte malzemeler alıp evde kurarken sık sık başarısızım dediğim duyulmuştur; her şeyi hep karmakarışık hale getiriyorum. Bazen öfkeleniyorum, özellikle bu karışıklığı bir hale sokmaları için kiliseden birini çağırmak zorunda kaldığım zaman! Demonte malzemeler, Mesih’i kabul etmem konusundaki inanç yapımı gerçekten sınıyor! “Herkes bunu yapmada başarılıyken ben niye beceremiyorum?”. Bunları söylüyoruz değil mi?
Bazen de ev grubunda bir şey söylüyor sonra da üç ay keşke söylediğimiz şeyi daha farklı bir şekilde söyleseydik ya da acaba birini mi incittik diye endişeyle içimiz içimizi yiyor. Dolayısıyla hiçbir işe yaramadığımızı, elimizden hiçbir şeyin gelmediğini kendimize söyleyip dururuz, ama bunun hepsi olumsuzluktur ve bizim bunu tersine çevirmemiz gerekir. Bunu yapabileceğimizi biliyorsunuz. Bir başarısızlığı lanet gibi görüp gelecekteki kaçınılmaz başarısızlıkları ilan etmek yerine durup, duruma Tanrı’nın zayıflıklarımızı fırsata çeviren bir fırsat olarak bakmalıyız.
Olumsuz bakmayı reddedin. “İşe yaramam” ya da “Başarısız olacağım” ya da “Hata yapacağım” demeyi kabul etmeyin. Bunların yerine, “Tamam. Burada hata yaptım ama bunu yapacağıma inanıyorum” diyebiliriz.
Dostum Philip Vogel ilk günlerde kilisemizi sık sık ziyaret ederdi ve ne zaman biz “sorun” sözcüğünü kullanacak olsak hemen “fırsat” sözcüğünü kullanmamızı salık verirdi. Bunu kitabın başından sonuna kadar yapmış olsam acaba okuyucular nasıl tepki verirdi? Buna karşın olumsuzluk kalesini yıkmaya gerçekten yardım edebilirdi. Her sorunu dua için bir fırsat olarak dikkate almayı ve Tanrı’nın zorluklarımız aracılığıyla çalışacağını görmeyi kafanızda bir canlandırın!
Bu nedenle başarısızlık duygusunun olduğu yerde onu tersine çevirmemiz, Tanrı’nın o başarısızlığı başarıya çevirmesi için bir fırsat olarak görmemiz gerekir. Belki her şey umutsuz görünebilir. Böyle bir umutsuzluğu umuda çevirmek ne büyük bir fırsat Tanrı için! Şu düşünceye hücum edin: “Benim biri için dua etmemin bir faydası olmaz. Ben yapamam. Bunu ancak bir pastör yapabilir”. Şimdi bu düşünceye tersinden bakın ve onu esir alın. “Beni güçlendirenin aracılığıyla her şeyi yapabilirim”268 deyin. Belki de Tanrı’nın sizin hayatınızda böyle işlemediğini söylemek üzeresiniz. Bu düşünceyi esir alın. Tanrı’nın huzurundan keyif aldığınızı ve sizi güçlendiren Mesih aracılığıyla her şeyi yapabilecek olduğunuza dair imanınız olduğunu söyleyin. Zayıf hissettiğimiz zaman Tanrı hayatımıza girer ve bizi güçlü kılar.
Bu gerçekten bir İngiliz hastalığıdır. Biz daima kaybedeni destekleriz. Ulusal bilincimizde bizi aşırı derecede alaycı yapan olumsuz bir şey var. Atlantiğin diğer tarafındaki arkadaşlarımızın bile aldatılabileceği ama bizim asla aldatılamayacağımız gibi bir tutuma sahibiz. Ulusal geleneğimizin bir parçası bu. Mizahımızda da insanların moralini bozmak için onlara daima tuzak kurduğumuz görülür. Ulusumuzda gizli alaycılık ile kendini küçümsemeden oluşan bir kale var.
Gençlerimiz arasında şimdi politika ve politikacılara karşı güçlü bir alaycılık var. Ahlaki önderliğin eksikliğinden dolayı bu tutum haklı görülebilir ama bu, yine de olumsuzluk kalesinin kanıtıdır. Yeni fikirler yeniden ortaya çıkan başka bir güven oyunu gibi görünebilir ve sonuç da korkunç bir umutsuzluk hissi olabilir.
Bu, birkaç farklı alanı kapsayabilir:
Doğru olmayan ve abartılı olan haber gizli alaycılığı ve inanmazlığı körükleyebilir.
Tanrı’nın halkı çölden geçerken, Tanrı’nın yaptığı harika işlere rağmen devamlı mızmızlanıp şikayet etti. Dolayısıyla onlara inanmayan kuşak dendi269. Çoğumuz mızmızlanmayı ve şikayet etmeyi severiz değil mi? Eğer inanmayan kuşağın bir parçası olarak sayılmayı istemiyorsak, şikayet etmemeliyiz. Ya bazı şeyleri değiştirmek için harekete geçmeliyiz ya da onları zarifçe kabul etmeliyiz.
Bazen bireylerin kilise yaşamında yaşadıkları incinmişlik, arkadaş eksikliği ve ilişkilerin kopmasından dolayı sevgi, topluluk ve birliktelik konusundaki alaycılıkla karşılaşıyorum. Kutsal Yazılar sevginin her şeye dayandığını ve inandığını yazar. Bu nedenle kiliseniz ve toplumunuzda bazı vizyonlarınız gerçekleşmemiş olsa bile bunun gizli alaycılık ya da olumsuzluk yaratmasına izin vermeyin.
Alçakgönüllülük saptırılır ve küçümsenir. Gerçek alçakgönüllülük işe yaramadığından değil, Tanrı olmadan zayıfım anlayışıyla oluşur. Kutsal Yazılar bize Tanrı’nın önceden hazırladığı iyi işleri yapmak üzere yaratıldığımızı söyler. 270
Bir sonraki kaleye karşı dikkatli olmalıyım. Çünkü şimdi nadiren olan bir durumdayım ve kadın-erkek ayrımını içeren bir ifade kullanmak zorundayım. Bildiğiniz gibi pasif kalma kalesi genellikle erkekler arasında yaygındır.
Sorunların halledilemeyecek kadar zor olduğu ve dolayısıyla hiçbir şeyin yapılamayacağı görüşü kaderci bir tutum içerir. Bu yeni bir sorun değildir. Ortaçağ’da vaaz edilen Yedi Ölümcül Günah’tan biri tembelliğin ötesinde bir tembelliktir. Buna “accidie” de denir. Kayıtsızlığı ve hareketsizliği kapsayan içe dönüş anlamına gelir. Başka bir deyişle, pasif kalma.
Ortak Dua Kitabı (The Book of Common Prayer) sadece yapmamam gereken şeyleri yaptığım için itirafta bulunmamdan değil, yapmam gerekenleri yapmamamdan dolayı da itirafta bulunmamdan söz eder. 271 Bunu sık sık düşünüp içtenlikle “Rab, bugün yapmadığım işler için lütfen beni bağışla” ya da “Rab inisiyatifimi kullanmadığım zamanlar için lütfen beni bağışla” dememiz gerektiğine inanıyorum. Bunu itiraf etmesi gereken birçok erkek var. Karılarına bir sorun! Pasif kalma, her şey çok zor diyen İzebel ruhunun Ahav antitezi olabilir. İşinde sorumluluk almaya hazır bazı erkekler aile ve kilise ortamında parmaklarını bile oynatmayıp olanları oturup seyreder. Tabii tuhaf bir durum. Birçok yerde erkekleri etkilemek için bu kalenin kültürel girişleri vardır. Örneğin, İngiltere’de işçi sınıfı kültürünün yaygın olduğu yerlerde çalışan bir işçinin maaşını gelip karısına teslim etmesi (tabii bir bira parası içinden alındıktan sonra) ve ailenin finansal idaresini ona bırakması görülmedik bir şey değildir. Güney Afrika’da korkunç ırk ayrımı sisteminde de göçmen işçilerin evlerinden ve ailelerinden ayrı olması nedeniyle benzer sonuçlar yaşanmıştır.
Erkekler sorumluluk almak ve inisiyatif kullanmak için yaratıldı. Bu demek değildir ki kadınlar inisiyatif kullanmamalı; tam aksine erkeklerin erkekliklerini bu şekilde ifade etmelerini garanti altına almaları gerekir. Ancak Yaratılış Kitabı’ndaki senaryoda bunun tersini okuruz; Havva Adem’e iyiyi ve kötüyü bilme ağacından meyve verdi. Adem bu olayın sorumluluğunu alma ve sorunu halletme yerine pasif kaldı ve Havva’nın yolundan gitti. Yakalanınca Tanrı’yı ve karısını suçladı ve Havva da yılanı suçladı! Havva sınandığı zaman Adem neredeydi? Arkadaşlarıyla içmeye gitmediğini biliyoruz! Kutsal Yazılar’a göre, yılan Havva ile konuşmaya başladığında Adem karısının yanındaydı272. Öyleyse ne yapıyordu?
Kilisedeki önderlikte, egemenlik için inisiyatif kullanmada gösterilen pasif kalmanın, aşırı hırslı olmaktan daha büyük bir sorun olduğuna inanıyorum.
Salvation Army’i (Kurtuluş Ordusu) kuran William Booth, bir keresinde en iyi adamlarının kadınlar olduğunu söylemiş. Çin’de misyoner olan Gladys Aylwood’a neden evlenmediği sorulmuş. O da Tanrı’nın kendisi için bir erkeği seçtiğini ama o erkeğin Çin’e gidecek cesaretinin olmadığını söylemiş.
Bu kaleler güçlü kalelerdir ve şimdi inceleyecek olduğumuz kale de istisna değildir. Bu korkunun kalesidir.
Birçok insan çeşitli korkuların yarattığı felçle geçirir hayatını. Kutsal Yazılar’da bunun en iyi örneklerinden biri olarak Kral Saul’un hayatını görürüz. Tanrı’nın meshettiği biriydi; buna rağmen üç farklı durumda kararlarını vermesinde kendisini korkunun yönlendirmesine izin verdi.
Bunlardan ilki bir sununun sunulmasıyla ilgiliydi. İsrail halkı Filistinliler’le savaşmak üzereydi ve Samuel peygamberden her savaş öncesi olduğu gibi bir sunu hazırlaması istenmişti. Bu sefer Samuel’in yolda kalmasından dolayı sunu gecikti. Saul yedi gün Samuel’in gelmesini bekledi. Öyle ki, artık adamları Filistinliler’in ordusundaki asker ve araç sayısının fazlalığından ötürü korkuyla titriyordu. Sonunda Saul, Samuel’i daha fazla beklemek yerine sunuyu kendisi sundu ama tam yakmalık sununun sunulması biterken Samuel geldi. 273
Bir sonraki durum ise şudur: Samuel, Saul’a Amalekliler’i yendiği zaman onların hepsini öldürmesini söylediği zamandır. Tanrı Saul’a bu durumda zafer verdi ama Saul, Amalek kralını öldürmedi ve her şeyi yok etmesi gerekirken ganimetler arasında iyi olan ne varsa esirgedi. Zayıf hayvanlar öldürüldü, ama insanlar çiftlik hayvanlarının en iyisini kendilerine ayırdı. Saul yine halkının tepkisinden korktu ve Tanrı’nın istediğini yapma yerine onların isteklerine teslim oldu. 274
Son durumda ise Saul gizlice cinci bir kadına gitti. Samuel artık yaşamıyordu. Artık akıl hocası olmayan Saul’un inisiyatif kullanacak cesareti yoktu. Tavsiyeye ihtiyacı vardı. , dolayısıyla Samuel ile görüşmek için cinci bir kadına gitti. Buradaki günahı için verilen gerekçe şudur; “Filist ordusunu görünce korkup büyük dehşete kapıldı.”275
Burada olup biteni anlıyor musunuz? Her durumda başlangıçtaki korku öyle bir hale geliyor ki, Saul’un günah işlemesine ve bu nedenle de meshedilmişliğini kaybetmesine neden oluyor. Korku, bizi günah işlemeye götürür çünkü Tanrı’nın isteğini yapmada inisiyatif kullanmamızı engeller.
Kutsal Yazılar’da İsrail’in savaşa hazırlanırken evlenmek için nişanlananlara ya da yeni bağ almış olanlara evlerine gitmelerinin söylendiğini görürüz. Korkanlara da evlerine gitmeleri söylendi. Ordunun böyle idare edilemeyeceğini düşünebiliriz ama, korku bulaşıcıdır ve onlar da orduda korkan adamlar olduğu takdirde bu adamların korkunun kokusunu alacağını ve hepsinin korkacağını biliyorlardı. 276 İşte yukarıda betimlenen ilk durumda Saul’un ordusunun başına gelen buydu.
Farklı korkular vardır.
İnsandan korkmak tuzaktır. 277 Başkalarının ne düşünebileceği ile ilgili bir korkudur.”Tanrı için bu çılgın şeyi yaparsam-bunu yapmamı söylediğini biliyorum-herkes ne düşünecek?” diyen korku işte bu korkudur.
Bazen tekrar hata yapma korkusu olabilir.
İncitilme korkusu yaygın bir sorundur. Yaşam inciticidir çünkü Şeytan’ın egemenliğinde yaşanır ve bizim de canımız yanar. Bu da bizde böyle bir durumla tekrar yüz yüze gelemeyeceğimiz hissini uyandırır ve korku dişlerini göstermeye başlar. Çoğumuz bunun makul bir neden olduğunu söyleyebilir ama, incinme bir inanlının Tanrı’nın isteğini yapmaması için bir bahane olamaz. Tanrı yaraları her zaman sarabilir ve biz de yaşamlarımızda onların etkisini yenebiliriz. İncinmeye karşı gösterdiğimiz tepkinin sorumluluğunu alarak bunu yapabiliriz. Biz kötü olanı yeneriz. 278
Batıl inanca dayalı korku kılık değiştirerek gelebilir. Sabahleyin “Rab’le sakin zaman” geçirmediklerinde o gün başlarına kötü bir şeyin geleceğini söyleyen birini tanıyorum. Rab’le geçirdikleri sakin zaman onların batıl inancı olmuş durumda. Sınava girdiğim zamanlar hazırlık olarak yaptığım garip bir rutinim vardı. Çalışabildiğim kadar çalışıp sonra da çalışmadığım yerlerden sınav soruları çıkarırdım. Korkudan felç geçirmemek için dikkatli olmak zorundaydım. “Ya şu olursa?”ya dayalı korku hurafedir ve çok güçlü bir kaleyi oluşturur.
Çok büyük öfkesi olan biri için dua ettiğimi anımsıyorum; o kadar öfke doluydu ki, bir cin onun öfkesine bağlanmıştı. Onunla dua etmeden önce bu cinin kendisini göstermesine izin verdim; öyle ki öfkesinin yıkıcılığını tüm korkunçluğuyla görsün istedim. Önce şiddetli bir ağrıyla içi alt üst oldu ve bu öfkeyi bana karşı kusmak istedi. Onun yaşamını neyin güdülediğini görmesini istedim.
Öfke kalesi güçlü bir güdüdür. Öfke ruhunu kovmamı istemeyen insanlar tanıdım; çünkü kişiliklerinin tüm gücünün bu öfke ruhu olduğunu sanıyorlardı. Bu ruh gittiği zaman zayıf olacaklarını hissettiler. Yaşamla mücadelelerinde onlara yardım eden bu öfkeleriydi.
Bigger Hill Christian Fellowship’in önderliğini yapan Ray Lowe bana kilisesinde Kutsal Ruh gücünü göstererek hareket ettiği zaman “kalelerden özgür kılınma” toplantılarını nasıl yönettiğini anlattı. Bu toplantılardan birine giderken, Tanrı onu öfkesi konusunda suçlu bulduğunu göstermiş. Toplantıya geldiği zaman diğer önderlere toplantı başlamadan önce kendisi için dua etmelerini rica etmiş. Dua ederlerken Tanrı’nın kendisine sekizinci yaş gününü anımsattığını hissetmiş. Evin tek çocuğuydu ve o özel doğum gününde bütün kartları toplamış ve annesi onları okumasını söylemiş. Birine takılıp kalmış, çünkü okumakta zorlanmış ve annesi de ona aptal olduğunu çünkü artık hepsini okuyacak yaşta olduğunu söylemiş. Okulda ne öğreniyordu da bu kadar basit bir şeyi yapamıyordu. O kadar çok öfkelenmiş ki, kartı yırtıp odadan çıkmış. İşte o anda o noktada öfke kalesi yaşamına girmiş ve bazı güdülerinin kaynağı olmuş. O gece Tanrı bunu ele almış ve ondan sonra da farklı biri olmuş. Tanrı’nın onda yaptığı değişikliğe karısının tanıklık yapabileceğini söyledi bize. Tanrı ona, öfke kalesinin içinde nasıl yapılandığını göstermiş. Nasıl yapılandığını gösterirken, bu kalenin yıkılabileceğini de göstermiş.
Başka bir yerde hizmet ederken bu hikayeyi anlattım. İşin ilginç tarafı ise orada bulunan başka bir pastörün bu hikayeyi kendi yaşamı için özel bir “aydınlanma” olarak algılamasıydı. Sekizinci yaş gününde ev ödevini bitirmediği için babası sinirlenmiş ve bu da onda mücadele ettiği başarısızlık duygusunu pekiştirmiş.
Öfke, tanrısal bir şekilde ifade edildiği takdirde günah olmayabilir. Bunun örneğini İsa tapınakta para bozanların masalarını devirerek verdi. Ancak sıkı sıkıya yapışılan öfke günahtır ve insanın içinde acılık yaratır ve yaşamlarımızda İblis’e fırsat verir. 279
Öfke kalesiyle yakın bağlantısı olan bir kale vardır; bağışlamama kalesi.
Bir gün yardım isteyen bir hanım geldi. Aşağı yukarı seksen yaşındaydı. Dokuz ya da on yaşındayken babası ona çok kötü davranmış. Onu hiç bağışlayamadığından yaşamında bağışlamama kalesi kurulmuş. Bu onda çok büyük bir acıya neden olmuş ve diğer ilişkilerini de etkilemiş. Onun için dua ettik ve o yaşamında neredeyse yetmiş yıl yer alan bu bağışlamama kalesinden harika bir şekilde özgür kılındı. Sevinçle tapınan biri oldu ve hiç kimse tapınırken dans etmiyor diye sık sık şikayet etmeye başladı!
Kutsal Kitap, bağışlamamaya sarılmayı hapiste olmayla kıyaslar. İnsanlar birçok kez incitilmiş olsa bile, kendilerini incitenleri bağışlayıncaya dek hapiste kalacaktır. İşte bağışlamamanın insanlara yaptığı budur. 280 Birini bağışlamak demek, onları tamamıyla serbest bırakmak, size olan bütün borçlarını iptal etmek ve size yaptıkları hatadan dolayı gelecekte onlara karşı kin tutmamak anlamına gelir. Özellikle işin içine işkence girmişse bunu yapmak çok zor olabilir; işkenceyi hafife almak gibi bir isteğim ve niyetim asla olamaz. Bu durumdaki birçok kişiye danışmanlık yaptım; onların bu durumda serbest kalmasına (rahatlamasına) yardım etmek için onlarla uzun uzun zaman geçirdim. Ancak gerçek şu ki, bağışlayıncaya dek incinmeye ve onlara işkence etmiş ya da zarar vermiş kişiye bağlı kalıyorlar. Bağışlama ortaya çıkıncaya dek bu bağ kırılamaz.
Bağışlamanın bir duygu olmadığını da anımsamalıyız. Özgür irademizle yaptığımız bir seçimdir.
Herhangi bir işkence şekli, işkence gören kişinin hapiste gibi hissetmesine neden olur. Duyguların esiri ve suç işleyenin açığa çıkmasını engelleyen gizliliğin kuşatması altında olurlar. Bu durum genellikle reddedilme ve özellikle kişinin kendisini reddetmesi gibi duyguların etkisiyle duygusal hapishaneyle sonuçlanır.
Gizlilik ve korkunun etkisinden dolayı işkenceyi tartışmak hala zordur. Ebeveyn, öğretmen ya da pastör gibi otorite sahibi birinin işin içinde olması durumu daha da zorlaştırır. Onlara adeta susma andı içirilir: “Bu bizim sırrımız; hiç kimseye söyleme” gibi. Bu da o kişinin yaşamı üzerinde güçlü bir kontrol mekanizması kurar. İşkence cinsellikle ilgiliyse, o zaman temiz olmayan ruhların girişi söz konusu olabilir ve suç işleyenle güçlü bağlantıların kurulduğu ruhsal bağlar oluşabilir. Yaşamındaki cinsel günahtan dolayı psikolojik danışmanlık yaptığım ve dua ettiğim genç bir adamı anımsıyorum. Konuştukça açıldı ve güvenmiş olduğu bir pastörün kendisini cinsel olarak taciz ettiğini anlattı. Yaşamında yaratılmış olan cinsel kalelerdeki yollardan birinin bu olduğuna inanıyorum.
İşkence ya da tacizin neden olduğu sorunlar acılıkla sonuçlanan derin içerlemeyi kapsar. İyileşme olmazsa o kişinin yaşamı boyunca diğer ilişkilerini de çıkmaza sokabilir bu.
Tacizin olduğu bir durumu çözmek zaman gerektirir; çünkü Süleyman’ın Özdeyişleri 15:13, 17:22’nin dediği gibi ortada “acılı yürek” ve “ezik ruh” vardır. 281 Susma andının içildiği yerde, olan bitenin konuşulması (ya da günlük tutularak yazılması) gerekir. En zor kısmı da kesinlikle bağışlamaya yaklaşım olacaktır. Taciz edilen kişinin bu suçu işleyeni bağışlayabilme noktasına, uzun bir zaman alsa bile, ulaşması gerekir.
14 Numaralı Etkin Strateji: İnsanların özgür kılınması gereken duygulardaki kaleleri tanıyın. Öyle ki, geçmişteki yanlış duygusal deneyimler şimdiki davranışı ve tavrı artık etkilemesin.